WordPress veri tabanı sorunu: [Disk full (/var/tmp/#sql_4a81b_1.MAI); waiting for someone to free some space... (errno: 28 "No space left on device")]
SHOW FULL COLUMNS FROM `unaqb_options`

Yabancılaşma Nedir? Tanımı, Filozofların Görüşleri (Felsefe Konuları) – Sosyolojisi.com
Felsefe Yazıları

Yabancılaşma Nedir? Tanımı, Filozofların Görüşleri (Felsefe Konuları)

lienus kökünden türeyerek batı dillerine alienation şeklinde geçen yabancılaş­ma kavramı, hukukî kullanımıyla, bir mülkiyetin, satış veya hediye gibi herhangi bir yolla bir kişiden başka bir kişiye intikali, mülkiyetin benzer yollarla el değiştirmesi anlamına gelmektedir. Psikiyatride yabancılaşma, genellikle normalden uzaklaşma, normalden bir sapış olarak görülmektedir ki, bu patolojik bîr durum, bir akıl hastalığı veya delilik olarak değerlendirilmektedir. Günümüz psikoloji ve sosyoloji teorileri ise yabancılaşma terimini, bir ferdin topluma, doğaya, diğer insanlara veya kendisine kar­şı duyduğu yabancılaşma hissi olarak tanımlamaktadırlar.

Yabancılaşma kavramının düşünce kaynaklarını Aydınlanmacilar’dan Rousseau, Schiller ve Goethe’de bulmakla birlikte, fel­sefî anlam ve yorumunu ilk olarak Hegel’de kazandığı bilinmektedir. Ancak bazı düşünürler, Hıristiyan Öğretinin ilk günah inancı ile tekfir (redemption) kavramının, Hegel’in yabancılaşma teorisinin bir ilk kopyası, örneği veya başlatıcısı olduğunu iddia etmektedirler. Bu düşünürlere göre yabancılaşma kavramı, Batı düşünce tarihindeki ilk ifadesini, Eski Ahit’teki putperestlik kavramında bulmaktadır. Ayrıca bazı Hegel yorumcuları ve düşünürler de Hegel’deki mutlak zihnin kendisiyle yabancılaşması fikrinin köklerini, Platon’un ideaların yüce dünyasının eksik ve kusurlu bir kopyası olan tabiat âlemi düşüncesine bağlamaktadırlar. Hegel’in bu konudaki düşüncelerinin kaynaklan sorunu bir araştırma konusu olmakla birlikte, Batı düşünce tarihinde yabancılaşma kavramanın in belirgin yorumcularının başında G.W.F. Hegel ve daha sonraki dönemlerde de Ludwig Feuerbach ile Karl Marx gelmektedir.

Hegel felsefesinin temel fikri, herşeyin, son tahlilde, Mutlak Fikir (mutlak zihin, ruh, Tanrı, geist) olduğu ve onun ile açık­landığı bir düşünme evresini dile getirir. Geist, ne nesnelerin bir birliği, ne de dura­ğan şeylerin bir toplamıdır. O, dinamik bir kendiliğîndenlik (kendi başına varolan) olup yabancılaşma ve uyuşmanın dönüşümlü sürecinde genişleme gösterir ve yayılır. Doğa, sadece, bu mutlak zihnin (geist) kendisine yabancılaşmasının bir formu, biçimidir. Diğer bir ifadeyle doğa, kendisine yabancılaşmış zihnin bir tezahürüdür. İnsan ise uyuşma sürecinde (yabancılaşmanın anti-tezi anlamında) mutlaktır. Böylesi bir ba­kış açısının yorumuna göre bütün bir insanlık tarihinin de insanın mutlak bilgisinin ve Mutlak’ın kendi bilgisinin daimi bir gelişimi olarak görüleceği de açıktır. Mutlağın kendi bilgisinden ise sonlu, sınırlı zihnin (insanın) yanında kendisinden haberdar olma ve doğadaki yabancılaşmış suretinden kendisine dönme kastedilmektedir. Her ne kadar sonlu zihin, yani insan yabancılaşıyor olsa da onun temel özelliklerinden birisi de nesneleri üretebilmesi, nesnel dünyada kendisini ifade edebilmesidir. Ancak insan, fiziksel nesnelerde, kültürel ürünlerde ve sosyal müesseselerde kendisini nesnelleşü-rebiliyorsa da her nesnel leşti rme (objeetifikasyon, âfâkîl eştirme, dışlaştırma), zorun­lu olarak bir yabancılaşma örneğidir. Üretilmiş olan tüm insan ürünleri ve nesneler, üreticisine yabancılaşırlar. Böylesi bir yabancılaşma, insan İçin ve onun gelişim evresini tamamlayabilmesi için zorunludur. Bu, bir yerde, insanın alınyazısı, kaderidir.

Feuerbach, Hegel’in, insanın kendi kendisine yabancılaşabileceği düşüncesini kabul etmekle birlikte, onun doğayı, mutlak zihnin kendisine yabancılaşmış bir formu ve insanı da uyuşma sürecindeki bir mutlak zihin olarak izahını reddeder. însan, kendisine yabancılaşmış bir şahsiyettir. O, insandan uzaklaştırılarak yabancılaştırılmış ve mutlaklaştırılmış olan insan özüdür. Doğanın, Tanrı’nın yabancılaşmış bir formu olduğu görüşü reddedildiği takdirde insanın da kendisine yabancılaşamayacağı açıktır. İnsan ancak, bir köle gibi, zorunlu olarak varolanı yarattığı zaman kendisine yabancılaşır, kendisinden uzaklaşır, insanın ken­disi ile uyuşması ise insanın yabancılaşmış bir sureti olan Tanrı fikrinin kaldırılması ile mümkündür.

Yabancılaşmanın üçüncü ve önemli ismi K. Marx, Hegel’i, insanın kendini meydana getirmesini bir yabancılaşma ve uyuşma süreci olarak kabul ettiğinden dolayı övmektedir. Fakat o, bu övgülerin ardından Hegel’i şiddetli bir eleştiriye de tâbi tutar. Bu eleştirilerin temel hareket noktasını ise Hegel’in nesneleri, birer yabancılaşma ile nesnelleşmiş ve de insanı, bir kendi başına şuura sahip bir varlık olarak gördüğü için nesnelliğin inkârı ile yabancılaşmanın bastırılması şeklinde tanımlaması oluşturmaktadır. Ayrıca Marx, Feuerbach’ın dinî yabancılaşma fikrine yönelttiği eleştiriyi de kabul etmekle birlikte bu tür bir yabancılaşmayı, insanın kendisine yabancılaşma biçimlerinin sadece bir türü olarak görmektedir. İnsan, sadece dinsel anlamda kendisinin bir parçasını yabancılaştırmakla kalmayıp felsefî anlamda tüm ruhsal işlevlerinin ürünlerini de yabancılaşıra bilir. Örneğin, sağduyu, sanat, ahlâk v.b. gibi… Ayrıca insan, ticarî alandaki ekonomik işlevlerinin para, sermaye v.b. ürünlerini yabancılaştırdığı gibi sosyal işlevlerinin ürünleri olan hukuk, devlet gibi sosyal müeesseseleri de yabancılaştırır.

İnsan sadece kendi faaliyetlerine ve bunların ürünlerine yabancılaşmakla kalmayıp aynı zamanda bu ürünlerin ürettikleri ikincil ürünlere, yani değerlerine, fiziksel dünyaya ve diğer insanlara da yabancılaşabilir. Mant’a göre tüm bu yabancılaşma türlerinin tahlil sonucunda bir türe indirilebileceği açıkça görülmektedir. Bunlar sadece, insa­nın kendi kendisine yabancılaşmasının değişik görünümlerinden ve insanın insanlığından, “özü” ve “doğasından” uzaklaşmasının ve bunlara yabancılaşmasının muhtelif biçimleri olmaktan başka bir anlama gelmemektedir. Marx, kendisine yabancılaşmış bir insanı, gerçek bir insan olarak gör­memekle birlikte, onu, insanî imkânları ve insanın tarihsel evrimini hatırlamayan, insanın tarihsel sürecinden ve bilincinden yoksun bir varlık olarak tanımlamaktadır. Yabancılaşmamış bir insan ise gerçek anlamıyla bir insan olup pratiğin (praxis’in) özgür ve yaratıcı bir oluşumu olarak kendisini yaratan ve tamamlayan bir varlıktır.

Marx’ın yabancılaşma ile ilgili görüş ve yorumları, onun 1844’te yazdığı Ekonomik ve Felsefî Elyazmaları’nda mevcut bulunmaktadır. Bu eserde Marx, emeğin ve işbölümünün yabancılaşmanın bir tezahürü, bir göstergesi olduğu görüşünü açıklamıştır. Emek, insanın yeni ve kendince bir dünya yaratması sürecinde tabiat ile girdiği ilişkileri dile getirmektedir. Bu ilişki sonucunda yaratılan insan ürünleri ise insandan ayn bir varlığa sahiptir. Çalışan ve bir emek sarfeden insan, bu üründen mahrum kalmakla bir yabancılaşma içine girmektedir. Emeği­nin karşılığını alamayan bir insanın, bu ürünleri elinde bulunduranlara boyun eğ­mesi sonucunda ekonomik bir yabancılaşma sözkonusu olur. Bu tür bir yabancılaşma emeğin yabancılaşmasıdır.

Çağımızda yabancılaşma terimi çeşitli düşünürlerin görüşleri ile farklı yorumla­malara tâbi tutularak, yüzyılımızın önemli kavramlarından birisi haline gelmiştir. Pekçok sosyal ve psikolojik olay, bu kavram ile açıklanmaya çalışılmıştır. Ancak, bu kavramın açıklanması ise zorluklan ve muhtelif yorumlan bünyesinde banndırmaktadır. Bu yorumların ve tanım denemelerinin ilki bir varoluşçu filozof olan J.P. Sartre’a aittir.

Sartre, insanda varlığın özden önce geldiğini söylerken, insanın kendi kendisini yaratması üzerinde duruyor ve onun bir özgür iradeye sahip olduğunu belirtmek istiyordu. Ancak insanın özünde ise, Sartre ontolojisinin temel kavramlarından birisi olan kendinde varlığa ulaşma özlemi gizlidir. Bu da dünyanın ve İnsan dışındaki diğer varlıkların insana, yani kendisi için varlığa bir müdahalesi, onun özgürlüğünü kısıtlaması durumudur. Bu durumda insan, kendisine yabancılaşmış bir konuma sürüklenecektir. Sartre’daki bu yabancılaşma teması, onun saçma (absürde) kavramı ile de yakın bir ilişki içindedir.

Son yıllarda yabancılaşma konusu üzerinde düşünen ve tanım denemelerine girişen önemli isimlerden birisi Gwynn Nettler’dir. O yabancılaşmayı, normal bir insanın belirli bir psikolojik durumu olarak görmekte ve yabancılaşmış bir insanı da toplumuna ve beraberinde getirdiği kültüre karşı dostça olmayan bir tutum takınması, onlardan uzaklaşması şeklinde tanımlamaktadır. “A Measure of Alienation”, s. 672) (Yabancılaşmanın Ölçüsü), Murray Levin’e göre yabancılaşmış bir insanın temel özelliği, toplumdaki haklı rolünü gerçekleştiremeyeceği inancını taşımasıdır,”Man Alone”, s. 227. (Yalnız İnsan) Stanley Moore için ise yabancılaşma terimi, üyelerinin, kollektif faaliyetleri kontrol etmelerinin yerine, kendilerinin bu faaliyetlerin neticeleri tarafından kontrol edildikleri ve belirlendikleri toplumlarda sosyal yapı tiplerine ve bireysel bilinçlerin özelliklerine göndermede bulunur. “The Critigue of Capitaiist Democracy”, s. 125 (Kapitalist Demokrasinin Eleştirisi), E. Fromm ise yabancılaşmayı, bireyin kendi fiziksel ve ahlaksal gücüne ve zenginliğine sahip olamama, kendisini başkalarına her açıdan bağımlı hissetmesi hâlidir şeklinde açıklamaktadır. “The Sane Society”(Makul Toplum).

Ali DÖLEK – SBA

Yabancılaşma

a. 1. Yabancılaşmak işi: “İnsanın o şehre yabancılaşması, kendisinin bellek daralmasından kaynaklanmaz.” -A. Boysan. 2. top. b. Belli tarihsel şartlarda insan ve toplum etkinlikleri ürünlerinin, bu etkinliklerden bağımsız ve bunlara egemen olan ögelerin değişik biçimde kavranması.
Güncel Türkçe Sözlük

yabancılaşma   İng. alienation

Belli tarihsel koşullarda insan ve toplum etkinlikleri ürünlerinin (emeğin, paranın, toplumsal ilişki sonuçlarının, insanın özelliklerinin ve yeteneklerinin) bu etkinliklerden bağımsız ve bunlara egemen ya da özlerinde olduklarından değişik biçimde kavranması.
BSTS / Toplumbilim Terimleri 1975

yabancılaşma   İng. alienation

Bireyin çevre koşullarına aykırı düşmesi ya da kendisini başkasının gözüyle görmesi.
BSTS / Yöntembilim Terimleri Sözlüğü 1981

TDK Sözlük