Sosyoloji

Türkiye’de Sosyoloji: 1960-1980 Döneminde Türkiye’de Sosyoloji

1960-1980
Döneminde Türkiye’de Sosyoloji

İki darbe arasında, bir de muhtıranın olduğu
1960-1980 dönemi siyasal atmosferinden sosyoloji çalışmaları da şu ya da bu şekilde
etkilenir. Örneğin 1960 öncesinde sosyalizmden söz edilmezken, 1960 sonrası pek
çok sosyolojik çalışma sosyalizm tartışmalarını konu edinir.

Göç, Türkiye’de ciddi bir sorun olarak
ortaya çıkar ve kentlere göç edenler, gecekondulaşma sürecini başlatır. Sadece
köyden kentte değil, Türkiye’den Avrupa ülkelerine de emek göçü başlar.

1960’larda Türkiye’de birbirine tamamen zıt
iki büyük sosyoloji anlayışı ortaya çıkmıştır: Bunlardan birincisi yapısal-fonksiyonalist
Amerikan sosyoloji anlayışı, ikincisi de tarihsel araştırmalara ağırlık veren
sosyoloji anlayışıdır.
Amerikan
sosyolojisinin etkisinde kalan sosyologlar pozitivizmi, sosyal determinizmi ve
ampirizmi çalışmalarının merkezine yerleştirmişler ve sosyolojiyi sadece
Amerikan sosyolojisinin yaklaşımlarıyla özleştirmişlerdir.

1950’lerin “neden Batıcılaşamadık?” söylemi,
1960’larda bir rötuşla az gelişmişlik eksenine kaydırılmış, bu sefer
sosyologlarımızın çalışmaları Türkiye’nin az gelişmişliğini kanıtlamaya dönmüştür.

TOPLUMSAL
DEĞİŞME VE AZ GELİŞMİŞLİK

Pek çok sosyolog ve aydın benimsedikleri
modernleşme anlayışıyla, az gelişmiş olarak kabul ettikleri Türkiye’nin Batılı
toplumların geçtiği aşamalardan bir an önce nasıl geçebileceği sorunsalı ile
Batı’ya ulaşma yollarını keşfedilmeye yönelik çalışmalar yapma eğilimi
içerisine girerler.

Batı evrim çizgisine göre Osmanlıyı ve
Türkiye’yi açıklama anlayışı içerisinde olan sosyologların bir kısmı 1960’lı yıllarda
bugünkü toplumu anlamak ve açıklamak için Asya göçebe ve yerleşik toplumları,
Selçuklu ve Osmanlı toplumları üzerine yeni çalışmalar yaparlar. Bu çalışmalar
neticesinde Osmanlı toplumu ile Türkiye arasında kurumsal ve toplumsal açıdan
devamlılık olduğu tezi öne çıkar.

1970’lerde yaptığı çalışmalarla Asya göçebe
toplumlarının ve Osmanlının ATÜT, feodalite ve başka Batılı teorilerle ile açıklanamayacağını
kesin bir anlayışla ortaya koyan sosyolog Baykan Sezer olmuştur. Sezer, Asya
Tarihinde Su Boyu Ovaları ve Bozkır Uygarlıkları adlı çalışması ile Bozkır
Uygarlıklarını ATÜT dışında, ayrı bir kategori olarak ele alınmasını
gerektirecek özellikler gösterdiğini belirtir. Bozkır uygarlıklarını ATÜT
modeli ile anlamaya olanak bulunmadığını belirten Sezer, aksine Bozkır halkları
ile devlet arasında, ATÜT’te olduğu gibi bir farklılaşma değil, tam bir kimlik
birliğinin olduğunu belirtir.

Oya Baydar’a göre, devlet 16. ve 17. yüzyılda
koyu merkezi bir feodal yapı gösterir. Toprağın ve tarımsal rantın imtiyazlı bir
sınıfın elinde bulunması, tarımın ve köyün üstünlüğü, ayni vergilerin toplanması,
reayanın toprağa bağlılığı feodal yapının temel taşlarıdır.

Osmanlı toplum yapısıyla ilgili ayrımlar ve
tanımlar genellikle tarım merkezli üretim ilişkilerine göre yapılmış ve tarım dışı
alanlar göz ardı edilmiştir.

Sabahattin Güllülü bu boşluğu doldurmak
adına Ahi Birlikleri konulu bir çalışma yapmıştır. Ahi Birlikleri, Anadolu Türk
toplumuna özgü bir sentezdir. Ahi Birlikleri, döneminin kendisini doğuran dini,
ahlaki, sosyal ve ekonomik koşullar incelenmeden anlaşılamaz.

Niyazi Berkes ise Osmanlı’nın Doğu toplumlarının
da dahil olduğu, Doğu despotizmi yaklaşımı içerisinde yer aldığını
belirtmektedir.
Buna göre, baştaki
yöneticiler değiştiği halde, toplum yerinde saymaktadır. Durgunluk bu yapının
düzenini koruyarak işleyişine hizmet etmektedir.
Osmanlı ile ilgili genel kanı, Osmanlı yönetiminin sınıflara değil,
sınıfların devlete dayanıyor olmasıdır. Bu yapı, Batı toplumları ile tamamen zıt
bir durumu göstermektedir.
Osmanlıda
devlet efendi ve babadır. Yönetime halkı karıştırmaz. Bu nedenle devletle halk
arasında büyük bir ayrım vardır.

Niyazi Berkes’e göre, 1909, 1918-1922 ve
1950’li yıllara gerici, dinci, karşı devrimci hareket ve gelişmeler egemen olmuştur.
Berkes, Kemalist reformları, devletçiliği, Cumhuriyet’in devrimci çizgide
gerçekleştirdiği siyasal ve sosyal değişimler olarak olumlamış; ulusalcılık,
halkçılık ve devletçilik ilkelerine yeni yorumlar getirmiştir.

Şerif Mardin 1960’larda yaptığı çalışmalar
ile bugünkü Türkiye’nin ekonomik yapısı ve toplumsal davranışlarının temelini
oluşturan kültürel, dinsel ve zihinsel kodları ortaya çıkarmaya çalışmıştır.

Yeni Osmanlı Düşüncesi’nin Doğuşu ve İttihatçılarla
ilgili çalışmalarında, onların düşünsel yapılarını etkileyen faktörleri ortaya
koymaya çalışmıştır.

Cavit Orhan Tütengil, az gelişmişliğimizi
gösteren Batılı teorileri ve ölçütleri ülkemize aktararak durumumuzu test
etmemize yardımcı olmuştur.

Mübeccel B. Kıray ise, Türkiye’nin az gelişmişliği
konusunu, toplumsal değişme anlayışı doğrultusunda ele almıştır.

KÖY
SOSYOLOJİSİ

Cavit Orhan Tütengil, Sakarya köylerinde
yaptığı bir alan araştırmasında köylerdeki değişime yol açan faktörler üzerinde
durmuştur.

Muzaffer Sencer’e göre, 1950’den sonra tarım
teknolojilerindeki değişime bağlı olarak, kırsal kesimin geleneksel özellikleri
bozulmuş ve köylerde bir mülksüzleşme süreci başlamıştır.

Bahattin Akşit, 1967’de yayınladığı,
Türkiye’de “Azgelişmiş Kapitalizm” ve Köylere Girişi başlıklı kitabında,
dönemin pek çok sosyoloğunun aksine, pozitivist ve determinist bir anlayışla,
Osmanlıyı Batı evrim çizgisi doğrultusunda ele alır.

GECEKONDU
VE KENT SOSYOLOJİSİ

Köyden kente göç olayı, şehirlerde kenar mahalle
ve gecekondu olgusunu doğurmuştur.

Orhan Türkdoğan’a göre, köylerden göç edenler
şehirlerin eteklerindeki gecekondu bölgelerine yerleşerek toplumun egemen kültüründen
bir sapma gösteren yeni bir yan kültür alanı ortaya çıkarmaktadırlar.
Gecekondularda oluşan yoksulluk kültürü ve
toplum düzeni, oralarda yaşayanların hayat tarzını, dünya görüşünü biçimlendirmektedir.
Yoksulluk kültürünün etkisi altına giren gecekondu insanı, kalabalıklar
içerisinde yalnızlaşmakta, topluma yabancılaşmaktadır.

Mübeccel Kıray’ın kent sosyolojisi çalışmalarındaki
çıkış noktası, Türk toplumunun Batılı anlamda modern bir topluma nasıl dönüşeceği
sorunudur.

DİN
SOSYOLOJİSİ

1960’larda İslamiyet’i Türklerin tarihini
etkileyen bir faktör olarak tarihsel sosyoloji açısından ele alıp inceleyen
sosyologlardan biri Muzaffer Sencer’dir. Sencer, İslamiyet’in yalnız bir inanç
ve pratikler sistemi olmayıp aynı zamanda temellendirdiği çeşitli kurumlarla
bir sosyal ve politik rejim özelliği taşıdığını belirtir.
Türk toplumu, tarihsel gelişme doğrultusunda,
bütün kurumlarıyla dinin etkisi altında kalmıştır. Bu durum, Türk toplumlarına
teokratik bir özellik kazandırmış, değişmez kurallarla, yüzyıllarca değişmeden
kalan statik bir sosyal düzene yol açmıştır.

Dini sosyal bir olay olarak ele alan çalışmalardan
biri de Fügen Berkay’a aittir. Berkay, Muzaffer Sencer’in aksine, İslam dininin
olumlu özelliklerinden birini, akılcılığını öne çıkarmakta, Türk toplumunun bu
olumlu özelliği farklı bir şekle nasıl soktuğu üzerinde durmaktadır.

Kur’an’da iki çeşit emir bulunmaktadır:
tamamlanmış ve tamamlanmamış emirler. Birinciler inanca ve ibadete ait olanlar,
ikinciler ise ahlak, adalet gibi dünya işlerini düzenlemeye yarayan, İslam
ümmetine akılla girecekleri kapıları açık bırakan alanlar. Bu alanlar İslamiyet
içerisinde aklın ön plana çıkmasını sağlar. İslamiyet’in akla ve dünyaya ait
yanı onun içine girdiği her toplumda devlet dini olmasına yol açar. Bu özelliği
ile İslamiyet devlet kurma yeteneğine sahip olan Türkleri kendine çekmiştir.

Baykan Sezer ise, dini bir kimlik unsuru olarak
ele almıştır.
Bu bağlamda İslamiyet Doğu’nun,
Hıristiyanlık Batı’nın kimlik ifadesi olarak karşımıza çıkar.

Şerif Mardin’e göre din bir “yumuşak ideoloji”dir.
Türkiye’de de tarihsel gelişmeler sonucu İslamiyet, halkın inandığı şekliyle “yumuşak
ideoloji” işlevi görmüş, onun dünya görüşünün oluşmasında etkin olmuştur.

TOPLUMSAL
TABAKALAŞMA VE SİYASET SOSYOLOJİSİ

Oya Baydar 1839-1870 tarihleri arasında
Osmanlı toplumunda işçi sınıfının ortaya çıktığını belirtir. 1870 sonrasında,
kendine özgü niteliklerini, sınıfsal özelliklerini ve giriştiği eylemleriyle sınıf
bilincini, çok küçük çaplı da olsa ortaya koymaya başlamıştır. Sanayileşmenin
gelişmediği Osmanlı toplumunda işçi sınıfının oluşumu da eğreti kalmıştır.

Muzaffer Sencer, sınıf kavramının meslek
veya meslek grupları ya da başka özel grupların kapsamını aşan bir genişliği
sahip olduğunu da belirtir.

Eyüp Kemerlioğlu’nun 1973 yılında tamamladığı
Erzurum’da Meslekler ve Sosyal Tabakalaşma başlıklı doktorası sosyal tabaka ile
meslekler arasındaki ilişkiyi, bağlantıyı, biçimi, sosyal yapı adına ortaya çıkarmaya
çalışmıştır. Sosyal tabakalaşma konusunda mesleği temel ölçüt almakla birlikte
diğer ölçütleri de kabul etmek gerekir.

AİLE,
KADIN VE GENÇLİK SOSYOLOJİSİ

Aile, yapısal yönden geleneksel geniş aile
ve çekirdek aile şeklinde bir evrim çizgisi izlemektedir. Aile, yapısal ve fonksiyonel
yönden giderek çekirdekleşmektedir.
Düşük
gelir ve çevredeki aileler bürokratik örgütlerden oldukça yalıtılmış durumdadır.
Akrabalık ilişkileri üst gelir ve çevre gruplarında iş yaşamında oldukça
önemlidir.

Kadın çalışmaları asıl yoğunluğa 1980’den
sonra ulaşmıştır. 1960-1980 dönemi kadın çalışmalarında Cumhuriyet öncesi kadının
olumsuz sosyal koşullarına ve erkek egemen toplumdaki ikinci sınıf konumuna yer
verilmiş ve Cumhuriyet dönemindeki kazanımları öne çıkarılmıştır.

Kimsesiz ve korunmaya muhtaç çocuklar
konusunu doktora çalışması olarak araştıran sosyolog Birsen Gökçe olmuştur.


TÜRKİYE’DE SOSYOLOJİ
Editör: Prof. Dr. Çağatay Özdemir
Anadolu Üniversitesi Yayını, Yayın No: 2638
2. Baskı, Nisan 2013, Eskişehir

İlgili Makaleler