Sosyal Değişme Faktörü Olarak Din
Sosyal Değişme Faktörü Olarak Din
■ Kutsal metinlere, geleneğe, sembollere bağlılık, özellikle gelenekleşmiş ve müesseseleşmiş bir dini, eşyanın mevcut düzenini muhafazaya götürmekte ve böyleee din, genelde, yeni değerlerin yaratıcısı olmaktan ziyade eski değerlerin koruyucusu şeklinde algılanmaktadır.
Bununla birlikte, acaba dinin, değerlerin muhafazası fonksiyonunun ötesinde, yeni değerlerin yaratıcısı olması ve böyleee toplumdaki sosyal değişme olgusunda yer alması ve hattâ duruma göre orada temel bir faktör olarak fonksiyon görmesi de söz konusu olamaz mı?
Hakikaten bu konu, sadece din sosyologlarının değil, fakat aynı zamanda sosyal bilimcilerin ve filozofların üzerinde önemle durdukları ve çok tartıştıkları bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Materyalistler, genellikle idelerin ve özellikle de dinî idelerin, gerçek sebepler olarak gördükleri ekonomik faktörlerin “epifenomen” (gölge olay)leri olduklarını kabul ettiklerinden, dinin de toplum hayatında sadece değerlerin korunması fonksiyonunun bulunacağını ve dolayısıyla da onun sosyal değişmenin etkin bir faktörü olmayacağını ve hattâ ona engel oluşturduğunu öne sürmektedirler. Buna karşılık idealistler ve meselâ Hegel’e göre ideler tarihin ve dolayısıyla sosyal değişme olgusunun temel faktörlerini oluşturmaktadırlar. Din Sosyolojisi alanında bu konuya belki de en geniş ve en ciddî ilgiyi şüphesiz Alman sosyoloğu Max Weber göstermiştir. Weber’e göre, sırasında değerler ve özellikle de dinî ve ahlâkî değerler ve fikirler, sosyal ve ekonomik değişme olgusu içerisinde yer alabilir ve hattâ yerine göre onlar bu değişikliklerin hâkim faktörü rolünü üstlenebilirler. Hiç şüphesiz onlar, sosyal değişmenin yegâne hâkim faktörü değildirler. Tersine bu olgu içerisinde başka birçok faktörler de rol oynamaktadırlar. Hattâ dinî faktör başka birçok durumlarda tersine sosyal değişmeye bir engel de teşkil edebilir. Bununla birlikte, Batıda modern Kapitalizmin doğuşunda oynadığı rolde görüldüğü üzere o, sosyal ve ekonomik değişmenin ve dolayısıyla da yeni değerlerin yaratılmasının hâkim faktörü olabilir. Zira, toplumsal bir olay olarak Kapitalizm, basit bir şekilde kazanç, zenginlik veya konfor elde etme gayreti veya arzusundan ibaret değildir. Aslında kazanç arzusu hemen her toplumda var olmuştur. Halbuki kapitalizm, üretim araçlarının akılcı, hesaplı ve metodik kullanımı vasıtasıyla daima daha çok kazanç arayışı ile ka- rakterize olmaktadır ki, bu durumu ile ona Çin’de, Mısır’da, Antik Yunan ve Roma’da ve Orta Çağda rastlamak mümkünse de, en ilerlemiş şekliyle o ancak modern Batı’da gerçekleşebilmiştir. Zira sadece orada, Kapitalizmin gelişmesini karakterize eden rasyonalizasyon tam anlamı ile devreye girmeyi başarmıştır ve bu da, orada modern zamanlarda Kalvinist, Pietist, Baptist ve Metodist Protestan çevrelerin yaşayışında beliren Püritanizm şeklindeki bir zahitlik anlayışı sayesinde mümkün olmuştur. Böylece insanlar, rasyonel ekonomik davranışa uygun bir dünya görüşü ve bir zihniyetle canlandırılmış olduklarından, bu zihniyet köklü sosyal ve ekonomik değişmelerin hâkim faktörünü oluşturdu. Halbuki tarihin başka dönemlerinde, insan davranışlarına hâkim olan ve onlara ilhamını veren dinî ve sihrî dünya görüşü, tersine ekonomik gelişmeye ve rasyonelleşmeye engel olduğundan, toplumsal gelişme ve değişmeye de olumsuz etkilerde bulunuyordu.
Weber, dinin sosyal değişmedeki olumlu ya da olumsuz veya muhafazakâr yahut yaratıcı rollerini daha iyi aydınlatmak üzere dinî önderlerin bir tipolojisini çıkarmaya çalışmaktadır. Bu maksatla o, yukarıdaki bahislerde daha önce de işaret edildiği üzere “peygamber” ve “rahip” tipleri üzerinde önemle durmaktadır. Bu iki tipten İkincisi, işleyen ve yerleşmiş bir sistemin bir parçası olarak, onun üzerinde hiçbir yaratıcı fonksiyon icra etmeksizin yalnızca müesseseleşmiş geleneksel düzenin idamesini sağladığı halde birincisi, orijinal tecrübesi ile yerleşmiş modellere meydan okur ve şayet başarılı olursa, yeni mesajının yaratıcılığı sayesinde taraftarlarının sosyal hayatı üzerinde köklü değişiklikleri gerçekleştirir. Weber’in terminolojisinde peygamber, karizmatik liderliğin dinî bir tezahürüdür. Karizma terimi, liderin alelâde insanlar üzerinde icra ettiği cazibe gücünü ifade etmektedir. Bu güc sayesinde dinî lider, taraftarları ıjezdinde yaratıcı bir zihniyeti devreye sokar. Böylece geleneksel bir çevrede, dinî liderin karizma- tik etkisi en güçlü reformcu veya devrimci bir gelişme ve değişmeyi gerçekleştirecek bir fonksiyon görür. Weber’e göre, peygamberi önderin karizması, misyonunun ilk döneminde çok güçlü ve etkilidir. Ancak zamanla ve özellikle de onun ölümünü takiben bu gücün canlılığında giderek azalma ortaya çıkar; müesseseleşme heyecanların azalması ve gelenekleşmeyi de beraberinde getirir. Böylece süreç, We- ber’in “karizmanın rutinizasyonu” adını verdiği gelenekleşmeye inkılâp eder.
Toplumda geleneğin ve şu hale göre statükonun korunmasını üstlenmiş görünen, ancak yukarıdaki açıklamalarda görüldüğü üzere bizzat geleneksel bir toplumda ortaya çıkışı ve yerleşmesi bir toplumsal değişme olarak karşımıza çıkan ve üstelik durum ve şartlara göre, her zaman için yaratıcı değerleri vasıtasıyla sosyal değişmenin hâkim faktörü rolünü üstlenme eğilimi ve gücünü en azından potansiyel olarak kendinde bulunduran dinin bu her iki durumunun muhtelif örneklerini İslâmiyet’ten ve İslâm tarihinden, Müslüman toplumlardan seçilebilecek olan çeşitli örneklerle aydınlatmak mümkündür. Bu konuda fazla detaylara dalmaksızın sadece, bir yandan putperest inançları ve gelenekleri içerisinde bocalayan bir toplumda Hz. Peygamber’in çağrısının kısa zamanda nasıl köklü dinî-sosyal ve kültürel değişmeleri beraberinde getirdiğini ve üstelik onların yalnızca Arabistan’la sınırlı kalmayarak, o zamanki dünyanın büyük bir bölümünü etki alanına dahil ettiğini ve böylece İslâm kültür ve medeniyetinin bu yaratıcı hamle sayesinde insanlığa kazandırdıklarını ve öte yandan da, zamanla İslâm dünyasında ortaya çıkan “rutinizasyon” (gelenekleşme) ve durağanlığa paralel olarak, “ictihâd kapısı”mn da kapanması ve taklitçiliğin yerleşmesiyle her türlü yeniliğe ve yenileşmeye “bid’at” damgasını vurmak süreriyle bu dinin dinamizmini kaybedişini ve gelenekçi, “yenilik düşmanı” (mizoneist) ve “maziperest” (passeist) eğilimlere sürüklenmesini hatırlatmakla yetinelim.
Öte yandan, toplumsal çevre ve şartların karizmatik lider ve onun başlattığı sosyal değişme olgusu üzerinde de etkilerinin bulunduğu muhakkaktır. Nitekim bu durum bizi, sosyal değişme ve din ilişkileri bakımından yeni bir konuya götürmektedir.