Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar

Sosyoloji ve Diğer Sosyal Bilimler

 

Sosyoloji ve Diğer Sosyal Bilimler

Sosyal bilim denilince ilk akla gelenin sosyoloji olması tabiidir. Bu nedenledir ki ilk sosyologlar sosyolojiyi bütün sosyal bilimlerin kendisinde toplandığı bir bilim olarak ele almışlardır. Mesela, A. Comte’un bilimler sınıflamasında sosyolojiden başka sosyal bilime yer verilmez. Hatta psikoloji, sosyoloji ile biyoloji arasında pay edilir. Bunun sebepleri arasında her ne kadar eski felsefi alışkanlığın etkisi varsa da, pür sosyal olayı ele alan veya alması gereken bilimin sosyoloji olmasının da büyük etkisi vardır.

Artık bugün sosyoloji denilince kendine özgü metodları ve konusu olan; sosyal gerçeği diğer bilimlerden farklı olarak ele alan bir bilim mevcuttur. Onun konusu bir sosyal grup (birincil veya ikincil olsun) içinde oluşanl kurumlardır. O olması gerekenle değil olmuş bitmiş ve olmakta olan ile ilgilenir. Olan ve olmakta olan ise gözlem ve deney metodları ile araştırılır.

Aslında bu gün, sosyolojinin bütün sosyal bilimlerin anası olduğu şeklinde bir iddia söz konusu değildir. Arzu edilen bütün ilimlerin birbirlerinin sonuçlarından yararlanmalarıdır. Üstelik bizzat sosyoloji bile 20. yüzyılın getirdiği aşırı ihtisaslaşmanın gereği kendi içerisinde bir çok dallara ayrılmış ve bütünlüğünü kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya gelmiştir. Grand teorilerin hakimiyetinden sonra, buna tamamen zıt olarak mikro yapı çalışmaları çoğalmış olmasına karşılık, mikro yapıdan makro yapıyı oluşturan ve bütünleştiren teorilere bugün rastlayamıyoruz. Parsons’ın teorisi her nekadar büyük boy teorilere yakınsa da, Merton ve Lerner teorileri (orta boy teoriler) bu mahzuru gidermeye çalışmaktadırlar.

Topluma bir bütün gözüyle bakılması herhangi bir kurumun bütün içindeki fonksiyonel yerinin daha iyi tesbitini de kolaylaştırır. Toplumun yapı unsurlarının tek tek bütünle ve birbirleriyle olan ilişki ve etkileşimlerinin incelenebilmesi, bütün içindeki yerlerinin kavranması ile mümkündür.

İnsan, biyolojik varlığını bir yandan fiziki-coğrafi çevre, diğer yandan da bir sosyal ortamda devam ettirir. Bu nedenle fiziki ve coğrafi çevre, ferdi ve sosyal davranışa etki eder. Diğer bir ifade ile, sosyolojinin konusunun insan-madde ilişkisi olmamasına rağmen; insan-madde ilişkisi insan-insan ilişkisine dönüşebilir. Bu nedenle sosyolojide fizik-madde ve biyoloji ilimlerin alanına giren konular sıkça yer alır. Diğer yandan, daha önce de söylediğimiz gibi sosyal sistemde fizik-madde ve biyolojik sistemler arasında bir analoji çağrışımı yapabilir.

Sosyoloji tarihinde, sosyal yapının teşekkülüne etki eden faktörlerden herhangi birine veya birkaçına, veya analog yoluyla sosyal yapı benzetmeleri yapan düşünce ekolleri mevcuttur. Bunlardan Mekanist Görüş (sosyal olayları fizik tabiata bağlayanlar), Coğrafyacı Görüş (toplumun anlatılmasında tabiata veya coğrafya olaylarına önem verenler), Bio-organik Okul (sosyal olayları biyolojik organizmalara benzetenler), Antropolojik Okul ve Biometrik Okul (insan bedeninin niteliğine ve kalıtsal özelliklere önem verenler), Demografya okulu (nüfusun bileşimi ve hareketliliğine önem verenler), Darwinci Okul (hayat kavgası olaylarına ve türlerin evrimine önem verenler), Psikolojizm (sosyal olayları ve sosyal hayatı ferdi şuur olayları ile anlatan teoriler), Sosyolojizm Okulu (kollektif şuuru fert üstü bir varlık sayanlar), Ekonomist Okul (ekonomi olaylarına önem verenler), Teknik olaylara önem veren okul, Töre-adet olaylarına önem veren okul, Hukuk olaylarına önem veren okul, Din olaylarına önem veren okul (büyü ve din arasındaki ilişkiyi araştıran teoriler, büyü ve din inançlarını sosyal hayatın üstün etmeni sayanlar), Bütüncü Görüşler (sosyal hayatı bir bütün olarak ele alıp açıklayanlar).

Dikkat edilecek olursa bütün bu sosyoloji okulları (bütüncü görüş dışında) sosyal yapının oluşumunda tek faktöre ağırlık vermekte idiler. Günümüz sosyolojisi ise çoğulcu (pluralist) ve fonksiyonal bir yaklaşım içindedir.

Daha önce bilimleri real ve ideal ilimler diye ikiye ayırmıştık. Aynı ayırımı sosyal ilimler için de kullanabiliriz. Sosyal ilimler sınıflamasında ideal bilim grubunda değer alanı ile ilgili, ahlak, hukuk ve tarih felsefesini saymak mümkündür. Bunlardan ahlak önceden tayin edilmiş değer normlarına uygun bir davranış şekli emrettiği gibi, hukuk da “beşeri hayat münasebetlerinin cebri (zorlayıcı) nizamıdır”. Bu nedenle ahlak da, hukuk kuralları da olması gerekenle ilgilidir; değer yargısı taşırlar. Hukukun konusu formel kurallar, ahlakın konusu informel kurallardır. Ancak bu ilimlerin içinde yer alan sosyal davranışlar ve sosyal kurumlar sosyolojinin konusuna da girerler. Ahlakla veya hukukla ilgili olan bir sosyal olay vukuu anında veya vuku bulduktan sonra olması gerekenden çıkıp olmuş bitmiş bir olgu haline gelirler. Böylece ahlak ve hukuk sosyolojisi sosyolojinin birer alt dalı olarak karşımıza çıkarlar. Bir başka anlatımla, hukuk kuralları ve hatta ahlak kuralları, bir yandan insan ve insandan başka varlıklar arasındaki ilişkiye ait önceden tayin edilmiş ve değer yargısı taşıyan kurallar olmasına karşılık, sonuçta insan- insan ilişkisi olarak ortaya çıkarlar ve sosyolojinin ilgi alanına girerler.

N. Hartmann’ın ilimler sınıflamasında felsefe ilimleri (real varlığın bütün alanlarını, insan ve insan başarılarını, yani tarihsel varlık alanını içine alan felsefi incelemeler) real ilimler grubuna giriyordu. Ancak tarih felsefesinin tarihte cereyan eden olguları, bir de halde ve gelecekte olacak olay ve olguları kapsadığı düşünülürse, ileriye yönelik değerlendirmeler ve yargıları olması gerekenle ilgilidir. Bir olay aynı şartlar altında dün cereyan etmiş bugün de aynen vuku buluyorsa, yarın da aynı şartlar altında aynı şekilde vuku bulacaktır. Bu durum ancak pozitif tabiat bilimleri için söz konusu olabilir. Sosyal ilimlerle ilgili böyle kesin hüküm vermek mümkün olmadığı gibi, sosyal ilimlerin vardığı hükümler ve sonuçlar, ancak bir tahmini ve ideal bir yapıyı ifade eder. Diğer bir ifade ile tarih felsefesinin tarihi varlık alanını ele alış biçimi, elde etmek istediği sonuçlar ve amaçları sosyolojiden farklıdır. Yani sosyoloji ile tarih felsefesi arasında hem metod ve hem de amaç farkı vardır.

Aşağıdaki şemada bilimlerin hem küçükten büyüğe ve hem de somuttan soyuta (yalından karmaşığa) doğru bir sınıflamasını buluyoruz. Şemada sosyoloji bütün sosyal bilimleri temsil etmektedir. Aslında A. Comte’a ait olan böyle bir temsil görüşü sosyal bilimlerin de bağımsızlığını kazanması ile geçerliliğini kaybetmiştir.

Sosyolojinin doğrudan ilişki kurduğu ve zaman zaman konularının ve sonuçlarının sosyoloji içinde yer aldığı diğer sosyal bilimler ve ilgili sosyal bilimlerin kendilerine özgü konuları ve sosyoloji ile kesişim ve ortak alanları gösterilmiştir. Diğer sosyal bilimler için her bilimi sosyolojinin yerine koymak suretiyle birbirleriyle ilişkisi belirlenebilir.

SOSYOLOJİ VE DİĞER BİLİMLER

Sosyoloji ve Tarih

Tarih, geniş anlamda, geçmiş zamanları kendine konu olarak alan bir sosyal ilimdir. O, geçmiş zamanda meydana gelen sosyal olayları somut olarak belirli bir zaman ve mekan içerisinde inceler. Tarihin konusunu meydana getiren olaylar bir defalık olaylardır. Buna karşılık, sosyolojik olaylar da bir zaman ve mekanda cereyan ederler. Ancak tarih, olay ve olguları, zaman ve mekan boyutları içinde somut bir tarzda tesbit ettiği halde, sosyoloji bu tarihi olayları, zaman ve mekandan soyutlamak suretiyle yorumlamaya çalışır. Bu nedenle tarihin konusunu, tek tek olaylar oluştururken, sosyolojinin konusunu değişmez benzerlikler gösteren kurumlar meydana getirir.

Bilindiği gibi, dünü bilerek bugünü ve yarını görebilmek tarihle mümkündür. Sosyoloji sosyal olayların sebep ve neticeleri üzerinde durduğu için tarihten faydalanmaktadır. Sosyal olaylar ve sosyal teşekküller birer tarihi gerçektir. Belirli bir tarih döneminde ortaya çıkarlar, o dönemin izlerini taşırlar ve çeşitli değişiklikler gösterirler. Bir sosyal bilim olarak tarih, sosyal olayların sebep ve neticeleri üzerinde sosyoloji gibi durmaz. Sosyal olayların sebep ve neticelerini araştırmak ve onların kanunlarını bulmak tarihin ve sosyolojinin ortak görevi ise de, sosyolojinin toplumlar için geçerli teoriler geliştirme görevi, onu tarihten farklı bir bilim yapmaktadır.

Tarih sosyolojinin laboratuvarıdır. Bir zaman boyutuna ihtiyaç duyan sosyal olay ve olguların vukuundan önce ve vukuundan sonra da bu durum devam eder. Sosyologların bütün sosyal olayları vukuu anında gözlemesi, değerlendirmesi ve kanunlarını bulması imkansızdır. Sosyal olaylar vukuu anından itibaren geçmiş olurlar ve tarihin malı olurlar. Sosyolog bunları tarihin kaydettiği belgelerden almak zorundadır. Klasik kronolojik tarihçiliğin yanında, sosyal tarih sosyoloji ile bugün daha çok işbirliği halindedir. Hatta tarih felsefesi de tarih sosyolojisine daha çok yaklaşmıştır. Aşağıdaki şema bu bütünlüğü ifade etmek için çizilmiştir.

Ferdin sosyalleşmesi ve şahsiyetini elde etmesi nasıl bir hayat sürecinde vücut bulursa, toplumların; milletlerin şahsiyetleri de tarihleri içinde oluşur. Tarih milletlerin şuuru olup davranışlar ve kurumlar de bu şuurun birer görünümüdürler.

Sosyoloji ve Coğrafya

İnsan biyolojik ve fizyolojik varlığı ile bir mekanda insanlarla birlikte hayat sürer. İnsanın ve insan topluluklarının coğrafi çevreleri ile etkileşim halinde bulunmaları tabii bir durumdur. Bu etkileşimden hareketle sosyal ilimler tarihinde coğrafya ile sosyoloji arasında yakın ilişki bulunduğunu ileri süren bir çok düşünür mevcuttur(*). Coğrafya, yerin yüzeyini, insan ve fiziki yapıya ilişkin mekansal görünümler ve farklılışmaları; bunların gerçekleştiği ortamı inceleyip tanımlayan bir disiplindir. Çeşitli insan topluluklarının sosyal, ekonomik ve siyasi faaliyetleri; iklimde, yüzey şekillerinde, bitki örtüsünde farklılaşmaya yol açan temel fiziki ve biyolojik süreçler bu yapıya büyük çeşitlilik kazandırmışdır. Coğrafyanın amacı, bu karmaşık yapıyı, örgütlü ve tutarlı bir bütünlük içinde ele almaktır. Ama coğrafyanın temel konusu başka pek çok disiplinin ilgi alanına girer. Bu durum yanlızca coğrafya ve başka disiplinler arasında değil, coğrafya ve insanların gündelik hayatlarında edindiği deneyimler arasında da yaygın bir örtüşmeye yol açmış, bu da coğrafyanın giderek farklı disiplinlere bölünme eğilimini güçlendirmiştir.

Coğrafya kabaca iki dala ayrılır: Beşeri coğrafya ve fiziki coğrafya. Beşeri coğrafya, büyük kent yığınlarından, tarımdaki belli teknolojik yeniliklerin dağılım alanına kadar, insanların çeşitli mekan örgütlenmelerini ve bunların dağılımlarını kapsar. Demografya, sosyal ve kültürel coğrafya, siyasi coğrafya, ekonomik coğrafya ve kent coğrafyası (urbanizm) beşeri coğrafyanın içinde yer alan temel disiplinlerdir. Demografi, insan nüfuslarının yaş, cinsiyet, medeni durum ve öteki değişkenlere göre dağılımı ile, doğum, ölüm ve göç olayları hakkında bilgi sağlar. Temelde sayısal verilere dayanmasına karşılık çeşitli siyasi, sosyal ve biyolojik etkenlerle bağıntılıdır. Sosyal ve kültürel coğrafya, insan nüfuslarının yaş ve cinsiyet etkenlerine göre dağılımı, kırsal toplulukların etnik kökeni, din ve dil gibi kültürel özelliklerin dağılımındaki değişiklikler hakkında bilgi sağlar. Gelişmiş haritacılık teknikleri ve sayısal yöntemlerin kullanımı ile bu kültürel özellikler daha açık biçimde belirlenip gösterilebilmektedir. Siyasi coğrafya, özellikle siyasi sınırları ve toplumların siyasi işleyişlerini tanımlar. Siyasi farklılıkları ya da bunun çevre etkilerini inceleyerek mekana ait çözümlemelere katkıda bulunur. Ekonomik coğrafya, malların, hizmetlerin ve ekonomik işlemlerin üretimi ve tüketimi hakkında bilgi sağlar. Böylece tahıl, pamuk, altın gibi malların ya da enerji üretiminin yeryüzündeki dağılımı hakkında bilgi edinilebilir. Kent coğrafyası ise daha farklı olarak, tekil coğrafi süreçleri değil, kent olarak tanımlanan özgül coğrafi bölgelerin incelenmesidir. Ayrıca kent türlerinin sınıflandırması, kentleşmenin boyutları ve kendine getirdiği meseleler, kentlerin sosyal ve ekonomik özelliklerinin birbirleriyle karşılaştırılması gibi konular kent coğrafyasının kapsamına girer.

Fiziki coğrafya, jeomorfoloji, iklimbilim, bio-coğrafya ve ekoloji gibi dallara ayrılır. Jeomorfoloji, yüzey şekillerini ve yanardağ etkinlikleri gibi bunları etkileyen süreçleri inceler. İklimbilim, yer üzerindeki iklim şekillerinin mevsimlere göre değişmelerinin incelenmesidir. Bio-coğrafya ise, bitki ve hayvanların coğrafi dağılımını, bitki ve hayvanların çevre ilişkilerini ele alır.

Sosyoloji tarihinde coğrafi çevrenin toplumun karakteri, örgütü, sosyal oluşumu, davranışı, tarihi kaderi, vs. üzerinde etkisinden söz açanlar o kadar çoktur ki, coğrafyacı okulun bir tarihçesini vermek için ciltlere ihtiyaç vardır. Bir gruplandırma yapılacak olursa:

· Coğrafi şartlar ile ekonomi olayları

· Coğrafi şartlarla sağlık

· İklimle güç ve insan verimi

· İklimle zihin verimi

· Coğrafya şartları ile politik organizasyon

· İklim ile deha ve medeniyet

arasındaki ilişkiyi inceleyen teoriler bunların dikkate değerlerindendir.

Coğrafya etmenlerinin çeşitli sosyal olaylara olan belirleyici etkileri aynı kesinlikte değildir. Coğrafi etmenlerin belirleyici rolleri, ya doğrudan doğruya, ya da dolaylı olur. Mesela B coğrafya etmenlerini, A da sosyal olayları ifade ettiğinde; bazan B, A yı doğrudan doğruya etkiler, bazan da, mesela C gibi başka bir olayı, C de D gibi bir başkasını, nihayet D de A yı etkiler. Böyle olunca B, A yı doğrudan doğruya değil de dolaylı olarak etkilemiş olur. Sonuçta Aile B arasındaki ilişki birbirlerine ne derecede yakın ve dolaysız olursa, o derecede kesinleşir. A ile B arasındaki etmenler çoğaldıkça A ile B arasındaki ilişki belirsizleşir.

Sosyoloji -Etnoloji ve Sosyal Antropoloji

Etnoloji ve etnografya terimleri bazı belirsizlikler taşır. Avrupa’da daha yaygın olan etnoloji terimi, çeşitli kültürlerin tahlili ve karşılaştırılmalı incelemesini ifade etmek için kullanılır. Kelimenin kökü etnikten gelmektedir. Etnik grup, içinde yaşadığı daha geniş toplumla bütünleşmeyerek ortak ırk, dil, milliyet ya da kültür bağına dayalı bir birlik oluşturan sosyal grup ya da nüfus kategeorisi olduğuna göre, etnoloji bu sosyal grubu ele alan ve kültürlerini araştırıp çözümleyen ilim dalıdır. Etnografya da: Belli bir insan topluluğunun tüm faaliyetlerini (maddi hayata bağlı teknikler, toplum düzeni, dini inançlar, iş ve toprağı işleme aletlerinin bir kültürden öbürüne devri, akrabalık yapıları) tasvir edici bir yaklaşımla inceleyen insan ilimleri dalı. Etnoloji ile etnografya arasındaki farklılık zamanla kalkmakta ve daha çok iki farklı isimden ibaret kalmaktadır. Hatta sosyal ve kültürel antropolojinin teşekkülünde temel etnografya olmuştur.

Antropoloji kelime anlamıyla “insan bilimi” demektir. Fiziki antropoloji ve sosyal ya da kültürel antropoloji olarak iki ana bölüme ayrılır. Antropoloji, dünyada mevcut insan topluluklarının tabii bir yaklaşımla tasviri ve yorumlanması olarak tanımlanır. Antropolojinin kültür antropolojisi ya da sosyal antropoloji dalı, özellikle dilbilim antropolojisi sosyoloji ile yakından ilişkilidir. Bunlardan sosyal veya kültür antropoloji, bir sosyal grubun sosyal yapılarının temeli olarak düşünülen ve şahsiyet ile olan ilişkileri açısından ele alınan inançların ve kurumlarin (kültürün) incelenmesidir. Onun bir alt dalı olan dilbilim antropolojisi de, yazısı olmayan toplulukların dilini ve bu topluluklardaki dil, kültür ve toplum ilişkilerini inceleyen dilbilim ve antropoloji dalıdır.

Yukarıda verilen ve biraz da karışık gözüken bilgiler bir bütün oluşturacak şekilde birleştirildiğinde, antropolojinin temel konusu ilkel kültürler daha doğrusu “kültür” dür. Zira kültürel antropolojide bugün ilkel kültürle birlikte modern kültürler de inceleme konusu yapılmaktadır. Kültür konusunu daha sonra özel bir bölümde ele alacağız. Ancak burada, antropoloji ile (etnoloji ve etnografya) sosyolojinin ortak konularının sosyal antropoloji ve kültür antropolojisi olduğunu söylemekle yetineceğiz.

Kültür her iki ilim dalının da temel konusudur. Ancak sosyolojinin biricik konusunu kültür oluşturmaz. Ayrıca antropoloji ve sosyal antropolojinin metodu olan katılımlı gözlem de sosyolojinin araştırma metodlarından biridir. Böylece bütün ilimleri birbirinden ayıran ölçü; konu ve metod farklılığı, sosyoloji ve antropolojiyi de birbirinden ayırır.

Sosyoloji, sosyal yapıyı ister statik isterse dinamik yapısı içerisinde ele alsın antropolojinin (etnoloji ve etnografya da dahil) araştırmalarından; sonuçlarından yararlanmak zorundadır.

Kültürel antropoloji çalışmaları sosyoloji için önemli veriler sunmaktadır. Fraz Boas, Ruth Benedict, Margaret Mead, Edward Sapir’in araştırmaları, Marcel Mauss, Claude Levi-Strauss, Radcliffe-Brown ve Bronislaw Malinowsky gibi antropologların araştırmalarının sosyolojiye konusunu tayinde yol gösterici oldukları bir gerçektir.

Sosyoloji – Linguistik ve Semantik

Linguistik, dili bir sistem olarak gören ve niteliğini, yapısını, bu yapıyı oluşturan parçaların birbirlerini ve dönüşümlerini inceleyen dilbilim dalıdır. Semantik ise, bir sosyal grup içinde kullanılan dilin kelimelerinin anlamlarını; dilin tarihi gelişimi içinde mevcut kelimelerinin sembolize ettikleri objelerle ilişkilerini araştıran dilbilimin alt dalıdır.

İnsan düşüncesiyle, insanın bütün aktlarının (duyu ve algılarının koordineli faaliyeti sonucundaki kazanımları) bir ürünü olan düşüncelerini, ilmi ve felsefi araştırmaları, insanın şiir ve edebiyat alanındaki başarılarını tesbit ederek kuşaktan kuşağa aktarılmasını sağlayan dildir. Fakat dil de öteki varlık alanları gibi bir varlık alanıdır; ve bu varlık alanını inceleyen bir çok ilim vardır. Dil bilimleri, her dilin yapısını, özelliklerini, gelişmesini, bu yapı ve özelliğin, gelişmenin dayandığı yasa ve kuralları, diller arasındaki bağı ve buna göre dillerin gruplandırılmasını araştırır. Zamanımızda bu özel dilbilimlerinin yanı başında, bir dil psikolojisi de yer almaktadır.

Bundan önce de belirttiğimiz gibi insan tanımları arasında “insan konuşan bir hayvandır” tanımı yer almaktaydı. Aslında konuşma düşünmenin bir ürünüdür. Düşünmenin objektifleşmiş ürününe de “düşünce” adı veriyoruz. Diğer bir ifade ile insan-insan ilişkisinden doğan varlık sferleri ve insan başarıları dile yansırlar ve dille ifade edilirler. Acaba bir dilde var olan kelimelerin tahlili, o dili kullanan sosyal grubun zihniyet dünyasını; dünya görüşünü de ifade etmez mi? Veya bir dilde mevcut kelimeler, onu kullanan insanların kelimelerin sembolize ettikleri objelere ait tutum ve davranışını ortaya koymaz mı? Dil psikolojisini ilgilendiren bu soruların yanında bir de dil sosyolojisini ilgilendiren sorular mevcuttur. Mesela, dil insanlar arası bir iletişim aracı olduğuna göre, kelimeler acaba insanlar arası sosyal münasebetlerin yapısını ifade etmez mi? Bir sosyal grup içinde belli bir dönemde ortaya çıkmış veya en fazla konuşulan, yazıya geçmiş olan kelimeler o dönemin sosyal yapısına ait işaretleri taşımaz mı? Mesela, rüşvetin yaygın olduğu bir dönemde ortaya çıkmış veya en fazla konuşulan, yazıya geçmiş olan kelimeler o dönemin sosyal yapısına ait işaretleri taşımaz mı? Acaba dilin tarihi seyri içerisinde bir dönemde böyle bir durum tesbit edersek o toplumda rüşvetin sosyal ilişkileri belirlemede etkili olduğunu söyleyemez miyiz? Yine dil insan başarılarını ifade eden kültürün hem bir ifadesi ve hem de nesiller arasında naklini sağladığına göre, kültürün yapısı ve oluşumunu, kültür değişmelerini dilden tesbit etmek mümkün müdür?

Yukarıdaki şekilden de anlaşılacağı gibi linguistik ile sosyolojinin kesişim alanında bir dil ve edebiyat sosyolojisi mevcuttur. Linguistik, genel dilbilimi ifade ederken, dilin ve bu dille meydana getirilen eserlerin bir toplumun dünya görüşü ve sosyal yapısının ifadesi olmasını ele alan sosyolojinin alt dalı da dil-edebiyat sosyolojisi olmaktadır. Mesela S.F. Ülgener “İktisadi İnhitat Tarihimizin Ahlak ve Zihniyet Meseleleri” adlı eserinde, 17.Yüzyıl Osmanlı Türk Toplumu’nun iktisadi ahlak ve zihniyet yapısını, dönemin edebi eserlerini tahlil etmek suretiyle açıklamaya çalışmaktadır.

Sosyoloji – Psikoloji ve Sosyal Psikoloji

Psikoloji ile Sosyolojinin kesişim alanında Sosyal Psikoloji yer alır. Psikoloji bir davranış bilimidir. Sosyoloji de bir davranış bilimidir. Psikoloji, latent (gizli) ve manifest (açık) insan veya hayvan davranışlarını ele alır ve ilmi metodlarla inceler. Ancak psikoloji, davranışı fertte cereyan etmesi itibarıyle fert bazında ele alır. Yani psikolojinin ele alıp incelediği davranış ferdidir. Buna karşılık sosyoloji, en az iki kişi arasında cereyan eden sürekli; kurumlaşmış davranışları inceler. Halbuki fert davranışını bir grup içinde gerçekleştirir. Bu nedenle psikoloji ile sosyolojinin kesişim alanında bir boş alan doğar. Bu alanı sosyal psikoloji kendisine konu olarak seçmiştir. Sosyal psikoloji, fertlerin muayyen bir sosyal grup içindeki davranışlarını inceleyen bir ilimdir.

Bir sosyal grup içerisinde, kognitif yapının oluşumu, motivasyon, kültür, tutum ve inançlar sosyal psikolojinin temel konularını meydana getirir. Ferdin bütün bu yapıları onun içinde bulunduğu sosyal yapı ile karşılıklı etkileşim halindedir. Bu nedenle psikolojizme ve sosyolojizme kaçmadan insanın bio-psiko-sosyal yapısını bir bütün olarak ele almak ve incelemek gerekir. Konu önemine binaen ileride ayrı bir bölüm olarak ele alınacaktır.

Sosyoloji ve İktisat

İktisat veya ekonomi, sonsuz olan insan ihtiyaçlarını, sonlu (kıt) kaynaklarla karşılama tekniğidir. Veya, mal ve hizmetlerin üretimini, mübadelesini ve tüketimini inceleyen bir ilim dalıdır. Demek ki iktisatın temel amacı insan ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir. Burada insan- madde ilişkisi söz konusudur. Halbuki sosyolojinin konusu insan-insan ilişkisi sonucunda oluşmaktadır. Ancak burada dikkat edilecek bir husus, iktisatın konusunu teşkil eden ekonomik olaylar her nekadar bir sosyal olay görünümünde değillerse de sosyal olayı etkilemekte ve sonuçta sosyal olay mahiyetine dönüşmektedir. Burada önemli olan K. Marx’ın iddia ettiği gibi, maddenin (ekonomik alt yapının) insanın zihniyet yapısını (üst yapıyı) belirlediği veya M. Weber’in teorisindeki gibi, üst yapının alt yapıyı belirlediği şeklindeki monist (tek sebepli) açıklamalara kaçmadan her iki yapının birbirini etkilediğine dikkat etmektir.

Sosyal olaylarda, fizik olaylardaki gibi, mutlak bir determinasyon ilişkisini tesbit etmek mümkün değildir. Zira sosyal varlığı yöneten ilke ve prensipler tabiat varlığını yöneten ilke ve prensiplerden farklı fonksiyonlar icra ederler. Bu nedenle günümüz sosyolojisinde monist (tek sebepli) açıklamalar terk edilmiş, onun yerini çok sebepli ve fonksiyonalist (pluralist) açıklamalar almıştır.

Kaynak: Sosyoloji – Zeki Arslantürk – M. Tayfun Amman

İlgili Makaleler