Sosyologlar

Toplumsal Dayanışma Emile Durkheim

Toplumsal Dayanışma

Emile Durkheim

FİKİR

Sosyolojiyi günümüzde ve geçmişte uğraştıran temel sorunlardan biri toplumsal düzen -veya Durkheim’ın deyimiyle, ‘toplumsal daya­nışma’- problemidir -Toplum düzeni nasıl sürdürür? Toplumdaki milyonlarca insanın ortasında, gündelik hayatta içinde yer aldığımız birçok etkinlikten toplumsal düzen nasıl ortaya çıkar ve oldukça kar­maşıklığı içinde toplum nasıl birliği sağlar ve değişir? Yüzyıl başında Avrupa’nın, özellikle Fransa’nın yaşadığı siyasal karışıklıklar ve sı- naî/kentsel ayaklanmaların tam ortasında yaşayan Durkheim için bu özellikle temel bir sorudur.

Durkheim toplumsal düzen probleminin öneminin son derece farkındaydı ve tüm akademik kariyerini bu problemi analize ve açık­lamaya adadı. O toplumsal dayarıışmay\ kendi işlevselcilik teorisinin ve Sorbonne Üniversitesi ve Fransa’da ilân ettiği yeni bilimin temel kavramı kıldı. Özelde jSurkheim, toplumsal düzenin nasıl kurulduğu ve varlığını nasıl sürdürdüğünü, özellikle yoğun ve hızlı bir değişme döneminin ardından nasıl yeniden kurulduğunu, geleneksel toplum- ların modern toplumlara, kırsal toplulukların kitlesel sanayi-kent toplumlarına doğru nasıl evrimleştiklerini analiz etmeye çalıştı. Özel­de, bütün bu geçiş koşullarıyla ilgili değişimlerin ortasında, büyük ölçüde gelişmiş sanayi toplumlarına özgü bireysel hak ve özgürlükler kitle toplumunun toplumsal düzen ve denetim ihtiyacı karşısında n^sıJ-§elişiirilmekte ve korunmaktadır? Cevap, Durkheim’a göre, ‘^hölümünüh giderek gelişmesi sonucunda to^tümsâTda^^ nın dönüşüme uğramasında yatanj j^urkheim ilk temel eseri Toplumda İşbölümü’riü (1893) toplumsal dayanışma konusuna ayırdı. Durkheim, geleneksel toplumların basit sosyal yapılarını modern toplumların karmaşık işbölümüyle karşılaş­

 

tırmak ve analiz etmek için iki toplumsal düzen biçimine -mekanik ve organik dayanışmaya- başvurı/hf

{Geleneksel toplumlar, topluluİclar/cemaatler veya gruplarda ilişki­ler özellikle yüz yüze veya mekaniktir ve işbölümü çok basittir, insan­ların çoğunluğu genellikle aynı işi yapar (örneğin, avcı veya çiftçidir). Ortak bir hayat tarzı, herkes tarafından bilinen ve uygulanan ortak âdetler ve ritüeller vardır. Durkheim’ın ‘conscience collective’ olarak adlandırdığı temel ortak bir konsensüs vardır: bu terim genellikle ‘ortak bilinç’ veya kollektif bilinç’ olarak çevrilir ve toplumsal daya­nışmanın üzerine kurulduğu ve bireylerin davranışlarını düzenleyen ve kontrol eden ortak bir ahlâk veya değerler topluluğunu çağrıştırır, Mekanik toplumlarda kollektif bilinç tamamen hâkim konumdadır, zira*bu basit sosyal sistemler içinde yer alan herkes özünde aynıdır. Bireyselliğe çok az yer vardır, toplumsal farklılıklar çok azdır ve özel mülkiyet neredeyse hiç bilinmez ve bu yüzden uyum/itaat hem ‘do- ğal’dır hem de sosyalleşmeyle ve aile, din gibi temel toplumsal dü­zenlemeler aracılığıyla sağlanır. Sapmalar şiddetle ve kollektif olarak cezalandırıl^

Ancak, toplumlar gelişip modernleşirken, sanayi ekonomileri ve karmaşık işbölümleri gelişir ve insanlar kırdan kente göç ederken, sonuçta mekanik dayanışma topluma dar gelmeye başlar. Farklı meslekler, hayat tarzları ve alt-kültürlerin çoğalması ve .yasallık ka= zanmasıyla. benzerlik yerini farklılaşmaya, homojenlik hetprnjpnliğp ııraku^^gllektivizma/erineJgtfevcnnb ortak mülkiyet yprinp ö?pI mül­

dern ekonomik toplumların temelini, karşılıklı ekonomik bağımlılığın yanı sıra, karşılıklı çıkar, hayatta kalabilmek ve başarı sağlayabilmek için karşılıklılık ve işbirliği oluşturur^ Ancak o, ekonomik çıkarcılığın tek başına uygar toplumları birleştirebileceği ve istikrarlı kılabilece­ğini öne süren faydacı argümanlara, özellikle Herbert Spencer’ın bu konudaki tezlerine karşı çıkar.^Ona göre, çıkarcılık tek başına toplum­sal çatışma ve kaos üretecektir. Gelişmiş sanayi toplumlarının söz­leşmeleri ve ekonomik mübadelelerinin temelini bazı ahlâk biçimleri, bir güvenlik ve adalet sisteminin üzerine kurulabileceği genel kabul gören ilkeler, normlar ve değerlerle ilişkili bazı ahlâk kuralları oluş­turmak zorundadi^ İnsanlar özgeci oldukları kadar açgözlü de olabi­lirler ve toplumun rolü bu İnsanî özellikleri kendi özel evrimci gelişim evresine göre mümkün olduğu ölçüde sınırlamaya çalışmaktır. (Turk- heim, bu yüzden, insan doğasının ikiliği fikrini geliştirir: hepimiz iki bilince, biri çıkarcılığa dayalı kişisel, diğeri toplumsal çıkarlara dayalı toplumsal bilince sahibiz. Ayrıca, mekanik toplumlarda birey ve kol- lektif bilinç gerçekte aynı şeyi anlatırken, organik toplumlarda ikisi birbirinden ayrı, bağımsız ve çoğu kez çatışma içindedir. Formel (resmi) sosyal kontroller, bu yüzden, orgaoik toplumlarda mekanik toplumlara göre daha fazla gerekli hale geliw ^Ancak, geleneksel sosyal kontrol birimlerinin -aile ve kilisenin— gücünü yitirmesiyle, gelişmiş toplumlarda dayanışma nasıl sağlana­cak ve sürdürülecektir? Durkheim, genel toplumsal düzeyde devlet ve hukuka, sınaî düzeyde mesleki ve uzmanlaşmış/profesyonel birlik­ler veya loncalara bel bağlar. Hükümet ve mahkemeler hukuku top­lumsal konsensüsün en kapsamlı ifadesi kılarken, Durkheim meslek birliklerinin organik toplumların temel ahlâk ve davranış kurallarını oluşturup yaptırıma bağlayacaklarını umarİBu yüzden o, çağdaşları­nın çoğunun aksine, toplumsal değişmeyi yıkıcı bir güç olarak, top­lumsal düzenin, geleneksel ahlâkın ve uygar toplumun ölümü olarak görmez. O, yeni sınaî düzenin hem ilerletici hem de özgürleştirici ileri bir adım olacağına inanan iyimser biridir. Durkheim’ın toplumsal düzenin yıkılma ihtimaline karşı çözümü, bu nedenle, Ortaçağdaki loncalara benzer biçimde (birey ve devlet arasında arabuluculuk yapacak) meslek birlikleri veya profesyonel birlikler aracılığıyla top­lumsal düzenleme yapılması ve devletin kollektif ve genel ahlâkî otorite rolünü oynamasıydı. Devlet en üst kollektif bilinç biçimidir; eğitim ve demokrasi bi[gysel ihtiyaçlar ve özlemlerin kollektif çıkarla uzlaştırılma araçlarıdır^Dprkheim’ın düşüncesinde birlikler ve korpo- rasyonların görevi, grupları ortak çıkarlar etrafında bir araya getir­mek, profesyonel davranış kuralları geliştirmek ve onları ahlâkî bir yurttaşlık görev ve şorumluluk kuralları aracılığıyla devlet ve kollektif düzene bağlamaktır!

İki temel toplumsal düzen tipi ve buna bağlı olarak iki temel ahlâk belirleyen Durkheim, mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya geçişi bilimsel olarak gözlemleyip ölçmeye çalıştı ve kullanmaya çalıştığı araç da hukuktu. Ahlâkî olgular kolayca kesin gözleme gel­mezken; hukuk kuralları, ahlâkî değerlerin biçimsel/formel bir ifadesi oldukları için dışsal ve ölçülebilir bir endeks oluştururlar. Özelde, her yasa yaptırımlar içerir ve Durkheim iki zıt yaptırım biçimi belirler:

  • Özgürlüğünü veya hayatını kaybetmek gibi ceza ve acı içeren cezalandırıcı yaptırımlar!
  • Yurttaşlık hukuku ve genel hukukta olduğu gibi, cezadan ziya-

■ de yeniden-uyumu içeren, meseleleri ihlâl edilmeden önceki

hallerine getirmeyi hedefleyen iade edici yaptırımlar.

İDurkheim’a göre, esas itibariyle cezalandırıcı yaptırımlara dayalı hu­kuk kuralları geleneksel toplumlara hâkim olan temel güçlü kollektif bilinç tipini yansıtırken; iade edici hukuk daha modern toplumların organik dayanışmasının ve onların sözleşmeye-dayalı ihtiyaçlarının yansımasıdırj Durkheim, böylece, bir toplumsal dayanışma endeksi, toplumurimnsel ahlâktan rasyonel ahlâka, ailevi toplumsal düzen­lemeden devlet tarafından toplumsal yönlendirmeye doğru gelişi­mini gösteren bir derecelendirme ölçeği oluşturur, fîpdern toplum- larda devlet ve onun birimleri, polis ve mahkemeler organik kollektif bilince vücut kazandırır, insanların iradeleri ve ahlâkî değerlerini kili­senin Ortaçağ Avrupa’sında yaptığına benzer biçimde sembolize ederlfij

iCürkheim’a göre, modern ahlâk, modern hukuk sistemleri – mekanik dayanışma veya çıkarcılıktan ziyade- toplumsal düzen, adalet ve gelişmenin en üst temelini temsil eder. Fakat, mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya geçişin ne her zaman başarılı ne de sıkıntısız olmaması onun yakın ilgisini çekmiştir. Bu süreç, eski düzenin yerini yenisi alırken, çoğu kez toplumsal gerilimler, hatta toplumsal çatışmalar üretir. Bu yapısal geçiş sırasında, şiddetli bir normsuzluk dönemi -veya Durkheim’ın deyimiyle, anomi- tehlikesi vardı: eski ahlâk ve geleneksel sosyal kontroller zayıflarken, yeni toplumsal konsensüs henüz emekleme evresindeydi. Durkheim Batı Avrupa’daki ilk kapitalistlerin çoğunun tıpkı böyle bir geçiş dönemi yaşadıklarına ve anominin yanı sıra zorunlu ve zoraki bir işbölümü gibi problemlerle karşılaştıklarına inanjrJ doğal olarak bu uygulama­lar, sanayileşmenin ihtiyaçlarını yansıtan bir şeyden ziyade, eski yö­netici sınıfın ekonomik yapı üzerindeki gücünü sürdürmek için da­yattığı bir şeydi. Bu durum adaletsiz bir toplumsal eşitsizlikler düzeni yarattı ve böylece toplumsal çatışmanın artmasına ve çoğu ondoku- zuncu yüzyıl Avrupa ülkesindekine benzer devrimlere yol açtı.

Durkheim’a göre, sosyal bilimlerin rolü bu problemleri tespit et­mek ve etkin çözümler ve sosyal politikalar önererek toplumsal ge­çişle ilgili sorunları aşmaya yardımcı olmaktır. Ancak o ayrıca, Top­lumda İşbölümü’nün sonunda, artan işbölümü sonucunda organik dayanışmanın otomatik olarak ortaya çıkma ihtimali konusundaki kuşkularını belirtir. Durkheim bu oluşumun doğrudan plânlama ve kontrolü gerektirebileceğini kabul eder.

Mekanik ve organik dayanışma, bu yüzden, Durkheim’ın kendi toplumsal düzen ve değişme teorisini bilimsel olarak açıklamak için kullandığı iki ideal tiptir. Bununla beraber, o, eski işbölümünden yenisine, geleneksel toplumdan modern topluma doğru bu geçişin yarattığı doğal problemlerin ve potansiyel çatışma kaynaklarının giderek daha fazla farkına varmıştır^

KAVRAMSAL GELİŞİM

Toplumsal dayanışma kavramı, toplumsal düzen ve evrim konularına karşı ilgi Durkheim sonrası işlevselci yazıların ana temalarıdır. Durk- heim’ın toplumsal düzenin başarılı bir temeli olarak ahlâk ve toplum­sal konsensüse vurgusu modern sosyolojinin merkezi bir temasını oluşturmayı sürdürürken, onun toplumsal değişmeyi -nedenleri, etkileri ve kaynaklarını- bilimsel olarak analiz etme ve gözlemleme girişimi sosyoloji içindeki tüm pozitivist geleneğin bir özlemini oluş­turdu ve anparıi, intihar ve din üzerine birçok araştırmaya ilham kay­nağı oldu.(Djjrkheim’ın toplumsal dayanışma ve anomi analizinin somut örneğk(ntihj?r üzerine klâsik çalışmasıdır ve ona göre, intihar oranları toplumsal dayanışmayla ters orantılıdır -toplumsal daya­nışma düzeyi düştükçe intihar oranları yükseîT^

Durkheim’ın analizlerinin çoğu Auguste Comte ve Herbert Spen- cer tarafından geliştirilen evrimci bir çerçeve içinde yer alır ve belir­gin biçimde biyolojik analojiler ve kavramlar kullanılır. Sağlıklı bir toplum dayanışmanın yüksek olduğu ve hastalıklı bir toplum da anominin kargaşaya yol açtığı ve toplumsal düzenin işleyişinin bo­zulduğu toplumdur. Ona göre, devlet görevlilerinin rolü doktorunki- ne benzer: “iyi hijyen koşulları sağlayarak hastalığın ortaya çıkmasını engellemek veya hastalık ortaya çıktığında onu tedavi etmeye çalış­mak”. Bu yüzden, Durkheim’ın yaklaşımının temel bir hedefi, sosyolo­jik düşünceleri beden politikasına, özellikle ondokuzuncu yüzyıl sonunda Fransa ve Avrupa’daki gerilimler, krizler ve çıkmazlara pratik olarak uygulamaktır. Özelde o dinin ve geleneksel düzenin zayıfla- maşı^karşısında ahlâkî bir reform geliştirmeye çalışmıştır.

Durkheim esasen yapıya ve toplumsal düzenin işleyişine değil, toplumun temel ahlâkî düzenine, bireysel davranışı belirleyen (doğru ve yanlış) kurallar sistemine odaklanıp O ilk temel çalışması Toplum­da Işbölümü’nde (1893), amacının“,?bir ahlâk bilimi inşa etmek… Ahlâkî hayatın olgularını pozitif bilimin yöntemlerine göre ele almak” olduğunu ilân eder. Bu yüzden o, |enel toplumsal dayanışma anali­zinin bir parçası olarak anomiye ve ahlâkî düzenlemenin eksikliğine odaklanııjinsanların tutkuları sadece saygı gösterdikleri ahlâkî varlık sayesinde gemlenebilir” (aktaran, Callinicos, 1999: 126). Sosyolojinin amacı, Durkheim’a göre, “toplumu koruyacak koşulları belirlemektir”, ancak o kendini daha ziyade siyasal muhafazakâr olarak değil, liberal demokrat olarak görür. Toplum, Durkheim için, özünde korunması ve ‘doğal yollardan’ gelişmesi gereken ahlâkî bir gerçekliktir. Bu yüzden, onun sosyolojisi yeni bir yurttaşlık ahlâkı oluşturma girişimi olarak tanımlanabilir. Ahlâkiliğe ve modern toplumun karşılaştığı ahlâkî krize bu derin ve uzun ilgi Durkheim’ın ünlü 1894 Dreyfus olayına yoğun ilgisine yansımıştır. Bu olay ve Yahudi düşmanlığı Durkheim’ı derinden etkiledi: ona göre, bu olay söz konusu dönemde Fransız toplumunda gözlemlediği ahlâkî rahatsızlığın bir belirtisiydi.

Toplum acı çektiğinde kendi hastalığından dolayı sorumlu tutabi­lecek veya başına gelen talihsizliklerin intikamını alabilecek birini bulmaya çalışır ve zaten kendilerine ayrımcılık yapılan ve toplu­mun geneline aykırı düşenler doğal olarak bu role en uygun kişi­ler olarak görülürler. Bunlar toplumun, kefareti ödemeye hizmet eden paryalarıdır. Bu yorumda beni doğrulayan şey, Dreyfus du­ruşmasının sonucunun 1894’teki karşılanma biçimiydi. İnsanlar onu kamusal matemin bir nedeni olması gereken bir zafer olarak kutladılar. En azından, onlar yaşadıkları ekonomik sorunlar ve ahlâkî sıkıntılardan dolayı kimi suçlayacaklarını biliyorlardı. Soru­nun kaynağı Yahudilerdi. Suçlama resmen onaylandı. Bu tek te­mel gerçekten sonra, işler daha iyiye gider göründü ve insanlar teskin oldular (Lukes, 1972:345).

Aynı şekilde, sosyalizmle ilgilense de, onu ilgilendiren sosyalizm Kari Marx’ın önerdiğinden farklıydı. Bu sosyalizm türü sadece bilimsel sosyolojinin ortaya koyduğu ahlâkî ilkelerin uygulandığı bir sistemdi.

Marx işbölümünün toplumu böldüöünü düşünürken. Durkheim karşılıklı bağımlılığı ve işbirliğini artırabileceğine ve böylece toplum­sal dayanışmayı güçlendirebileceğine inanıyordu. Ancak karşılıklı çıkarlar istikrarı sağlayabilmek için tek başına yeterli değildir. Top­lumsal düzen ahlâkî bir düzeni, yani işbirliğini biçimlendiren ve artı­ran, bireyleri sınırlayan ve üzerinde mutabık olunan temel bir ahlâk kuralları tonluluâunu gerektirir. Mal ve hizmet alışverişi uygun bi­çimde işleyen ahlâkî bir çerçeveyi gerektirir, aksi takdirde o saf bir bencillik ve sömürüden, “herkesin herkese karşı savaşı”ndan ibaret olacaktır. Durkheim sözleşmelerin ortayyçıkışını (doğrular ve yanlış­lar konusunda) paylaşılan inançların egemen olduğu ve yasalar tara­fından düzenlenen yeni sınaî ekonomik ve ahlâkî düzenin başlangıcı olarak görür.

Fakat toplumsal dayanışma kavramı ve bu kavramın sosyolojik teori ve araştırmada kullanılma biçimi yoğun eleştiriler almıştır:

  • Durkheim’ın organik bir analoji kullanması ve bütün toplumla- rın aynı evrimci yolu izleyeceklerine inancı toplumsal ve tarihsel bakımdan geçersizdir. Durkheim, kendini savunurken analitik açıdan kullanışlı ideal tiplerden yararlandı, ancak bunu bir zo­runluluk olarak görmedi. O, bütün toplumların bu modellere mutlaka uygun düşmesi gerekmediğini ve farklı biçimlerde ev- rimleşebileceklerini kesinlikle kabul eder.
  • Toplumsal dayanışma kavramı toplumsal düzeni analiz etmek için temel bir çerçeve sağlasa bile, toplumsal değişme ve ça­tışmayı açıklayacak derinlikten yoksundur. Toplumsal daya­nışma’ ani devrimci değişimleri değil kademeli evrimci gelişim­leri açıklayabilir. O, değişmeyi toplumsal uyarlanma/ adaptas­yon ve dengenin yeniden kurulmasına göre açıklar, ancak sınıf­sal ve siyasal çatışmaya (anomi kavramında yaptığı gibi) bir sosyal problem olması dışında çok az açıklama getirir. Aksine, Marksistler ve daha radikal yazarlar sınıf mücadelesini toplum­sal gelişme teorilerinin merkezine oturtmuşlardır. Durkheim, sı­nıf çatışmasını, basitçe, zorunlu bir işbölümünün ve mevcut toplumsal eşitsizliklerin devam etmesinin yarattığı toplumsal gerilimin bir belirtisi olarak düşünür. Aslında o sosyalist düşün­celere yakınlık duyar ve tıpkı Saint-Simon gibi organik daya­nışmaya ve fırsat eşitliğine dayalı sınıfsız bir toplumun ortaya çıkacağını düşünür. Böylesi gelişmiş bir toplumun kendiliğin­den ortaya çıkamayacağını kabul eden Durkheim, daha rasyo­nel bir işbölümü, daha eşitlikçi bir sosyal adalet sistemi yarat­mak için devlet plânlaması fikrini destekler.

Antropolojik araştırmalar Durkheim’ın mekanik dayanışma fikrini desteklese de, onun organik dayanışmanın temeli olarak ekonomik karşılıklılık ve meslek ahlâkına inancı -ütopik değilse de- bir ölçüde iyimser bir yaklaşım olarak görülmüştür. Bu eleştiriyi kabullenen Durkheim, organik dayanışmada ahlâkî ve toplumsal konsensüs üzerine analizlerinde, zamanla ekonomik karşılıklı bağımlılık konu­sundan modern toplumlarda dinsel değerlerin yeniden yaratılmasına ve milliyetçilik gibi toplumsal törelerin temsil ettiği ahlâkî evrenselli­ğin ortaya çıkışına ve ayrıca eğitim ve yurttaşlığın bireyi topluma bağlamakta gerekli olan ortak insanlık duygusu yaratma gücüne yönelmiştir. Ne yazık ki, modern toplumlarda kollektif bilinç, gelişmiş kitle toplumlarına istikrar kazandırmak ve onları düzenlemek için gerekli organik dayanışmayı desteklemek bakımından, çoğu kez oldukça değişken, değişebilir ve yüzeysel görünmektedir.

Durkheim, ayrıca, organik dayanışmayla karşıtlık içindeki mekanik dayanışmayı ölçecek bir temel ararken, cezalandırıcı ve iade edici hukuk arasındaki aykırılıkları abarttığı için de eleştirilmiştir. Eleştiri­lerde, onun özel örnekler olarak verdiği çoğu geleneksel toplumun iade edici hukuk biçimlerine sahip olduğu, ancak diğerlerinde – sözgelimi, Trobriander Adalarında- hiç de cezalandırıcı yaptırımlara başvurulmadığı öne sürüldü. Aynı şekilde, çoğu modem devlet kendi otoritesini güçlendirmek ve bireysel hakları baskı altına almak için (özellikle Güney Afrika’da ve çoğu komünist ülkede olduğu gibi) büyük ölçüde cezalandırıcı hukuk kurallarına başvurur.

Bütün bu eleştirilere rağmen, Durkheim’ın toplumsal dayanışma kavramı, onun evrimci toplumsal değişme teorisi ve toplumsal ge­lişmeyi analiz ve yönlendirme çabası, o günden beri sosyolojik dü­şünce ve araştırmaların itici gücü olmuştur. Durkheim sosyolojiyi saygın ve saygıdeğer bir disiplin haline getirmiştir. O gerçekte sosyo­lojinin kurucu babalarından biri, ondokuzuncu yüzyılda sosyolojinin doğuşuna ve hayat bulmasına yardımcı olan Kutsal Üçlü’nün gerçek bir parçasıdır.

İlgili Makaleler