Felsefe Yazıları

Sosyal Güvenlik Tanımı, Tarihsel Gelişimi

 

Sosyal Güvenlik

Ruyalar/isciler” 173″ 167″

Sahip olduğu geniş muhteva dolayısıyla sosyal güvenlik, bütün özelliklerini ihtiva eden bir tanımın yapılması güç olan bir kav­ramdır. Kaldı ki konu ile ilgili müellifler arasında da tarif konusunda önemli görüş farklılıkları vardır. Dar anlamda sosyal gü­venlik, insanların istek ve iradeleri dışında meydana gelen, beden ve ruh bütünlüğüne zarar vererek çalışma gücü kaybı veya gelir kesilmesine yol açan tehlikelerin zararlarından kurtarılma garantisini ifade eder. Bu açıdan sosyal güvenlik; hastalık, iş kazaları-meslek hastalıkları, analık, yaşlılık, malûllük, Ölüm ve işsizlik gibi tehlikelerle karşılaşılması halinde ferdin geçim garantisinin sağlanmasını ihtiva eder. Bugün geldiği nokta dikkate alınınca, geniş anlamda sosyal güvenlik; temel insanî haklardan ve devlet görevlerinden biri olarak; “çalışma gücü kayıplarının yeniden kazandırılması ve gelir kayıplarının telafi edilmesi yoluyla, bütün fertlere ve ailelere yaşadıkları toplum içinde onları başkalarına muhtaç etmeyecek, insan haysiyetine yaraşır asgari bir hayat standardını sağlamayı hedef edinen tedbirler bütünü ve müesseseler ağı”, olarak tarif edilmekledir. Kısaca, toplumu oluşturan bütün fertlerin geleceklerinin garanti altına alınarak “yann” endişesinden uzak tutulması ve güvenliğinin sağlam olduğunu bilmenin tatmin duygusunun yaşatılmasıdır.

Sosyal güvenlik ihtiyacı insanlık tarihi kadar eski olmasına rağmen, kavram olarak oldukça yenidir. Nitekim hukuki bir terim olarak ilk defa 1935 tarihli Amerikan Sosyal Güvenlik Kanununda yer almıştır. Kavram, daha sonra 1941 tarihli “Atlantik Paktı” sözleşmesinde ve 1944 tarihli ILO “Philedelphia Konferansı”nda kullanılmış ve somut bir anlam kazandırılmıştır. Nihayet “İnsan Haklan Evrensel Beyannamesi “nin (1948) 2

2. ve 25. maddelerinde sosyal güvenlik; ferdin ve ailesinin temel haklarından biri olarak kabul edilmiştir. ILO da 1952 tarih ve 102 sayılı Sözleşmesi ile en geniş şekilde sosyal güvenlik kavramına yer vermiş ve bu alandaki düzenlemeyi yapmıştır. Bugün gerek ülke, gerekse ülkelerarası seviyede sosyal güvenlik sık ve yaygın olarak kullanılan bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sosyal güvenlik, kelime olarak belirli bir mücadeleyi ifade eder. Latince kökenli olan ve çok kullanılan sosyal kelimesi topluma ait manasına gelir ve gerisinde düşünce olarak birlik, eşitlik, dayanışma ve yardım esaslarına dayanan bir zihniyeti akla getirir. Güvenlik kelimesi ise emniyet karşılığı olarak kullanılmakta olup öncelikle bir tehlikeyi hatırlatmaktadır. Tehlike meydana geldiği takdirde bundan kurtulmayı ve bu amaçla verilen mücadeleyi ifade etmektedir. Kelimelerin tek tek manaları dikkate alındığı zaman sosyal güvenlik; “toplumun bütün fertlerine muhtemel tehlikelere karşı korunma garantisinin verilmesi” anlamına gelmektedir.

Tarihsel Gelişimi

Tehlike insanlıkla var olduğu için, sosyal güvenlik ihtiyacı da insanlık tarihi kadar eski ve evrenseldir. Ancak bugün ulaşılmış olan modern anlamda sosyal güvenlik düşüncesi, sosyal güvenliğin belirli merhalelerden geçmesi ile mümkün olmuştur ki, bu merhaleleri incelemek aynı zamanda sosyal güvenliğin fert ve toplum için ne derecede vazgeçilemez bir İhtiyaç olduğunu vurgula ma imkânı da vermektedir.

Sanayi devrimine kadar olan devre sosyal güvenliğin gelişimi bakımından paternalistik dönem olarak adlandırılır. Bu dönemde, fertler ve aileler sosyal güvenlik ihtiyaçlarını geleneksel sosyal güvenlik müesseseleri ile karşılamaktadırlar. Ferdi ta­sarruflar ve aile içi gelir transferleri, komşuluk ve akrabalığa dayalı yardımlar, vicdani, insani ve dini duygularla yapılan sosyal yardımlar, lonca ve benzeri sosyal güvenlik amaçlı müesseselerin sağladığı yardımlar, geleneksel sosyal güvenlik müesseselerini oluşturmuşlardır. Geleneksel sosyal güvenlik müesseselerinin zaman zaman belirli toplumlarda etkin bir sosyal güvenlik garantisi sağladıkları da görülmüştür.

Fransız ihtilali ve beraberinde getirdiği fert-toplum, fert-devlet ve toplum-devlet anlayışındaki değişikliklerle, sanayi ihtilali ve şehirleşme, sosyal güvenliğin gelişimi bakımından iki önemli değişikliğe yol açmışlardır: Bunlardan ilki, o döneme kadar olan sosyal güvenlik ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik geleneksel sosyal güvenlik müesseselerini çözmesi, yok etmesi veya zayıflatması; diğeri ise, yeni sosyal hayatın ve üretim şeklinin (fabrika üretimi) yeni ve daha ağır sosyal güvenlik tehlikelerini ortaya çıkarmasıdır. Bu çerçevede ferdi tasarruflar yetersiz kalmış, geniş aile yapısı çözülmüş, yeni yerleşim birimleri olan şehirlerde komşuluk ve akrabalığa bağlı yardımlar, vicdani duygularla yapılan yardımlar ve dini sosyal yardımlar etkinliğini kaybetmiş ve nihayet loncaların ortadan kalkması ile loncaların yardımlaşma sandıkları faaliyetlerini sona erdirmişlerdir. Liberal anlayış, “ferdi kendi kaderi ile başbaşa bırakırken”, sanayileşme ve şehirleşme de, sefalet ve yokluk içinde kıvranan geniş toplum kesimleri yaratmıştır. Devlet, zayıf olanı korumaya yönelik tedbirleri, takip edilen iktisat politikasının bir sonucu olarak almamış, hatta çok zaman serbest rekabeti engeller endişesiyle önlemeye çalışmıştır.

19. yüzyılın son çeyreği, geniş toplum kesimlerine sosyal güvenlik garantisi sağlayacak yeni müesseselere ihtiyaç duyurmuştur. Yeni kurulacak olan sosyal güvenlik müesseseleri, bir yandan geleneksel müesseselerin boşluklarını dolduracak, diğer yandan da yeni toplum ve üretim yapısının ortaya çıkardığı sosyal güvenlik ihtiyacına cevap verebilecek özelliklerde olacaktır. Bu sebeble yeni kurulacak müesseselerde aşağıda sayılan Özelliklerin bulunması gerekiyordu: Yeni kurulacak müesseselerin yürütülmesi sorumluluğu bizzat devlet tarafından gerçekleştirilecek, tehlikeye uğrayanların tesbiti objektif kriterlere göre yapılacak; sosyal güvenlik garantisi keyfilikten ve sübjektif değerlendirmelerden uzak belirli bir asgariyi sağlayacak şekilde temin edilecek; oluşturulacak müesseselerin iştirak ve finansmanına katılma zorunlu olacak, müesseseselerin faaliyeti kanunlarla

düzenlenecek; ihtiyacı olan her fert yardım talep etme hakkına sahip olacak; sistemin finansman yükü yalnızca çalışanların üzerine olmayacak, işverenler ve devlet de belirli oranlarda finansmana iştirak edecek ve nihayet uzun süreli ve yeterli sosyal güvenlik garantisi sağlayacak sağlam bir yapıya kavuşturulacak.

Bu özelliklere sahip olan sosyal güvenlik müesseseleri, bugün “primli rejimler” olarak da adlandırılan sosyal sigortalardır. Sosyal sigortalar bütün dünyada en etkin sosyal güvenlik garantisi sağlama yöntemini oluşturmaktadırlar. Ancak sosyal sigortaların ilk andan itibaren bugünkü kapsamda ve özelliklerde kurulduklarını da söylemek mümkün değildir. İlk sosyal sigorta, 1883 yılında, Bismarck Almanyası’nda hastalık tehlikesine karşı oluşturulmuş, bunu 1881 yılında kurulan işkazalan sigortası ve 1889 yılında oluşturulan sakatlık ve yaşlılık sigortası takip etmiştir. Aynı yıllarda, İtalya, Fransa, Norveç, İngiltere ve Belçika gibi diğer ülkelerde de sosyal sigortalar belirli riskler için kurulmuşlardır.

Bugün sosyal sigortalar, ILO’nun “Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Sözleşmesi”ne uygun olarak, hastalık (bakım giderlerinin karşılanması ve kazanç kaybının telafisi), analık, işkazaları-meslek hastalıktan, işsizlik, yaşlılık, malûllük, ölüm ve aile gelirinin yetersizliği risklerine karşı sosyal güvenlik garantisi sağlama fonksiyonu görmektedir. Gelişmekle olan ülkelerde bu tehlikelerin biri veya birkaçı için sosyal sigortalar müesseseleri oluşturabilmesi, gelişmiş ülkelerde her tehlike için sosyal sigortalar kollarının teşkili sağlanabilmiştir.

Sosyal sigortaların sosyal güvenlik garantisi sağlama bakımından bıraktığı boşluklar, 1930 iktisadi buhranının yarattığı yeni sosyal güvenlik problemleri ile daha belirgin hale gelince, yeni sosyal güvenlik müesseselerine ihtiyaç duyulmuştur. Bu müessese, aynı zamanda ferdîn ve ailesinin hayat standardını yükseltmek, refahı geniş toplum kesimlerine yaygınlaştırmak gibi gayelerin de gerçekleştirilmesine hizmet edecektir. Devletin görüntüsünü de değiştiren ve sosyal refah devleti niteliği kazandırdan bu yeni müessese, giderlerin devletin genel bütçe gelirlerinden karşılandığı “kamu sosyal güvenlik harcamaları müessese sidir”. Literatürde, kamu yardımları olarak da bilinen kamu sosyal güvenlik harcamaları, sosyal sigortaların teknik ve idari boşluklarını doldurarak sosyal güvenlik garantisini bütün toplum kesimlerine yaygınlaştırma amacını gütmektedir. Kamu sosyal güvenlik harcamaları, bütün nüfusa ivaz Ödeme şeklinde; karşılıksız veya çok düşük ücretle sağlık hizmeti gibi hizmetlerin sağlanması şeklinde; veya hizmete çevirme şeklinde verilebilmektedir.

Yaşları ve durumları gereği özel eğitim ve bakıma muhtaç olan kimsesiz çouklar, yaşlılar ve muhtaç kişilere yönelik olarak verilen sosyal refah hizmetleri, bu müesseseler aracılığıyla sağlanan en önemli sosyal güvenlik garantisini teşkil etmektedir.

Modern sosyal güvenlik müesseselerinin son halkasını “tamamlayıcı” (ilave) sosyal güvenlik müesseseleri oluşturmakladir. Aslında sosyal sigortalar ve kamu sosyal güvenlik harcamaları kapsamında olan herkes için, her türlü dini ve vicdani yardımlar, tamamlayıcı sosyal güvenlik müessesesi vasfı taşımaktadır. Ancak bu müesseselerin en yaygın ve sistemli şekli, özel sigortalardır. Özel sigortalar, daha çok mal varlığı kayıplarını tanzim etmeye yönelik olarak oluşturulan, ancak beden ve ruh bütünlüğü­ne gelecek zararları da hayat sigortası ile kapsamına alan, bireylerin isteklerine bağlı olarak, modern müesseselerden sağladıkları sosyal güvenlik garantisinin seviyesini yükseltmek amacıyla iştirak ettikleri müesseseler olmaktadır. ABD başta olmak üzere, gelir seviyesinin ve tehlike bilincinin yüksek olduğu ülkelerde, özel sigortaların yaygınlık derecesi oldukça fazladır.

20. yüzyılın son on yılında sosyal güvenlik bakımından gelinen nokta, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için farklılık arzetmektedir. Gelişmekte olan ülkeler; sosyal sigortalar ağırlıklı müesseseleri yeni oluş­turma ve kapsamı genişletme çabaları içinde bulunurken ve kaynak yetersizliğinin sıkıntılarını yaşarken; gelişmiş ülkeler, aşın derecede gelişmiş sosyal güvenlik müesseselerinin iktisadi gelişmeyi engelleyen olumsuz etkilerini yaşamaktadırlar. Özellikle yaşlı nüfus yapısından da kaynaklanan bu “sosyal güvenlikte kriz dönemini” yaşamaktadırlar. Ancak gelişme seviyesi ne olursa olsun bütün ülkelerde sosyal güvenliğin görünen amacı, “herkesi her tehlikeye karşı koruma kapsamına” alarak, yaşadığı toplum içinde “insan haysiyetine yaraşır” bir hayat standardına kavuşturmaktır.

Gelişmekte olan bir ülke olarak Türkiye, Anayasası’nda sosyal güvenliği temel insan haklarından biri olarak değerlendiriş ve bu hakkı sağlama görevini devlete vermiştir. Zaman içerisinde sosyal güvenlik müesseselerini oluşturma ve kapsamı genişletme bakımından önemli gelişmeler sağlanmasına rağmen, Türk sosyal güvenlik sisteminin önemli boşlukları ve yetersizlikleri vardır. Siyasi ve hizmetler kesiminde bir hizmet akdine bağlı olarak çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK); Kamu kesiminde çalışan asker ve sivil çalışanlar T.C. Emekli Sandığı; kendi adına bağımsız olarak çalışanlar ise Bağ-Kur kapsamında sosyal güvenlik garantisine kavuşturulmuşlardır. Son yıllarda, bir yandan mevcut sosyal sigortaların kapsamı, getirilen istisnalar ve isteğe bağlı sigortalık uygulaması ile genîşletilirken, diğer yandan da tarım kesiminde çalışanları kapsamına almaya yönelik yeni sosyal sigorta müesseseleri oluşturulmuştur. Devletin kamu sosyal güvenlik harca malarının bir kısmı yetersiz, bir kısmının kapsamı ise son derece dardır. Bunlar arasında en yaygın olanı 65 yaş aylığı uygulaması ve sosyal refah hizmetleri içinde yer alan “Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu” uygulamalarıdır.

Bütün dinler gibi İslâmiyet de mensupları arasında bir toplum olarak bir arada yaşamanın vazgeçilmez şartının gerçekleş­mesi için karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmayı teşvik etmiş, Kur’an-ı Kerim’de çok sayıda hükümle aynî ve nakdî yardım transferini öngörmüştür. Diğer dinlerin aksine islâmiyet, sosyal güvenliği aynı zamanda müesseseleştirmiş, hatta inancın temel ve mutlaka yapılması gereken şartlarından biri olarak kabul etmiştir. Bu müesseselerin amacı da maddi ve manevi yardımlaşma yoluyla, toplum hayatının sağlamlığını ve sürekliliğini sağlamaktadır.

İslâmiyet’teki sosyal güvenlik müesseselerini; sadaka, fitre ve zekât oluşturmaktadır. Akile müessesesini de sosyal güvenlik müesseseleri arasına dahil eden görüşler vardır. Sadaka; yeri, zamanı, ve miktarı belirli olmaksızın dini ve vicdani duygularla karşılıksız olarak yapılan yardımı, aynî veya nakdî gelir transferi anlamına gelmekte ve en zayıf sosyal güvenlik müessesesini oluşturmaktadır. Fitre ve zekât ise; kimlerin, ne zaman, ne miktarda, nasıl ve kimlere verileceğinin ayrıntılı şekilde belirlendiği sosyal güvenlik müesseseleridir. Özellikle zekât müessesesi, modern sosyal güvenlik müesseseleri olarak adlandırılan sosyal sigortalar ve kamu sosyal güvenlik harcamalarından bile üstün özellikler taşımaktadır. Nitekim, sosyal güvenliğin son safhası olarak görülen ve ABD’de uygulama hazırlıkları sürdürülen “menfi gelir vergisi sisteminin”, İslâmiyet’in ilk zamanlarında olduğu gibi devletçe uygulanması şartıyla fitre ve zekât müesseselerinin esaslarının uygulanmasından başka birşey olmadığı belirtilmektedir. Çünkü, toplum içinde belirli bir gelir seviyesinin üstünde olanlar, fakirlik çizgisi olarak adlandırılan ve zamana ve mekâna göre değişebilen bu çizginin altındakilere gelir transferi yapmaktadırlar. Sosyal güvenlik bakımından tehlikeye düşmek demek, bu çizginin altına düşmek anlamına gelmektedir. Zekât verme ile zekat alma arasındaki sınırda, aslında bu çizgiden farklı bir şey değildir. Ancak bütün İslâm ülkelerinde filre ve zekât, temel sosyal güvenlik müesseseleri olmaktan çok, giderek etkinliği azalan ve geleneksel bir hale düşen müesseseler haline dönüşmekte, hiç bir toplumda da bu yolla sağlanan gelir transferinin miktarı, yönü ve sonuçları bilinememektedir.

Vakıf müessesesi, Türkler tarafından geliştirilen ve islami duygularla desteklenen bir müessese olarak, özellikle Osmanlı imparatorluğu döneminde önemli bir sosyal güvenlik garantisi sağlama fonksiyonu görmüştür. Ülkenin her yanında kurulan avarız vakıfları, fakirlere, muhtaçlara ve düşkünlere yardım etme konusunda çok önemli başarılar sağlanmış, 16. yüzyılda Osmanlı topraklarını yalnızca insanların değil, hayvanların da korunduğu bir “vakıf cenneti” haline getirmiştir.

Yusuf ALPER – SBA