STATÜKO POLİTİKASI
STATÜKO POLİTİKASI
Uluslararası sistemde
mevcut güç dağılımını korumaya ve sürdürmeye yönelik bir dış politika
stratejisidir. Esas olarak, var olan durumun korunması ve devamının
sağlanmasına yöneliktir.
Bu kavram uluslararası
politikada iki değişik anlamda kullanılmaktadır. Bunlardan biri, statüs quo
antebellum kavramından geldiği varsayımıyla savaştan önceki durumun korunması
anlamında kullanılmasıdır ki bununla savaşta işgal edilmiş toprakların geri
verilmesi ve savaş öncesi duruma geri dönülmesi istenmektedir. Diğeri ise en
son durumun korunması ve sürdürülmesini amaçlamak ve bunun değiştirilmesine
karşı çıkmaktır. Yaygın kullanımı ikinci şekliyle olup amacı tarihin belli bir
anında ki güçler dağılımının devamını sağlamak ve korumaktır. Statüko politikası,
varolan duruma karşı çıkan ve değiştirilmesine yönelik olan revisyonist ve
emperyalist politikalardan ayrılır.
Statüko politikası,
genellikle savaş son-rasıyla ilgili bir politikadır ve savaş sonunda elde
edilen durumun yapılan andlaşma-larla kodifıye edilmesi anlamını taşımaktadır.
Taraflar savaştan sonra oluşan status quo’nun aralarında anlaşmalarla,
ittifaklarla ve diğer ikili veya çok taraflı sözleşmelerle korumak isterler.
Örneğin 1815 Viyana Kongresi’nin amacı Fransız ihtilaline karşı ortak bir
cephe oluşturmaktı. Bunun
için mutlakiyetçi
devletler kendi aralarında kutsal ittifakı oluşturdular ve yaptıkları sürekli
konferans ve toplantılarla status quo’nun korunmasına çalıştılar. Birinci dünya
savaşına (1918) kadar devam eden bu düzen yine status quo’nun savunucularından
Avusturya-Macaristan imparatorluğunun savaşı başlatma siy la bozuldu. Savaş
sonrasında kurulan milletler cemiyeti de aynı amaca yani savaş sonunda oluşan
status quo’nun bir daha bozulmamasına ve korunmasına yönelikti. 1918’deki
status quo’yu 1919 banş antlaşmalarında belirtildiği şekliyle bu örgüt
aracılığıyla korumak ve sürdürmek amaçlanıyordu. Milletler cemiyeti
sözleşmesinin 10. maddesinde üyeleri, “cemiyetin bütün üyelerinin siyasal
bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini dışarıdan gelecek tehditlere karşı
korumak ve bunlara saygı göstermekle yükümlü sayılmış, üye devletlerin 1919
banş antlaşmalarıyla tesbit edilen toprak bütünlüklerine ilişkin status quo’yu
korumayı temel amaç edinmelerini kabul etmiştir. Bu bakımdan 1932’de Japonya,
1933’de Almanya ve 1937’de italya kendi revizyonist politikalarıyla uyumlu
olarak Milletler Cemiye-ti’nden ayrılmışlardır. Bunlar Versay’la kurulan
düzene tamamen karşı çıkmaktaydılar. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise, aynı
amaçla Birleşmiş Milletler Örgütü kurulmuştur, fakat sürdürülmesi istenen
düzenin kurulmasında basan sağlanamamıştır. Çok geçmeden devletler Doğu ve Batı
Bloku olmak üzere iki düşman kampa bölünmüşlerdir.
Statüko politikası
takip eden devletler, bunu banş antlaşmalarının dışında kendi aralarında yapmış
oldukları sözleşmelerle de yürütürler. 6. Şubat 1922’de Washington’da imzalanan
Çin ile ilgili sorunlarda izlenecek ilkeler ve politikalar hakkında Dokuz
Devlet Sözleşmesi ve 16 Ekim 1925 tarihinde Almanya, Belçika, Fransa,
İngiltere ve İtalya arasında imzalanan karşılıklı garantiyi içeren Locarno
Sözleşmesi bunun örnekleridir. Bunlardan Dokuz Devlet Sözleşmesi, Çİn üzerinde
haklara sahip olan devletlerin durumlarını teyid ederken var olan güç dağılımının
korunması ve status quo’nun sürdürülmesi amaçlanmaktaydı. Locarno sözleşmesinde
ise Milletler Cemiyeti Misakı’nın 10. maddesinde 1918’deki status quo’nun
korunmasına yönelik olan içeriği teyid ediliyordu.
Bunun dışında
devletler muhtemel saldırılara ve işgallere karşı mevcut status quo’yu korumak
İçin ikili ittifak sözleşmeleri yapabilirler. Fransa’nın I. ve II. Dünya
Savaşları arasında Almanya’ya karşı Sovyetler Birliği, Polonya Çekoslovakya,
Yugoslavya ve Romanya ile yaptığı ittifak sözleşmelerinin amacı bu türdendi.
Başka bir deyişle. Alman saldırısına karşı status quo’nun korunmasını ve
sürdürülmesini garanti etmeye yönelikti.
Bazen devlet, içerde
status quo’cu bir politika izlerken uluslararası sisteme yönelik olarak
revizyonist bir politika izleyebilir, veya içerde revizyonist olup, dışarda
status quo’cu olabilir. Örneğin Sovyetler Birliği, 1934-39 arası dönemde içerde
yeni bir politika izlemeye çalışırken ve bu yönüyle revizyonist bir politika
takip ederken dışarıda Nazi Almanya’sının yayılmacı tutumunu ve Japonya’nın
militarist politikasını engelleyebilmek için Milletler Cemiyetinin Ortak
Güvenlik Sistemi (Collective security system) ni desteklemesiyle status quo’cu
bir politika izlemiştir.
İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra oluşan yeni uluslararası sistemde, her iki kampa dahil olan
devletler de diğerlerini emperyalist ve revizyonist olarak göstermeye çalışırken
kendilerini uluslararası banş ve güvenliğin ve düzen ortamının savunucusu olduklarını
ileri sürmektedirler. Yine günümüzde devletler siyasasal ve askeri araçların
dışında ekonomik ve ticari bir lalam yollarla da belli bir bölgedeki veya
uluslararası sistemin tümüne yönelik olarak status quo’yu değiştirmek
istemektedirler. Bunlardan dolayı status quo ve revizyonist politikalar
arasına uygulamada kesin çizgiler koymak zorlaşmıştır. Hem sonra bu politikaya
göre bir devletin veya milletin toprağını işgal etmiş bir başka devleti bu
durumunu korumaya çalıştığı için status quo’cu olarak nitelerken bu duruma
karşı çıkan devleti revizyonist ve emperyalist saymak gerekir. Bu durumda
Filistin Devleti’nİ emperyalist ve revizyonist, İsrail’i ise status quo’cu kabul
etmek gibi bir yanılgıya düşüleceğinden başka bir çelişkiyi de içermektedir.
Tayyar ARI Bk. Güç
Dengesi, Statüko