UZAY
Aristoteles’te bütün
nesnelerin kaplayı-cısı, bütün var olanları içinde bulunduran şey; Cambridge
Platonculannda Tann’mn duyum alanı; Kant’ta dış dünyanın (fenomenler
dünyasının) sezgisinin a priori formu; Modern matematikte belirli soyut, değişmez
gruplar veya takımlar için kullanılan bir isim olarak kabul edilmiştir.
Uzay kavramının
tarihine göz attığımızda ilk olarak bazı Pythagorasçılann uzayı, hava ile
kaplı bir şekilde tanımladıklarım görmekteyiz. Metafizik sistemlerinin bir
gereği olarak Parmenides ve Melissos da boş bir uzayın olabileceği görüşünü
reddederler. Onlar, boş uzayın hiçbir şey olamayacağını ve bir şey ifade
edemeyeceğini düşünürler. Demokritos gibi atomcular ise atom ve boşluk
arasında yaptıkları aynım ile onlardan farklı bir uzay tasarımı geliştirirler.
Platon’un uzay
hakkındaki fikirleri, bir metafor yardımı ile onun Timaios isimli diyalogunda
görülmektedir. Platon, uzayı bütün maddeleri çevreleyen ve içeren bir zarf
veya kap gibi düşünür. Bu anlayış, doğal olarak uzayın boşluğu fikrini de
beraberinde getirmektedir.
Aristoteles, uzay
kavramım, maddenin geometrik yüzeylerinin sınırlan oütfak düşündüğü yer
kavramıyla ilişki içinde görmeye çalışır. O, hacim ve şekilden ibaret olduğunu
söylediği maddenin değişmez bir mekânda bulunduğunu belirtir. Bu nedenle biz
uzayı, bir dayanak (töz) veya ether olarak görebiliriz. Ayrıca, Aristoteles’in
kozmolojisinde uzay kavramının, elementlerin hareketlerinin izahı konusunda da
kullanıldığı görülmektedir. Aristoteles, elementle rin birer doğal yerlerinin
olduğunu ve dıştan bir etki uygulanmadıkça, elenmetlerin doğal bir eğilimle bu
yerlerine doğru hareket ettiklerini söylemektedir. Ağır cisimler yer merkezine
ulaşmaya, ateş ise ondan uzaklaşmaya çalışır.
Yeniçağ’da Descartes
maddenin özü olarak uzayı kabul etmiştir. Descartes’a göre uzayın her bir
bölümü bir maddenin hacmidir ve boşluk düşünülemez. Bu durumda, bir maddenin
diğerinden nasıl ayrılabileceği sorusu gündeme gelmektedir. Ayrıca
Descartes’a, bir cismin bir diğerine doğru hareketinin de ne ifade ettiğini
sormak gerekir. Bu ve buna benzer sorulabilecek sorular ise ancak Riemann’ın
değişebilir kavi sleme şeklindeki uzay kavramı ile çözüme kavuşabilecektir.
Uzay (mekân) sorunu,
İlkçağ atomcu teorilerinden günümüzdeki fiziksel teorilere kadar uzanan geniş
bîr sahada yer alan, felsefenin önemli problem alanlarından birisidir. Bu
geniş tarihsel perspektif bu alana uzayın sınırsızlığı, mutlaklığı vb. gibi
yeni sorunları kazandırmıştır.
Felsefî bakış
açısından uzayın gerçekliği sorunu, sınırsızlık problemi ile ilişkili çatışkıları
(and nom ileri) içinde barındıran bir zeminde ortaya atılmış bir problemdir.
Uzayın sınırlı olduğunu kabul etmek, bazı izahı güç problemleri beraberinde
getirir. Şöyle ki: Sınırlı olması hudutlarının olmasını gerektirir ki bu da
kendisi dışında bir başka uzayın varlığına delâlet eder. Bunun yanında uzayın
sınırsızlığını söyleyebilmek de en az sınırlılığını söylemek kadar zordur.
Çünkü bu durumda maddenin sınırsızca uzandığını veya tamamiyle boş bir uzay
tarafından çevrili olduğunu kabul etmemiz-gerekir ki, böyle bir uzay kavramı
da anlamsız görünmektedir. Diğer taraftan her mekânın daha küçük mekânları
içermesine kadar, uzayın her bir sınır noktası sonsuzca bölünebilir olmalıdır.
Ve bu sonsuzca bölünenlerin toplamının nasıl olup da sınırlı bîr bütünlük
oluşturabileceklerini görmek de oldukça zordur.
Bu konunun felsefî
bakımdan temelleri Pythagorasçılar ile Elea Ekolü’ne kadar uzanır. Gerçekte
Pythagorasçılar evrenin temel ilkesi olarak ileri sürdükleri sayıların orantısı
anlayışının doğal sonucu olarak mekân ve zamanın sonsuz küçüldükte
bölü-nebileceğini ve sonsuz büyüklükte oluşacağım savunmuşlardır. Sonsuz
küçüklük ve sonsuz büyüklük kavramları varlıkların hareket, değişim ve oluşum
durumlarını da sonsuz boyutta algılanacak unsurlar şekline dönüştürmüş
oluyordu. Fakat Elea Eko-lü’nün kurucusu Parmenides bu anlayışı
reddeder. Öğrencisi de
olan bir başka Elea Ekolü filozofu Zenon (Elealı) Pythagoras-çılann ileri
sürdükleri iddiaları, yani zamanın ve mekânın sonsuz bölüneceği, hareketin,
değişmenin ve oluşun sınırlı mekânda sonsuz bir şekilde sürüp gideceği
iddialarını verdiği örneklerle eleştirecektir. Sonsuz bölünmenin, mutlak
hareket ve değişmenin evrende, yani sınırlı olan varlıkta ve mekânda mümkün
olamayacağını bu örnekler ile anlatacaktır. Zenon’un bu örnekleri içinde ak
dan Örneği, bir koşucunun belli uzaklıktaki koşu pistini bitiremiyeceği Ömeği
ünlüdür.
Matematikçiler
günümüzde sonsuzluk fikrinin içerdiği zorluğu çözmüş olduklarını iddia
etmektedir. Fakat saf matematik konularında problem ile başarılı bir şekilde
ilgileniyor olmalarına rağmen, onlar gerçeklikte var olan bütün şeylerin bir
sonsuz sayısının bulunabileceğini açıkça gösterebilmiş değillerdir.
Probleme getirilen
diğer bir çözüm şekli de tarih boyunca çok defa canlandırılmaya çalışılıp
tekrar tekrar ele alınan, Aristoteles’in yaklaşımıdır. Bu çözüm şekli, uzayın
ve mekânsal objelerin sadece sonsuzca ge-‘ nişlediklerini ve bir potansiyel
duyumda sonsuzca bölünebilir olduklarını ortaya koymaktadır. Yani madde fiilî
olarak sonsuz değildir. Fakat, uzayın doğasında (yapısında) maddenin
genişlemesini ve sonsuzca bölünür olmasını durduracak, engelleyecek hiçbir şey
yoktur.
Modern bilimsel
düşünceye göre kâinat sonludur ama sınırsızdır. Çünkü eğer biz uzay-zaman
sürekliliğinde yeteri kadar uzağa gitmiş olabilsek, tekrar başlangıç noktamıza
dönmek zorunda kalırdık. Fakat bu, sonsuzca bölünebilme bilmecesini çözmeye
yeterli değildir.
Uzay hakkındaki mevcut
sorunlardan bir diğeri de onun mutlak veya izafi (göreli) olup olmadığı
sorusudur. Eskilerin fikrine göre o, bütün fiziksel dünyayı içinde barındıran
büyük bir kap gibidir. Uzay, ihtiva ettiklerinin üstünde ve altında da bir
gerçekliğe sahiptir ki madde bu boş uzay tarafından çevrelenmiştir. Daha
sonraki kuramlara göre ise uzay, maddesel şeylerin mekânsal ilişkilerinin
toplamı olarak tanımlanmıştır. Muüakçı teori ise Newton fiziğinde ileri sürülmüş
fakat modem bilim onu terketmiştir. Bu teori günümüzde sık sık olmasa da filozoflar
tarafından ileri sürülmekte ve kabul görmektedir. Çünkü onun inkârı aynı zamanda
mutlak hareketin inkârını da beraberinde getirmektedir.
Uzay, maddenin en
genel varlık formu, biçimidir. Onun dışında bir maddenin düşü nülmesi mümkün
değildir. Kant da uzayın zihnimizde olduğunu ileri sürerken onun a priori bir
form olduğuna işaret etmektedir. Fransız düşünürü Descartes ise cismin temel
özelliğinin yer kaplama (extensa) olduğunu belirtmekte ve mekânın sadece yer
üstündeki yayılmayı değil, uzunluğu, derinliği ve genişliği de kapsadığını
söylemektedir.
Albert Einstein’a
gelene kadar uzay ve zamanın birbirinden ayn şeyler olarak ele alındığını
görmekteyiz. Bu düşünürün rela-tivite teorisi ile uzay ve zaman birlikteliği
gündeme gelmiş ve uzay-zaman (space-ti-me) kavramı felsefî ve bilimsel
terminolojiye kazandırılmıştır. Gerçekte ise bu kavram ilk olarak H. Minkowski
tarafından teklif edilmişse de bilimsel-felsefî temele oturtularak
birleştirilmesi Einstein’a aittir.
Bu kavrama göre her
nesnenin sadece uzunluk, hacimsellik ve ağırlığa değil, fakat zamanda bir
süreye de sahip olması gerekir. Diğer bir ifade ile bir nesnenin tanımı, dört
konumunun bildirilmesi ile mümkündür. Uzay-zaman kuramının metafıziksel yorumu
S. Alexander, ve C. L. Morian tarafından yapılmıştır. Onların “yüze çıkma
evrimi” (zuhur! tekâmül, emergent evolution) doktrinine göre uzay-zaman,
madde, yaşam, zihin ve Tann’nın zuhur etmelerinin dışındaki dünyanın
matrisidir. Bildiğimiz gibi dünya, asıl uzay-zamanın dışında tekâmül etmiştir.
(SBA)