SOSYOBÎYOLOJİ
SOSYOBÎYOLOJİ
Kavram E.O. Wilson’un
1975 yılında Sosyobiyoloji, Yeni Sentez adlı kitabını yayınladıktan sonra
geniş bir yaygınlık kazanmıştır, ancak sosyobiyolojinin teorik kökleri
1960’lann ortalarına, Hamilton ve Maynard Smiıh’in yayınlarına kadar geri
götürülebilir. Sosyobiyoloji; hayvan davranışının, Özellikle sosyal davranışın
doğal ayıklanma yoluyla evrim perspektifinden incelenmesidir. Yani
sosyobiyoloji neo-
Darwinci bir evrimci
teori ana akımı içinde yer alır.Konu 1970’lerin sonlarında yoğun olarak
tartışmalı ve ideolojik bir hale gelmiştir. Bu nedenle uygulamacıların çoğu
çalışmalarını ‘evrimci ekoloji1 veya ‘davranışsal biyoloji’ gibi daha yumuşak
isimler altında yürütmeyi tercih etmişlerdir. Bazı lan ise sosyobiyoloji
bunlardan vurgulamada farklı olmasına rağmen, ‘etholoji1 veya ‘davranışçılık’
gibi daha eski isimleri kullanmayı sürdürmüşlerdir. Davranışçılık; davranışın
türe özgü özelliklerinden (filogenisin-den) daha ziyade, bireye özgü
özellikleri (ontogenisi) üzerinde durur ve davranışın genetik temeline değil,
çevrenin şartlandırmasına önem verir. Sosyobiyoloji kalıtımın ve çevrenin eşit
derecede önemli olduğunda ısrar eder, ona göre bir fenolip daima bir ge-notip
ile çok sayıdaki çevresel değişken arasındaki ilişkinin ürünüdür. Etholoji, daha
açık bir deyişle hayvan davranışının evrimiyle de ilgilenen eski bir
sosyobiyoloji disiplinidir. 1960’lara kadar etholoji, açıklayıcı ve teorik
olmaktan daha çok ağırlıklı olarak tasvirî bir eğilimde olmuştur. Dayandığı
teorik temel ise, hayvanların grubu veya türü canlı tutmak için davrandıklarını
ileri süren grup ayıklanması düşüncesinden kaynaklanmıştır.
Hayvanların (arıların
alarm vermeleri veya intihar amacıyla kendi kendilerini sokmaları, ya da kanat
yaralanmalarının kuşlar tarafından taklit edilmesi gibi) bazı görünüşte Özgeci
olan davranış biçimlerinin, temel açıklaması olarak grup ayıklanmasını
reddetmesi, sosyobiyolojiyi başka herhangi bir gelişmeden daha fazla hayvan
davranışıyla ilgilenen bir yaklaşım haline getirdi. Görünüşte özgeci olan
davranış,
üreme başarısının
(veya ‘uyguniuk’unun) bireysel organizma ve nihayet gen seviyesinde en üst
düzeye çıktığı şeklinde basit bir modele indirgenmişti (Bu konu Davvkins’in
1976’daki Bencil Gen kitabıyla çok popüler hale gelmişti).
Çift-eşeyli
organizmalardan olan bir birey, cinsel yeniden üretimden bir ebeveyni veya
kardeşiyle genlerinin yarısını, büyük anne ve büyük babasıyla, amca ve
teyzesiy-le, üvey kardeşiyle genlerinin çeyreğini; büyük anne ve büyük
babasının ebeveynle-riyle ve ilk kuzeniyie vb. genlerinin sekizde birini
paylaşır. Bir bireyin “kapsamlı uygun-luk’u (bu kavram sosyobiyolojinin
kurucularından W.D. Hamilton tarafından organizmanın kendisine değil de,
onunla paylaştığı genetik yakınlık oranında başkasına uygunluğunun onun daha
yararına olacağını belirtmek amacıyla kullanılmıştır) onun üreme başarısına
ilaveten akrabalarının üreme başarısına, onun kayırıcılığının (ne-potism)
etkisini içerir. Bu yüzden kayırma (akrabayı akraba olmayana, yakın akrabayı
uzak akrabaya tercih etme) aracılığıyla birey ‘kapsamlı uygunluk’unu aç
olduğunda kendi zürriyetinden birini yeme gibi zalimce bencilliğe düşmeden en
üst noktaya çıka rabilir.
Son tahlilde özgecilik
gibi görünen şey, genlerin çoğalmasını en üst düzeye çıkarmak için genetik
olarak programlanmış davranıştır. Organizmalar programı yapan gerçek genlerin
üremesini en üst noktaya çıkarmak için, programlanmış geçici gen birlikleridir.
Evrimci açıdan Dawkins’in ikna edici bir biçimde ileri sürdüğü gibi, bir
organizma gen taşıyıcısı ve geni üreten bir makinadır. Görünüşteki ‘özgecilik’
sonuçta genetik bencilliğe indirgcnebileceğinden
‘kayırma’ kavramı
akrabayı tercih etme davranışını daha doğru tarif etmektedir.
Arılar, karıncalar
gibi sosyal böceklerden, insan ve insan olmayan memeliler dahil tüm sıcak
kanlı omurgalılara kadar her türde akrabayı kayırma’mn; sosyalleşmenin önemli
bir temeli ve yararlı davranışın göstergesi olduğu gösterilmiştir.
Sözkonusu akrabayı
kayırma davranışının bir insanda her yerde ve her zaman görülmesi, insan
topluluklarında akrabalığın evrensel önemi, insanların saf sosyobiyolo-jik
bakıştan bağımsız ele alınamayacağını gösterir. Gerçekten de sosyobiyolojik modelin
insanın eşleşme ve üreme sistemlerine uygulanması, aile içi cinselliğin yasak
olması, anaerkilliğin çöküşü, amcalık, dayılık, yeni doğan çocuğu öldürme,
evlatlık edinme, çok karılılık, çok kocalılık, cinsel roller ve cinsel davranış
gibi alanlarda ümit verici sonuçlar üretmektedir.
Akraba kayırmanın
yanısıra toplumun bir başka temeli ve en üst düzeyde uygunluğun tercihindeki
bir başka mekanizma karşılıklı ilişkidir. însan toplumunun muhafazasında
değiş tokuşun ve karşılıklı İlişkinin önemi sosyal bilimciler tarafından uzun
zamandan beri bilinmesine rağmen, Trivers, karşılıklı ilişkiyi evrimci teoriye
bağlamış ve onun evrimleşme şartlarım belirlemiştir. İnsanın karşılıklı ilişki
sistemleri oldukça karmaşıktır ve suistimale elverişlidir; ustalık isteyen
dolandırıcılık yollarının ve dolandırıcıları tespit etme biçimlerinin gelişmesi,
insan zekâsının hızla artmasında temel eleyici güçlerden birisi olabilmiştir.
Fakat karşılıklı ilişki insana münhasır değildir. Cinsel üremenin karşılıklı
ilişkinin muhtemelen en eski ve en yaygın biçimi olması da bunu gösterir.
Toplumun, akraba
kayırma ve karşılıklı ilişkinin yanında üçüncü önemli temeli olarak baskı’nın
rolü ise, şimdiye kadar sosyo-biyolojide ihmal edilmiştir. Baskı, yani öteki
bireylerin uygunlukları pahasına kaynaklan ele geçirmek için güç kullanmak
veya güçle tehdit etmek insanla sınırlı bir olgu değildir. Fakat insanın zor
kullanma biçimleri ve toplum içi asalaklık çok farklı, çok özel bir yol izlemiş
ve devletin, sınıflara bölünmüş toplumların ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Bugün insan
sosyobiyolojisindeki temel teorik konulardan birisi, insan zihninin rol
oynadığı bir ilişki, genler ve kültür arasındaki ilişkidir. Evrim teoricileri
arasında insan kültürünün bazı türeme Özellikleri bulunduğu, her zaman
doğrudan olmasa bile genler ve davranışsal fenotipler arasında bazı bağlantılar
olduğu konusunda genel bir uzlaşma vardır. Açıktır ki, satranç oynama,
bisiklete binme gibi belirli kültürel eğilimlere özgü genler bulunmaz.
Genlerimiz bize daha ziyade öğrenmeyle uyum sağlamak için esnek programlar
verirler. Oldukça esnek sınırlar içindeki bu programların bazıları, ya
bütünüyle kapalı ve otomatik veya bütünüyle açık ve kolayca değiştirilir
niteliktedir. Biz bazı kültürel eğilimleri başkalarına göre daha kolayca kabul
etmeye ve öğrenmeye eğilimli oluruz. Bu yüzden konuşma gibi belirli çok
karmaşık görevleri, çok uzun süre önce beynimizdeki bağlantı kuruluşu
yeterince geliştiğinden zahmet çekmeden öğreniriz, ama atılım işlevlerini
kontrol etmek gibi çok daha basit görevleri muhtemelen onların eleyici avantajları
yakın zamanlarda gündeme geldiği için ve onlara göre beyin hücrelerinin programı
olmadığından çok güç ve sıkıntılı bulııruz.
insan sosyobiyologlan
kültürün uyarlanmayla ilgili olduğunda ve bu yüzden doğal seçicilik yoluyla
genetik evrimle etkileşim içinde bulunduğunda genellikle uzlaşırlar. Çünkü
kültür, bireyler için uygunluk sonuçları sağlar. Yine bütün sosyobiyolog-lar,
bütün diğer türlerin tarifinde yapıldığı gibi, insanların benzersiz
karakteristikleri paylaştıklarını, bu karakteristiklerden bazılarının insanın
evrimini insan-altı türlerin-kinden ayırdığım savunurlar. Bununla birlikle
genetik evrimi ve kültürel evrimi, karşılıklı ilişkilerine rağmen herbiri
farklı seçicilik ve geçiş mekanizmalarına cevap veren iki otonom süreç olarak
ele almak bir dereceye kadar yararlı olsa da, bugünlerde sıcak tartışmalara
neden olmaktadır. Genlerin ve kültürün farklı, fakat karşılıklı etkileşim
içinde birarada evrim leşti kleri modelini savunanlara karşı, kültürün
yalnızca sembolik dille sosyal olarak öğrenilmiş davranışı yüksek düzeyde
aktarma yeteneği aracılığıyla hızlı uyum yapmayla İlişkili türe özgü bir mekanizmalar
yapısı olduğunu savunanlar vardır.
Doğal seçicilik
doğrudan doğruya feno-tîpler üzerinden işler, genotiplerle ilgilenmez.
Fenotipler ise daima bir çevresel unsura sahiptir. Dolayısıyla genler ve çevrenin
karşı karşıya getirilmesi anlamsızdır. Bu gen-çevre, etkileşim modeli içinde
kültür çevrenin insan tarafından yapılmış, belirli bir insan genomu
tarafından önceden seçilmiş kısmı olarak görülebilir. Asıl sorun kültürün
doğal dünyanın bir parçası olup olmaması değildir. Bu tartışılmaz bir gerçektir.
Kültür, onu oluşturan ve aktaran insan organizmalarının dışında deneysel bir
işarete sahip değildir; bu yüzden onun evrimi kaçınılmaz olarak türümüzün
biyolojik evrimiyle birarada olmuştur.
Sorun, kültürel evrim
mekanizmalarının genetik evrim mekanizmalarından bağımsızlık derecesidir. Soru
deneysel düzeyde değil, analiz düzeyindedir ve soruluş, biçimi önemlidir. İnsan
ilişkilerini anlamaya çalışmakla ilgilenenler, bizi ancak milyonlarca tür
içinden bir tanesi olarak görenlerden, türümüzün benzersiz karakteristiklerine
daha büyük önem vermekledirler. İnsan davranışını anlamaya çalışanlar arasında
kültürel farklılığın ve tarihsel özgülüğün açıklanmasından hoşlananlar,
insanlığımızın genel doğasını anlamak isteyenlerden biyolojik evrimimizle daha
az ilgilenirler.
Sosyobiyoloji;
geleneksel sosyal bilimleri tehdit etmekten ziyade, tamamlar. Yalnızca
kendimize doğal dünyanın bütününü kuşatan şeylerin bir parçası olarak bakmamız
için bizi zorlar. Bu anlamda sosyobiyoloji yalnızca Kopernik ile başlayan
bilimsel dem istifikasyon üreticinin en son evresidir, kendimizi merkeze
koymamızı ve benzersiz birşey olarak görmemizi başarılı bir biçimde azaltır.
Evrendeki yerimiz hakkında berraklığın karşılığı daima belirli ölçülerde
varoluşsal rahatsızlık olmuştur. Bu sosyo-biyolojiyc, saldırma tutkusunu
açıklaması konusunda yardımcı olabilir.
(SBA)