Din Sosyolojisi

Toplumsal Değişim ve Din

 

ilişkilerini, yani dinin toplumsal değişime etkilerini, toplumsal değişimin de dine

etkilerini ele almak, din sosyolojisinin ilkelerine uygunluk açısından ve sosyal

bir fenomen olarak dinin doğru okunup anlaşılması bakımından gereklidir.

Din ile toplumsal değişimin ilişkileri tek boyutlu olmayıp çok yönlüdür

ve bu ilişkilerde dinin yanı sıra başka birçok etken de etkili olabilmektedir.

Gerek toplumsal değişim karşısında etkili bir unsur olarak, gerekse toplumsal

değişim karşısında edilgen bir unsur olarak din, sosyal, ekonomik, kültürel,

siyasal vb. faktörlerle etkileşim halinde var olmaktadır. Bu çerçevede dintoplumsal

değişim ilişkilerine yakından bakıldığında, dinin; coğrafi çevre,

mekan, zaman, sosyal farklılaşma, nüfus, göç, savaş, barış, bütünleşme,

ayrılık, eğitim, siyaset, kültür, ideoloji, hukuk, teknoloji, ekonomi, keşif ve

icat gibi toplumsal değişim etkenlerinin hemen hepsiyle tek tek veya çoklu

bir biçimde karşılıklı ilişki halinde olduğu görülür.

Belirtmelidir ki, toplumsal değişim terimi, bir toplum için mutlak

anlamda iyiyi veya kötüyü, olumluyu veya olumsuzu, iyi yönde değişimi

veya kötü yönde değişimi, ilerlemeyi veya gerilemeyi ifade etmemekte, nötr

bir anlam içeriğine sahip bulunmaktadır. Şu hâlde toplumsal değişim,

normatif değil, objektif bir anlam içeriğine sahip olup herhangi bir değer

yargısı içermez, nesnel bir gerçekliği ifade eder. Buna bağlı olarak din ile

toplumsal değişimin karşılıklı ilişkileri ele alınırken kullanılan “toplumsal

değişimi frenleyici bir etken olarak din”, “toplumsal değişimi takviye edici

bir etken olarak din”, “toplumsal değişimin temel etkeni olarak din” gibi

ifadelerde geçen toplumsal değişimle, iyi anlamda veya gelişme

doğrultusunda gerçekleşen bir değişimi ifade etmek amaçlanmamakta, görece

iyi olsun, kötü olsun bir sosyal fenomen olarak toplumsal değişimi ifade

etmek amaçlanmaktadır. Aynı şekilde “dini olumlu yönde etkileyen bir etken

olarak toplumsal değişim”, “dini olumsuz yönde etkileyen toplumsal

değişim”, “dinin lehine toplumsal değişim”, “dinin aleyhine toplumsal

değişim” gibi ifadelerle de değişimin mutlak anlamda din için iyi veya kötü

olduğunu ifade etmek değil, bir sosyal fenomen olarak dinin, sosyal

tezahürleri itibarıyla değişimden bir şekilde görece iyi veya kötü yönde

etkilendiğini ifade etmek kast edilmektedir.


TOPLUMSAL DEĞİŞİM

Toplumsal Değişimin Anlamı

Değişim, basitçe mevcut durumda meydana gelen başkalaşma olarak tarif

edilebilir. Değişim hayatın bir kanunu, kâinatın bir geleneğidir. Zaman içinde

her şey değişim geçirmekte, farklılaşmaktadır. Nitekim insanda zaman içinde

her şeyin değiştiği hissi bulunmaktadır. Yunan filozofu Herakleitos (M.Ö.

535? – 475?) da bir kişinin aynı nehre iki kez giremeyeceğini ifade ederek

her şeyin her zaman değişime uğradığını ileri sürmüştür.

Değişim, toplumlar için de bir zorunluluktur. Değişmeyen veya içinde

değişimin olmadığı bir toplum düşünmek mümkün değildir. Toplumsal

değişim, toplumun tabiatının bir gereğidir. İbn Haldun’un (1332-1406) da

 

işaret ettiği gibi toplumsal değişim kaçınılmaz ve evrensel bir fenomendir.

Toplumlar, hiç bir zaman durağan (statik) olmamışlardır. Değişim, toplumsal

hayatın bir geleneğidir. Toplumun durağan olarak düşünülmesi, varsayımsal

olup sosyolojik incelemenin gereği olarak ortaya çıkan veya metodolojik

zorunluluklardan doğan itibarî bir zihinsel vaziyet alıştan kaynaklanmaktadır.

Hiç bir toplum hareketsiz değildir. Her toplumun kendine özgü bir dinamizmi

vardır. Her toplum az veya çok değişimi yaşar, tecrübe eder. Bir toplumun

durağanlığı, başka bir toplumun değişim durumuna göredir, yoksa o toplum

durağan değildir. Bir toplumda değişim düşük yoğunluklu, başka bir

toplumda yüksek yoğunluklu, bir toplumda yavaş, başka bir toplumda hızlı

tempoda olabilir. Bu çerçevede değişimin, zamana ve topluma göre farklılık

arz ettiği söylenebilir. Her halükarda değişim, her toplumun değişmez

karakteristiğidir.

İnsanlar, karşılıklı ve sürekli etkileşimler sonucu zaman içinde yeni

değerler, normlar, anlamlar, kurallar, kurumlar ve yönetim biçimleri meydana

getirmektedirler. Başka bir ifadeyle insanların karşılıklı ilişki ve etkileşimleri,

tarihsel süreç içerisinde farklı bir hal almakta, toplumsal yapıda ortaya çıkan

başkalaşma veya farklılaşmalar da toplumsal değişimi doğurmaktadır. Ancak

toplumsal yapıda ortaya çıkan değişikliklerin toplumsal değişim olarak

nitelendirilmesinin ön şartı, köklü ve kalıcı değişiklikler olmasıdır. Bu

durumda denilebilir ki toplumsal değişimler, toplumun tarihî akışını, kaderini

değiştiren değişikliklerdir. Yani geçici ve yüzeysel değişiklikler, toplumsal

değişim kapsamında değillerdir. Öyleyse toplumsal değişim denilince, moda

veya çalışma hayatındaki geçici-dönemsel değişiklikleri anlamamak gerek.

Toplumda meydana gelen bir değişimi, toplumsal değişim olarak

görebilmek için değişimin, bir referans noktasıyla belirlenebilir olması, yani

bir zaman dilimine endeksli olması; kesintisiz olması, yani bir sürekliliğinin

bulunması ve kolektif olması, yani aile, cemaat, eğitim, ekonomi gibi kalıcı

birliktelikleri ifade eden grup veya kurumlar temelinde ortaya çıkması

gerekmektedir. Bu ifadelerden de anlaşılabileceği gibi toplumsal değişim, bir

toplumda zaman içinde gözlemlenebilen, toplumun yapısını geçici değil,

sürekli ve köklü bir biçimde etkileyen bir fenomendir. Böylece toplumsal

değişim, toplumun yapısını oluşturan sosyal ilişkiler ağının ve bunları

belirleyen sosyal kurumların değişmesi olarak anlaşılabilir.

Görüldüğü üzere toplumsal değişimde toplumsal yapı kavramı anahtar

kavram olarak yerini almaktadır. Bilindiği gibi aktörlerin oluşturduğu

toplumsal sistem içindeki ilişkiler, sosyal olgular ya da sosyal kurumlar ile

düzenlendiğinde ortaya toplumsal yapı çıkar. Toplumsal sistemin birimi aktör

olduğuna göre toplumsal yapı, aktörlerin toplumsal ilişkilerinin kalıplaşmış

sistemidir. Başka bir ifadeyle toplum içinde yer alan bireylerin, yani

aktörlerin toplumsal eylem ve etkileşim kalıpları ve dolayısıyla toplum

kurumları arasındaki ilişkiler, toplumsal yapı olmaktadır. Sosyal yapı,

toplumdaki bütün kurum ve değerler sistemiyle toplumsal eylem ve ilişki

kalıplarını kapsayan görece statik durumu ifade ederken, toplumsal değişim,

bu kurumlarda, değerler sisteminde ve toplumsal davranış kalıplarında

meydana gelen başkalaşma ve dönüşümleri ifade etmektedir.

Bunların dışında sosyal değişimler, köklü değişimler ve hafif değişimler

olarak ayrımlanabilecekleri gibi özsel veya stratejik değişimler ve görece

küçük değişimler olarak da ayrımlanabilirler. Ayrıca yavaş değişim ve hızlı

değişim ayrımı da yapılabilir. Bunlardan başka değişim, görece geniş ölçekli

ve dar ölçekli değişim olarak iki tipte ele alınabileceği gibi uzun dönemli

 

değişim ve kısa dönemli değişim diye de iki tipe ayrımlanabilir. Bunlara ek

olarak toplumsal değişim, iradî (isteğe bağlı/gönüllü) ve gayr-i iradî (istem

dışı) olarak değişim olarak ikili bir tipleştirmeye de tâbî tutulabilir.

Toplumsal değişimden söz edilebildiğine göre, özsel sabitlik anlamında

görece bir durağanlıktan da söz edilebilir. Durağanlığın kendinde bir değişim

vardır; fakat insanın, eşyayı ve olayları idrakinde bir sabitlik, bir durağanlık

algısına ihtiyacı bulunmaktadır. Bu anlamda değişim ancak değişmemeye

göre tespit edilebilir. Şu hâlde toplumun değişime olduğu kadar statikliğe de

ihtiyacı vardır. Sosyal hayatın istikrarı ve huzuru için görece durağanlık

gerekli görünmektedir. Bu noktada denilebilir ki her değişimin içinde ve

sonunda bir geleneksellik yönü mevuttur ve kaçınılmazdır. Toplumsal

değişim, toplumun öz unsurlarının değişime nazaran sabit kalmasını,

toplumun kültürel değerlerinin kuşaktan kuşağa aktarılmasını ve böylece

toplumun bir geleneğinin var olmasını ve bu geleneğin devam etmesini içerir.

Kaldı ki sosyal değişimin olması veya toplumlarda değişimin olması,

toplumun bütünüyle, harfi harfine değişimi olarak da anlaşılmamalıdır.

Toplumun bütünüyle değişiminden bahsedildiğinde, toplumun varlığının

ortadan kalktığı, yani onu aynı sosyal sistem olarak belirtmenin mümkün

olmadığı ifade edilmiş olur ki bu toplumsal değişim olmasa gerektir. Böyle

bir şeyin değişim olduğunu söylemek mantıksal olarak mümkün değildir. Söz

gelimi bir sanayi firmasının sosyal sisteminde total bir değişim olduğunu

söylersek, elimizde onun aynı firma olduğunu belirleyebileceğimiz bazı

araçlara sahip olmamız gerekir. Mesela Fransız toplum yapısının tümden

değiştiğini iddia eden kişinin elinde, bu değişimden sonra Fransa toplum

yapısının Fransa toplum yapısı olarak kaldığını belirleyecek bazı araçların

bulunması gerekmektedir. Açıktır ki bir şey, değişmeden, insanın değişim ve

istikrar algısını bozmayacak biçimde değişerek kalmaktadır.

Toplumsal Değişim Etkenleri

Toplumsal değişimin gerçekleşmesinde etkili olan birden fazla etkenden söz

edilebilir. Bu faktörlerden bazen biri, bazen ikisi, bazen de birkaçı toplumsal

değişimde rol oynayabilir; ayrıca söz konusu etkenlerin toplumsal değişimdeki

etki düzeyleri, toplumdan topluma da değişiklik arz eder.

Toplumsal değişimde rol oynayan etkenlerin belli başlılarını şöyle

sayabiliriz: Coğrafya, mekan, zaman, demografya (nüfus yapısı), iktidar

ilişkileri ve muhalefet, rekabet, çatışma, işbirliği, bütünleşme ve barış, aile,

ekonomi, eğitim, siyaset, hukuk, göç ve şehirleşme, kültür, din, ideoloji, icat,

keşif, sanayi ve teknoloji, karizmatik şahsiyetler ve sosyal hareketler.

Bu etkenlerden örneğin demografyaya bakılacak olursa, birçok sosyolog,

nüfus artışının sosyal yapı ve sistemde doğrudan değişimlere yol açtığını ileri

sürerken, bazı sosyologlar dolaylı olarak değişime neden olduğu hususunu

ele almış, örneğin demografik değişimlerle savaş arasındaki ilişkiler üzerinde

durmuşlardır. Ayrıca demografik değişimlerle ekonomi arasındaki ilişkiler

üzerinde de tartışmalar yapılmıştır. Bu tartışmalar, İbn Haldun’dan Thomas

R. Malthus (1766-1834) ve W. Arthur Lewis’e (1837-1914), oradan da

günümüze kadar uzanmaktadır.

Aynı şekilde ekonomi, toplumun en önemli yapısal ve kurumsal unsurlarındandır

ve ekonomide meydana gelen değişim, sosyal sistemde köklü

değişimlerin oluşmasında etkili olabilmektedir. Ekonominin toplumdaki ve

toplumsal değişimdeki yeri konusunda İbn Haldun’dan Karl Marks (1818-

 

1882) ve Max Weber’e, oradan da günümüze kadar birçok sosyolog önemli

görüşler ortaya koymuşlardır.

Din de, toplumsal değişimde rol oynayan temel etkenlerdendir. Geçmişte

ve günümüzde bir sosyal fenomen olarak dinin, toplumsal değişimlerin

gerçekleşmesinde ne kadar belirleyici bir etken olduğu bilinmektedir. Weber,

ekonomik sistemlerin gelişiminde kültürler ve dinlerin etkilerini göstermekle

ve Batı’da modern kapitalizmin dinden kaynağını aldığını ortaya koymakla,

dinin önemli bir toplumsal değişim etkeni olduğunu göstermiştir.

Yine icat veya keşif, William F. Ogburn’un (1886-1959) da ifade ettiği

gibi önemli iradî sosyal değişim etkenleridir. Esasen icat, sadece mekanik

değil, aynı zamanda toplumsal boyutları olan bir fenomendir. Keşiflerin artması,

sanayi ve teknolojinin gelişmesi ve dünya hayatında etkisini iyice

hissettirmesi sonucu önemli sosyal değişimlerin gerçekleştiği bilinmekte ve

tartışılmaktadır.

Bilim ve tekniğin, son birkaç yüzyıl içinde kaydettiği baş döndürücü

gelişmeler, 21. yüzyılın başlarında bulunan günümüz toplumlarında köklü

değişimlere yol açmaktadır. Bilim ve teknolojideki yenilikler, örneğin radyo,

televizyon ve bilgisayar gibi modern iletişim araçları, insanlar üzerinde

büyük etkilerde bulunmakta ve pek çok değişimin zeminini oluşturmaktadırlar.

Bu bağlamda medya, bilgisayar, internet, uydu sistemleri vb. önemli

sosyal değişim etkenleri olarak zikredilebilir.

Toplumsal değişim etkenleri, toplumsal değişim açısından birbirinden bağımsız

değillerdir. Her birinin bir diğeriyle çeşitli biçimlerde ilişkisi bulunabilmektedir.

Hatta öyle ki bazen bir toplumsal değişim etkeninin arka planında

başka bir etken yer alabilmektedir. Söz gelimi çatışma etkeninin arkasında

ekonomik etkenler olabileceği gibi ekonomik etkenlerin arka planında ise

inanç, anlayış veya zihniyet de bulunabilir. Ayrıca söz konusu etkenlerden

birçoğu, karşılıklı etkileşim halinde bulunarak toplumsal değişimde etken olabilirler.

Toplumsal yapıda meydana gelen değişimlerin tek yönlü veya tek etkene

dayalı tanımları, sonuç itibariyle değişim olgusunu bir değer yargısı haline

dönüştürmektedir. Değişimin tek nedeni olarak örneğin coğrafi çevreyi veya

nüfusu ya da karizmatik şahsiyetleri almak yahut ekonomik determinizmi vurgulamak,

değişmeyi belirli alanlarda sınırlamak ve indirgemekle eşanlamlıdır.

Tek etkenci bir yaklaşımla konuyu ele almak, doğru sonuçları elde etmede

önemli bir engeldir; dolayısıyla birden fazla etkeni hesaba katmak gerek.

Toplumsal Değişim Kuramları

Halihazırda sosyolojide, üzerinde uzlaşılan genel bir toplumsal değişim

kuramının olduğu söylenemez. Dolayısıyla çeşitli toplumsal değişim kuramları

ve farklı toplumsal değişim kuramları tipolojileri mevcuttur. Burada

toplumsal değişim kuramlarının üçlü bir tipleştirimi benimsenebilir. Söz

konusu tipleştirmeye göre, (1)büyük boy kuramlar (yükseliş ve çöküş, evrimci,

modernleşmeci ve diyalektik), (2)orta boy kuramlar (yapısal-işlevselci ve

çatışmacı) ve (3)küçük boy kuramlar (grupsal ve bireyci) olmak üzere üç ana

toplumsal değişim kuramı söz konusudur.

Büyük Boy Kuramlar

Büyük boy kuramlar, zamansal olarak bütün insanlık tarihini kapsamına alan

evrensel kuramlar oldukları iddiasındadırlar. Geniş zamanlı bu kuramlar için

önemli olan, insanlık tarihinin değişim yasalarının bulunmasıdır.

 

Büyük boy kuramlardan Yükseliş ve Çöküş Kuramları (Organizmacı

Kuramlar), çoğu kez insan organizmasına benzettikleri toplumun, devletin,

kültürün ya da genel olarak medeniyetlerin büyüme, gerileme ve çökme gibi

aşamalardan geçtiklerini, yani canlılar gibi doğdukları, büyüdükleri,

yaşlandıkları ve öldüklerini savundukları için organizmacı modeller; tarihin

hareketinin çevrimsel (döngüsel) bir hareket olduğunu, toplumların yükseliş

ve çöküşlerinin sürekli dairevî bir hareket izlediğini, öncelikle zorunlu olarak

yükseldiğini ve sonra da yine zorunlu olarak çöküş sürecine girdiğini ileri

sürdükleri için de çevrimsel/döngüsel yaklaşımlar adını almaktadırlar. Bu

yaklaşımlara İbn Haldun’un tavırlar teorisi ve Arnold Toynbee’nin (1889-

1975) medeniyetlerin çöküşüyle ilgili teorisi örnek olarak verilebilir.

Büyük boy kuramlardan bir diğeri olan Evrimci Kuramlar, insanlık

tarihini, genellikle kendi içinden meydana gelen birikimler sonunda ortaya

koyduğu gelişmenin bir sonucu olarak görürler. Bu kuramlar, genellikle

doğrusal bir yönde daima daha fazla karmaşıklık ve uyum yeteneği

doğrultusunda gelişen, düzgün ve birikimsel bir değişim ana fikrinde

ifadesini bulur. Bu yaklaşımlar, toplumsal değişimi, düz çizgisel bir ilerleme

ile izah ederler. Şu hâlde bu modellere göre evrim, kendi kendine değişen,

geriye dönüşü olmayan, doğrusal, sürekli yenilik ve farklılık oluşturan bir

yön çizmektedir. Auguste Comte (1798-1857), Herbert Spencer (1820-1903),

Emile Durkheim, Gordon Childe (1892-1957), Morgan (1818-1881), Neil

Smelser (1930- ), Moore, Levy, J. Steward (1902-1972), M. D. Sahlins, L.

White (1900-1975), E. R. Service gibi sosyal bilimciler, toplumsal değişim

fenomenine evrimci bir bakış açısıyla yaklaşmışlardır. Bu sosyal bilimcilerden

bir kısmı, klasik tek çizgili evrim anlayışına sahipken, bir kısmı ise

çok çizgili evrim anlayışına sahiptirler.

Büyük boy toplumsal değişim kuramlarından biri de Modernleşmeci

Kuramlardır. Evrimci kuramların daha geliştirilmiş bir biçimi olan bu

kuramlar, toplumsal değişimin belli bir yönde gerçekleşen özel bir türünü,

toplumsal değişimi belli bir ideolojik bakış açısına göre ele alan modelleri

ifade etmektedir. Modernleşme kuramları, tek tek ulusal sınırlarla belirlenmiş

olan toplumlar üzerinde odaklaşmakta olup esasen gelişmemiş, azgelişmiş

veya gelişmekte olan biçiminde isimlendirilen toplumların sanayileşmiş

toplumlar haline gelmesinin süreçlerini ele alıp belirlemeye çalışır. Klasik

modernlik ve modernleşme yaklaşımı, sonuçta bütün toplumların Batı’nın

modernliğine erişebilmek için yine Batı’nın izlediği çizgiyi takip edecekleri

savına sahip olduğu için büyük boy toplumsal değişim kuramlarından

sayılabilir. Çoklu modernlik ve modernleşme olarak adlandırılan yeni modernlik

ve modernleşme yaklaşımı ise tek çizgili bir modernlik olmadığını,

Batı dışında toplumların kendilerine özgü modernliklerinin olabileceğini ve

dolayısıyla kendi modernleşmelerinin kendi sosyo-kültürel yapılarına uygun

olarak gerçekleşebileceğini savunurlar.

Bir diğer büyük boy toplumsal değişim kuramı, Diyalektik Kuramdır.

Karl Marks’ın değişim kuramı, diyalektik ilişkiye dayalı tarihi maddecilik

üzerine temellenir. Diyalektik yaklaşım, toplumsal alanda her varlığın zıtları

bünyesinde barındırdığını, bu zıtların çatışmasıyla yeni bir durumun biçimlendiğini

ve bu sürecin aynı tarzda devam ettiğini ileri sürmektedir. Marks’a

göre bütün tarih, diyalektik ilişkiye dayalı üç döneme ayrılabilir: İnsanın

özgür olduğu tez dönemi, teknolojinin etkili olduğu ve insanın yabancılaştığı

antitez dönemi ve de sınıfsız toplumun ortaya çıkacağı sentez dönemi.

Marks’ın düşüncesinde “Şimdiye kadar ki bütün cemiyet tarihi, bir sınıf

mücadeleleri tarihinden ibarettir.” Marks’a göre çatışma olmadan ilerleme

 

olmaz. Marks, sosyal davranışın en iyi biçimde çatışma süreci olarak

görülebileceğini ileri sürmektedir. Medeniyetin bugüne kadar izlediği yasa

budur. Marks, tarihsel maddecilikle diyalektik çatışmanın öncelikle ekonomik

alanda cereyan ettiğini, bu nedenle de değişimin temel belirleyicisinin

üretim ilişkileri olduğunu savunmaktadır. Marksizmde değişim, üretim

biçimine ve toplumdaki sınıflar arası dinamizme dayalıdır. Her toplumda belli

üretici güçler ve bir üretim biçimi vardır. Makine, alet, iş konuları, insanlar,

üretim güçlerini belirler. Üretim güçleri üretim ilişkilerini düzenler. Temel

belirleyicisinin üretim ilişkileri olduğu toplumsal değişim sürecinde insanlık,

sırasıyla ilkel komün, kölelik ve feodalite dönemlerinden geçerek kapitalizm

aşamasına gelmiştir. Bu aşamada çatışma, üretim araçlarına sahip olan

burjuvazi ile işçi sınıfını ifade eden proletarya arasında cereyan etmektedir.

Çatışmanın sebebi, işçilerin hakkı olan artı ürünü burjuvaların sahiplenmesidir.

Marks’a göre benzer hayat tarzını paylaşan insanlar, dayanışma

içerisine girerek ortak bir bilinç geliştirirler. Sınıf bilinci, sınıf çıkarlarını

koruma noktasında sınıf mücadelesinin başlamasını temin eder. Kapitalist

toplumda bu çatışma devrimle sonuçlanacak, zincirlerinden başka kaybedecek

bir şeyi kalmamış olan proletarya ayaklanarak komünist toplum modeline

geçişi sağlayacaktır.

Orta Boy Kuramlar

Büyük boy kuramların geniş zamanlı olmalarına karşın orta boy kuramlar,

orta vadeli değişim görüşü geliştirirler. Toplumsal değişimi büyük boy

kuramlar çerçevesinde ele alanların, değişimi açıklamakta başarısız olduklarını

ileri süren bu kuramlar, toplumu, değişimin birimi olarak ele alırlar.

Orta boy kuramların amacı, genellikle ulusal sınırlarla belirlenen toplum

birimleri üzerinde; demografik ve ekolojik değişimler, iç göçler, kentleşme,

alt kültürler ve sapan davranışlar, sosyal tabakalaşma, sosyal hareketlilik gibi

konular üzerinde yoğunlaşmaktır.

Orta boy kuramlar kapsamında değerlendirilebilecek olan Yapısal-işlevsel

Yaklaşım, bir ölçüde büyük boy kuramların geniş zamanlı toplumsal değişim

perspektiflerine bir tepki olarak kendini gösteren orta boy kuramların öncülüğünü

yapmaktadır. Bu yaklaşıma göre toplum, birbirlerine bağımlı olan ve

her biri, meydana getirdiği bütünün daha iyi uyumunu sağlamak için belli

işlevlere sahip olan öğelerden meydana gelir. Mezkur öğeler, işlevsel bir

bütünleşme içinde toplumu meydana getirir.

1930-60’lar arasında Amerikan sosyolojisine egemen olan yapısalişlevselci

yaklaşım, pozitivist epistemolojik temeller üzerine kurulmuştur.

Bilindiği gibi pozitivist epistemoloji, gözlemlenebilirliği vurgulamakta,

gözlemlenemeyen yapı ve süreçlerin gerçekliğini kabul etmemektedir. Ancak

sosyal düzenin ortaya çıkışını ve işleyişini anlayabilmek için kendi kendini

dengeleyen bir sistem olarak toplum kavramından yararlanmak zorunda

kalmıştır. İşte bu soyut ve gözlemlenemeyen kavram, yapısal-işlevselci kuramın

temel öğelerinden birini oluşturmaktadır. Kendi kendini dengeleyen bir

sistem kavramı çerçevesi içinde toplumun her öğesinin mümkün olan en iyi

düzeni sağlayacak biçimde işlediği düşünülmektedir. Talcott Parsons (1901-

1979), Robert K. Metron (1910-2003) gibi sosyologlar, yapısal-işlevselciliğin

önemli temsilcileri olarak zikredilebilir.

Yapısal-işlevselci yaklaşımın dengeci ve uyumculuğunun aksine, toplumu

birbiriyle çatışan unsurlardan meydana gelmiş bir bütün olarak ele alan ve

 

değişim modelini büyük boy düzlemde değil de, orta boy düzlemde geliştiren

Çatışmacı Yaklaşımın toplum modeli şöyle özetlenebilir: 1) Her toplum, her

an değişime konu olur, toplumsal değişim her yerde mevcuttur. 2) Her

toplum, her an toplumsal çatışmaya sahnedir, toplumsal çatışma her yerde

mevcuttur. 3) Toplum içindeki her unsur, onun değişimine katkıda bulunur.

4) Her toplum, bazı üyelerinin öteki üyeleri üzerindeki zorlamalara dayanır.

Küçük Boy Kuramlar

Bu kuramlar, toplumsal değişimi grupsal süreçlere ve psikolojik unsurlara

bağlayan sosyal psikolojik ve psikolojik kuramlardır. Bunlar, değişimin

kaynağını kişi ve gruplarda ararlar. Küçük boy kuramlar da orta boy kuramlar

gibi değişimi aşağıdan yukarı giden bir süreç olarak görürler. Bu kuramları,

grupsal yaklaşım ve bireysel yaklaşım olmak üzere iki tipte ele almak

mümkündür:

Günümüzde genellikle sosyal psikoloji tarafından geliştirilmiş olan

grupsal düzlemdeki sosyal değişimci kuramlar, temelde iki tip değişim

üzerinde dururlar. Bunlardan birincisi grup yoluyla bireyde temin edilen

değişim, ikincisi ise bir bütün olarak grubun değişimidir. Bu iki değişimin

birbirinden ayrı olmadıkları açıktır.

Grupsal yaklaşıma örnek olarak J. L. Moreno’nun (1892-1974) sosyometrisi

ele alınabilir. Sosyometri, grup içindeki insan ilişkilerini canlı iken,

ölçüye vurmaya çalışan, yani insan ilişkilerini belli gruplar içinde meydana

gelişleri esnasında inceleyen bir bilim dalıdır. Sosyometrinin amacı, ırkı,

inancı, dini, ideolojisi ne olursa olsun, her insana, yeryüzünde tutunmaları,

kendiliğindenliklerini ve yaratıcılıklarını kullanmaları için aynı derecede

fırsat veren bir dünyanın kurulmasına yardımcı olmaktır. Moreno, değişimi

küçük boy düzlemde kişilerarası ilişkilere ve kişinin yakın çevresine, büyük

boy düzeyde ise yine kişilerin tutumlarına bağlamaktadır. Moreno, grup

üzerinde odaklaşmakla beraber, direkt olarak sosyal değişme konusuna eğilen

ve grup incelemeleri yoluyla tüm sosyal değişimi açıklamaya çalışan bir sosyologdur.

Toplumsal değişimi bireysel düzlemde açıklamaya çalışan modeller,

bireyin temel kişilik niteliklerini toplumsal değişimin temeline koyan yaklaşımlardır.

Bu yaklaşım çerçevesinde sosyal değişimde güdüsel kompleksin

önemli bir etken olduğunu ileri süren McClelland (1917-1998), toplumsal

değişimi, sosyal yapı ile kişilik arasındaki ilişki ile ele alan David Riesman

(1909-2002), toplumsal değişimin, bireyin belli durumlara karşı gösterdiği

tepkilerin, belli süreçlerden geçtikten sonra meydana gelen kurumlaşma ile

ortaya çıktığını savunan Zollschan, kişilik değişimini sosyal değişimin temel

unsuru olarak kabul eden Everett E. Hagen, toplumsal değişimi, yenilik

yaratma fikrine dayandıran Richard T. LaPiere (1899-1986) gibi sosyal

bilimciler zikredilebilir.

İlgili Makaleler