Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar

Sosyoloji Nedir?

           

Sosyolojinin Kavramı

Sosyolojinin Konusu

Bilimleri birbirinden ayıran kesin sınırlar yoktur. Özellikle bütün sosyal bilimler sosyal gerçekliği kendilerine konu edinmelerine karşılık, bu alan üzerinde ilgilerini topladıkları odak noktaları ayrı ayrıdır. Bilimlerin bağımsızlığının ölçüsü, kendilerine özgü konuları ve metodlarıdır. Sosyolojiyi tanımlayabilmek ve ilgi alanını belirleyebilmek için, onun diğer bilimlere göre ilgi alanını ve metodunu bilmek gerekir. Bu nedenle birinci bölümde sosyolojinin konusu ve metodunun ne olduğunu ele alacağız. Ancak bu bağlamda şunları hatırlamamız yararlı olacaktır:

Varlıklar canlılık özelliğine göre:

• Canlı varlıklar

• Cansız varlıklar

Olarak ikiye ayrılmaktadır. Öncelikle, sosyolojinin konusu cansız varlıklarda cereyan eden olaylar değildir. Maddede cereyan eden olaylar fen bilimlerinin konusuna girer. Canlı varlıkları da:

• İnsan

• Hayvanlar

• Bitkiler

Olarak sınıflandırdığımızda, sosyolojinin ilgi alanının hayvanlar ve bitkiler aleminin de olmadığını peşinen söylemek zorundayız. Zira sosyoloji her şey den önce insanla ilgili bir bilimdir. Ancak, tek bir insan da sosyolojiyi ilgilendirmez. Sosyolojinin ilgi alanı, en az iki kişinin karşılıklı kalıplaşmış; tipleşmiş ve modelleşmiş davranışlarıdır.

Davranış Bilimi Olarak Sosyoloji

Bir varlığı tanımlayabilmek için o varlığı kendi dışındaki varlıklardan ayırdetmek lazımdır. Bu da tanımlanacak varlığın temel özelliklerini belirtmekle mümkün olur. Felsefe tarihinde insanla ilgili tanımlarda insanı diğer varlıklardan ayıran beş temel özellik zikredilir. Bunlar akıl, düşünme, konuşma, alet yapma ve sosyal hayat sürmedir.

Aslında bunların hepsi sonuçta düşünmenin ve aklın fonksiyonlarıdır. Bu nedenle insan düşünme ve akıl sahibi olma özelliği ile diğer varlıklardan ayrılır. Bu anlamda sosyolojinin ilgi alanına, düşünen ve akıllı varlık olan en az iki insanın karşılıklı davranışları girmektedir.

İnsanda biyolojik, psikolojik ve sosyal olmak üzere üç tür davranış gözlenmektedir. Bunu U—O——T formülü ile şu şekilde ifade edebiliriz:

Sosyal davranış (SD), biyolojik tepki (BT) ve psikolojik davranıştan (PD) farklıdır. Bir davranışın sosyal davranış haline gelebilmesi için fertten çıkıp fertler arası sürekli ve düzenli bir yapı kazanması lazımdır. Yani biyolojik ve psikolojik davranış ferdi olduğu halde sosyal davranış toplumsaldır.

Bir davranışın sosyal davranış olabilmesi için iki şarta ihtiyaç olduğu ortaya çıkmaktadır. Bunlar:

Fertler arası karşılıklı haberdarlık (etkileşim ve iletişim)
Mensubiyet duygusu (grup şuuru) dur.
Bu özellikleri ile sosyolojinin konusuna giren sosyal davranış, birbirinden haberdar olan ve birlikte mensubiyet duygusuna sahip en az iki insanın davranışıdır.

U -0- T (BT)

U -0- T (PD)

U -0- T (SD)

Burada U uyarıcıyı, 0 organizmayı, T de tepkiyi veya davranışı sembolize etmektedir.

Bu özellikleri ile sosyolojinin konusuna giren sosyal davranış, birbirinden haberdar olan ve birlikte mensubiyet duygusuna sahip en az iki insanın davranışıdır.

Zira biz bir sosyal davranış alanında yalnız şahısları ve onların ferdi davranışlarını görebiliyoruz. Şahıslar arasındaki ilişkiler sisteminin meydana getirdiği davranış alanı, ancak, ölçülebilir belli zaman ve mekân süreçleri içeri sinde algılanabilir. Diğer bir ifade ile sosyal davranış alanı içindeki davranış olgusu, bir zaman sürecine ihtiyaç gösterir. Bu özellikleri ile sosyal davranış alanı, belli bir sosyal grup içerisinde ortaya çıkan sosyal anlaşmanın sonucu, sınırları belirlenen davranışlar topluluğunu ifade etmektedir ve ferdin davranışları bu davranış alanı içerisinde anlam kazanmakta; sosyal davranış haline gelmektedir.

Sosyal davranışlar ve bu davranışların oluşturduğu sosyal davranış alanı gerçektir; olmuş bitmiş veya oluş halinde bulunan gerçek bir varlıktır.

Varlık (obje) insana (sujeye) şu altı özelliği ile kendini algılatır:

• Somut-Soyut

• Açık -Gizli

• Gerçek-Kurgusal (düşünmenin ürünü)

Sosyolojinin konusunu oluşturan sosyal davranış düzlemi gerçektir; tarihi varlık alanı içerisinde mevcuttur. Ancak algılanabilmesi belli bir zaman sürecine ve ölçülebilir mekâna ihtiyaç gösterir. Bu nedenle anlık algı dışıdır. Gizli olması sosyal varlık alanının gerçek olmasına engel değildir. Sosyal Varlık alanı aynı zamanda somuttur. Bu sosyal varlık düzleminin belli sınırlar çerçevesinde bir yapısının olduğunu ifade eder. Böylece sosyoloji, konusu itibariyle pozitif bir bilim olarak karşımıza çıkmaktadır. Kısaca, Hans Freyer’in deyimi ile “sosyoloji olması gerekenin değil olanın ilmidir.”

Sosyoloji bir davranış bilimidir. Ama Max Weber’in deyimi ile “insanın sosyal davranışlarının anlaşılır ilmidir.” W. Pareto’ya göre de sosyoloji bir davranış ilmidir. Ancak “insanın mantık dışı (mantıksız değil) davranışlarının ilmidir.” E. Durkheim ise sosyolojiyi “sosyal münasebetler ilmi” olarak tanımlamaktadır.

Sosyal Münasebetler Bilimi Olarak Sosyoloji

Sosyolojinin inceleme alanına giren en küçük ünite en az iki kişi arasındaki sürekli ilişkilerdir. Bu nedenle sosyal münasebette iki şartın var olması gerekir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bunlar; karşılıklı haberdarlık (etkileşim ve iletişim) ve mensubiyet duygusu (grup ruhu) dur. Karşılıklı haberdarlık ve mensubiyet duyguları, bir taraftan insanlar arasındaki benzerlik ten, diğer taraftan da farklılıktan ileri gelmektedir.

Her insan dünya hakkında ferdi tasavvura sahiptir. Daha açık bir ifade ile bir ferdin diğer şahıslara ve objelere karşı reaksiyonları, kendi zihniyet yapı sına göre şekil alır. Bu farklılık ferdin fizyolojik ve biyolojik yapısından, fiziki ve coğrafi çevresi, geçmişe ait tecrübeleri, geleceğe ait idealleri; istek, hedef ve gayeleri, yaşadığı sosyal çevrenin ayrı olmasından kaynaklanmaktadır.

Fertleri ve toplumları birbirinden farklı kılan ye birbirlerine benzer yapan birtakım faktörler vardır. Onları birbirine benzer davranışlara sevk eden müşterek tasavvurları olduğu gibi, her fert insan olma bakımından aynı sinir sistemine sahiptir. Bütün insanların duyu organlarına sahip olması, az veya çok bir aklının bulunması, ortak fiziki ve sosyal çevrede yaşamak zorunda olmaları onları benzer şuura da sahip kılar. Diğer bir anlatımla fertlerin bir birine uzaklık veya yakınlık derecesini ve bir grup oluşturmalarını sağlayan bazı faktörler mevcuttur. Aşağıdaki şemada görüldüğü gibi bunlar:

• İlik faktörü (kan bağı terimini kasıtlı olarak kullanmadık)

• Mekân faktörü,

• Ekonomi faktörü

• İnanç faktörü olarak dört kategori altında toplanabilirler.

Şu halde, cemiyetin mevcut olabilmesi için benzerlik kadar farklılıkların da olması şarttır. Fertleri ve toplumları birbirlerinin benzeri yapan özellikler arasında en önemlisi kültür birliğidir. Aynı kültüre sahip insan ve insan toplulukları her ne kadar birbirlerinden farklı görünseler de, kültür birliğinden dolayı birbirlerine benzerler. Aynı kültür grubuna mensup şahısların istek, arzu, ihtiyaç, amaç ve hedeflerinin aşağı yukarı aynı olması, fiziki ve sosyal çevrelerinin birbirine benzemesi, aynı öğrenme tecrübelerine sahip olmaları dolayısıyla zihin dünyalarında ve davranışlarında bir birlik meydana gelir. İşte belli bir kültüre göre oluşan davranış şemaları kalıplaşarak sosyal kurumları ve toplumu meydana getirir.

İnsanlar bir arada yaşama eğilimini doğuştan mı getirir? Yoksa cemiyet iradi bir anlaşmanın suni meyvesi mıdır? Aristo insanın bir “zoon politikon” yani canlı ve sosyal bir varlık olduğu inancındadır. Aynı kabul İbn Haldun tarafından da benimsenmektedir. O’nun deyimi ile “insan tab’an medenidir.”

Thomas Hobbes ise, “tabiatın insana bir arada yaşama içgüdüsü vermediğini, insanın kendi benzerlerini menfaati ve ihtiyacı olduğu için aradığını” ileri sürer.

Düşünce hayatının bu sona ermemiş tartışması bir yana bırakılacak olursa, gerçek olan, insanın Robinson Cruseo gibi tek başına hayat değil, diğer insanlarla birlikte yaşamak zorunda olduğu gerçeğidir.

Sosyal Kurumlar Bilimi Olarak Sosyoloji

İster Weber’in “sosyal davranış”, isterse Durkheim’in “sosyal münasebet” kavramlarını kullanalım, en az iki kişi arasındaki ilişkiyi (insan-insan) ifade eden bu davranışlar, başka bir yapının oluşumuna dönüşürler. Bunlar da sosyal normlar ve kurumlardır.

Fert, çevresi tarafından tasvip gören davranış modellerine şuurlu veya şuursuz bir biçimde uyar. Böylece fert çevresindekilerle iyi ilişkiler kurma imkânına kavuşur. Fert grup içinde, toplumun ona statülerine uygun olarak önerdiği rol modellerini dikkate alan davranışlar çerçevesinde hareket eder. Bu nedenle karmaşık bir toplum içindeki fertlerin birbirleri ile olan ilişkilerinde statü ve rol dağılımları önemli bir yer işgal eder. Daha açık bir ifade ile toplumun önerdiği rol ifaları, statüler etrafında bir yumak oluşturarak norm haline gelirler.

Birbirleriyle ilişkisi olmayan somut gruplarda ortak modeller, bir toplumdan diğerine değişir. Buna karşılık bir toplum içinde geniş ölçüde bu ortak modeller benzer görevleri gören tüm gruplara empoze edilirler. İşte bu modellere kurum normu adı verilir. Bu anlamda sosyal kurum, davranışların kural haline gelmiş, yapılaşmış usulleridir.

Kurum ile sosyal grup birbirine karıştırılmamalıdır. Sosyal grup, grubu meydana getiren üyelerin bir organizasyonu iken, kurum, sosyal grubun üyeleri arasındaki davranışa dayalı ilişkilerin yapılaşmış şeklidir. Bu nedenle sos yal kurumlar belli sosyal gruplar içerisinde vardır. Ancak, sosyal grup olmadan kurumun teşekkülü mümkün olmadığı gibi, kurumsuz sosyal grup da yaşayamaz. Sosyal grupla kurumu birbirinden ayıran bu temel özelliği, şu ölçü ile ayırmak mümkündür: Sosyal gruba üye olunur, (mesela bir sendikaya üye olunur), sosyal kurum ise davranış normu olarak benimsenir (mesela bir grevde işçiler aynı davranışları sergilerler).

Kurumlar belli ihtiyaçlar etrafında yapılaşmış davranış kalıpları ve sos yal hayatı düzenleyen davranış kurallarıdırlar. Bu anlamda kurumlar kültürün bir kısmıdır. Kültür gibi grubun üyeleri tarafından öğrenilirler ve benimsenerek bir hayat üslubu haline gelirler.

Sosyal Süreçler Bilimi Olarak Sosyoloji

Gruplar ve kurumların temeli olan insan davranışı daima somut bir toplum ve kültür içinde vuku bulur. Gruplar ve kurumlardaki ilişkilere, iç tavır ve tutumlar veya dış davranış örnekleri de olsa, belli davranış şekilleri aracılık eder. İşte bu aracılık sosyal süreçler vasıtası ile olur.

İnsan-insan ilişkisi etkileşim kelimesi ile ifade edildiğinde, bunlar, beşeri temasa geçmenin (bir formül halinde söylenecek olursa: bir bakış, bir gülümseme, bir selam, bir konuşma, bir randevu, bir buluşma) bütün sahalarını kapsar. Mesela, sosyal gruplar karşılıklı etkileşim olmaksızın ortaya çıkamaz. Bunun aksine etkileşim sosyal grup dışında da vuku bulabilir. Mesela, bir dilencinin para istemesi, bir garsonun bir lokantada müşteriye hizmet etmesi, iki kişinin caddede karşılaşması ve sohbet etmesi böyledir. Bütün bu durumlarda birtakım etkileşmeler söz konusudur ve anlamlı bir davranış tipi mevcuttur. Bu durumları katılanlar anlar, yerini tayin ederlerse etkileşme süreci şekillenmiş olur. Buna karşılık verilen örneklerdeki durumlarda bir grup davranışı yoktur. Zira bir etkileşmenin grup davranışı haline gelebilmesi için, o davranış olgusuna bir konum tayini ile birlikte, tekrara, zamana ve karşılıklı bütünleşmeye ihtiyaç vardır. Başka bir ifade ile, bir toplum ve kül türün sosyal bütünü içindeki bu geniş, kapsamlı etkileşmelerin tipleşmesi gerekir. Sonuçta bu etkileşmeler bir amaca yönelik anlamlı bir yapı kazanırlar. Bu nedenle sosyal süreçler interaksiyon süreçlerinin bir amaca yönelik bağları veya yapılandırlar. Daha açık bir anlatımla sosyal süreç, belli bir he defe birlikte yönelmiş ve o hedefi elde edebilmek için yola çıkmış en az iki insanın, bu hedefi ele geçirinceye kadar birbirlerine karşı gösterdikleri karşılıklı davranış olgusudur. Şema ile gösterecek olursak:

İşçi ve işveren bir işyerinde birlikte var olmak zorundadırlar. İşletmenin verimli ve k elde etmesi o işletmenin varlık sebebidir. Buna karşılık üretim araçları ve işçinin iş görmne hakkını çıktıktan sonra arda kalan fazla (artı) değer kimin olacaktır?

Karl Marx’a göre artı değer işçinin, kapitalizme göre kapitalistin hakkıdır. Zira Marx’a göre sosyal davranışın oluşumuna aracılık eden temel süreç çatışma, kapitalizme göre ise rekabettir. Çatışma veya rekabet içerisinde, artı değere sahip olunacaktır. İşte bu artı değere sahip olmak veya paylaşmak için, işçi ve işverenin birbirlerine karşı sergiledikleri davranışın bir sosyal olgu haline gelmesi bir sosyal süreçtir.

Başka bir örnekle sosyal sürecin ne olduğunu açabiliriz. Mesela tek bir bursa iki öğrenci talip olsun. Bu bursu iki kişiden ancak birisi alacaktır. Ama kim? Her iki öğrenci de bu bursu elde etmek için gayret sarf ettiğinde, bursu elde edinceye kadar bu iki öğrencinin birbirine karşı davranışları nasıl tipleşir? İşte bu iki öğrenciden birisi bu bursu elde edinceye kadar birbirlerine karşı sergiledikleri tipleşmiş davranışa sosyal süreç adı verilir.

Sosyal süreçler muhtelif şekillerde tipleşirler. Temel sosyal süreçler:

• İşbirliği (cooperation)

• Zıtlaşma (opposition): Rekabet (competition) ve Çatışma (conflict)

• Uyma (adaptation)

• Bütünleşme (integration) dir.

Farklılaşma (differentiation) süreçleri başlıkları altında tipleştirilmekte

Sosyal davranışlar, belli bir toplumun kültür, grup ve kurumlarında sos yal süreçler tarafından yaratılırlar ve şekillendirilirler. Bu sosyal süreçlerin temeli biyolojik ve psikolojik özelliklere dayanır ve doğuştan insanda potansiyel olarak mevcuttur. İnsanın tabii yapısında var olan bu olgular insanlar arasındaki ilişkilerin doğmasında ve yönlendirilmesinde rol oynarlar. Bu nedenle sosyal süreçlerin sosyolojide ele alınması, sosyal yapının işleyişini ve değişmesini açıklamada kolaylık sağlayacaktır.

İleride bu konuya geniş olarak değinilecektir. Zira farklılaşma içerisinde bulunan bir toplumsal yapıda, belli bir bütünlüğe, sosyal süreçler vasıtasıyla ulaşılmaktadır. Daha açık bir deyimle, sosyal süreçler toplumun dinamikleridirler. Her toplum kendi dinamikleri ile tarihi varlık alanında yerini alır.

Sosyal Değişme Bilimi Olarak Sosyoloji

İnsan organizması gibi, toplumlar da sürekli değişme halindedir. Bu değişmeyi ve dinamizmi ilk insan topluluklarından bu yana gözlemek mümkündür. Ancak insanlık tarihi içerisinde zaman ve zemine, toplumdan topluma, kültürden kültüre değişmenin yönü ve derecesi farklılık gösterir. Mesela sanayileşme çağı ile başlayan yeni dönemdeki sosyal değişme, diğer bütün çağlarla kıyaslanamayacak şekilde hızlı olmuştur.

Sosyolojinin başlangıçta toplumların değişmelerini kendisine konu olarak almış olması, kökü daha eskilere dayanmakla birlikte 1789 Fransız İhtilali ile Batı’da ortaya çıkan bunalım ve buhranlara açıklık getirmek ve çare bulmak için olmuştur. Ancak sosyolojiyi sırf bir sosyal değişme bilimi olarak değerlendiren bu anlayış, sosyolojinin diğer bilimlere göre kendine özgü konusunun ne olduğunu tespit ve sınırlandırma işlemini geciktirmiştir. Diğer yandan sosyoloji ile ilgilenenlerin filozoflar ve tarih felsefecilerinin olması, başlangıçta sosyolojinin olması gerekenin ilmi olduğu imajını vermesine neden olmuş; onu deneysel bir bilim olma yolunda geride bırakmış :

Sosyal değişme günümüz sosyolojisinin de başlıca konuları arasında yer almaktadır. Sosyal olaylar üç zaman boyutu içerisinde vuku bulurlar. Bu süreç dün-bugün-yarın şeklinde ifade edildiğinde, sosyoloji, dünde olmuş olan ve bugün olmakta olan olaylarla ilgilenir. Yarın olacakların tahminini ise tarih felsefesi ve fütürolojiye bırakır. Ancak toplumların tarihteki ve haldeki yapılarını tespit akla hemen bir karşılaştırmayı da getirir; aynı şekilde gelecek için de bir tahmini öngörür.

Fert toplumda rol, statü ve yetkisi ile yer alır. Başka bir ifade ile ferdin rol, statü ve yetkileri, şahsi yetenekleri ve içinde bulunduğu toplum normlarına göre şekillenir. Sosyal değişme de norm değişmesi ve buna bağlı olarak rol, statü ve yetki değişmesi olarak ele alınabilir.

Her davranışın bir hareketliliği içermesi tabiidir. Sosyal değişmede de bir hareketlilik vardır. Ancak hareketi meydana getiren sebepler (motivler), hare ketin derecesi ve yönü farklı farklı olabilir. Aynı etkilerle aynı derecede değişmeler benzer yönde vuku bulabilir ve tipleşmiş bir yapı oluşturabilir. Bu nedenle tarihi çağlar içerisinde tipleşmiş sosyal değişme biçimleri tespit etmek mümkündür.

Özetle, sosyal değişmenin sosyal süreç değişmesini, sosyal davranış ve sosyal münasebet değişmesini ve en nihayet topyekun sosyo-kültürel yapı değişmesini kapsadığım söyleyebiliriz.

Toplumu İnceleyen Bilim Olarak Sosyoloji

Dikkat edilecek olursa buraya kadar ele alınan konular, sosyolojinin ele aldığı konuların parçalarını oluşturmaktadır. Bir yerde sosyolojinin bir parçalar bilimi olmasına hiç lüzum yoktur; o bütünle ilgilenmelidir. Diğer bir deyimle, sosyoloji araştırma konusu olarak kendine “toplumu” seçmeli ve çeşitli sosyal sistemlerin; toplumu meydana getiren kurumların birbirleriyle olan bağlarını açıklamaya çalışmalıdır.

Sosyal sistem bir toplumun bütününü; norm, rol, statü, grup ve örgüt de onun parçalarını oluşturur. Ele alınan konu eğer bir sosyal sistem ise, sis tem analizi makro seviyede bir analiz olmalı ve parça bütün ilişkisi gösterilmelidir.

Sosyal sistemin muhtevası esnek ve geniştir. Yani bir toplumun bütünü bir sosyal sistem olabileceği gibi iki kişiden meydana gelen bir grup (mesela bir aile) da bir sosyal sistemdir. Her sosyal sistem, bir sosyal ilişkiler kalıbı ve örüntüsüdür. Her sosyal sistem birbirine karşılıklı olarak bağımlı parçalardan oluşur. Bu parçalar arasında devamlı ve anlamlı ilişkiler mevcuttur. Parçalardan birinde meydana gelen bir değişiklik, diğer parçaları ve sistemin bütününü etkiler. Ancak sistemin devam edebilmesi için bu değişmenin çözülmeye neden oh gerekir.

Bir kısım sosyologlar makro seviyede analiz metodunu (grand teori) benimsemişler; makro yapıdan mikro yapıya doğru bir araştırma metodu izlemişlerdir (Kıta Avrupası Sosyolojisi). Bazıları da mikro seviyede çözümlemeler yaparak makro yapıyı açıklamak istemişlerdir (Amerikan Sosyolojisi). Bir diğerleri de orta bir yol izlemeyi tercih etmiştir (Lerner). Hangi metodla olursa olsun parçaların bütünle ilişkisi, parçaların bütüne raptedilişi ve şekillenen bütünün yapısı göz önünde bulundurulmadan yapılacak gözlemler ve tespitlerin isabet derecesinin düşük olacağı açıktır.

Sosyoloji ve Diğer Sosyal Bilimlerle Sınırları

Farklı kavramlar ve farklı olgulara önem atfederek toplumu açıklama, sosyologları sosyolojinin de farklı tanımlarının yapılmasına götürmüştür. Sosyolojinin hangi kelime ve kavramlarla tanımı yapılırsa yapılsın incelediği alan ve diğer bilimlere nazaran sınırları bugün üç aşağı beş yukarı belli ol muştur. Bizim seçeceğimiz tanım, daha doğrusu iki tanım günümüz sosyologlarından olacaktır. Bunlardan birisi Türk sosyologu Amiran Kurtkan’ in, diğeri de Alman sosyologu Jakobus Wössner’in tanımıdır.

“Cemiyeti hareket halinde bir bütün olarak ele almakla vazifeli bulunan sosyolojinin, her şeyden evvel açıklamak zorunda olduğu ilk kavramın, bizzat cemiyetin kendisinin olacağı pek tabiidir… Cemiyet insan davranışını hem hürriyete kavuşturan, hem hudutlandıran, bir taraftan karşılıklı yardımlaşmalara imkân veren, diğer taraftan guruplaşmalara ve bölünmelere yol açan, değişen bir sosyal teşkilatlar ve münasebetler ağıdır” Kurtkan bu cemiyet tanımından hareketle, “sosyoloji, sosyal münasebetler ve bunların teşkilatlanma tarzını ele alan bir bilimdir” diyor de “sosyoloji, belli bir kültüre mensup toplumun grup ve kurumlarında, sosyal süreçler tarafından şekillendirilmiş olan insan davranışlarının ilmidir”/ şeklinde bir tanım yapı yor. Biz sosyolojiye giriş çerçevesinde ele alacağımız konular ve yapacağımız açıklamalarda her iki tanımı da gözden ırak tutmayacağız.

Sosyoloji ve Diğer Sosyal Bilimler

Bütün sosyal bilimler toplum adını verdiğimiz gerçeği farklı görüş açılarından değerlendirirler. Bütün sosyal bilimler “sosyal gerçek” adını verdiğimiz alan üzerinde çalışmalarına karşılık, bu alanı incelerken ilgilerini topladıkları odak noktaları ayrı ayrıdır. Bu nedenle sosyal bilim tahsil edecekler için öncelikle bilinmesi gereken şey, sosyal olanın tespiti veya sosyal olanla sosyal olmayanın ayırt edilmesidir.

Sosyal Bilimlerin Sınıflandırılması

Bilimleri sınıflandırabilmek için elimizde iki ölçüt mevcuttur:

• Konu

• Metod

Bu ayırım bize bilimlerin iki ortak noktasının olduğunu da gösteriyor:

Metod bakımından ortak nokta, konu bakımından ortak nokta.

Yüzyılımızın başlarında yaşayan Kantçılar’ dan W. Windelband’ a göre, bilimleri birbirinden ayıran temel ölçüt ancak yöntem olabilir. Bu filozofa göre, insan bilgisini, gneseoloji ve yöntembilim bakımından önce ikiye ayırmak gerekir:

• Rasyonel bilimler (apriori bilimler)

• Deneye dayanan bilimler (empirik bilimler)

Rasyonel bilimler grubuna matematik ve felsefe girer. Rasyonel bilimlerin ortak noktaları, olumsuz olarak nitelenirse, şu söylenebilir: Bu bilimlerin bilgileriyle algı alanı arasında doğrudan doğruya bir bağ yoktur. Daha açık bir ifade ile, her iki bilim grübunun bilgileri algılara dayanmaz.

Hâlbuki deneye dayanan (empirik) bilimlerden, herhangi bir şekilde algı alanına giren gerçeklikten bilgi elde etmeye çalışan bilimler anlaşılır. Bu bilimlerin “formel” (mantıki) niteliği şudur: Bu bilimler bir yandan varılan sonuçları temellendirmek için genel aksiyomatik (ilk şartlara) gerek duyarlar. Öte yandan alanlarındaki olayları tesbit etmek için de algı aktına dayanırlar.

Empirik bilimler iki gruba ayrılırlar:

• Tarih bilimleri

• Tabiat bilimleri

Her iki grup bilim de deneye dayanır ve gerçeklikle uğraşırlar.

Dilthey de (1833-1911) Windelband gibi bilimleri yöntem bakımından sınıflandırır. Fakat her iki sınıflandırma arasında büyük bir fark vardır:

Windelband’ın yukarıdaki ayırımına karşılık Dilthey ise bilimleri:

• Manevi bilimler

• Tabiat bilimleri

olarak iki gruba ayırıyor. Dil, yazın, sanat, felsefe, hukuk ve bütün tarih bilimleri manevi bilimler grubuna girerler. Bu bilimler grubunun karşısında ise, tabiat bilimleri bulunuyor. Manevi bilimler anlama yöntemini, tabiat bilimleri ise açıklama yöntemini kullanırlar.

Windelband ve Dilthey’in bilimleri metodolojik ayırımına karşılık, Nicolai Hartmann (1882-1950) bilimleri varlık (ontolojik) bakımdan sınıflandırır. Ona göre varlıklar:

• İdeal varlık

• Real varlık

olarak ikiye ayrılmaktadır. İdeal varlık, değişmeyen, oluş içinde bulunmayan, her türlü bireysellikten yoksun olan bir varlık türüdür. İşte ontolojik bir sınıflama, her türlü metodik kaygılardan vazgeçerek ve bu varlık türlerine uyarak bilimleri de ikiye ayırmaktadır:

• İdeal varlığı inceleyen bilimler (ideal bilimler)

• Real varlığı inceleyen bilimler (real bilimler).

İdeal bilimler grubuna matematik bilimler, mantık, etik ve bütün değerler alanını inceleyen bilimler girer. Real bilimler grubuna ise bütün öteki bilimler girmektedir. Yani real bilimler grubunu:

• Fizik ve madde bilimleri

• Biyolojik bilimler

• Psikolojik bilimler

• Manevi bilimler (bu bilimlerle insan başarılarıyla, insan olaylarını inceleyen bilimler göz önünde bulundurulmaktadır.)

Felsefe bilimleri (real varlığın bütün alanlarını, insan ve insan başarılarını, yani tarihi varlık alanını içine alan felsefi incelemeler.)

Batı’daki bu bilim sınıflamaları örnekleri yanında İslam düşünürlerinin de bilimleri sınıflandırdığını görmekteyiz. Bu sınıflamalar Batı’dan çok daha öncedir. Özellikle Farabi (874-950), İbn Sina (980-1037), Gazali (450-1058) ve İbn Haldun (1337-1406)’un kendilerine özgü bilim sınıflamaları vardır. Hatta Farabi’nin İlimlerin Sayımı (İhsaü’l-Ulüm) adlı bilim sınıflamasına ait başlı başına bir kitabı vardır.

Burada bütün bu Müslüman düşünürlerin ve diğerlerinin bilim sınıflama larını ele almak mümkün değildir. Ancak batılı düşünürlerin sınıflamalarından önemli farklarının bulunduğunu belirtmemiz gerekir.

Windelband, Dilthey ve Hartman’ın bilim sınıflamalarında ilahi vahye dayalı bir bilgi ve bilime yer verilmemektedir. Teolojik bilginin tartışılması felsefeye bırakılmıştır. Buna karşılık Müslüman bilim adamlarına göre bilginin kaynağı kainatın yaratıcısı olan Allah’dır. Allah kâinatı yarattı ve işleyiş kanunlarını da tayin etti. Aynı şekilde dünya ve ahiret mutluluğunu temin için de zaman zaman vahiy göndermiştir. Böylece İslam düşüncesine göre akıl, deney, sezgiyle birlikte vahiy, doğru bilginin kaynağıdır.

Dikkat edilecek olursa Müslüman düşünürlere göre ilmin tek kaynağı vardır; o da vahyin kaynağı olan Allah’dır. Fizikçi, kimyacı, biyolog, psikolog, sosyolog ve filozof aslında Allah’ın varlığa vahyettiği kanunları araştır maktadır.

Sosyoloji, Windelband sınıflamasında deneysel bilimler, Dilthey ‘ ın sınıflamasında manevi bilimler, Hartmann’ın ayırımında real bilimler grubunda yer almaktadır.

Sosyolojinin objesini meydana getiren sosyal olay ve olguların realliği ile fizik-madde bilimlerinin konusu olan fizik olaylar arasında real olma bakımından farklılık vardır. Bu farkları şöyle sıralamak mümkündür:

• Fizik olaylar dönüşlüdürler-sosyal olaylar dönüşsüzdürler.

• Fizik olaylarda tekrar vardır – sosyal olaylarda tekrar yoktur.

• Fizik olaylar duyu verilerimize hitap ederler-sosyal olaylar duyu verilerimizin dışındadırlar.

• Fizik olayların kanunları vardır-sosyal olayların teorileri yapılabilir.

• Fizik olaylar mekaniktirler- sosyal olaylar diyalektiktirler.

• Fizik olaylarda determinizm vardır-sosyal olaylarda da determinizm vardır, ancak ilk sebebi göremeyiz.

• Fizik olaylar mekânda cereyan ederler-sosyal olaylar ise zamanda cereyan ederler.

Tespit edilen bu farklılıklara rağmen fizik olayların sosyal olaylara etkisi vardır. Başka bir etki de fizik olayların sosyal olayların açıklamasında bir analoji görevi üstlenmiş olmasıdır. Sosyolojik düşünce tarihinde bu analoglar sıkça kullanılmış ve birtakım sosyoloji ekolleri meydana gelmiştir: Mekanik ekol, coğrafyacı ekol, bio-organik okul vb..

Sosyolojinin Bütüncü Karakteri

Sosyal bilim denilince ilk akla gelenin sosyoloji olması tabiidir. Bu nedenledir ki ilk sosyologlar sosyolojiyi bütün sosyal bilimlerin kendisinde toplandığı bir bilim olarak ele almışlardır. Mesela, Comte’un bilimler sınıf lamasında sosyolojiden başka sosyal ilme yer verilmez. Hatta psikoloji, sosyoloji ile biyoloji arasında pay edilir. Bunun sebepleri arasında her ne kadar eski felsefi alışkanlığın etkisi varsa da, pür sosyal olayı ele alan veya alması gereken ilmin sosyoloji olmasının da büyük etkisi vardır.

Artık bugün sosyoloji denilince kendine özgü metodları ve konusu olan; sosyal gerçeği diğer bilimlerden farklı olarak ele alan bir bilim mevcuttur. Onun konusu bir sosyal grup (birincil veya ikincil olsun) içinde teşekkül eden kurumlardır. 0 olması gerekenle değil olmuş bitmiş ve olmakta olan ile ilgilenir. Olan ve olmakta olan ise gözlem ve deney metodları ile araştırılır.

Aslında bu gün, sosyolojinin bütün sosyal bilimlerin anası olduğu şeklinde bir iddia söz konusu değildir. Arzu edilen bütün bilimlerin birbirlerinin sonuçlarından yararlanmalarıdır. Üstelik bizzat sosyoloji bile 20. yüzyılın getirdiği aşırı ihtisaslaşmanın gereği kendi içerisinde birçok dallara ayrılmış ve bütünlüğünü kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya gelmiştir. Grand teorilerin hâkimiyetinden sonra, buna tamamen zıt olarak mikro yapı çalışmaları çoğalmış olmasına karşılık, mikro yapıdan makro yapıyı oluşturan ve bütünleş tiren teorilere bugün rastlayamıyoruz. Parsons’ın teorisi her ne kadar büyük boy teori ise de, Merton’ in ve Lerner’ın teorileri (orta boy teoriler) bu sakıncayı gidermeye çalışmaktadırlar.

Topluma bir bütün gözüyle bakılması herhangi bir kurumun bütün için deki fonksiyonel yerinin daha iyi tespitini de kolaylaştırır. Toplumun yapı unsurlarının tek tek bütünle ve birbirleriyle olan ilişki ve etkileşimlerinin incelenebilmesi, bütün içindeki yerlerinin kavranması ile mümkündür.

İnsan, biyolojik varlığını bir yandan fiziki-coğrafi çevre, diğer yandan da bir sosyal ortamda devam ettirir. Bu nedenle fiziki ve coğrafi çevre, ferdi ve sosyal davranışa etki eder. Diğer bir ifade ile, sosyolojinin konusunun insan- madde ilişkisi olmamasına rağmen; insan-madde ilişkisi insan-insan ilişki sine dönüşebilir. Bu nedenle sosyolojide fizik-madde ve biyoloji bilimlerin alanına giren konular sıkça yer alır. Diğer yandan, daha önce de söylediğimiz gibi sosyal sistemde fizik-madde ve biyolojik sistemler arasında bir analoji çağrışımı yapabilir.

Sosyoloji tarihinde, sosyal yapının teşekkülüne etki eden faktörlerden herhangi birine veya bir kaçına, veya analog yoluyla sosyal yapı benzetmeleri yapan düşünce ekolleri mevcuttur. Bunlardan Mekanist Görüş (sosyal olayları fizik tabiata bağlayanlar), Coğrafyacı Görüş (toplumun anlatılmasında tabiata veya coğrafya olaylarına önem verenler), Bio-organik Okul (sosyal olayları biyolojik organizmalara benzetenler), Antropolojik Okul ve Biometrik Okul (insan bedeninin niteliğine ve kalıtsal özelliklere önem verenler), Demografya okulu (nüfusun bileşimi ve hareketliliğine önem verenler), Darwinci Okul (hayat kavgası olaylarına ve türlerin evrimine önem verenler), Psikolojizm (sosyal olayları ve sosyal hayatı ferdi şuur olayları ile anlatan teoriler), Sosyolojizm Okulu (kollektif şuuru fert üstü bir varlık sayanlar), Ekonomist Okul (ekonomi olaylarına önem verenler), Teknik olaylara önem veren okul, Töre-adet olaylarına önem veren okul, Hukuk olaylarına önem veren okul, Din olaylarına önem veren okul (büyü ve din arasındaki ilişkiyi araştıran teoriler, büyü ve din inançlarını sosyal hayatın üstün etmeni sayanlar), Bütüncü Görüşler (sosyal hayatı bir bütün olarak ele alıp açıklayanlar).

Dikkat edilecek olursa bütün bu sosyoloji okulları (bütüncü görüş dışında) sosyal yapının oluşumunda tek faktöre ağırlık vermekte idiler. Günümüz sosyolojisi ise çoğulcu ve fonksiyonal bir yaklaşım içindedir.

Daha önce bilimleri real ve ideal bilimler diye ikiye ayırmıştık. Aynı ayırımı sosyal bilimler için de kullanabiliriz. Sosyal bilimler sınıflamasında ideal bilim grubunda değer alanı ile ilgili, ahlak, hukuk ve tarih felsefesini saymak mümkündür. Bunlardan ahlak önceden tayin edilmiş değer normlarına uygun bir davranış şekli emrettiği gibi, hukuk da “beşeri hayat münasebetlerinin cebri nizamıdır.” Bu nedenle ahlak da, hukuk kuralları da olması gerekenle ilgilidir; değer yargısı taşırlar. Hukukun konusu formel kurallar, ahla km konusu informel kurallardır. Ancak bu bilimlerin içinde yer alan sosyal davranışlar ve sosyal kurumlar sosyolojinin konusuna da girerler. Ahlakla veya hukukla ilgili olan bir sosyal olay vukuu anında veya vuku bulduktan sonra olması gerekenden çıkıp olmuş bitmiş bir olgu haline gelirler. Böylece ahlak ve hukuk sosyolojisi sosyolojinin birer alt dalı olarak karşımıza çıkarlar. Bir başka anlatımla, hukuk kuralları ve hatta ahlak kuralları, bir yandan insan ve insandan başka varlıklar arasındaki ilişkiye ait önceden tayin edilmiş ve değer yargısı taşıyan kurallar olmasına karşılık, sonuçta insan- insan ilişkisi olarak ortaya çıkarlar ve sosyolojinin ilgi alanına girerler.

N. Hartmann’ın bilimler sınıflamasında felsefi bilimler (real varlığın bütün alanlarını, insan ve insan başarılarını, yani tarihsel varlık alanını içine alan felsefi incelemeler) real bilimler grubuna giriyordu. Ancak tarih felsefe sinin tarihte cereyan eden olguları, bir de halde ve gelecekte olacak olay ve olguları kapsadığı düşünülürse, ileriye yönelik değerlendirmeler ve yargıları olması gerekenle ilgilidir. Bir olay aynı şartlar altında dün cereyan etmiş bu gün de aynen vuku buluyorsa, yarın da aynı şartlar altında aynı şekilde vuku bulacaktır. Bu durum ancak pozitif tabiat bilimleri için söz konusu olabilir. Sosyal bilimlerle ilgili böyle kesin hüküm vermek mümkün olmadığı gibi sosyal bilimlerin vardığı hükümler ve sonuçlar, ancak bir tahmini ve ideal bir yapıyı ifade eder. Diğer bir ifade ile tarih felsefesinin tarihi varlık alanını ele alış biçimi, elde etmek istediği sonuçlar ve amaçları sosyolojiden farklıdır. Yani sosyoloji ile tarih felsefesi arasında hem metod ve hem de amaç farkı vardır.

Aşağıdaki şemada bilimlerin hem küçükten büyüğe ve hem de somuttan soyuta (yalından karmaşığa) doğru bir sınıflamasını buluyoruz. Şemada sosyoloji bütün sosyal bilimleri temsil etmektedir. Aslında Comte’a ait olan böyle bir temsil görüşü sosyal bilimlerin de bağımsızlığını kazanması ile geçerliliğini kaybetmiştir.

Sosyolojinin doğrudan ilişki kurduğu ve zaman zaman konularının ve sonuçlarının sosyoloji içinde yer aldığı diğer sosyal bilimler aşağıdaki şemada gösterilmiştir. Şemada ilgili sosyal bilimlerin kendilerine özgü konuları ve sosyoloji ile kesişim ve ortak alanları gösterilmiştir.

Kaynak: Sosyoloji – Prof. Dr. Zeki Arslantürk – Doç. Dr. M. Tayfun Amman

İlgili Makaleler