33Sosyoloji Sözlüğü

SOSYAL HAREKETLİLİK

 

SOSYAL HAREKETLİLİK

 

Hareketlilik, toplumun
kendi içindeki dinamizmini ifade eden veya nüfusu meydana getiren fertlerin
hareketliliğini belirten bir kavramdır. Toplumda bireyle­rin, zümrelerin veya
kültür unsurlannın, ta­bakalaşmada, ya da sosyal mekânda yer de­ğiştirmesini
ifade eder. “DeğişinTin sosyo­lojik araştırmasında kullanılan “sosyal
ha­reketlilik” kavramı; sosyal hiyerarşinin ge­nellikle mesleki olarak
nitelenen farklı se-

viyeleri arasında
fertlerin hareketliliğine işaret eder. Dikey, yatay, nesiller arası vb. olmak
üzere çeşitli ayinmlarla incclenebil-mektedir. Bu çeşitli hareketlilik halini
göre­bilmek için herşeyden önce toplumun bir sosyal piramit sekimde düşünülmesi
gerek­mektedir.

Hareketlilik kavramı,
tabakalaşma kav­ramıyla doğrudan ilgilidir. Ancak, tabaka­laşma kavramı, çoğu
açıdan Batı meseleleri önünde doyurucu olmamaya başlayınca, yeni sosyal değişme
teorileri geliştirilmeye yönclinmiştir. A. Comtc’âan bu yana, sos­yolojinin
büyük sistemlerinin çoğu, “sosyal statik” ve “sosyal
dinamik” ayrımı çerçeve­sinde sosyal yapıları incelemektedir. İşte, sosyal
statikte karşımıza çıkan sosyal taba­kalaşma hadisesinin, sosyal dinamikte kar­şılığı,
sosyal değişme teorileri olduğu için, sosyoloji, sosyal düzenlerin değişimine
ne­den olan gelişim süreçlerini incelerken, ta­bakalaşma gibi kavramlara,
ayrıca hareket­lilik boyutu eklemek durumunda kalmıştır; bu boyut, sanayi
toplumlarının en belirgin özelliklerinden birini meydana getirmekte­dir. Sosyal
sınıfların ortadan kalkması ve sınıfsız bir yapıya geçmek söz konusu ol­madığına
göre, fertlerin sosyal hareketliliğe uğramayacaklarını ileri sürmek mümkün
değildir. Çünkü, sosyal hareketlilik, sosyal gruplar arasında görülen
ilişkilerin ve biz­zat grupların iç dinamiğini oluşturmaktadır. Günümüzde, hiç
bir sosyal tabaka, sosyal gurup veya sınıf bir nesilden fazla, değiş­meden
kalamaz. Her neslin hareketlilik çiz­gisi, öncekinden farklıdır.

Batı sosyolojisinde
sosyal hareketlilik­ten anlaşılan, önce, birey veya bireylerin toplum içinde
konum ve durumlarını az çok değiştirebilmeleri İmkânıdır. Bu imkân

açık toplumlarda daha
kolay, kapalı top­lumlarda ise daha güç elde edilmektedir. Bir toplumdaki
hareketliliğin genel oranı, o toplumun “açık” olmasının derecesini
gös­terir. Sosyal hareketlilik, çağımızın dina­mik yapılı toplumlarında sürekli
olarak iz­lenen bir olaydır. Marks’ın düşündüğü gibi tarihte geçiş dönemlerinde
görülen kısa sü­reli ve geçici bir olay olmayıp, sanayileşme ve şehirleşmeye
paralel olarak artan bir sü­reçtir. T. Bottomore’un belirttiği gibi, onu,
sınıfsız bir toplumun elde edilmesinde araç olarak düşünmek de yanlıştır. Öte
yandan, sosyal hareketlilik kavramı, belli bir sosyal tabakalaşma teorisine
bağlıdır. Kendiliğin­den değil, konuya belli bir yaklaşımın ürü­nü olarak, yani
toplum içinde tabakalaşma olayını önceden tabiî ve tartışılmaz sayıp, meseleyi
kişilerin bu tabakalara nasıl katıl­dıkları konusuyla sınırlayan bir yaklaşımın
ürünü olarak meydana gelmiştir. Kişi, top­lumda kurulu tabakalaşma içinde hangi
öl­çüde basamaklar arasında seçim yapabil­mekte, ya da bulunduğu basamağı
değişti­rebilmektedir. Bir başka ifadeyle, sanayi­leşme ve şehirleşmeye paralel
gelişmelerin Batı düzeniyle uyuşmaz olmadığını ve ge­lişme amacıyla mevcut
düzenden vazgeç­mek gerekmediğini ispatlamak gayretiyle, Batı’da düzene karşı
değil, aksine, düzeni doğrulamayı amaçlamış yeni sosyal deği­şim teorileri
geliştirilmeye başlanınca, sos­yal hareketlilik meselesi de, tartışma dışı
bırakılan Batı düzeninin kendi işleyişinde çözümlenmek üzere ele alınmıştır.

Batı düzeni
içerisinde, artan sosyal hare­ketliliğe rağmen, sanayi toplumlarım “orta
sınıf toplumları” olarak kabul etmek de zor­dur. Çünkü artan farklılaşma
ve değişen statü sistemi, iktisadi ve sosyal gelişmeye

paralel olarak
tabakalaşma piramidine, “alt-orta, üst-orta” gibi yeni unsurları da
ek­lemiştir. Bu durum, aynı zamanda çoğulcu bir tabakalaşmayı ifade eder.

İşte, Batı dünyasının
modem sanayi top­lumlarında görülen bu tabakalaşmanın iç dinamiğine, yani
sosyal hareketliliğe dair pek çok malzemeyi mukayeseli olarak ilk defa
California Berkeley Üniversitesi sos­yologlarından S.M. Lipset ile R. Bendİx
tahlil etmişlerdir. Araştırmalanmn sonun­da şu sonuca varmışlardır: Her modern
sa­nayi toplumuda önemli miktarda dikey bir hareketlilik vardır. Onlara göre,
bu husus yalnızca modern sanayi toplumları için ge­çerli olup, sebebini
ihtimal, teknolojik iler­lemelerin bir sonucu olmak üzere meslekî, teknik ve
idari elemanlara olan fazla talepte aramak gerekiyor. Teessüs etmiş Üst taba­kalar,
anan bu talepleri yalnız kendi içlerin­den karşılayamadıkları için zorunlu
olarak alt tabakalardan temin etmeğe çalışmakta­dırlar. Sosyal hareketliliğe
olan bu “fonksi­yonel ihtiyaç” toplumun çeşitli tabakalarına mensup
bireylere bir iş başarma ve daha yüksek mevkilere yükselme İsteği aşılandı­ğı
zaman ancak etkili olabilir. Lipset ve Bendix, hareketliliğin, modem sanayi top­lumunun
istikran için esas olduğunu, çünkü elit mevkilere geçişin açık olmasının, yete­nekli
ve azimli bireylerin daha aşağı sosyal seviyelerden yukarı yükselmesini mümkün
kıldığını savunuyorlardı. Fakat yukarı doğ­ru sosyal hareketlilik, onlara göre,
katıksız olarak yüzde yüz iyi de değildir. Dikey ha­reketlilikte birey, bunun
pahasını güvensiz­lik ve gerginlik şeklinde ödeyebilir, toplum ise bunun
pahasını grup dayanışmasının azalması şeklinde ödemektedir. Bir bireyin
meslekî, iktisadî, idari ve sosyal sınıf sistemleri içinde işgal ettiği yerler
arasındaki farklar, o birey için ciddî bir engellenme kaynağı olabilir ve hatta
onu aşın siyasî tu­tumları benimsemeye teşvik edebilir. Aşın siyasî tutumlar,
bir grubun güvenliği tehdit edildiği veya yükselmekte olan bir grubun
gayretlerine set çekildiği zaman gelişir. Lipset ve Bendix’e göre, hareketlilik
imka­nı, işte bu noktada, alt sınıfların “devrimci kollektif eylem”
ihtimalini azaltan bir gü­venlik sübabı olabilmektedir. Bu hususta, bir başka
araştırmacı, D. V. Glass’a göre de­mokratik bir toplumda adalet, “siyasî
ve sosyal eşitlik fırsatı veren” bir yapı mevcut­sa ancak,
gerçekleşebilir. Fakat bu açıdan konuya bakıldığında görülen odur ki, Fran­sız
devriminden bu yana siyasî demokrasi açısından oldukça sürekli ilerlemeler vuku
bulmakla birlikte, sosyal demokrasi bakı­mından modern sanayi toplumunun geliş­mesinde
istenilen sonuca ulaşmak mümkün olmamıştır.

Günümüz toplumlarında
görülen sosyal hareketlilik bir kişinin hayatı boyunca mes­lek basamaklanndaki
ya da bir kuşak üyele­rinin daha Önceki kuşağa oranla hareketlili­ği olmak
üzere, kuşak boyu veya kuşaklara-rası hareketlilik başlıkları altında incelene­bileceği
gibi, zorunlu ya da isteğe bağlı ha­reketlilik ayınmiyla da ele alınabilmekte­dir.
Sözgelişi, yaşı gereği zorunlu olarak emekli olan bir kişinin toplum içindeki
ko­numunun değişmesi zorunlu hareketliliğin, öte yandan evlilik sonucu
kazanılacak yeni konumlar ise isteğe bağlı hareketliliğin ör­nekleridir. Bundan
başka, tek tek bireylerin sosyal hareketliliği ile bir sosyal sınıfın ve­ya bir
grubun kollektif hareketliliği de bir­birinden farklıdır.

Ancak, üzerinde en çok
durulan ve en yaygın ayırım, “yatay” ve “dikey” hareket­lilik
arasında yapılan ayırımdır. Yatay hare­ketlilikten, öncelikle, kişinin görevini
-mesleğini- değiştirmeden görev yerini de­ğiştirmesi anlaşılmaktadır. Günlük
işe gidiş gelişlerden, mevsimlik tatil gezilerine ka­dar çeşitli olaylar, yatay
hareketlilik içine katılmıştır. Bu hareketlilik, kişinin adres değiştirmesini
gerektirmemektedir. Aynca şehirler ve ülkeler arasında adres -nüfus-değişikliklerine
yol açan yatay hareketlilik de bulunmaktadır. Bunun çeşitli nedenleri olabilir.
1974 Kıbrıs örneğinde görüldüğü gibi bu neden siyasî ve askerî, ya da köyden
kente göçlerde olduğu gibi ekonomik olabi­lir. Evliliklerin yol açtığı yer
değişiklikle­rinde ise neden, ailevîdir. Türkiye’de yatay hareketlilik daha çok
ügi çekmiştir. Taşra­dan büyük kente göç olgusu, ya da Alman­ya’ya işçi
göndermemiz sosyolojimizde çe­şitli araştırmalara yol açmıştır.

Dikey hareketlilik
ise, bir kişi ya da top­luluğun aynı kuşakta veya kuşaklar arasın­da toplum
için görev-meslek ve dolayısıyla statü bakımından iniş ve yükselişini ifade
eder. Sosyolojinin öncelikle üzerinde dur­duğu hareketlilik, dikey
hareketliliktir. Çünkü eşitlik esasına dayalı bir yapının he­defi olarak orta
sınıflaşmanın temini bakı­mından en Önemlisi, dikey hareketlilik olup,
kalabalık grupların alt tabakalardan, orta ve üst tabakalara yükselmesi
şeklinde tezahür eder. Fakat, günümüzde, özellikle alt tabaka mensupları için
bu yükseliş pek kolay olmamaktadır. Köken, çevre, gele­nek, iktisadî ve
kültürel şartlar gibi etken­ler, onların hareketliliğini engelleyebil­mektedir.
Bu engelleri kısmen de olsa ber­taraf etme vasıtalarına ulaşma imkânı, üst
tabakaların çok daha kolay istifade ettikleri hal olarak kalmaktadır.

XX. yüzyılda
bireylere, sosyal sınıfları­nı değiştirme imkânı veren vergi politikala­rı,
kooperatifleşme, sendikalaşma ve diğer bir çok faktörler hep aynı istikamette
etkiler oluşturarak, alt tabakalara mensup bireyle­rin, orta tabakaya yükselmelerine,
yani yu­karı doğru bir sosyal hareketliliğe maruz kalmalarına yol açmaktadır.
Fakat, XX. yüzyıl, dikey hareketliliğin, en çok eğitim yoluyla gerçekleştiği
bir çağdır. Artık, ti­carî ve sınaî hareketlilik fertlere, kapitaliz­min ilk
devrelerinde olduğu kadar büyük imkânlar sağlamamaktadır.

Sosyal hareketliliğin,
yeterince gerçek­leşmesinde, bireylerin basan arzularını ve rekabet duygularını
körükleyecek faktörle­rin bulunduğu bir sosyal atmosfer gerekli­dir. Bu
hususta, azgelişmiş Ülkelerde eği­timden beklenecek pek çok fonksiyonlar
vardır. Miktarını ve zamanını iyi tayin et­mek şartıyla eğitim yatırımları
(üstün kapa­siteli fertlere tahsis edildikleri takdirde) alt tabakalardan
hareketlilik yoluyla yükselen bireylerin örnek teşkil etmelerini sağlaya­bilir.
Böylece, hem alt tabakanın harekete geçiş gücünü kımıldatacak, rekabet ve
emelleri keskinleştirecek, hem de iktisadî gelişmeyi gerçekleştirecek olan
aydın sını­fın teşekkülüne imkân verebilir. Bu da kay­nakların kullanılmasına,
millî gelirin art­masına ve hükümetlerin istikrar kazanma­sına yol açacaktır.
Bir ülkede, sosyal yapı, işbölümüne ve fonksiyonel bütünleşmeye ne nispette
dayanıyorsa, o memlekette eği­tim yoluyla sosyal hareketlilik imkânları­nın o
kadar fazla olacağı da ifade edilebilir. Şu halde, gelişmekte olan ülkelerin
proble­mi, zaten geniş ölçüde hareketliliğe ve orta sınıflaşmaya maruz kalmış
bulunan gelişmiş ülkelerden farklıdır. Gelişmek isteyen ülkelerin hedefi eğitim
yolu ile kalkınmayı ve orta sınıfların teşekkülünü gerçekleştire­bilmek ve
bunun için de fertlere basan ve rekabet arzularını aşılayabilmek olmalı­dır.

Ancak, bu anlamda
aşılanmaya çalışıla­cak olan başarı arzu ve ihtiyacının sosyo-psikolojik açıdan
toplumda materyalist bir rekabet ortamı oluşturmaması için, bu arzu­nun
özellikle eğitim yoluyla yaygmlaştın-lan belli bir başarı mistiğine dayanması
ge­rekir. Daha doğrusu, sosyal hareketliliği canlandırmak üzere telkin edilecek
olan ba­şarı arzusunu, “bir şeyi iktidar, sevgi veya kâr sağlamış olmak
için değil, fakat sırf iyi yapmış olmak için yapmak” tanımıyla ele
alırsak, böylesi bir basan arzusunun, ancak ahlâkî bir esastan, anlam etrafında
bütün­leştirici kollektif bir idealden kaynaklan­ması gerekir. Bu ahlâkî esasın
nasıl temin edileceği meselesine, “sosyal hareketlilikte dînin durumu ve
rolü nedir?” sorusu cevap­lanarak açıklık getirilebilir.

Psiko-sosyal
sonuçlanna baktığımızda, sosyal hareketlilik, tabakalar ve sınıflar ara­sı
geçişi kolaylaştırdığı, fikirlerde büyük değişiklikler yapabildiği için,
kesitler arası yumuşamayı sağlar, eşitlik esasına dayalı bir yapıya istinad
ederek sosyal devlet anla­yışını getirir. Sosyal hareketlilik, sosyal ge­lişmeyi
ve refahın sosyal dağılımını kolay­laştırır. Fakat öbür taraftan, bireyciliğin
art­masını da körükler. Bu noktada, sosyal ha­reketlilik konusunda yöneltilen
eleştiriler­den en yaygın olan ikisi şudur: Birincisi, sosyal hareketlilik,
meslekler arasında çoğu kez keyfî bir değer yargılamasını ve sınıf
-landınlmasmı taşır. Diğeri de, sosyal hare­ketlilik fazlalığının şahsiyetlerin
silinmesi

ve kültürel çözülmeye
de neden olabilece­ğidir. Sosyal hareketlilik ve hızlı değişme, ruh kuvvetini
ve zihnî ilerlemeyi, icatlarda-ki ilerlemeyi artırır, öte yandan, ruh hasta­lıklarının
artmasını, sinir zayıflığını ve duy­gusuzluğu kolaylaştırır, münasebetlerdeki
samimiyeti azaltır. İnzivayı artırabilir, inti­harlar çoğalabilir. Haz arama
artar. Sonun­da ahlâkî çözülmeyi kolaylaştırır. Sosyal gelişmeler ve kültür
değişmeleri sırasında ortaya çıkan şüphe, korku, kargaşa ile, hep­sinden daha tehlikeli
olan inançsızlıktan kurtulabilmek için kollektif bir ideale ve ahlâkî temele
ihtiyaç vardır. Teknolojik ve sosyal değişmelerde, zararlı fikir ve ideolo­jilerin
artması da, kötümserlik telkin eden felsefeler karşısında, zorlaşan hayat
şartla­rında ancak olgun bir din insana bir iç direnç ve dayanma gücü verir.
Sosyal değişmede, toplumu sarsıntıya uğratmadan devamını sağlayan temel husus,
manevî kültür ortak­lığını ifade eden, anlam etrafında bütünleş­medir. Bunu
sağlamak için, maddî ve ma­nevî kültür unsurları arasında meydana ge­lecek
mesafenin asgarîye indirilmesi gere­kir.

Dikey ve yatay
hareketlilikte dinin rolü, kuvvetli bir oda tabakanın teşeklülü istika­metindedir.
Özellikle İslâmiyet’in tevhîd akidesinin kazandırdığı tutum, insanlarara-sı eşitlik,
bireysel gayretle statü elde etme, kısas ve dünyevî adalelin gerekliliği ile de­mokrasiden
ayn, fakat diktatörlüğe asla meydan vermeyen idarî prensipler sayesin­de ve
bilhassa zekât gibi dinî-ekonomik va­sıtalarla, aşın tabakalaşmaları ve
sınıflaş­maları önleyerek, fertlerin sosyal hareketli­liğe manız kalıp, orta
tabakaya yükselmesi­ni sağlayan bir karaktere sahiptir. Bundan dolayı, müslüman
toplumlar için, başka bü-

tün kültürlerden daha
fazla olarak İslâm kültürünün başarı arzusunu teşvik eden ve orta tabakalaşmayı
hedefleyen kıymet hü­kümlerine dayanmayan sosyal (planlama) politikaları,
sosyal hareketliliğin, kapitalist dünyada görülen çıkmazlar ile
karşılaşıl-masına neden olacaktır. Şurası muhakkak ki, sosyal hareketlilikte
dinin daima denge, istikrar ve güvenlik unsuru olduğunu ifade etmek teolojik
değil, öncelikle sosyolojik karşılaştırmalardan elde edilen bir yakla­şımdır.

Bülent ŞENAY Bk.
Sosyal Psikoloji, Sosyal Sınıf