TAKLİD
TAKLİD
Kelime anlamı
benzemeye veya benzetmeye çalışma, benzerini yapma, başka birinin fikir ve
görüşlerine tahkiksiz olarak uyma, onun gibi hareket etme olan taklid, tslâmî
ıstılahta kişinin delilden hükmü anlamada kendine değil de delili anlayan bir
başkasına dayanması anlamınadır.
Zarûrât-ı diniyye
olarak bilinen konuların idraki, ravinin rivayetini kabul etme, hüccet olarak
alınması halinde sahabî sözüne uyma taklidin muhtevası dışında kalır. 6u
istisnalardan sonra taklidin yapılan tarifi şu durumları ihtiva eder:
1- Ümmînin
(cahilin) âlimin görüşüne uyması,
2- Bir
ümmînin başka bir ümmîye uyması,
3- Bir delil incelemesine gitmeden bir âlimin
başka bir âlimin görüşünü alması.
Taklidin tslâmî hükmü
etrafında, bilhassa son asırlarda geniş tartışmalar olmuştur. Bu tartışmaları
ve ortaya konan neticeleri şu şekilde özetlemek mümkündür:
1- Ümmînin
kendisi gibi bir ümmîyi taklidi hiç bir durumda caiz olmaz.
2- Icühad
ettiği bir konuda m üc leh i d in başka bir miictehide uyması da caiz değildir,
tetihad etmediği bir konudaki taklidi ise tartışmalı bir meseledir.
3- Ümmînin
bir âlimi taklidi: Usul âlimlerinden muhakkıkların görüşü böyle bir taklidin
zor unluğu yolundadır. Herkese, bütün naslan tetkik ve tahkik mecburiyeti
getiren görüşler ileri sürülmüş ise de, hayat pratiğinde tatbik edilebilecek
bir nazariye kabul edilmemektedir. Zahiriye mezhebinin önemli şahsiyeti îbni
Hazm ikinci görüşü savunanların başında gelir. Îbni Hazm dönemi ile son
asırlar arasındaki tslâmî kaynaklara vukufiyetteki uçurum itibara alındığında,
îbni Hazm’ın bile bu asırda yaşayan bir ümmî için aynı şeyi söyleyip söylemeyeceği
tartışılabilir. Naslar bütünü Kuran ve Sünnet bir tarafa, müctehidleri bile
anlayamayacak kadar îslamî kültürden uzak kalmış toplumlar vardır ortada. Bu ve
benzeri konulardaki şiddetli eleştirileri ile tanınan Îbni Teymiye bile:
“Sadece bir âlimin görüşlerini ve onun delillerini bilebilen, diğer
âlimlerin görüş ve delillerini bilmeyenleri avamdan” sayar ve onu tercih
yapabilecek seviyede görmez. “Onun için taklid zorunludur, şu hatalı bu
doğrudur, diyemez” demektedir. (el-Fetava, 35/253)
Prensip olarak
taklidin yasaklanmış olmasında iki önemli gerçek yatar:
1- Allah ve
Resulü dışında kimsenin hüküm verme yetkisi yoktur. Müctehidler Allah ve
Resulü’nün hükümlerini araştırırlar. Körükörüne bir insanın taklidi yerine, doğru
sonuca ulaştığı tahmin edilen birine uyulmalıdır. Bu uyma da asla,
kayıtsız-şart-sız bir uyma veya taklid değildir. Müctehidi müctehid yapan
unsurların kaybolması veya iki temel kaynak Kur’an ve Sünnet’e muhalefetin
belirmesi ile taklid de kalkar. Bir müslüman için kayıtsız-şartsız denebilecek
bir itaat sadece Allah’a ve Resulü’nedir. Burada Önemli bir husus, dini
öğeleri kullanarak insanların boynunda kesin itaat ve bağlılık halkası
gezdiren liderler taklid edilmekte meşru değildirler. Bir liderin taklid
edilebilirliği onun Allah ve Resulü’nün ahkâmını tatbikine bağlıdır. Zaten son
dönem âlimlerinin taklidi ısrarla yermelerin-deki ana unsur da meselenin bu
siyasî açısıdır.
Kendi içtihadına
rağmen başkasının aynı konudaki içtihadını taklid eden bir müctehid, kendi
içtihadını nakzetmiş olma durumunda kalacağı için böyle bir taklidden
nehyedilmiştir.
2- Islamî
meselelerde bir kör gidiş yerine, sürekli bir canlılık istenmiş de olabilir.
Nurettin YILDIZ Bk. Mezheb, Fıkıh, tctihad
Dini konuda zararından
korkulan her-şeyden sakınma. Allah’ın cezalandırmasından O’na itaat ederek
korunma.
Kelimenin aslında,
korkulan şeyle kendi arasına kalkan gibi bir koruyucu koymak suretiyle ondan
korunmak anlamı vardır. Şeriatteki terim anlamında da, görüleceği gibi bu vasıf
mevcuttur. Yani kulun, ibadet ve taatı sanki onu ateşten koruyacak siper
durumundadır.
Geniş anlamıyla
“takva” ile, taat konusunda ihlas, masiyetleri sırf masiyet olduğu
için terketme ve sakınma kastedilir.
Takva’ya Mâsiva’dan
(Allah’ın dışında herşeyden) korunma, şeriatın edeplerini gözetme, Allah’tan
uzaklaştıran her şeyden kaçınma, nefsin nasiplerini terketme, nefsinde
Allah’tan başka bir şey görmeme ve Allah’tan başka her şeyi terketme, kendini
kimseden üstün görmeme, söz ve fiil olarak Resûlullah’a uyma… gibi anlamlar
da verilmiştir. Takva’h olana “muttaki” (ehMakva) denir. Kimlerin
“muttaki” olduğu konusuna ışık tutan âyet-i kerîmeler vardır: Meselâ
Kur’ân’m daha birinci sayfasında “muttakî-ler”: Gayb’a inananlar,
namazı dosdoğru kılanlar, Allah’ın kendilerine verdiğinden infak edenler,
Resûlullah’a ve ondan öncekilere indirilenlere inananlar ve ahirete yakın
bilgisi olanlar diye vasıflanır. Aynı suredeki 177. ayette buna ek olarak iman
esasları ve zekâtın dışında malın severek verileceği yerler detayıyla
sayıldıktan başka “muttakîler”den, sözleşmelerine riayet edenler,
fakirlikte, hastalıkta ve sıkıntı anlarında sabredenler., diye söz edilir.
Zümer suresinde, doğruyu getiren ve onu tasdik eden de “mutlakî”
olarak vasıflanır. “Takva” kelimesi türevleri ile birlikte Kur’an-ı
Kerim’de 358 yerde geçer. Böylece de Kur’an’da zikri en çok edilen hayırlı işlerden
biri olduğu anlaşılır. Tek başına, “sonuç, muttaki olanlarındır”
ayeti bile takvanın ehemmiyetini anlatmaya yeter. Tak-va’dan söz eden ayetler
dünyanın ve ahire-tin bütün iyiliklerinin bu haslete bağlı olduğunu anlatır
gibidir. Bu ayetlere Ömek olarak şunları zikredebiliriz:
1. Takva, medhu-senâ edilir: “Eğer sabreder ve
takvalı olursanız, bu, azmedilecek büyük işlerdendir”.
2.
Düşmanlardan korunmaya sebebtir: “Eğer sabreder ve takvalı olursanız
onların planlan size hiç zarar vermez”. 3. Allah’ın desteği ve zaferi takvaya bağlıdır: “Allah takvalı olanla beraberdir”
4. Sıkıntılardan halas olmayı ve helal nzkı sağlan
“Kim Allah’a karşı muttaki olursa, Allah ona (her türlü darlıktan) bir
çıkış kapısı verir ve onu ummadığı yerden rızıklandınr”.
5. Takva
kişinin işlerinin düzelmesine yardım eder: “Ey inananlar, Allah’a karşı
takvalı olun ve doğru sözlü olun ki, Allah da işlerinize salah versin”.
6. Günahların bağışlanmasını temin eder: “..ve de
günahlarınızı bağışlasın”.
7. Yapılan hayır, dua ve ibadetlerin kabulü takvaya
bağlıdır: “Allah ancak takvalı olanlardan kabul buyurur”.
8. Allah’ın sevmesini sağlar: “Allah muttaki
olanları sever”.
9. Değer ve keramet takva iledir: “Allah katında
en kerîminiz, en takvalı o lanı-nızdır.”
10. Ölümde
müjde takvaya bağlıdır “İnananlar ve takvalı olanlara dünya hayatında
da, ahirette de müjde vardır.” 11.
“Ateşten kurtuluş takva iledir: “Sonra takvalı olanları
kurtaracağız, en takvalı olan ondan uzaklaştırılacaktır.” 12. Cennette ebedî kalış takva iledir.
“Cennet takvalı olanlar için hazırlanmıştır.”
13. însan
doğru olanla olmayanı birbirinden ayırma gücünü (Furkan’ı) takva ile elde eder:
“Allah’a karşı takvalı olursanız size “furkan” verir”…
Bunlar Kur’an’ın takva
için söylediklerinin bir özeti sayılabilir. Dokuzuncu maddede mealini
verdiğimiz ayete dayanarak ehli sünnet alimleri, Resulullah’tan sonra en üstün
ve Allah’ça en değerli insanın Hz. Ebu-bekr olduğu kanaatine varmışlardır.
Çünkü “Allah katında en üstün (etkilin) olanınız, en takvalı (etkâ)
olanınızdır” âyetini Hz. Bbubekr için nazil olan “En takvalı olanınız,
cehennemden uzaklaştırılacaktır” ayeti yle birlikte düşününce varılacak
sonuç, onun en üstün ve en mükerrem olduğu sonucudur. Takva, muhtemel
tehlikenin büyüklüğüne göre sakınmayı anlattığı gibi büyüğe büyüklüğü oranında
saygılı olmayı da anlatır. Onun için Allah (c.c.) “Ey inananlar Allah’a
karşı hakkıyla (nasıl gerekiyorsa öyle) takvalı olun” buyurmuştur. Bu,
onun büyüklüğü ile sizin küçüklüğünüz, O’nun ihüyaçsızhğı ve zenginliği ile
sîzin muhtaçlığınız arasındaki fark kadar takvalı olun demektir. Bu yüzden İbn
Mes’ûd “Hakkıyla takvalı olmayı”: Allah’ın hiç isyan edilmeksizin
itaat edilmesi, hiç küfran’i nimet edilmeksizin şükredilmesi ve hiç unutul
maksızın zikredilmesidir, diye tanımlar. Durum böyle olunca, aslında olması
gereken “takva” sahabeye bile ağır gelmiş ve “Allah’a gücünüz
nisbeünde takvalı olun” ayeti, meseleyi hafifleterek takvayı olması
gerektiğine göre değil, yapanların gücü ile sınırlandırmıştır. Bu iki ayetin bu
şekilde ayrı ayrı gelmesi belki de yaptıkları ile övünen (ucüb) insanların,
takva adına yapacakları şeyleri yeterli görmemeleri içindir.
Ayrıca Kur’an’da
takvaya üç mana yüklenmiş ve bu manalarda kullanılmıştır:
1. Korkma ürperme: “Sadece bana karşı takvalı
olun”
2. Taat: “Ey inananlar, Allah’a hakkıyla takva
gösterin” (yani itaat edin).
3. Kalplerin günahlardan temizlenmesi: “Kim Allah’a
ve Resulüne itaat eder, Allah’tan korkar ve O’na karşı takvalı olursa, işte kazananlar
onlardır.” Takvanın hakiki olanının, bu üçüncüsü olduğu söylenir. Gazali
bu sınıflamasından sonra da takvanın mertebelerini açıklar: “
1. Şirkten
2. Bida’tlardan
3. Masiyetlerden ittikâ etme (sakınma). Bunların
karşılığında da İman ve Ehli Sünnet vel-cemaatı ikrar, ihsan ve istikamet
vardır. Böylece takvanın kendi içinde bir hiyerarşinin olduğu görülüyor.
Resulullah’ın şu ha-
dişi de belki bunu
anlatır: “Kul mahzurlu olana düşerim endişesiyle mahzurlu olmayanı terk
edebilecek duruma gelmeden tak-valı olanlardan olamaz”. Mûnavî bunu, harama
düşme korkusuyla fuzulî helallan ter-ketme» diye açıklar. Ama takvanın,
nehye-dilen ve münker olan şeylerden kaçınmadan, maruf ve emredilen şeyleri
yapmadan olamayacağı da açıktır.
Faruk BEŞER