SOĞUK SAVAŞ
SOĞUK SAVAŞ
Silâhlı çatışmaya
dönüşmeyen, taraflar arasındaki ideolojik, ekonomik, siyasal ve sınırlı askerî
çatışma. II. Dünya Sava-şı’ndan sonra ortaya çıkan Doğu ve Batı bloklarının
liderleri ABD ve SSCB arasında 1962 yılına kadar çeşitli alanlarda ve dünyanın
muhtelif bölgelerinde yaşanan devamlı gerginlik durumu ve silahlı çatışmaya
varmayan uluslararası ilişkilerdeki çatışmayı ifade etmek için kullanılmıştır.
Soğuk Savaş, en genel biçimiyle, 1945’ten sonra ABD ile SSCB arasındaki
çatışmayı anlatmaktadır. “Soğuk Savaş” terimi, ilk defa XIV. yüzyılda
İspanya Prensi Juan Manuel tarafından kullanıldı. 1947’lerde Amerikalı Bcmard
Baruch, bu terimi yeniden kullanım alanına sokarken, gazeteci Walter Lippman
da kavrama popülarite kazandırdı.
“Soğuk
Savaş”ın ifade ettiği uluslararası ilişkilerde, genel olarak taraflar
maksimum faydayı silahlı bir çatışmaya gitmeden pro-poganda, tehdit, yıkma,
etki altında bırakma, şantaj ve benzeri yollarla elde etmeğe çalışırlar. Bu
sebeple bir savaş hali değil, “birarada yaşama” söz konusu
olmaktadır.
Farklı ideolojilerin
ve dünya görüşlerinin temsilcileri olan Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik
Devletleri ve İngiltere, savaş yıllarında Hitler’e karşı işbirliği yapmak
zorunda kalmışlardı. Nerede ise Avrupa’nın bütününü işgal eden Nazizm, Sovyetler
Birliği’ni yutmağa yöneldiğinde Sovyet diktatörü S talin, teorik bakımdan devamlı
savaş halinde bulunduğu “burjuva-zi”nin temsilcisi Amerika Birleşik
Devletleri İle işbirliği yapmaktan çekinmedi. Esasında savaş sırasında
kurulan işbirliğinin savaştan sonra da devam ettirilmesi arzu-lanmaktaydı.
Fakat savaştan sonra bu işbirliğinin devam etmeyeceği, SSCB’nin takındığı
tavırla kısa zamanda ortaya çıktı. ABD ile SSCB’nin yollarının aynlması için savaştan
sonra çok zamanın geçmesine ihtiyaç olmadı.
Amerika Birleşik
Devletleri’nin yardım-lan sayesinde savaştan muzaffer çıkan SSCB, savaşın
bitimini izleyen altı ay içerisinde çekilmesi gereken Iran Azerbaycan’ından çekilmeyip
burada yeni bazı tertiplere girişmesiyle müttefiklerden farklı davranacağının
ilk işaretlerini verdi. Avrupa, Ortadoğu ve Güney Asya’da üstünlük yansına
girerek kendisi ile Batı bloku arasında bir güvenlik çemberi oluşturmak için
işgal altındaki Balkan ülkelerinde komünistlere destek sağlayarak çeşitli
yollarla iktidara gelmelerini sağlama ve Sovyeüer’e yakın yönetimler kurması,
Yunanistan iç savaşında komünistlere destek olması, Türkiye üzerindeki
emellerini açıkça dile getirmesi, Sovyetler Birliği’nin yayılmacı siyasetinin
yeni biçimini ortaya koyuyordu. Sovyetler’in yardımı ile 1947’de Romanya,
Bulgaristan, Macaristan ve Polonya’da komünist yönetimlerin kurulması Batı
dünyasında büyük kaygı yarattı. Savaştan sonra, istemeyerek de olsa, Batı
dünyasının liderliğine oturan ABD, Sovyetler’in yayılmasını durdurmak için
Truman doktrini ile Yunanistan ve Türkiye’ye askerî yardım ve Marshall Ham ile
de savaş sırasında yıkılan Batı Avrupa’nın imarı için ekonomik yardım yapma
karan aldı (1947). 1948’de patlak veren Berlin buhranı, muzaffer devletlerce
paylaşılan Almanya’nın yönetimi konusundaki görüş ayrılıklarını ve güvensizliği
ortaya koydu. ABD, SSCB’nin İngiltere, Fransa ve ABD’nin yönetimine bırakılan
“Trizona” bölgesine geçişe izin vermeyince, kurduğu hava köprüsü ile
aylarca buradaki halka yiyecek ve yakacak maddesi ulaştırdı. Batı dünyası,
Doğu blokunun tehdit ve oldu bitlileri karşısında gerilemek istemiyordu.
Neticede Batılılar kendi işgal bölgelerinde Federal Almanya Cumhuriye-ti’ni
(1948), SSCB de Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ni (1949) kurdu. Berlin buhranı,
Almanya’nın iki ayn devlete bölünmesi ile çözülmüş gibi göründüyse de, sonraki
yıllarda yeniden uluslararası bir krize sebep olacaktır. Bu buhran savaş
sırasında SSCB ile Batılılar arasında kurulan ittifakın öldüğünü,
müttefiklerin birbirine güveninin kalmadığını ve dünyanın Doğu ve Batı
blokla-nna bölündüğünü ortaya koydu.
Şubat 1948’de
Çekoslavakya’da Sovyetler’in desteğiyle gerçekleşen komünist hükümet darbesi,
Batı’da büyük endişe uyandırmakla kalmamış, SSCB’nin yayılması karşısında bir
ittifak oluşturmak gereği ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine 4 Nisan 1949’da
Sovyetler’in Baü’ya doğru yayılmasını durdurmak amacıyla ABD öncülüğünde
Kuzey Atlantik Antlaşması imzalanarak NATO kurulmuştur. Aynca aynı yıl siyasal
bir örgüt olan Avrupa Konseyi ve buna mümasil uluslararası örgütler de kurulurken
dünya hızla bloklaşmağa ve örgüt-lenmeğe doğru kaydı.
Avrupa’da ABD-SSCB
rekabeti dengelenip SSCB’nin yayılması durdurulunca, soğuk savaş Güney Doğu
Asya’ya kaydı. Savaş sırasında ABD ve SSCB’nin nüfuz bölgelerine ayrılan
Kore’de ABD mayıs 1948’de Güney Kore Cumhuriyeti’ni, eylül 1948’de de SSCB Kore
Halk Cumhuriyeti’ni kurdular. 1950’ye kadar bu fiili durum devam etti. Asya’nın
güneyinde Komünist Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulması (1949), Sovyetler için
önemli bir avantaj teşkil etti. Sovyetler Birliği, Çin’in de yardımı ile
ABD’yi bölgeden çıkarmak için Kuzey Kore’yi Güney Kore’ye 25 Haziran 1950’de
saldırtınca yeni çatışma alanı oluşmuş oldu. Stalin’in ölümüne kadar devam
eden Kore savaşım BM’e götüren ABD, Kuzey Kore’ye karşı savaşacak bir BM kuvvetini
teşkil ettirdi. Türkiye de, Kuzey Kore’ye karşı savaşacak BM Kuvveti’ne, Batı
savunma sistemine alınmak amacıyla bir tugay askerle katıldı. Böylece Türkiye,
soğuk savaşla Doğu blokuna karşı Baü’nın yanında ve özellikle de ABD’nin
şemsiyesi altında yer aldığını açıkça ispatlamış oluyordu.
ABD, SSCB’nin Güney ve
Doğu Asya ülkelerine nüfuz etmesini önlemek için “çevreleme”
(containment) politikasına uygun olarak Japonya, Filipinler, Yeni Zelanda ve
Avusturya ile güvenlik anılaşmaları imzaladı. 1 Eylül 1951’de Yeni Zelanda,
Avustralya ve ABD arasında ANZUS Paktı kuruldu.
Kore savaşının
bitiminden sonra Hindicini problemi patlak verdi. Bu problem de Doğu ve Batı
çatışmasına konu olmuş ve Vietnam’ın ikiye bölünmesiyle son bulmuştur (1954).
ABD, Güney Asya’da NATO benzeri bir örgütü, yine Sovyet yayılmasını
önlemek amacıyla
kurdu: Güney Doğu Asya Anılaşma Teşkilaü (SEATO). Bu teşkilat, bölgedeki
ülkelerin güvenliklerini Batı ile birleştirmekteydi.
Sovyetler Birliği
diktatörü Stalin’in Ölümü, soğuk savaş’ın birinci devresini kapatırken Doğu
blokunun birtakım iç sarsıntılar geçirmesine de sebep oldu. Önce Sov-yetler’de
bir iktidar mücadelesi yaşandı; Stalin’e karşı eleştiri başlatıldı,
Çekosla-vakya’da, Doğu Berlin’de, Polonya’da, Macaristan’da milliyetçi
hürriyetçi ayaklanmalar oldu. Sovyetler bu ayaklanmaları kanla ve şiddetle
bastırdı. Batı blokunda Federal Almanya NATO’ya alınınca (1955) Doğu bloku buna
SSCB, Arnavutluk, Bulgaristan, Doğu Almanya, Polonya, Romanya ve
Çekoslavakya’yı bünyesine alan Varşova Paktı’nı kurarak cevap verdi. Güvensizliğin
ve ideolojik tutumların tahrik ettiği Doğu-Batı çatışması durmaksızın devam
etti.
Bu tarihlerdeki önemli
bir gelişme de 14-25 Şubat 1954’te toplanan Sovyet Komünist Partisi’nin 20.
Kongresinde “banş İçinde birarada yaşama” (coexistence pacifi-que)
perensibinin kabul edilmesidir. Batı, bunu şüpheyle karşıladı ve komünizmin yeni
bir oyunu olarak değerlendirdi. On yıldır yaşanan gelişmeler ve gerginlik
politikası süper güçler arasında hiçbir güven bırakmadığını gösteriyordu.
1955’lcre gelindiğinde
Doğu-Baü çatışmasının, Avrupa ve Güney Asya’dan sonra Ortadoğu bölgesine
kaydığı görüldü. Aslında soğuk savaş’ın bu bölgeye girişi İsrail’in kuruluşu
(1948) ile başlamış ise de ABD, Sovyeüer’in yayılmasını durdurmak için izlediği
çevreleme politikasına uygun olarak Pakistan, İran, Türkiye, İngiltere ve
Irak’ın iştirakleriyle kurduğu Bağdat Paktı (1954), Doğu Batı çatışmasının
Ortadoğu’ya kaymasında Önemli rol oynamıştır. Orta Do-ğu’nun savunma ve
günvenlik sistemini Batı savunmasına bağlamayı amaçlayan Bağdat Paktı, bölge
ülkelerini ikiye bölmüş ve Doğu-Batı çatışmasını nazlandırın ıştır. Arap
devletlerinin liderliğine oynayan Mısır Başkanı Cemal Abdun-Nasır, Asuan
Ba-rajı’nın finansmanı ve silah temini için doğu blokuyla ilişkileri
geliştirmekten kaçınmadı. Nasır’ın, Süveyş Kanal Şirketi’ni millileştirmesi
üzerine (1955) İngiltere, Fransa ve İsrail, SSCB’nin Macaristan olayları ile
uğraşmasını fırsat bilerek Mısır’a saldırınca (1956) Doğu-Batı çatışması farklı
bir çehre kazandı. SSCB Mısır’ın yanında yer alırken Batılıları açıkça tehdit
etmekten de geri durmadı. Neticede işgalciler çekilmek zorunda kaldılar SSCB
Mısır’ı kurtarmış ve Nasır’ın prestijini artırmış oldu. Ardından da Batı bloku,
Sovyetler’in Ortadoğu’da artan nüfuzunu önlemek için Eisenhower doktrinim
açıkladı (1957). Doktrin, bölgeyi komünizme karşı korumayı hedefliyordu. ABD,
ingiltere ve Fransa’nın boşluğunu doldurmağa çalışırken SSCB ile karşı karşıya
gelmekteydi. Lübnan, Türkiye, Irak ve Yunanistan doktrini kabul eden ülkeler oldular.
Mısır ve Suriye tepki gösterenlerin başında yer aldılar.
1956 Süveyş krizini
1957 Suriye ve 1958 Irak-Ürdün ve Lübnan bunalımları izledi. Türkiye’nin
Suriye’deki Sovyet yanlısı iktidardan ve SSCB ile geliştirdiği münasebetlerden
kaygılanması üzerine sınıra asker yığması Doğu-Batı çatışması için bir fırsat
teşkil etti. Suriye’nin arkasında SSCB, Türkiye’nin arkasında da ABD vardı.
Sorun Suriye ile Türkiye arasında değil SSCB ile
ABD arasında imiş gibi
gelişme gösterdi. Irak’ta Batı yanlısı monarşinin devrilmesi (14 temmuz 1958),
ABD’nin “çevreleme politikası”mn bir ürünü olan Bağdat Pak-tı’nın
sonu oldu. Lübnan ve Ürdün gelişmelerden kaygılanınca ABD ve İngiltere’yi davet
etmek zorunda kaldılar. Bu olaylar da Doğu-Batı çatışmasının bir uzantısı
olarak değerlendirilmelidir.
1954-59 arasındaki
olayların sonucu olarak SSCB, Ortadoğu politikasına aktif olarak girdi. Bu
konuda Nasır’ın izlediği politikanın ve Batı’nın sömürgeci-emperyalist
tutumunun büyük payı olduğu açıktır.
1958’de patlak veren
ikinci Berlin buhranı, kısa zamanda Doğu-Batı çatışmasına dönüştü. SSCB, Doğu
Berlin’den Batılıları çıkarmak ve Demokratik Almanya Cumhu-riyeti’nin Batılılar
tarafından da tanınmasını sağlamak istiyordu. 1959 Berlin sorunu kriz
özelliğini yavaş yavaş kaybederken, Doğu-Batı çatışmasının da yumuşamaya doğru
kaydığı gözleniyordu. Bu tarihten itibaren Doğu-Batı çatışması yumuşama dönemine
girerken, Soğuk savaş SSCB ile Çin arasındaki çatışmaya kaydı. SSCB Komünist
Partisi Genel Sekreteri N. Knışçev’in 15-17 Eylül 1959 tarihlerinde ABD’yi ziyaret
etmesi, 25-26 Eylül’de Başkan Eisenho-wer ile Camp David’le görüşmesi, SSCB,
ABD, İngiltere ve Fransa arasında Paris’te dörtlü zirve yapılmasının
kararlaştırılması; soğuk savaşı yumuşatan gelişmeler olarak dikkat çekmiştir.
Ne var ki, Dörtlü Zİrve’nin yapılacağı anda U-2 olayının ortaya çıkması
Zirvc’nin fiyasko ile sonuçlanmasında etkili oldu. Yumuşayan ilişkiler
birdenbire gerginleştiyse de önemli gelişmeler olmadı. 3-4 Haziran 1961’de
Kennedy-Kruşçev zirvesinden sonra Doğu-Batı ilişkileri iyice yumuşama yolunda
iken, ortaya çıkan Küba fiizeler krizi, Soğuk savaş’ın son problemi olarak
dikkati çekerken Doğu-Batı ilişkilerinin nasıl tehlikeli, ince bir denge noktası
üzerinde seyrettiği ve yumuşamanın gerekliliğini bir kez daha ortaya koymuş oldu.
Kriz, bir silahlı çatışmaya ramak kalırken ABD’nin Türkiye’deki Jüpiter
füzelerine karşılık SSCB’nin Küba’daki füzelerinin karşılıktı olarak sökül m
esiyle atlatıldı. Küba krizi, detanta giden yolu aralamış oldu. Bu olaydan
sonra Doğu-Batı ilişkileri çatışma kutbundan yumuşama kutbuna doğru kaydı.
Washington ve Moskova arasında kırmızı telefon döşendi (1963). Silahsızlanma
çabalan ve konuyla ilgili görüşmeler giderek arttı. Bu yönde çeşitli
antlaşmalar imzalandı. Salt-l ve Salt-2 Doğu-Batı ilişkilerindeki yumuşamanın
meyveleri olarak ortaya çıkö. 1980’lerden sonra iki süper güç arasında
ilişkiler giderek arttı ve silahsızlanmayla ilgili ciddi antlaşmalar
imzalandı. Soğuk Savaş’ın gerginlik politikası, yerini temkinli işbirliğine ve
karşılıklı saygıya bıraktı.
Davut DURSUN
Bk: Savaş