33Sosyoloji Sözlüğü

ÜCRET TEORİLERİ

 

ÜCRET TEORİLERİ

 

Üretim faktörlerinden
biri olarak eme­ğin fiyatı (Ücreti) mn ne seviyede ve nasıl belirlendiğini
açıklayan teorilerdir. Ücret teorilerinden her birinde ücretlerle ilgili
gerçeğin unsurlarını ayn ayn bulmak müm­kündür. Bir dönemde oldukça önemli
kabul edilen varsayımlar sonraki bir teoride konu dışı ve anlamsız kaldığı için
bir teori diğeri­nin yerine ikame olmaktadır. Bu sebeple ücretlerin hangi
ilkelere göre ve hangi sevi­yede belirlendiğini açıklamaya çalışan gö­rüşlerin
tarihi gelişiminin ele alınması ücret gerçeğinin kavranılmasına yardımcı ola­caktır.

 

Ücretin Tunç Kanunu (Doğal ücret)

 

Ücretlerin asgari
geçim seviyesine göre belirlendiğini ileri süren bu teori ilk defa David
Ricardo tarafından 1817 yılında yaz­dığı “İktisat Politikası ve Vergileme
Pren­sipleri” isimli eserinde ortaya konulmuştur. Daha sonra Alman
iktisatçısı Ferdinand La-selle bunu “Ücretin Tunç Kanunu” olarak
ifade etmiştir. Ona göre, emeğin fiyatı (üc-ret)nı belirleyen emek arz ve
talebidir. Emek arz ve talebine göre belirlenen fiyat piyasa fiyatıdır. Emeğin
tabii fiyatı ise işçi­lerin zorunlu ihtiyaçlarını karşılamasına ve varlığını
sürdürmesine irokân veren ücret­tir. Malthus’un nüfus teorisinin etkisinde
kalan bu teori, ücretlerin asgari geçimi sağ­lamaya yetecek seviyenin altına
düşmeye­ceğini iddia etmiştir. Ücretler bu seviyenin altına düşerse, işçiler
zorunlu fizyolojik ih­tiyaçlarını karşılayacak maddi imkânlara sahip
olamayacaktan ve hastalıklara karşı korunup evlilikler ve nüfus artmayacağı

için emek arzı
azalacaktır. Bu durumda emek talebi emek arzını aşacak ve işveren­ler emek
talebinde rekabete girişerek ücret­leri yükselteceklerdir. Bu ise emeğin piyasa
fiyatını tabii fiyata eşitlemiş olacaktır. Emeğin piyasa fiyatı tabii fiyatının
üstüne çıkarsa, işçiler zorunlu ihtiyaçlarıyla birlik­te sosyal ve kültürel
ihtiyaçlarını tatmin edebilecekleri seviyede maddi imkânlara sahip
olacaklardır. Bu da işçilerin sağlıkla rını daha iyi korumalarını ve daha
kalabalık aile hayatı kurarak emek arzının artmasını mümkün kılar. Nüfus
artışından dolayı emek arzında meydana gelen artış, işsizlik­le beraber
ücretleri yeniden tabii fiyat sevi­yesine düşürür. Böylece ekonomide otoma­tik
bir mekanizma emeğin tabii fiyatı ile pi­yasa fiyatı arasında devamlı dengeyi
sağla­mış olur.

Uzun dönemde emek
arzının tam elastik olduğunu kabul eden ve emek talebini dik­kate almayı
gerekli görmeyen bu teori, as­gari geçim seviyesinin işçinin zorunlu fiz­yolojik
ihtiyaçlarından ibaret olmadığını da kabul etmiştir. Emeğin tabii ücreti
fizyolo­jik ihtiyaçlarla birlikte bazı sosyal ve kültü­rel ihtiyaçları
karşılamaya imkân verecek­tir. Asgari geçim seviyesini âdet ve alışkan­lıklar
belirler. Bir dönemde işçiler sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını belli bir
seviyede tat­min etmeye alışırlarsa, bundan sonra da bu seviyeyi korumak
isterler. Bunun için gere­kirse evlilikleri tehir ederek nüfus artışı sı­nırlandırılmış
ve ücretler sefalete yol aça­cak seviyeye düşmemiş olur. Lasalle, ücret­lerin
daima asgari geçim seviyesinde kala­cağını kesin olarak kabul ettiğinden bu se­viyenin
sertliğini (değişmezliğini) “Ücretin Tunç Kanunu” kavramı ile ifade
etmiştir. Eğer böyle ise doğal ücret; çalışanların sadece bedeni ihtiyaçlarım
karşılayacaktır ve nüfus Özellikle düşük gelirli kesimlerde hızla arttığından
yükselmeyecektir. Bu teo­ri, nüfus artışının gıda maddeleri artışından çok
yüksek olduğunu ve sonunda artan nü­fusun açlık problemiyle karşılaşmasının
kaçınılmaz olduğunu ileri süren Malthus’un görüşlerine dayandırılmıştır. Bu
teoriyi sa­vunanlar, teknolojik ilerlemelerin sanayi ülkelerinde bu kötümser
tahminin gerçek leşmesine engel olduğunu görünce, görüş­lerinin azgelişmiş
ülkeler için geçerli olaca­ğını savunmaya başlamışlardır.

Bu ücret teorisinin
hatalarından biri, Malthus’un nüfus teorisine dayandırılması­dır. Zira
Malthus’un nüfus teorisinin ger­çekleşmediği görülmüştür. İkinci olarak sa­nayi
devriminin gerçekleştiği yıllarda ve sonrasında ücretler, çalışanların sadece
be­densel fiziki ihtiyaçlarım karşılayacak sevi­yenin üstünde kalmıştır. Sosyal
siyaset ted­birleri geliştirilip çalışanların sendikacılık ve toplu pazarlık
haklarına kavuşması ve devletin ekonomik ve sosyal gerçeklere uy­madığı tamamen
ortaya çıkmış bulunmak­tadır. Üçüncü olarak, doğal ücret teorisinin ileri
sürdüğü gibi, eğer ücretler daima işçi­nin bedensel fiziki ihtiyaçlarını
karşılaya­cak düzeyde kalsa idi doğal ücretin de ülke­den ülkeye, çağdan çağa,
meslekten mesle­ğe ve sektörden sektöre değişmemesi gere­kirdi. Dördüncü olarak
da evlenme ve do­ğumların ücret seviyesine göre artıp azala­cağı varsayımı da
gerçekleşmemiştir. Çün­kü yüksek ücretler ve refah artışının, do­ğum oranlarını
azaltıcı yönde etkilediği gö­rülmüştür.

 

Ücret Fonu Teorisi

 

John Stuart Mili
tarafından geliştirilen bu teori, kısa vadeli ücret değişmelerini açıklamaya
çalışmışlar. Bilindiği gibi. Tunç Kanunu uzun dönemde ücretlerin asgari ge­çim
seviyesinde oluşacağını ileri sürmekle birlikte, kısa dönemde bu seviyenin
altında veya üstünde oluşabileceğini kabul etmiş­tir. Ücret fonu teorisi,
konuyu emek arzı ba­kımından ele alan Tunç Kanunu’nun aksine emek talebini esas
alarak kısa dönemde meydana gelen ücret değişmelerini açıkla­maya çalışmıştır.
Bu teori arzı elde edilebi­lir varsaydı ve ücretle rin talepteki değişme­ler
yoluyla belirlenebileceğini kabul etti. Buna göre ücret seviyesi ücret
ödemelerine tahsis edilen fonla işçi miktarı arasındaki orana bağlıdır. Ücret ödemelerine
tahsis edilen fonlar nüfus artışından daha büyük oranda yükseliyorsa, ücretler
geçimlik se­viyenin üzerinde olabilir. Fakat ücret fonu­nun büyümesi nüfus
artışının gerisinde ka­lıyorsa ücretler geçimlik seviyeye düşecek­tir.
Dolayısıyla bu teori de ücretler konu­sunda kötümser olup, Malthus’un nüfus teo­risine
ve azalan verimler kanununa dayan­dırılmıştır.

 

Marjinal Verimlilik Teorisi

 

Bu teori emek
talebinin marjinal verim­lilik tarafından belirlendiğini ve ücret fonu­nun bu
konuda önemli olmadığını ileri sür­müştür. Bu teori değişik işgücü türleri arzı­nın
en azından kısa dönemde sabit olduğu­nu ve ücretlerin bundan dolayı özellikle
ta­lep şartlan tarafından belirlendiğini ifade eden bazı varsayımlara
dayandırılmıştır. Ücretler emeğin marjinal verimliliğini ölç­me eğilimindedir.
Marjinal verimlilik teori­si doğal ücret ve ücret fonu teorilerine göre daha az
önemlidir. Çünkü ikinciler ücret düzeyinin makro ekonomik analizi ile ilgili
iken, marjinal verimlilik teorisi ücretlerin mikro ekonomik analizi ile
ilgilidir. Marji­nal verimlilik emek arzının toprak, sermaye ve müteşşebbis
arzına olan oranıdır. Öde­necek ücret seviyesini, marjinal emek biri­minden
elde edilen hasılanın değeri belirle­yecektir. Bundan dolayı bu teorinin kâr
maksimizasyon teorisinin bir sonucu oldu­ğu iddia edilmiştir. Bir firma kârını
maksi­mize ediyorsa, zorunlu olarak her faktörün fiyatını faktörün değer
ürününe eşitleyecektir.

 

Artık Değer Teorisi

 

Kari Marks tarafından
ortaya atılan bu teori, değeri belirleyen tek unsurun emek olduğunu kabul
etmiştir. Dolayısıyla işçi­nin sermayedar tarafından istismar edildi­ğini, kâr
ile faizin ücretten alınmış haksız gelirler olduğunu iddia etmiştir. Marks’a
göre işçilerin varlığını devam ettirebilmele­ri için zaruri ihtiyaç
maddelerinden başka bir ülkenin gelenekleri ve alışkanlıkları emeğin ücretini
belirler. Marks ücretin, iş­çinin ürettiğinden aldığı bir hisse olmadığı­nı,
işverenin mevcut Üretimden üretici eme­ği satın almaya ayırdığı bir pay
olduğunu kabul etmektedir. Bir malın kıymetini belir­leyen tek faktör onun
üretimi için harcanan emek olunca emek sahibine asgari geçimi­ne yetecek kadar
ücret ödenmekte ve arada­ki fark (artık değer) işveren tarafından alı­konulmaktadır.

 

Pazarlık Gücü Teorisi

 

John Davidson
tarafından geliştirilen bu teori, ücretlerin tarafların pazarlık gücü ta­rafından
belirlendiğini ortaya koymuştur. İşverenin ödeyeceği en yüksek ücret ile iş­çilerin
kabul edebileceği en düşük ücret arasındaki ücretlerle ilgili geniş bir alan bu­lunmaktadır.
Tarafların pazarlık güçleri üc­ret seviyesini bu iki sınır arasında alacağı
yeri belirleyecektir. İşçilerin en yüksek ve­rimlilik sının emeğin etkinliği,
diğer firma­ların rekabeti, alınan yeni kredilerin mahi­yeti ve emeğin makina
ve toprak yerine ika­mesi tarafından belirlenecektir. En yüksek verimlilik
sının ise işçilerin karşılıklı ilişki­leri, sendikalı örgütlenme, sendika
politika­ları ve iş kanunlarından etkilenir.

Nevzat YALÇINTAŞ Bk.
Ücret, Ücret Fleksibilitesi

 

 

İlgili Makaleler