Türk Edebiyatı

Türk Tiyatrosu ve Yabancı Eğitmenler

İşe kurumun yapısının belirlenmesiyle başlandı. “Osmanlı Güzellikler Evi” anlamına gelen Darülbedayi-i Osmani adı verilen konservatuvann genel yöneticisi Antoine, Tiyatro Bölümü Başkanı Reşat Rıdvan, Batı Musikisi ve Türk Musikisi olarak ayrılan Müzik Bölümü’nün başkanı da Ali Rıfat’tı. Temmuz 1914’te gazetelere verilen ilanla Tiyatro Bölümü’ne öğrenci alınacağı duyuruldu. Öğrenci adaylarından, kendilerinin hazırlayacakları bir tiyatro parçasını Antoine’mn başkanlığında, aralarında Abdülhak Hamit ve Mınakyan Efendi’nin de bulunduğu bir jüri önünde sunmaları isteniyordu. Öğrenci adaylığına yüz doksan yedi kişi başvurdu. Bunların yalnızca sekizi, hepsi de Hıristiyan azınlıklardan olmak üzere kadındı. Sınavda başarılı olanlar arasında Hamlet’ten bir parça sunan Muhsin Ertuğrul, Behzat Butak, Raşit Rıza, İsmail Galip Arcan, Peyami Safa, Kınar Hanım, Eliza Binemeciyan, Ali Naci Karacan ve Halit Fahri Ozansoy da bulunuyordu, ilk elemeleri kazanan altmış üç kişinin göreceği tiyatro eğitimi yedi temel ders grubundan oluşuyordu: Kıraat, telaffuz, tecvit (okuma, söyleyiş, tonlama); inşat, takrir, aruz (ezberden okuma, anlatım); tarih, edebiyat ve edebiyat tarihi; hâile (tragedya); dram; mudhike (komedi); naks, adab-ı muaşeret, eskrim ve ismizaz (mimik).

Ancak aynı yıl I.Dünya Savaşı’nın çıkması ve Osmanlı Imparatorluğu’nun bu savaşta Fransa ile karşı karşıya gelmesi, tiyatro eğitimi çabasının bir sonuca ulaşmasını engelledi, Antoine ülkesine döndü.

Antoine’m Türkiye’deki çalışmaları, çok kısa sürmekle birlikte, kurumlaşmaya yönelik bir gidişi başlatmış oldu. Bu, Darülbedayi’nin 1916’da aylarca süren bir çalışma sonunda sahnelediği ve oldukça başarılı bir sonuç aldığı Çürük Temel oyununun hazırlanışmdaki ciddi tutumda da izleniyordu.

Ulusal Türk tiyatrosunu oluşturma ve görev alacak sanatçıları eğitme yolundaki ikinci önemli girişim 1930’lardan sonra devlet tarafından, yine yabancı bir uzman yönetiminde gerçekleştirildi. Müzik ve tiyatro eğitimi için bir konservatuvar açma düşüncesi 1924’te kurulmuş olan Musiki Muallim Mektebi’nden beri güncelliğini koruyordu. Atatürk de 1934’te Büyük Millet Meclisi’ni açış söylevinde sanat ve özellikle müzik üstünde durmuştu. Aynı yıl, Milli Eğitim Bakanlığı müzik ve tiyatro sanatına çağdaş bir öz ve biçim vermek amacıyla Ankara’da Milli Musiki ve Temsil Akademisi’ni kurdu. Okulun Müzik Bölümü Alman besteci Paul Hindemith ’in *, Tiyatro Bölümü ise yine Alman tiyatro adamı Cari Ebert’in*yönetiminde çalışacaktı. Ebert kendi deyimiyle “Türkiye’ de tiyatro ve operayı Batı düzeyine çıkarma” görevini kabul ettikten sonra 1936’dan başlayarak ilerde Devlet Konservatuvarı ve Devlet Tiyatrosu’nu oluşturacak olan kadroyu hazırlamaya girişti. Tiyatro eğitimi için okutulması kararlaştırılan dersler şöyleydi: Teori ve retorik, fonetik, mimik, rol etüdü, vurgulama, madrigal koro, ritmik jimnastik, eskrim, tiyatro tarihi, sanat ve musiki tarihi, okuma, Almanca ve İtalyanca. Tiyatro Bölümü eğitime Müzik Bölü-mü’nden alınmış iki kız ve sekiz erkek öğrenciyle başladı. Ertesi yıl basının da etkisiyle kuruma ilgi çok arttı, eğitim için üç yüz elli aday başvurdu, bunların yirmi sekizi giriş sınavında başarılı oldu. Ebert’in öğrenci seçimindeki ilkesi “yabancı dil bilen ve yabancı ilkelere sahip kişiler arasından, hiçbir gelenekle yüklenip gölgelenmemiş” genç yetenekler keşfetmekti. 1940’ta kuruluş yasası çıkan Devlet Konservatu-varı’nın Tiyatro Bölümü’nün 1941’de verdiği ilk mezunlar şunlardı: Muazzez Yücesoy (Lu-tas), Melek Saltukalp (Ökte), Nermin Elgün, Ertuğrul ilgin, Mahir Canova, Salih Canar, Nüzhet Şenbay ve Esat Tolga. Ertesi yılın mezunları ise Meliha Yetilmedikler, Saim Istaracıoğlu, Cüneyt Gökçer, Ahmet Evintan ve Agâh Hün oldular. Bunları, hepsi de ilerde Devlet Tiyatrosu’nun oyunlarında uzun yıllar önemli roller yüklenecek olan ilk kuşak oyuncuları Şahap Akalın, Asuman Korad, Şeref Gürsoy, Nuri Altınok, Ragıp Haykır, Ulvi Uraz, Madde Tanır izledi.

Konservatuvar Kanunu’nda öngörülen başka bir yeni kurum da, uygulama, sanatçıları sahneye hazırlama ve başkent seyircisine Batı’nın temel yapıtlarını sunma gibi amaçları bulunan Tatbikat Sahnesi olmuştu. 1949’da Devlet Tiyatrosu’ nun kurulmasına değin işleyen bu kurumda, 1941’den başlayarak Goldoni, Moliere, Sophokles, Shakespeare, Maeterlinck ve Wilder gibi yazarların oyunları önce Ankara, sonra da turnelerle İstanbul ve İzmir seyircisine sunuldu. Ancak bu deneme sahnesinde, 1947’de görevi Ebert ’ten devralan Muhsin Ertuğrul’un yönetiminde oynanan Yazılan Bozulmaz’dan başka hiçbir yerli oyun sahnelenmedi.

II.Dünya Savaşı ertesinde İstanbul Şehir Tiyatroları, belirgin bir dağınıklık içine girmiş, Muhsin Ertuğrul’un Ankara Devlet Tiyatrosu’nda görevlendirilmesi üzerine, öncelikle yönetmen sıkıntısı çekilmeye başlanmıştı. Bu eksiği gidermek için dönemin İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Fahrettin Kerim Gökay, 1952’de AvusturyalI yönetmen ve dekorcu Max Meinecke’yi başyönetmen olarak İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’na çağırdı. Göreve başlamadan önce tiyatronun durumuna ilişkin bir rapor hazırlayan Meinecke, bu görevini altı yıl kadar sürdürdü. Meineçke’nin kendinden önce görev yapmış uzmanlardan farkı, başlarda doğrudan eğitimle ilgili bir görev almayıp, getirdiği çalışma ilkeleri ve tiyatro anlayışı doğrultusunda sahnelediği oyunlarla etkisini dolaylı göstermesi olmuştur. Meinecke, bir ara yanında çalışmış olduğu Reinhardt’ın tutumu ve üslubu doğrultusunda, onun “tiyatronun bir bayram niteliği taşıması” yolundaki temel görüşünü uygulamıştır.

1958’de Şehir Tiyatroları’ndaki görevinden ayrıldıktan sonra da Türkiye’de kalmış, İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda, Ankara Devlet Konservatuvarı’nda ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Tiyatro Kürsüsü’nde öğretmenlik yaparak eğitim alanında etkinliğini sürdürmüştür.

Antoine, Ebert ve Meinecke ile birlikte, temel tiyatro kültürünü yurt dışında almış olan Muhsin Ertuğrul ve daha sonraki yılların Amerikan oyunculuk anlayışı etkisindeki genç kuşak oyuncuları düşünüldüğünde, yüzyılın başında kurulması öngörülen ulusal Türk tiyatrosunun bütün evreleri boyunca değişik yabancı özelliklerle beslendiği görülür. Türk tiyatrosunun kendine özgü ulusal bir üslubu arayış çabası bugün de sürmektedir.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi

İlgili Makaleler