Makro Sosyoloji

Sosyal Değişmeyi Sağlayan Faktörler

 

Sosyal değişmeyi sağlayan faktörler pek çoktur. Bu nedenle tek bir faktör yerine foktörler kavramını kullandık. Ancak bunları:

•    İç faktörler
•    Dış faktörler altında toplamak mümkündür.
İç Faktörler

Bir bütün meydana getiren sosyal sistem, bir takım parçalardan meydana gelir. Bu nedenle, iç faktörler denilince, sistemin kendi yapısından kaynaklanan faktörler kastedilmektedir. Sisteme dışarıdan girdiler ise dış faktörleri meydana getirir.
Bir sistemi etkileyen birden çok iç faktör söz konusudur. Bunları da aşağıdaki şekilde kategorize edebiliriz:

Nüfus
Demografi, Durkheim’den itibaren üzerinde durulan önemli bir değişim faktörü olmuştur. Günümüzde nüfus tüm toplumlar için ama farklılık arzeden nedenlerle sorun olmaya devam etmektedir. Az gelişmiş toplumlar nüfusun hızlı artmasından kaynaklanan problemlerle uğraşırken, gelişmiş toplumlar artış hızının durması, hatta nüfusun azalmaya başlamasının yol açtığı sorunlara çare aramaktadırlar.*
Günümüz sosyolojisinde özellikle D. Riesman, değişme sürecinin analizini demografi ekseninde yapmaktadır. İlk baskısı 1952 yılında yayınlanan La Foule Solitaire (Yalnız Kalabalık) isimli eserinde Riesman, nüfustan hareketle üç toplum tipi belirlemiştir. Buna göre yüksek doğum hızına eşlik eden yüksek ölüm oranıyla karakterize “demografik durgunluk” fazında akrabalık bağlarının önem taşıdığı ve değişmenin zayıf olduğu dikkati çekmektedir. Riesman bu durumu “geleneksel determinasyon” (détermination traditionnelle) olarak isimlendirir. İkinci faz “demografik artış” dönemidir. Yüksek doğum hızının devam etmesi ve ölüm oranının düşmesiyle karakterize olan bu faz bir “geçiş dönemi”dir. Bu dönemde “içe dönük determinasyon” (intro-détermination) söz konusudur. Yani genel amaçlar doğrultusunda ama kaçınılmaz ve yetişkin kuşaklar tarafından yönlendirilen bir değişme meyli vardır.  Üçüncü faz, “demografik düşüş” dönemidir. Bu dönemde doğum hızı, ölüm oranını yakalayacak ölçüde düşmüştür. Bu dönemde fertler “extro-déterminé”dir. Tutum ve davranışları çağdaşları, özellikle de kitle iletişim araçları tarafından belirlenir. “Extro-déterminé” bireyin amaçları bu etki ile ve ona göre değişir. Etkilenme çocukluk yaşlarında başlar. Başkalarıyla ilişkilerinde davranışlarının uygun olmasına son derece dikkat eden “extro-déterminé” fert, sevilmekten çok değer verilmeyi arzu eder.
Riesman’ın demografik temelli değişme analizine çeşitli itirazlar yapılmıştır. Bunlardan en önemlisi, nüfusun “belirleyen” olduğu kadar “belirlenen” bir faktör olduğunu ileri sürer. Nitekim L. Huberman XVII. yüzyılda İngiltere’de nüfus artmasının sebeplerinden birisinin insanların daha iyi beslenme imkanına kavuşması olduğunu, bunun ise “tarım devrimi”yle sağlandığını düşünmektedir. Bu yıllarda bir yandan nadasa bırakma yerine her yıl farklı bir ürünün ekilmesine başlanırken diğer yandan hayvan cinslerinin ıslahına yönelik deneylere başlanmıştır. Bu gelişmelerin yol açtığı nüfus artışı ziraati daha kârlı bir duruma getirmiş; böylece büyük toprak sahipleri çiftliklerine yatırım yapmaya başlamışlar, sonuçta zirai üretim daha da artmıştır. Bu arada büyüyen pazarın talebi yol yapımını gerekli kılmış; XVIII. yüzyılda bir taraftan yeni yollar ve kanallar yapılırken diğer taraftan tarımda yeni pulluk ve tırmıklar kullanılmaya başlamıştır.  Benzer biçimde gelişmiş ülkelerde son yıllarda dikkati çeken demografik düşüşün, kentleşme, eğitim süresinin uzaması, evlilik yaşının yükselmesi, bireyselleşme, doğum kontrol tekniklerinin geliştirilmesi gibi bir dizi faktörden kaynaklandığı görülmektedir. Kısacası demografi, sebep olabildiği kadar sonuç da olabilen bir faktördür. Nitekim Riesman, kendisine yöneltilen eleştirilerin etkisiyle kitabının Fransızca çevirisi için yazdığı önsözde teknolojinin, özellikle de kitle iletişim araçlarının gelişmesinin sosyal değişme analizinde çok daha belirleyici rol oynadığının altını çizmiştir.
Bununla birlikte nüfus artışının sosyal değişmenin önemli bir sebebi olduğu da inkar edilemez. Nüfustaki artış özellikle coğrafi hareketliliğe, göçe* ve bunun sonucunda nüfusun belli cazibe merkezlerinde yoğunlaşmasına (kentleşmeye) yol açarak değişme sürecinde rol oynamaktadır. Nüfus faktörü ayrıca, evrensel olgulardan biri olan sosyal tabakalaşmayla da ilişkilidir. Sorokin’in “demografik faktörlerin normal oyunu” adını verdiği bu ilişkiye göre, tarih boyunca üst sınıfların doğum oranı alt sınıfların doğum oranından düşük olmuştur. “Toplumsal boşluk” olarak isimlendirilen bu durum alt sınıflardan üst sınıflara doğru bir akışın olmasını kaçınılmaz kılmaktadır.  Pareto’nun elitlerin dolaşımı teorisiyle de yakından ilgili olan bu durumun sosyal değişme açısından arz ettiği önem açıktır.

Teknoloji
Teknik ilerlemenin önemli bir değişme faktörü olduğu kesindir. Kas gücüne dayanan organik enerjiden kömür ve demire, oradan elektrik ve petrole ve bugün nükleer enerjiye kadar uzanan insanlık tarihinin son yüzelli yıllık kısa zaman diliminde gerçekleştirilen teknik ilerlemenin ne kadar köklü değişmelere neden olduğu ortadadır. A. Toffler’ın haklı olarak “üç dalga” adını verdiği “tarım devrimi”, “endüstrileşme” ve “bilgi ve iletişim teknolojileri” ayrı toplum modellerinin ortaya çıkmasına neden olan teknolojideki bu ilerlemenin önemini vurgulamaktadır.  Günümüz sosyologlarının önemli bir kısmı teknolojiyi değişmenin motoru olarak kabul etmektedirler. Ülkemiz sosyologlarından E. Kongar da konuyla ilgili teorik araştırmasında asıl belirleyicinin teknoloji olduğunun ısrarla altını çizmektedir.

Bununla birlikte, teknik ilerlemenin niçin her zaman ve her toplumda aynı niteliklerle ortaya çıkmadığı, belli dönemlerde ve belli toplumlarda yoğunlaşma özelliği gösterdiği sorularına verilecek cevap, teknolojinin “belirleyici” gücünü sınırlandır-maktadır. Teknoloji her şeyden önce bilimdeki ilerlemenin bir sonucudur. İkinci olarak bilimdeki ilerleme, bir zihniyet değişmesinin, belli bir dünya görüşünün, kısaca “kültürel değerler”den kaynaklanan bir değişmenin ürünü olarak düşünülebilir. Bu durumda kültürel değerler bir başka sosyal değişme “belirleyici”si olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kültürel Değerler
Weber’in Kapitalizmin Ruhu tezinden beri, başta dini ve ahlaki değerlerin yer aldığı “kültürel değerler”in sosyal değişmedeki önemi vurgulanmaya başlamıştır. Aslında bu tezin kökleri Comte’un toplumları teolojik, metafizik ve pozitif olmak üzere ard arda gelen formlar halinde sınıflandıran “üç hal yasası”na kadar uzanmaktadır. Bilindiği üzere Comte, değişmenin dinamiğini “zihniyet”in değişmesine bağlamış; Weber ise zihniyetin değişmesini sosyo-ekonomik değişmeyle ilişkilendirmiştir. Bu tez daha sonra Parsons ve özellikle de Merton tarafından desteklenmiştir.  Merton’ın Science, Technology and Society in 17th Century England (XVII. Yüzyıl İngiltere’sinde Bilim, Teknoloji ve Toplum) adlı ünlü araştırması sosyal değişmenin -çoğu zaman iddia edildiği gibi ticari genişleme ya da teknik ilerlemeyle sonuçlanan- bilimin gelişmesinden kaynaklanmadığını göstermiştir. Ona göre değişme süreci çok daha karmaşıktır, ama İngilizler’in XVII. yüzyılda fiziki bilimlerde önemli adımlar atmalarını temin eden unsuru Kalvinizm’in fikri yönelimlerinde aramak gerekmektedir. 

İdeoloji
Kültürel değerler başta Marx olmak üzere, K. Mannheim’dan L. Althusser’e uzanan bir çizgide “ideoloji” kavramıyla netleştirilerek ama farklı zeminlerde vurgulanmıştır. Marx ideolojiyi, üretim ilişkileri tarafından belirlenen ve sömürüyle sonuçlanan sosyal eşitsizliklerin sürdürülmesini sağlayan, fakat sonuçta sınıf bilinci ve çatışmasıyla sosyal değişmenin belirleyicisi olan bir faktör olarak değerlendirirken, Mannheim psikolojik bir zeminde incelemiştir. İdeolojiyi “bireylerin, varlığın reel koşulları ile kurmuş oldukları hayali bağların bir takdimi” olarak tanımlayan Althusser de, “değişmenin ya da değişmeye direnmenin kalbinde ideolojilerin yattığını” ileri sürmüştür.
İdeolojinin sosyal değişmeyi şekillendirme gücünü görünür kılan en yakın ve somut örnek, 1990’ların başlarında yıkılan komünist Doğu Bloku ile kapitalist Batı dünyası arasındaki farklılıktır. Özellikle artık birleşmiş olan Doğu ve Batı Almanya örneği, iki birbine zıt ideolojiye dayanan siyasal sistemlerin, “Utanç Duvarı”yla bölünmüş bir toplumu, kırkbeş yıllık gibi çok kısa bir zaman zarfında, ne ölçüde farklı noktalara götürebildiğini göstermesi açısından önemlidir.*
Bununla birlikte, din ya da ideoloji formunda ortaya çıkan kültürel değerlerin sosyal değişmenin belirleyicisi olarak görülmesi durumunda, yukarıda teknoloji için yapılan, “onun da sebebinin ne olduğu” şeklindeki itiraz geçerliliğini sürdürmektedir. Şayet F. Braudel’in abidevi eserinde  olduğu gibi sosyologların alanından sosyal tarihçilerin alanına uzanılarak bakılacak olursa, Avrupa’da inanç alanında ortaya çıkıp bilime ve teknolojiye yansıyan değişmenin köklerini XIV. yüzyılda aramak gerekmektedir. Bu durumda değişme, çok yönlü bir dizi faktörün “sonuçları” olarak görünmektedir.

Dış Faktörler

Bir sisteme dışarıdan dahil olan faktörlerin iç yapıyı da etkilemesi tabiidir.
Geniş bir tarih zemininden bakıldığında iklim değişikliklerinden deprem, sel, salgın hastalıklar ve istilalara kadar uzanan pek çok faktörün sosyal değişmeye neden olduğu görülmektedir. Bunlardan coğrafya ve iklim değişiklikleri gibi doğal çevreyle ilgili etkenler “fiziki faktörler” olarak isimlendirilmektedir. Salgın hastalıklar** genellikle, istila ise zorunlu olarak toplumlar arası temas sonucunda ortaya çıkan ve değişmeye yol açan faktörlerdir.***
Fiziki çevrenin sosyal değişme üzerindeki rolü hakkında şöyle bir genel değerlendirme yapmak mümkündür: Kültür, insanın tabiattan kopmasını ifade eden bir terimdir. Kültürün tabiatı daha çok tasallut altına alıp kendine göre şekillendirmesi “uygarlık” olarak isimlendirilmektedir. Uygarlığın gelişme düzeyine bağlı olarak fiziki faktörlerin sosyal değişme üzerindeki etkisi azalmaktadır.* Sürekli yağış ve sellerin ziraate izin vermediği bir toplumun “avcı ve toplayıcı” olarak kalması ya da bir başka coğrafyaya göç etmesi kaçınılmazdır. Irmakları barajlarla konrol altına alabilen ya da iç dinamiğini hayvancılık ve ziraatten çok endüstriyel üretime dayandıran bir toplumda iklimin sosyal değişme üzerinde daha sınırlı bir etkisinin olacağı aşikardır. Bununla birlikte uygarlığın günümüzde varmış olduğu nokta tabiata tam olarak hakim olmanın çok uzağındadır. Örneğin, depremi önceden haber veren bir teknoloji henüz daha geliştirilememiştir. Aynı şekilde fırtına ve seller zaman zaman önemli toplumsal sonuçlara yol açabil-mektedir.** Ayrıca uygarlığın tabiatı aşırı ölçüde tasallut altına aldığı günümüzde doğal çevrenin kirlenmesinden ozon tabakasının delinmesine kadar uzanan ekolojik kriz ve bundan kaynaklanan protestocu toplumsal hareketler önemli sosyal değişmelere yol açabilmektedir.

İlgili Makaleler