SÜBJEKTİF DİN VE OBJEKTİF DİN
SÜBJEKTİF DİN VE OBJEKTİF DİN
Din ve toplum arasındaki karşılıklı münasebetlerin, etki ve tepkice/ lerin sistematik incelenmesine geçmeden önce, üzerinde durulması gereken hususlardan biri de, dinin her şeyden önce ferdin işi mi yoksa toplumun işi mi olduğu meselesidir. Yukarıda da belirtildiği üzere bir kısım Psİkolojistler dini tamamen ferdî olay olarak görmek eğilimindedirler. Batıda özellikle Protestan ilâhiyatçı ve filozofların etkisiyle XVIII ve XIX. yüzyıllar boyunca ortaya çıkan aşırı Sübjek- tivizm, dini tamamen ferdî bir olaymış gibi anlama eğilimini doğurmuştu. XIX. yüzyıldan XX. yüzyıla geçiş bu konuda bir tutum değişikliğini de beraberinde getirmiş böylece Robert Ranulph Marett, Nathan Söderblom, Wilhelm Schmidt ve Rudolf Otto gibi din uzmanlarının çalışmaları dinde “Objektivizm”in ihmalinin yanlışlığını göstermiştir. Nitekim, sosyologların XIX. yüzyılın ortalarından itibaren dinî olayların incelenmesine verdikleri önem ve XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarından itibaren İlmî ve tecrübî metotlarla mücehhez bir din sosyolojisi disiplinin bilim alanında kendini kabul ettirerek ortaya koyduğu başarılı çalışmalar, dinin toplumsal ve objektif yönünün önemini açıkça ortaya koymuş bulunmaktadır. Gerçi, bir kısım sosyologların aşırı “Sosyolojizm”i bu kez de onları, dini, her şeyden önce bir toplum olayı olarak görmeye ve hattâ onun sadece toplumun bir fonksiyonundan başka bir şey olmadığını iddia etmeye sü- rüklemiştL Bununla birlikte, Diltbey, Rickert ve Jaspers’ ten gelen Manevî İlimler akımına bağlı bulunan Din Bilimi (Religionsıvissenchaft) taraftarları ve özellikle Max Weber ve onun yolundan gidenlerin din sosyolojisi anlayışı, sosyolojistlerin aşırı tutumunun yanlışlığı ve din konusundaki sübjektivizm ve objektivizm hususunda orta yolun tutulması gerektiğini göstermiş bulunmaktadır. Anlayıcı din sosyolojisinin çağımızda en önemli temsilcilerinden olan J. Wach’ a göre dinin “Kutsalın Tecrübesi” olarak tarifi, dinî tecrübenin objektif özelliği üzerinde ısrar etmekte ve onun yalnızca sübjektif tabiatı üzerinde ısrar eden yanıltıcı psikolojist nazariyelere karşı koymaktadır. Gerçekte ise din, psikolojik bir vakıa olması dolayısıyla ferdi alâkadar ettiği gibi aynı zamanda sosyal bir olay olması dolayısıyla da toplumu ve sonuç olarak da sosyolojiyi ilgilendirmektedir. Nitekim, sosyal bir olay olarak dini ele alan bilim dalı din sosyolojisidir. Esasen “ferdî din” ve “kolektif din” ya da “sübjektif din” ve “objektif din” ■ ayırımı analitik bir ayırımdan ibaret olup, yaşayan bir vakıa olarak dinî hayatın bu iki veçhesi bir madalyonun iki yüzü gibi birbirinden ayrılmaz bir bütün teşkil etmektedir. Bu bakımdan, din konusundaki kolektivizm ve ferdiyetçilik-, objektivizm ve sübjektivizm ayırımında söz konusu olan bir alternatif değil fakat sadece bir prensip meselesidir. Zira, toplumların dinî tarihine baktığımızda, ferdî özellik ve tecrübenin en eski uygarlık düzeylerinde bile kendini göstermesine karşılık, kolektif tapınmanın da en gelişmiş ve en ileri din, kültür ve medeniyetlerde dahi önemli bir rol oynadığını görürüz. Nitekim, Pinard de la Boullaye, sübjektif din ve objektif din arasındaki ayırımın analitik ve sun’ i bir ayırım olduğuna işaret etmekte; objektif olarak din “objektif bir realite veya öyle bilinen bir realite ile ilgili fakat belli bir ölçüde ve aynı şekilde belli bir tarzda şahsî olan bir realite; insanın şu veya bu şekilde ona bağlı bulunduğunu kabul ettiği ve onunla münasebette kalmak istediği realite ile ilgili bir inanç ve uygulamalar (veya uygulamalı tutumlar) bütününden ibarettir”-, sübjektif anlamda din ise “yukarda işaret ettiğimiz inançlara ve davranışlara tekabül eden düşünüş, duyuş ve davranış tarzı yani kısacası zihniyet şeklinde anlaşılmak zorundadır” demekte ve böylece dinin sübjektif ve objektif yönünün birbirine bağlı ve birbirini tamamlayan iki veçheden başka bir şey olmadığını güzel bir şekilde göz önüne sermektedir.