TARİHSEL METOT
TARİHSEL METOT
Metot, herhangi bir
ilmin araştırma sahasına giren konulardan çıkarılmak istenen sonuçlan ve
bilgileri elde etmenin vasıta ve yolları demektir. Tarih İlminin gelişmesine
paralel olarak metot konusu da gelişmiş ve tarihî konuların farklı zaviyelerden
daha ihatalı ele alınmasını sağlamış, çeşitli milletlerin çeşitli zamanlarda
kaydettikleri sosyokültürel gelişmelerin daha net anlaşılmasında önemli rol
oynamıştır. Kaynaklar bir tarihî hadiseyi aydınlatmak için Önemlidir. Bununla
beraber kaynaklardaki bilgilerin kıymetini tespit ve en doğru sonuca
ulaşabilme meselesi de çok mühimdir. O halde kaynaklarda yer alan herhangi bir
bilgi doğru mudur? işte bunun cevabını bulabilmek için usûl ve metot
konularını iyi bilmek gerekir. Bunu sağlamak için tarihte “intikat
(tenkit)” konusu geliştirilmiştir.
Tenkit, bir kaynağın
bir olay hakkında verdiği bilginin ve bundan çıkarılan sonucun gerçeğe uygun
olup olmadığını incelemektir. İki türlü olur:
1- Dış
tenkit (veya kaynakların tenkidi): Bir kaynağın bir konuya dair verdiği bilgilerin
kabule şayan olup olmadığını ele almaktadır. Dış tenkit açısından konuya baktığımız
zaman “para kazanma hırsı, mezhep laassubu, kişilerin soy-sop (nesep)
itibariyle kendilerini yüksek gösterme isteği, hükümdarlarla ve yüksek mevki
sahiplerine yaranma arzusu” bazı kimselerin kitaplara asılsız şeyleri
sokmalarına yol açmıştır. Madem ki bazı eserlerde bazı sebeplerle yanlış ve
hurafelere tesadüf edilmektedir. O halde bunlar nasıl bilinir. Bunların zararlarından
nasıl sakınılır?
Bunun için bir
kaynağın sıhhatli olup olmadığı ele alınır. Dil, yazı, üslup, terkip ve tasnif
açısından aynı zaman ve yerlerde yazılmış sıhhati kesin eserlerle; olayları
ele alış ve anlaüş biçimi ile doğrudan şüphe ol mayan kaynaklarla mukayese
edilir. Eserde sun’ilik, uydurma ve çalıntı belirtileri var mı? Yok mu?
Asılsız, hurafe çeşidinden bazı bilgilere yer verilmiş mi, verilmemiş mi?
Bunların cevaplan araştırılır. Her şeye rağmen sıhhati tartışılan eserin
münderecatına yeni ve doğru bilgilerin girebileceğini, önceden sıhhatli diye
bilinen eserin mündere-catında da yanlışlıkların olabileceğini de akıldan ırak
tutmamak icâbeder. Böylece, iddia edilen zaman ve olaylara dair bütün önemli
kaynaklara vakıf olmadan herhangi bir eserin zayıflığına, sahteliğine karar vermek
de oldukça zordur. Rastgele, sathi malumata dayanarak hüküm vermek yanlış
olur. Bu arada el yazması eserlerde orijinal nüshaya ulaşmak, istinsah yoluyla
çoğaltı-lanlardaki müstensih hatalardan emin olabilmek açısından önem taşır.
Bilhassa İslâm
tarihinin Asr-ı Saadet çağı ile alakalı konularının araştırılmasında iki şeye
özellikle dikkat etmek icabetmek-tedir. Bunlardan birincisi: Kur’ân-ı Ke-rim’in
ve Hz. Muhammed (s.)’in bize verdiği bilgileri nakletmek. Bilhassa Hz.
Pey-gamber’in hayatta olduğu zaman diliminde Mekke ve Medine çevresinde cereyan
eden olayları incelerken bu husus pek mühimdir. Tarihü’l-Ümem ve’l-Mülûk’ü ve
benzeri umûmi îslâm tarihi kaynaklarındaki rivayetlerin sıhhatli olanım zayıf
olanından ayırdetmek için ayrı bir dikkat gerekir. Bir talih eseri olarak bu
tür umûmî tarih kaynaklarında yer alan olayların öncesinde onu nakledenlerin
isimleri sıralanmıştır, tslâm
âlimleri ise bilhassa
hadisçiler için “Râvîte-ri Tenkit ilmi” diye bir ilim dalı geliştirmişlerdir.
O halde o dönem konularıyla ilgilenen araştırmacılar kaynaklarda gördükleri
w’r haberi almadan, râvilerini inceleyerek sıhhatlisini zayıfından veya uydurma
olanından ayırdetmeye çalışmalıdırlar. Bu yüzdendir ki, Kur’an ve Sünneti
asr-ı saadet devri tarihi hadiselerinin bir kaynağı olma açısından ele
almayanlar ve umumi tarih kaynaklarındaki nakillerin sıhhatlisini zayıfından
veya uydurmasından ayırdetmek için çaba göstermeyenler -kim olursa olsun-Isâm
tarihi konularında sık sık hataya düşmektedirler. Bilhassa gayr-i müslim yazarlarda
(müsteşriklerde) buna Hıristiyanlık taassubu da eklenince yanılma, iftira yani
asılsız şeyleri olmuş gibi gösterme noktalarına kadar ulaşabilmektedir.
Dolayısıyla bu yanılgıya asr-ı saadeti sadece oryantalistlerin
(müsteşriklerin) eserlerinden öğrenmek isteyen herkes düşünebilmektedir. Bunun
boyutları -son zamanlarda cereyan ettiği gibi- bazan -hâşâ- şeylanın, vahiy
konusunda Hz. Peygamber’i yanıltabileceği iddiasına kadar varabilmektedir.
Halbuki konuya Kur’ân-ı Kerim’in ve hadislerin gözlüğü ile bakabilcıı bir insan
bu iddianın tamamen hurafe, uydurma ve yalan olduğunu görecektir. Çünkü
Kur’ân-ı Kerim’e göre Cenâb-ı Hak, Rasûl-i Ekrem’i sürekli gözetmektedir.
Peygamber (s.) ancak vahiy ile konuşmaktadır. Başkasına ait bir sözü âyetmiş
gibi ona kabul ettirilmesi imkânı yoktur. Böyle bir şeyi ilâhî kanun ortadan
kaldırılmıştır. Haberi nakleden râvîler açısından yani kaynak tenkidi
açısından meseleye baktığımızda da aynı sonuca ulaşmaktayız. Bu zaviyeden ele
alındığında iddianın bir uydurma olduğu ortaya net bir şekilde çıkmaktadır.
2- iç tenkit
(veya olayların tenkidi): Kaynakta yer alan bilgilerin kıymetini biçmek,
değindiği konulardaki ispat kudretini tespit etmektir. Bir hakim mahkemede dâva
konusu olan meselenin içyüzünü meydana çıkarmak içi nasıl ki şahitlerin
ifadesini dinlerse araştırmacı da çeşiüi kaynakların meseleye bakışım teker
teker ele alır. Bu noktadan; eserin müellifinin dini, mezhebi, partisi,
medeni seviyesi, mesâi tarzı, ilgi alanları hasılı bütünüyle hayat hikâyesi
önemlidir. Bir müellif yaşadığı devrin olaylarını naklediyorsa yukarıdaki
ölçülerle değerlendirilir. Şayet geçmiş yüzyıllardaki olayları naklediyorsa o
zaman dayandırdığı kaynaklara göre kıymet biçilir, şayet kaynak vermiyor da
olayların rivayet silsilelerini veriyorsa o zaman ravilerin durumu dikkate
alınarak haberin doğrusuna ulaşılır. Hem kaynak hem de rivayet silsilesi verilmiyorsa
o zaman o eserin ve eserdeki haberlerin değerlendirilmesi sond erece zorlaşır,
bu tür eserleri ancak o alana gerçekten vakıf araştırmacılar değerlendirebilir
ve araştırmacılara ışık tutabilirler. Bilhassa müellif, yaşadığı devrin
olaylarını anlatıyorsa şahsiyet yapısı itibariyle güvenilir olsa da çevre
şartları ve -varsa- sansür onun gerçek görüşlerini yazmasına engel teşkil etmiş
mi? Bunu dikkate almak gerekir. Tarihî bilgilerin haber kaynaklan şifahî ve
yazılı haberler olmak üzere ikiye ayrılır. Şifahî haber deyince akla
“tarihî şiirler, destanlar, menkıbeler, hikâye ve anektotlar, fıkralar,
tarihî darbımeseller” gelir. Yazılı haberler deyince ise “kitabeler,
şecereler, vakanüvistlerin eserleri, hal tercemeleri, otobiyografi ve
hatıralar, seyahatnameler, gazete ve mevkuteler, resimli haberler ve haritalar,
sanat eserleri, matbu ve el yazması eserler, hukukî vesikalar (mahkeme sicilleri),
arşiv vesikaları, edebî eserler, mezar taşlan ve kitabeler vs.” akla
gelmektedir.
Tarihî tenkit usulüne
uygun olarak ortaya konulan tarih araşürmalan soyla bilimlerin diğerdallanna
sağlam doküman verir; ülke yöneticilerini geçmişte cereyan etmiş olaylar
etrafında düşündürür, günümüzde yapacaklan işlerde ve planladıktan memleket
hizmetlerinde, ne gibi şeylere dikkat edecekleri hususunda ders verir. Toplumdaki
kimlik oluşumunun müspet istikamette gelişmesinde veya mevcut olan millî
kimliğin yanlış istikamette değişmesinin Önlenmesinde Önemli katkı sağlar.
Diğer sosyal
bilimlerde, özellikle sosyolojide, tarihî hadiseleri araş
tırmak, günümüzü
şekillendiren sosyal faktörler ve beşerî problemlerle iligili gerçekleri
analiz etmek suretiyle genel kanun ve prensiplere varma usûlü demek olan bir
başka tarihî metoddan da söz edilir. Vico, Hegel, Herder, A. Comte, hatta
Weber’in izah ve yorumlarında bu metod önemli bir yer tutar. Bütün sosyal ve manevî
meseleleri bu usûlle çözme eğilimi sosyoloji tarihinde, bilhassa Almanya’da
tarihçi ekolün doğmasına vesile olmuştur.
Bu metodda
araştırıcının tarihe yönelmesi kişisel birtakım hadiseleri tenkit etmek
değildir; sosyal hadiseleri ve bu hadiselerin kahramanlannı, hayatı yeniden
ku-ruyormuşcasına tasviç etmek anlamına da gelmez; ancak araştırıcının bu
temayülü, ortaya çıktıkları andan itibaren mahiyetini ve tâbi oldukları kan un
lan tanımak maksadıyla çeşitli sosyal gruplar ve sosyal hadiselerden her
birini kuşatan çevrenin sınırlandırılması tarzında değerlendirilmelidir.
Araştıncının geçmişi
anlayıp yorumlayabilmesi ancak iki safhada olur: Tahlil ve terkîb yani analiz
ve sentez. Birinci safhada tarihî vesikalar toplanır, tenkidi yapılır,
cüz”! tarihî gerçekler sınırlandırılır. Sonra ikinci safha başlar, orada
araştırıcı bu tarihî gerçeklerin sınıflanmasını yapar, aralarında ilişkiler
kurmaya çalışır.
Hüseyin ALGÜL Bk.
Tarih, Tarih Felsefesi