SOSYAL HAREKETLİLİK
SOSYAL HAREKETLİLİK
Hareketlilik, toplumun
kendi içindeki dinamizmini ifade eden veya nüfusu meydana getiren fertlerin
hareketliliğini belirten bir kavramdır. Toplumda bireylerin, zümrelerin veya
kültür unsurlannın, tabakalaşmada, ya da sosyal mekânda yer değiştirmesini
ifade eder. “DeğişinTin sosyolojik araştırmasında kullanılan “sosyal
hareketlilik” kavramı; sosyal hiyerarşinin genellikle mesleki olarak
nitelenen farklı se-
viyeleri arasında
fertlerin hareketliliğine işaret eder. Dikey, yatay, nesiller arası vb. olmak
üzere çeşitli ayinmlarla incclenebil-mektedir. Bu çeşitli hareketlilik halini
görebilmek için herşeyden önce toplumun bir sosyal piramit sekimde düşünülmesi
gerekmektedir.
Hareketlilik kavramı,
tabakalaşma kavramıyla doğrudan ilgilidir. Ancak, tabakalaşma kavramı, çoğu
açıdan Batı meseleleri önünde doyurucu olmamaya başlayınca, yeni sosyal değişme
teorileri geliştirilmeye yönclinmiştir. A. Comtc’âan bu yana, sosyolojinin
büyük sistemlerinin çoğu, “sosyal statik” ve “sosyal
dinamik” ayrımı çerçevesinde sosyal yapıları incelemektedir. İşte, sosyal
statikte karşımıza çıkan sosyal tabakalaşma hadisesinin, sosyal dinamikte karşılığı,
sosyal değişme teorileri olduğu için, sosyoloji, sosyal düzenlerin değişimine
neden olan gelişim süreçlerini incelerken, tabakalaşma gibi kavramlara,
ayrıca hareketlilik boyutu eklemek durumunda kalmıştır; bu boyut, sanayi
toplumlarının en belirgin özelliklerinden birini meydana getirmektedir. Sosyal
sınıfların ortadan kalkması ve sınıfsız bir yapıya geçmek söz konusu olmadığına
göre, fertlerin sosyal hareketliliğe uğramayacaklarını ileri sürmek mümkün
değildir. Çünkü, sosyal hareketlilik, sosyal gruplar arasında görülen
ilişkilerin ve bizzat grupların iç dinamiğini oluşturmaktadır. Günümüzde, hiç
bir sosyal tabaka, sosyal gurup veya sınıf bir nesilden fazla, değişmeden
kalamaz. Her neslin hareketlilik çizgisi, öncekinden farklıdır.
Batı sosyolojisinde
sosyal hareketlilikten anlaşılan, önce, birey veya bireylerin toplum içinde
konum ve durumlarını az çok değiştirebilmeleri İmkânıdır. Bu imkân
açık toplumlarda daha
kolay, kapalı toplumlarda ise daha güç elde edilmektedir. Bir toplumdaki
hareketliliğin genel oranı, o toplumun “açık” olmasının derecesini
gösterir. Sosyal hareketlilik, çağımızın dinamik yapılı toplumlarında sürekli
olarak izlenen bir olaydır. Marks’ın düşündüğü gibi tarihte geçiş dönemlerinde
görülen kısa süreli ve geçici bir olay olmayıp, sanayileşme ve şehirleşmeye
paralel olarak artan bir süreçtir. T. Bottomore’un belirttiği gibi, onu,
sınıfsız bir toplumun elde edilmesinde araç olarak düşünmek de yanlıştır. Öte
yandan, sosyal hareketlilik kavramı, belli bir sosyal tabakalaşma teorisine
bağlıdır. Kendiliğinden değil, konuya belli bir yaklaşımın ürünü olarak, yani
toplum içinde tabakalaşma olayını önceden tabiî ve tartışılmaz sayıp, meseleyi
kişilerin bu tabakalara nasıl katıldıkları konusuyla sınırlayan bir yaklaşımın
ürünü olarak meydana gelmiştir. Kişi, toplumda kurulu tabakalaşma içinde hangi
ölçüde basamaklar arasında seçim yapabilmekte, ya da bulunduğu basamağı
değiştirebilmektedir. Bir başka ifadeyle, sanayileşme ve şehirleşmeye paralel
gelişmelerin Batı düzeniyle uyuşmaz olmadığını ve gelişme amacıyla mevcut
düzenden vazgeçmek gerekmediğini ispatlamak gayretiyle, Batı’da düzene karşı
değil, aksine, düzeni doğrulamayı amaçlamış yeni sosyal değişim teorileri
geliştirilmeye başlanınca, sosyal hareketlilik meselesi de, tartışma dışı
bırakılan Batı düzeninin kendi işleyişinde çözümlenmek üzere ele alınmıştır.
Batı düzeni
içerisinde, artan sosyal hareketliliğe rağmen, sanayi toplumlarım “orta
sınıf toplumları” olarak kabul etmek de zordur. Çünkü artan farklılaşma
ve değişen statü sistemi, iktisadi ve sosyal gelişmeye
paralel olarak
tabakalaşma piramidine, “alt-orta, üst-orta” gibi yeni unsurları da
eklemiştir. Bu durum, aynı zamanda çoğulcu bir tabakalaşmayı ifade eder.
İşte, Batı dünyasının
modem sanayi toplumlarında görülen bu tabakalaşmanın iç dinamiğine, yani
sosyal hareketliliğe dair pek çok malzemeyi mukayeseli olarak ilk defa
California Berkeley Üniversitesi sosyologlarından S.M. Lipset ile R. Bendİx
tahlil etmişlerdir. Araştırmalanmn sonunda şu sonuca varmışlardır: Her modern
sanayi toplumuda önemli miktarda dikey bir hareketlilik vardır. Onlara göre,
bu husus yalnızca modern sanayi toplumları için geçerli olup, sebebini
ihtimal, teknolojik ilerlemelerin bir sonucu olmak üzere meslekî, teknik ve
idari elemanlara olan fazla talepte aramak gerekiyor. Teessüs etmiş Üst tabakalar,
anan bu talepleri yalnız kendi içlerinden karşılayamadıkları için zorunlu
olarak alt tabakalardan temin etmeğe çalışmaktadırlar. Sosyal hareketliliğe
olan bu “fonksiyonel ihtiyaç” toplumun çeşitli tabakalarına mensup
bireylere bir iş başarma ve daha yüksek mevkilere yükselme İsteği aşılandığı
zaman ancak etkili olabilir. Lipset ve Bendix, hareketliliğin, modem sanayi toplumunun
istikran için esas olduğunu, çünkü elit mevkilere geçişin açık olmasının, yetenekli
ve azimli bireylerin daha aşağı sosyal seviyelerden yukarı yükselmesini mümkün
kıldığını savunuyorlardı. Fakat yukarı doğru sosyal hareketlilik, onlara göre,
katıksız olarak yüzde yüz iyi de değildir. Dikey hareketlilikte birey, bunun
pahasını güvensizlik ve gerginlik şeklinde ödeyebilir, toplum ise bunun
pahasını grup dayanışmasının azalması şeklinde ödemektedir. Bir bireyin
meslekî, iktisadî, idari ve sosyal sınıf sistemleri içinde işgal ettiği yerler
arasındaki farklar, o birey için ciddî bir engellenme kaynağı olabilir ve hatta
onu aşın siyasî tutumları benimsemeye teşvik edebilir. Aşın siyasî tutumlar,
bir grubun güvenliği tehdit edildiği veya yükselmekte olan bir grubun
gayretlerine set çekildiği zaman gelişir. Lipset ve Bendix’e göre, hareketlilik
imkanı, işte bu noktada, alt sınıfların “devrimci kollektif eylem”
ihtimalini azaltan bir güvenlik sübabı olabilmektedir. Bu hususta, bir başka
araştırmacı, D. V. Glass’a göre demokratik bir toplumda adalet, “siyasî
ve sosyal eşitlik fırsatı veren” bir yapı mevcutsa ancak,
gerçekleşebilir. Fakat bu açıdan konuya bakıldığında görülen odur ki, Fransız
devriminden bu yana siyasî demokrasi açısından oldukça sürekli ilerlemeler vuku
bulmakla birlikte, sosyal demokrasi bakımından modern sanayi toplumunun gelişmesinde
istenilen sonuca ulaşmak mümkün olmamıştır.
Günümüz toplumlarında
görülen sosyal hareketlilik bir kişinin hayatı boyunca meslek basamaklanndaki
ya da bir kuşak üyelerinin daha Önceki kuşağa oranla hareketliliği olmak
üzere, kuşak boyu veya kuşaklara-rası hareketlilik başlıkları altında incelenebileceği
gibi, zorunlu ya da isteğe bağlı hareketlilik ayınmiyla da ele alınabilmektedir.
Sözgelişi, yaşı gereği zorunlu olarak emekli olan bir kişinin toplum içindeki
konumunun değişmesi zorunlu hareketliliğin, öte yandan evlilik sonucu
kazanılacak yeni konumlar ise isteğe bağlı hareketliliğin örnekleridir. Bundan
başka, tek tek bireylerin sosyal hareketliliği ile bir sosyal sınıfın veya bir
grubun kollektif hareketliliği de birbirinden farklıdır.
Ancak, üzerinde en çok
durulan ve en yaygın ayırım, “yatay” ve “dikey” hareketlilik
arasında yapılan ayırımdır. Yatay hareketlilikten, öncelikle, kişinin görevini
-mesleğini- değiştirmeden görev yerini değiştirmesi anlaşılmaktadır. Günlük
işe gidiş gelişlerden, mevsimlik tatil gezilerine kadar çeşitli olaylar, yatay
hareketlilik içine katılmıştır. Bu hareketlilik, kişinin adres değiştirmesini
gerektirmemektedir. Aynca şehirler ve ülkeler arasında adres -nüfus-değişikliklerine
yol açan yatay hareketlilik de bulunmaktadır. Bunun çeşitli nedenleri olabilir.
1974 Kıbrıs örneğinde görüldüğü gibi bu neden siyasî ve askerî, ya da köyden
kente göçlerde olduğu gibi ekonomik olabilir. Evliliklerin yol açtığı yer
değişikliklerinde ise neden, ailevîdir. Türkiye’de yatay hareketlilik daha çok
ügi çekmiştir. Taşradan büyük kente göç olgusu, ya da Almanya’ya işçi
göndermemiz sosyolojimizde çeşitli araştırmalara yol açmıştır.
Dikey hareketlilik
ise, bir kişi ya da topluluğun aynı kuşakta veya kuşaklar arasında toplum
için görev-meslek ve dolayısıyla statü bakımından iniş ve yükselişini ifade
eder. Sosyolojinin öncelikle üzerinde durduğu hareketlilik, dikey
hareketliliktir. Çünkü eşitlik esasına dayalı bir yapının hedefi olarak orta
sınıflaşmanın temini bakımından en Önemlisi, dikey hareketlilik olup,
kalabalık grupların alt tabakalardan, orta ve üst tabakalara yükselmesi
şeklinde tezahür eder. Fakat, günümüzde, özellikle alt tabaka mensupları için
bu yükseliş pek kolay olmamaktadır. Köken, çevre, gelenek, iktisadî ve
kültürel şartlar gibi etkenler, onların hareketliliğini engelleyebilmektedir.
Bu engelleri kısmen de olsa bertaraf etme vasıtalarına ulaşma imkânı, üst
tabakaların çok daha kolay istifade ettikleri hal olarak kalmaktadır.
XX. yüzyılda
bireylere, sosyal sınıflarını değiştirme imkânı veren vergi politikaları,
kooperatifleşme, sendikalaşma ve diğer bir çok faktörler hep aynı istikamette
etkiler oluşturarak, alt tabakalara mensup bireylerin, orta tabakaya yükselmelerine,
yani yukarı doğru bir sosyal hareketliliğe maruz kalmalarına yol açmaktadır.
Fakat, XX. yüzyıl, dikey hareketliliğin, en çok eğitim yoluyla gerçekleştiği
bir çağdır. Artık, ticarî ve sınaî hareketlilik fertlere, kapitalizmin ilk
devrelerinde olduğu kadar büyük imkânlar sağlamamaktadır.
Sosyal hareketliliğin,
yeterince gerçekleşmesinde, bireylerin basan arzularını ve rekabet duygularını
körükleyecek faktörlerin bulunduğu bir sosyal atmosfer gereklidir. Bu
hususta, azgelişmiş Ülkelerde eğitimden beklenecek pek çok fonksiyonlar
vardır. Miktarını ve zamanını iyi tayin etmek şartıyla eğitim yatırımları
(üstün kapasiteli fertlere tahsis edildikleri takdirde) alt tabakalardan
hareketlilik yoluyla yükselen bireylerin örnek teşkil etmelerini sağlayabilir.
Böylece, hem alt tabakanın harekete geçiş gücünü kımıldatacak, rekabet ve
emelleri keskinleştirecek, hem de iktisadî gelişmeyi gerçekleştirecek olan
aydın sınıfın teşekkülüne imkân verebilir. Bu da kaynakların kullanılmasına,
millî gelirin artmasına ve hükümetlerin istikrar kazanmasına yol açacaktır.
Bir ülkede, sosyal yapı, işbölümüne ve fonksiyonel bütünleşmeye ne nispette
dayanıyorsa, o memlekette eğitim yoluyla sosyal hareketlilik imkânlarının o
kadar fazla olacağı da ifade edilebilir. Şu halde, gelişmekte olan ülkelerin
problemi, zaten geniş ölçüde hareketliliğe ve orta sınıflaşmaya maruz kalmış
bulunan gelişmiş ülkelerden farklıdır. Gelişmek isteyen ülkelerin hedefi eğitim
yolu ile kalkınmayı ve orta sınıfların teşekkülünü gerçekleştirebilmek ve
bunun için de fertlere basan ve rekabet arzularını aşılayabilmek olmalıdır.
Ancak, bu anlamda
aşılanmaya çalışılacak olan başarı arzu ve ihtiyacının sosyo-psikolojik açıdan
toplumda materyalist bir rekabet ortamı oluşturmaması için, bu arzunun
özellikle eğitim yoluyla yaygmlaştın-lan belli bir başarı mistiğine dayanması
gerekir. Daha doğrusu, sosyal hareketliliği canlandırmak üzere telkin edilecek
olan başarı arzusunu, “bir şeyi iktidar, sevgi veya kâr sağlamış olmak
için değil, fakat sırf iyi yapmış olmak için yapmak” tanımıyla ele
alırsak, böylesi bir basan arzusunun, ancak ahlâkî bir esastan, anlam etrafında
bütünleştirici kollektif bir idealden kaynaklanması gerekir. Bu ahlâkî esasın
nasıl temin edileceği meselesine, “sosyal hareketlilikte dînin durumu ve
rolü nedir?” sorusu cevaplanarak açıklık getirilebilir.
Psiko-sosyal
sonuçlanna baktığımızda, sosyal hareketlilik, tabakalar ve sınıflar arası
geçişi kolaylaştırdığı, fikirlerde büyük değişiklikler yapabildiği için,
kesitler arası yumuşamayı sağlar, eşitlik esasına dayalı bir yapıya istinad
ederek sosyal devlet anlayışını getirir. Sosyal hareketlilik, sosyal gelişmeyi
ve refahın sosyal dağılımını kolaylaştırır. Fakat öbür taraftan, bireyciliğin
artmasını da körükler. Bu noktada, sosyal hareketlilik konusunda yöneltilen
eleştirilerden en yaygın olan ikisi şudur: Birincisi, sosyal hareketlilik,
meslekler arasında çoğu kez keyfî bir değer yargılamasını ve sınıf
-landınlmasmı taşır. Diğeri de, sosyal hareketlilik fazlalığının şahsiyetlerin
silinmesi
ve kültürel çözülmeye
de neden olabileceğidir. Sosyal hareketlilik ve hızlı değişme, ruh kuvvetini
ve zihnî ilerlemeyi, icatlarda-ki ilerlemeyi artırır, öte yandan, ruh hastalıklarının
artmasını, sinir zayıflığını ve duygusuzluğu kolaylaştırır, münasebetlerdeki
samimiyeti azaltır. İnzivayı artırabilir, intiharlar çoğalabilir. Haz arama
artar. Sonunda ahlâkî çözülmeyi kolaylaştırır. Sosyal gelişmeler ve kültür
değişmeleri sırasında ortaya çıkan şüphe, korku, kargaşa ile, hepsinden daha tehlikeli
olan inançsızlıktan kurtulabilmek için kollektif bir ideale ve ahlâkî temele
ihtiyaç vardır. Teknolojik ve sosyal değişmelerde, zararlı fikir ve ideolojilerin
artması da, kötümserlik telkin eden felsefeler karşısında, zorlaşan hayat
şartlarında ancak olgun bir din insana bir iç direnç ve dayanma gücü verir.
Sosyal değişmede, toplumu sarsıntıya uğratmadan devamını sağlayan temel husus,
manevî kültür ortaklığını ifade eden, anlam etrafında bütünleşmedir. Bunu
sağlamak için, maddî ve manevî kültür unsurları arasında meydana gelecek
mesafenin asgarîye indirilmesi gerekir.
Dikey ve yatay
hareketlilikte dinin rolü, kuvvetli bir oda tabakanın teşeklülü istikametindedir.
Özellikle İslâmiyet’in tevhîd akidesinin kazandırdığı tutum, insanlarara-sı eşitlik,
bireysel gayretle statü elde etme, kısas ve dünyevî adalelin gerekliliği ile demokrasiden
ayn, fakat diktatörlüğe asla meydan vermeyen idarî prensipler sayesinde ve
bilhassa zekât gibi dinî-ekonomik vasıtalarla, aşın tabakalaşmaları ve
sınıflaşmaları önleyerek, fertlerin sosyal hareketliliğe manız kalıp, orta
tabakaya yükselmesini sağlayan bir karaktere sahiptir. Bundan dolayı, müslüman
toplumlar için, başka bü-
tün kültürlerden daha
fazla olarak İslâm kültürünün başarı arzusunu teşvik eden ve orta tabakalaşmayı
hedefleyen kıymet hükümlerine dayanmayan sosyal (planlama) politikaları,
sosyal hareketliliğin, kapitalist dünyada görülen çıkmazlar ile
karşılaşıl-masına neden olacaktır. Şurası muhakkak ki, sosyal hareketlilikte
dinin daima denge, istikrar ve güvenlik unsuru olduğunu ifade etmek teolojik
değil, öncelikle sosyolojik karşılaştırmalardan elde edilen bir yaklaşımdır.
Bülent ŞENAY Bk.
Sosyal Psikoloji, Sosyal Sınıf