Sosyoloji

Viyana Çevresi

Mantıksal Pozitivizm ve Bilim Felsefesi

VİYANA
ÇEVRESİ

Mantıkçı pozitivizm, Viyana’da bir araya
gelen bir grup felsefeci ve bilim adamının düşünsel arayışları neticesinde şekil
almış bir felsefî yaklaşım olarak belirlenebilir. Viyana Çevresi olarak anılan bu
topluluğun faaliyetleri, 1920’lerin başından 1930’ların ortalarına kadar yayılır.
Topluluk, fizikçi ve felsefeci Moritz Schlick’in önderliğinde 1924’ten 1936’ya
kadar, düzenli olarak haftalık toplantılar yapmışlardır. Çevrenin bir diğer
önemli adı Rudolf Carnap, gruba 1926 yılında katılmıştır.

Viyana
Çevresi’nin temel nitelikleri
:

1- Metafizik karşıtlığı: Bu bakış açısına
sahip düşünürlere göre felsefe, metafiziksel düşünüş biçimlerinden ve
metafiziksel önermelerden arındırılmalıdır.

2- Sentetik a priori yargıların
olanaklılığının reddedilmesi

3- Matematiğin mantıkçı bir biçimde
temellendirilmesi: Grup üyeleri matematiğin önermelerinin mantıksal, yani
analitik ve a priori olduğunu düşünmektedirler.

4- Doğrulamacı anlam anlayışı: Bu anlayışa
göre bir önermenin anlamı, onun doğrulanma yöntemidir.

Friedrich
Albert Moritz Schlick
(1882-1936)

Berlin Üniversitesi’nde ünlü fizikçi Max
Planck’ın öğrencisi oldu ve doktora tezini onun danışmanlığı altında yazdı.

Doçentlik tezi Das Wesen der Wahrheit nach der modernen Logik (Modern Mantığa Göre
Doğruluğun Doğası) 1910 yılında yayımlandı.

Schlick ve Waismann, Wittgenstein’ı
Tractatus’taki görüşlerini tartışmak üzere Viyana Çevresi’nin toplantılarına
katılmaya ikna ettiler.

1932-1933 tarihlerinde kaleme aldığı
“Pozitivizm ve Gerçekçilik” başlıklı makalesi, tüm mantıkçı pozitivistlerin
üzerinde uzlaştığı biçimiyle pozitivizmin temel tezlerini ortaya koydu.

Schlick 1936 yılında eski bir öğrencisi
tarafından üniversitenin merdivenlerinde vurularak öldürüldü.

Bir
Anlam Kuramı Olarak Doğrulanabilirlik

Pozitivizmin metafizik karşıtlığı olmaktan
öte kesin bir tanımlamasının yapılamaması Schlink’in içine dert oldu. Schlick
bu noktada “gerçeklik” kavramını tartışmaya açar. Acaba gerçeklik terimini kullanırken
bununla neyi kastediyoruz?
Schlick tartışılan
konunun anlamlı olup olmadığını neyin belirlediğini sorar.

Bunlar tanımlama ile açıklanabilir.

Bir önermenin anlamlı olabilmesi, ilkesel
olarak doğrulanabilme şartlarının belirlenebilmesini gerektirir.

Dolayısıyla gerçekliğe ilişkin metafiziksel
savlar içeren önermeler de anlamsızdır. Anlamsız olmasına rağmen bu önermeleri
ifade etmeyi felsefeciler neden sürdürmektedir?
Schlick
bunun ancak psikolojik bir ihtiyaçla açıklanabileceğini savunur.

Sonuç olarak, mantıksal pozitivizmin metafizik
karşıtlığının nedeni metafiziksel tezlerin yanlış olmaları değildir; anlamsız
olmalarıdır.

Doğrulanabilirliğin
Sınırları

Mantıksal pozitivistlerin anlamsız olana
karşı hiçbir hoşgörüsü yoktur.

Bu itibarla sadece Platon’un ideaları,
Aristoteles’in entelekyası, Plotinos ve Yeni-Platoncular’ın Tanrısı, Descartes’ın
bir töz olarak zihni, Kant’ın saf aklı ya da numeni, Hegel’in tini değil,
Wittgenstein’ın mistik olanı da elenmiş olmaktadır. Duyu deneyiminin olanakları
içersinde doğrulanamayan hiçbir önerme anlamlı kabul edilemez.

Mantıksal pozitivistler, güçlü ve zayıf
doğrulanabilme arasında bir fark olduğunu düşünmüşlerdir. Güçlü doğrulanmada
eldeki veri, söz konusu önermenin doğrulanabilmesi için kesin bir sonuç
vermektedir. Zayıf doğrulanmada ise bir olasılıktan söz edilmektedir. Eldeki
veri ve deliller önermenin kesin bir biçimde doğrulanması için yeterli değildir.
Bu durumda ancak bir olasılıktan söz edilebilmektedir. Bu konu daha sonraki
bilim felsefesi tartışmalarının odağında yer almıştır.

Felsefenin
Mahiyeti

Mantıksal pozitivistler, felsefenin
ifadeleri açıklığa kavuşturmakla görevli olduğunu düşünmektedirler.
Felsefe, bilimin dili üzerine konuşmakta ve bilimin mantığını
ortaya koymaya çalışmaktadır.

Alfred
Jules Ayer
(1910-1989)

Zengin bir aileye mensuptur. Annesinin ismi
Reine Citroën’dir.

Oxford Üniversitesi’nden mezun oldu. 1936
yılında önemli eseri “Language, Truth and
Logic
” yayınlandı. Savaş yıllarında istihbaratçı olarak çalıştı.

DUYGUSALCI
AHLÂK KURAMI

Ahlâki önermeleri doğrulayacak ya da yanlışlayacak
olguların bulunmadığı ortadadır. Bu durumda çıkarılacak ilk sonuç ahlâki
önermelerin anlamsız olduğudur.

Ayer’a göre ahlâki kavramlar “sadece
sahte-kavramlardır”.

“Ahlâken yanlıştır.” ifadesi sadece söz
konusu önermeye ilişkin bizim tavrımızı belirtir. Bu itibarla “ahlâken yanlıştır”
ya da “ahlâken doğrudur” gibi ifadeler ünlem bildiren ifadelerden ya da
tonlamalardan farklı değildir.

Ahlâki yargılar, önermesel bir içeriğe
sahip olmadıklarından dolayı doğru ya da yanlış olamazlar. Aynı nedenden ötürü
doğrulanmalarından ya da yanlışlanmalarından söz edilemez.

Ayer’’ın bu yaklaşımı duygusalcı ahlâk
kuramı olarak adlandırılır.

Doğrulanabilirlik
İlkesinin Mantıksal Statüsü

Doğrulanabilirlik ilkesi ya analitik bir
önerme ya da sentetik (olgusal) bir önerme olmak durumundadır. Ancak her iki
koşul için de pek uygun değildir. Eğer olgusal ise kendisinin doğrulanabilirlik
şartlarının ifade edilebilmesi gerekir. Ancak hangi deneyim bu genellikte bir
ilkeyi doğrulayabilir?
Bir öneri olarak “anlamlılığın”
tanımının bu ilke olduğunu söyleyebiliriz. Ancak hiçbir biçimde doğrulayamacağımız
halde anladığımızı/anlamlandırdığımızı düşündüğümüz önermeler vardır.

Rudolf
Carnap
(1891-1970)

Berlin Üniversitesi’nde fizik okudu. Daha
sonra Jena Üniversitesi’ne geçti ve uzay ve zamana ilişkin aksiyomatik bir
dizgeyi savunduğu bir tez yazdı.

1926 yılından itibaren Viyana Üniversitesi’nde
akademik çalışmalarına başladı.

1929 yılında Otto Hahn ve Otto Neurath ile
birlikte Viyana Çevresi’nin Bildirisi’ni kaleme aldı. Aynı yıl Hans
Reicehenbach’la birlikte Erkenntnis
dergisini çıkarmaya başladı.

Felsefenin
Sözde Sorunları
adlı eserinde pek çok
felsefî sorunun aslında anlamsız olduğunu, çünkü dilin yanlış kullanımından
kaynaklandığını savundu.

1931 yılında Prag Üniversitesi’nde profesör
olarak göreve başladı. Logische Syntax
der Sprache
’yi (Dilin Mantıksal Dizimbilimi) burada kaleme aldı ve 1934 yılında
yayımladı.

1935 yılında ABD’ye göç etti.

1936-1952 yılları arasında Chicago
Üniversitesi’nde felsefe profesörü olarak görev yaptı.

Mantıksal
Dizimbilim

Wittgenstein, Tractatus’ta dilin yüzeysel
yapısının bizi yanılgılara düşürmesinden sakınmak için farklı simgeler için aynı
işaretlerin kullanılmadığı ve farklı işaret etme kiplerine sahip işaretler için
farklı işaretlerin kullanıldığı mantıksal bir dizimbilim geliştirilmesi gerektiğini
ifade etmiştir.

Carnap, söz konusu dizimbilimi geliştirme
işine girişir.

Mantıksal dizimbilimin amacı, işaretlerden
oluşan bir dizge oluşturarak mantıksal çözümlemenin sonuçlarını bir muğlaklığa
yol açmaksızın tam olarak ifade edebilmektir.
Bu,
Leibniz’in kurduğu characteristica universalis rüyasıdır.

Carnap dizimbilim ile ilgili çalışmalarını
yürütürken, doğruluğu tanımlamayı denemiş ancak dilin sınırları içerisinde doğruluk
yükleminin kullanımını bir türlü açıklığa kavuşturamamıştır.

Carnap bu açılımı Tarski’den öğrenir.

TARSKI’NİN
DOĞRULUK TANIMI

Alfred
Tarski
(1901-1983) Varşova
Üniversitesi’nde görmüş, 1939 yılında ABD’ye göç etmiştir.

1933 yılında yayınladığı bir makalede (100
sayfadan uzun bir makaledir, “The Concept
of Truth in Formalized Languages
”) biçimsel diller için doğruluğun
matematiksel bir tanımını sunar.

Doğruluk yüklemi bir dilin içerisinde diğer
yüklemler gibi kullanılabildiğinde yalancı paradoksu gibi birtakım paradokslara
yol açmaktadır. Örneğin, “Bu cümle doğru
değildir
.”

Bu tür sorunları ortadan kaldıracak biçimde
Tarski nesne dili ile üst dil arasında bir ayrım yapar ve doğruluk yüklemini üst dilde tanımlar. Doğruluk kuramının teoremleri P nesne dilinde bir önerme
olmak üzere üst dilde şu önerme biçimini sağlar: “ ‘P’ doğrudur ancak ve ancak
P”. Bir örnek vermek gerekirse “ ‘Kar beyazdır’ ancak ve ancak kar beyazdır
ise”.

BİLİM
FELSEFESİ TARTIŞMALARI

Mantıksal pozitivistlerin dilin mantığını
(tümdengelimsel ya da tümevarımsal olsun) çözümleyerek bilimi sağlam bir
felsefî temele oturtma projesi genel olarak bilim felsefesi olarak anılan bir
felsefe geleneğinin doğmasına yol açmıştır.

Çağdaş Felsefe I

Yrd. Doç. Dr. Ahmet Ayhan Çitil

Anadolu Üniversitesi Yayınları, Yayın Nu:
2446

Eskişehir, Nisan 2012

İlgili Makaleler