VATANSEVERLİK
VATANSEVERLİK
Vatanseverlik en
yaygın anlamıyla, vatanını sevme ve vatanı için her türlü özveride bulunma
duygusudur. Ancak, gerçek vatan topraklarının ne olduğu, kimlerin aynı vatanın
insanlan sayılabileceği, bu insanların vatana karşı hangi hizmet ve fedakârlıkları
yapmakla yükümlü olduğu ve vatanseverlik tavrının doğal bir sonucu olarak ne
tür bir sosyal davranışın beklenebileceği konusunda ortak bîr fikre varmak
oldukça zordur.
Bazı antropologlar,
ilkel insanın medeni insanla kıyaslandığında, kendi ile bağlı bulunduğu grup
arasında çok az bir fark gördüğünü, kendini ailesi, köyü, kabilesi veya klanı
ile Özdeşleştirdiğini ileri sürmektedirler. Oysa, medeni insanın bağlı
bulunduğu grup bir tek değil, pek çoktur. Medeni insan, vatandaşlık,
akrabalık, komşuluk, hemşehrilik gibi bağlann yanı sıra, toplumsal sınıfı,
meslek grubu ve üye olduğu örgütler ve dernekler gibi zaman zaman kendi
üzerinde çapraz baskılar kurabilecek olan, çok çeşitli bağlılıklar içindedir.
Hepsinin de ortak yanı, insanların benzerleri ile birarada yaşama arzusu ve
tanıdık bir sosyal çevrenin getirdiği güvenlik ve memnuniyet duygusudur.
Vatanseverlik
duygusunun kaynağını araştıran sosyal psikologlar bu konuda kesin bir
açıklamaya gidememişlerdir. Vatanseverlik duygusunun bir görüntüsü, soy sop
bağlılığıdır, tikel insan, grubuna olan bağlılığını, kutsal veya kahraman
atalardan bahseden, kabilenin eskiliğini vurgulayan ve genellikle de kabilenin
doğuşunu dünyada yaşamın başlamasıyla bir tutan efsanelerle, mitolojik
öykülerle meşrulaştırır. Soy sop bağlılığı, yalnız ilkel insana özgü olmayıp,
genelde geleneksel insanın en kuvvetle duyduğu bağlılıklardan bindir ki, bu
yolda pek çok tarihçi, geçmişte efsanelerde ve mitolojik öykülerde görülen
aynı meşrulaştırma mekanizmasıyla harekete geçerek çalışmalar yapmıştır.
Vatanseverliğin bugün
daha ziyade ifade ettiği anlam, toprağa, anavatana bağlılıktır. Yapılan
antropolojik araştırmalar, ilkel insanların belli bir yerde yaşamaya başladıktan
bir süre sonra böyle bir bağlılık içine girdiklerini göstermiştir.
Vatanseverliğin bir
başka görüntüsü de; bir ülkenin kazandığı savaşların ve askeri kahramanlıkların
övülmesi ve diğer ülkelere göre sahip olduğu tarihsel-kültürel misyonun
yüceltilmesidir.
Vatanseverlik çok daha
genelde, bir siyasal topluluğa kendini adama anlamında da kullanılmaktadır.
Bir görüşe göre, vatanseverlik, ancak, devletin en gelişmiş şekliyle
varolduğu, vatani bağların ve görevlerin açıkça tanındığı ve kişinin diğer
sosyal bağlılıkları arasında en üst mertebeye oturtulduğu bir toplumda, en
özgün gelişimine ulaşabilir. Bu tür vatanseverlik bağının Yunan şehir
devletlerinde ve Roma İmparator-luğu’nda görüldüğü, ancak, Orta Çağda yok
olduğu ileri sürülmektedir. Çünkü, Orta Çağda, egemen grup bağlılık lan artık
vatani veya siyasi değil, devlete bağlılığın yerine geçen, feodal, ruhani,
mesleki ve yerel yönetimlere ait bağlılıklardı. Tüm hristi-yanlan aynı çatı
altında toplamak isteyen ve bütün insanlığa karşı ortak yükümlülüklerden söz
eden Hristiyan düşüncesi vatanseverliğe yabancı kalmıştır.
Siyasal anlamda
vatanseverliğin ortaya çıkışı veya dirilişi, ulus-devletle birlikte olmuştur.
Modern ulus-devletin ortaya çıkışını izleyen yüzyıllarda, vatanseverlik milliyetçilikle
ilişkilendirilmiş ve onunla bir tutulmaya başlanmıştır. Artık, siyasal bağlılığın
nihai objesi, monarklardan, hanedanlardan ziyade, siyasal olarak birleşmiş
insan topluluklarıdır ve bundan böyle, vatanseverlik, varolan hükümet rejimine
karşı, halkın veya milletin çıkarları uğruna yapılan savaşlara katılma
anlamına gelecektir.
Vatanseverliğin,
insanları aynı çatı altında birleştiren bir duygu olmasının yanı sıra bölücü
bir gücü ifade ettiği de ileri sürülmektedir. İlkel bir insanın kendi klanına
veya kabilesine bağlılığının bir Ölçüsü de, onun diğer klan veya kabilelere
duyduğu düşmanlıklardır. Bir kişinin vatandaşlarına duyduğu sevgi ve
düşkünlükle, yabancılara karşı duyduğu hoşnutsuzluk ve düşmanlık aynı
psikolojik kaynaktan gelmektedir. Nitekim savaşlar, saldırıya da müdafaaya da
yönelik olsalar, bir ülkenin insanlarının vatanseverlik duygusunu, diğerleri
aleyhine coşturmaktadırlar. Böylece, vatanseverlik, kişinin kendi tarihini
idrak ederek kendisini ülkesinin çıkarlarına adaması yanında, kendi mîlletinin
sahip olduğu asli nitelikleri ve tarihsel rolü, diğer ulusların başarılarını ve
erdemlerini küçümseyerek, hor görerek, yüceltmesi anlamına da gelebilmektedir.
Oysa, vatanseverlik kavramının anlamı ve tarihsel gelişimi, onun, şovenizmle ya
da tutuculukla aynı anlama gelmesini, bir tutulmasını gerektirmemektedir.
Radikal ve devrimci
sosyal doktrinler, özellikle de modern sosyalizm geleneğine bağlı olanlar,
bilinen anlamdaki vatanseverliğe önem vermezler ve onlar İçin, vatanseverlik
de vatan kavramı gibi sınıfsal bir mana taşır. Vatanını en çok seven halk
yığınlarıdır, her türlü sıkıntıya katlanan ve vatanın geleceğini düşünüp onun
için savaşan onlardır. Egemen sınıflar ise, kendi çıkarları için vatanlarını
felakete sürüklemekten çekinmezler. Marx ve Engels, Ma-nifesto’da,
“proleterin vatanı yoktur” demişlerdir. Bu doktrine sıkıca bağlanan
en orthodox Marksistlerden bir gurup, Birinci Dünya Savaşı’na girmeyi
reddetmiştir. On-lann yaptığı tarihsel analize göre, vatanseverlik, kapitalist
sömürünün ve emperyalist savaşın bir aracıdır ve işçi sınıfının bütünleşmesi,
ulusal kişiliğin korunmasından daha önemlidir. Ancak, tarihsel deneyimler,
özellikle de Birinci Dünya Savaşı’nda Av-rupa’daki sosyalist hareketlerin
vatanseverlik duygusu karşısında yenik düşmesi, kitlelerin bu görüşü
paylaşmadıklarını ortaya koymuştur.
Dünya proleter devrimi
tüm siyasal bağların yok edildiği bir toplum yaratmayı hedeflediği için
ulusal anlamda bîr vatanseverliğe aykırıdır. Ancak, eğer vatanseverlik daha
geniş bir anlamda ele alınırsa, kendisi ve diğerlerinin fiziksel ve ruhsal
mutluluğunu sağlayacağına inandığı bir cins topluluğun hizmetine, kendisini
coşku ile adayan ve kendi öz çıkarından çok daha yüce gördüğü bir amaç için
çalışan ve çarpışan Rus komünisti de vatansever sayılabilir. Vatanseverlik,
özel bir topluluğa kendini adamak, sosyalizm de bu topluluğun refahı için özel
bir programı benimsemek olarak ele alınırsa, ikisinin birbiriyle uyumlu
olabileceği söylenebilir.
Genelde, reformcular
veya devrimcilerle karşılaştırıldıklarında, sosyal statükonun koruyucuları,
vatansever olduklarını diğerlerine inandırmakla çok daha avantajlı bir konuma
sahiptirler. Ancak, tarihsel süreç içinde, kimi zaman bir kuşağın boyuneğ-mezleri,
gelecek kuşağın vatanseverleri de olabilmektedir.
Osmanlılar’da
“vatan” kelimesi, en eski anlamıyla, insanın doğduğu yeri ifade ediyordu.
“Vatan” kelimesi, Osmanlı aydınlarının Fransız “patrie”
kavramı üzerinde düşünmeye başlamaları ve buna bir karşılık bulmaya
uğraşmalarından sonra yeni bir anlam kazanmaya başlamıştır. Yine de “vatan”
çoğu kez, devletle toprak arasındaki bir bağı ifade etmekten öteye geçmemiş,
Türk ulusu ile ilişkilendirilmemişiir.
Osmanlı Devleti’ni
kurtarmak için bir vatan ideolojisinin gerekliliği 1860’larda “Yeni
Osmanlılar” tarafından anlaşılmıştır. “Vatan” sözünün toprağa ek
olarak, toprak üzerinde yaşayanları da kapsaması Namık Kemal ile başlamıştır.
Namık Kemal, “vatan” terimini yaşanılan topraklardan öte, duygusal
bir boyutta ele alıyordu. Vatan, ona göre, hürriyet, kardeşlik, egemenlik, atalara
saygı gibi asil duyguların birleşmesinden ortaya çıkan bir varlıktı. Yeni Osmanlılar
döneminin bir özelliği de, bu dönemde, bilinçli bir şekilde bütün aydınlara
bir vatan ideolojisi aşılanmaya çalışılmış olmasıdır. Süleyman Paşa’nın
gayretiyle, askeri okullarda bu unsurun yerleşmesinde bîr ölçüde başarılı
olunmuştur. Eski Türk-ler’in tarih içindeki yerlerini inceleyen “Ta-rih-i
Âlem” bu amaca hizmet eden çalışmalardan biriydi. Askeri okul öğrencileri
arasında “vatanperverlik” duygusunun bütün hareketlerine egemen olan
bir amaç olarak yerleşmesine karşılık, bu konudaki bilgileri zayıf kalmıştır.
Abdülhamit yönetimini
yıkmaya çalışan Jön Türkler de “vatan” kavramını kesin bir anlama
kavuşturamamışlardır. Vatan doğum yeriyle eşanlamlı kullanıldığı gibi yaşanılan
topraklan da ifade etmiştir. 1908 İhtilali teorisyenlerinden Ahmet Rıza Bey’e
göre, Osmanlı ordusunun amacı artık fetih peşinde koşmak değil, İmparatorluğun
parçalanmasını engellemektir. Bunun için de “gaza” fikrinin yerine
“vatanseverliği” geçirmek gerekmekleydi. Irkları ve dinleri ne
olursa olsun bütün Osmanlılar vatanseverlik duygusu altında birleşebilirlerdi.
Vatanseverliğin en önemli kıstasları ise, vatana hizmet ve sadakatti.
Meşrutiyet’ten sonraki
Türkçülük hareketi içinde, vatanın ne ifade ettiği yine tartışmalı kalmıştır.
Ziya Gökalp, vatan topraklarının bütün Turan’ı kapsadığını ileri sürerken,
1917’de Sait Halim Paşa “vatan” ile, Şeriat’in uygulandığı bütün
ülkeleri kastediyordu.
Vatan kavramının bu
karışıklıktan kurtularak, Türk ulusu ile ilişkilendirilip çağdaş bir anlama
kavuşması için Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına kadar beklemek gerekmiştir.
Cumhuriyetle birlikte vatan, üstünde Türk ulusunun yaşadığı sınırları belirli
topraklan ifade etmeye başlayınca, vatanseverlik de bu topraklar ve üzerinde
yaşayanlar için fedakarlık ve hizmette bulunma isteği olarak anlaşılmaya başlamıştır.
(SBA)