Kimdir

Sofistler hakkında bilgi

Sofistler hakkında bilgi: 4.  yüzyılın  ünlü  tarihçisi  ve  denemecisi Ksenophanes’in  “Her  isteyene  para  karşılığında bilgelik satanlar”  diye  tanımladığı  Sofistler ‘in  en  ünlü  ve  önemli  temsilcileri  arasında,  Abderalı  Protagoras, Leontinili  Gorgias,  Keoslu  Prodikos,  Elisli  Hippias,  Antiphon,  Atinalı  Thrasymakhos  ve  Kallikles bulunur.  Sofistler,  felsefi  bir  okul  oluşturmaktan  ziyade,  belli  bir  mesleğin  üyesi  olan,  toplumsal koşulların  değişmesinin doğal  bir  sonucu olarak  ortaya  çıkan pratik  işlerde  yol göstericiliğe duyulan açlıktan,  kendileri  için  bir  meslek  ve  yaşam  biçimi  üretmiş  olup  para  karşılığı  ders  veren  gezgin öğretmenlerdi.

(a) Eğitimcilik

Sofistler  her  ne  kadar  ayrı  bir  felsefe  okulu meydana  getirmeseler  de  onları  birlikte  sınıflamayı mümkün  kılan  ortak  birtakım  özelliklerden,  bir  Sofistik  zihniyetten  veya  düşüncede  Sofistik  bir hareketten  söz  etmek  mümkündür.  Yunan’daki  Aydınlanma  çağının  öncüleri  veya  en  önemli temsilcileri olan Sofistler, her  şeyden önce  eğitimcilikleriyle, gezgin öğretmenler olma  özellikleriyle öne  çıkarlar. Buna  göre,  kendileri  için  en  büyük mutluluğun  öğrencilerini  bilge  ve  saygın  yurttaşlar olarak görmek olduğunu söyleyen Sofistler ‘e, biri zengin ailelerin politikaya girmek isteyen çocukları, diğeri de bir Sofist olarak yetişmek isteyen gençler olmak üzere, iki grup insan gidiyordu. Onlar, işte bu  temel  üzerinde  politike  areteyi,  siyaset  ya  da  yönetim  sanatını öğretmeye,  insanları  iyi  yurttaşlar olarak yetiştirmeye çalıştılar.

Gerçekten de başta Protagoras olmak üzere, Sofistler devlette düzensizliği ve devletin çözülmesini önleyecek  iyi  yasaların  nasıl  hazırlanacağını,  toplumsal  organizma  için yasalar, gelenekler  ve  yaşam biçimleri tasarlayıp kuran siyaset sanatını, insanın toplumsal çevresiyle olan karşılıklı ilişkilerinin nasıl düzenleneceğini,  doğru  politikaların  en  iyi  bir  biçimde  nasıl  sunulacağını  öğretme  iddiasında olmuşlardır. Bu  eğitimciliklerini  de  eşitlikçi  bir  akıl  anlayışı  temeli  üzerinde,  farklı  bakış  açısını  ve çıkarlara  sahip  insanları  bir  araya  getirecek  değerleri  aktarmakla  yükümlü  bir  eğitim  anlayışına dayandırmıştı.

Sözgelimi  Sofist  Protagoras’a  göre,  insanlar  bireysel  olarak  yetersiz  veya  kendilerine  yetemez oldukları için işbirliği yapmaya mecburdurlar. Ama adalet olmadan işbirliği yapmak mümkün değildir. Her şey bundan  ibaret değildir. Gerçekte “insanın her şeyin ölçüsü olduğunu” söyleyen Protagoras’ın bu  sözü,  herkesin  farklı  bilgilere  ve  farklı  ihtiyaçlara  sahip  olması  nedeniyle,  bir  değerlemeler çokluğunu mümkün  kılar.  İşte  bu  farklı  bakış  açılarına,  ilgi ve  çıkarlara sahip  insanların, bir  toplum düzeni  içinde bir araya gelmelerini ve barış  içinde yaşamalarını mümkün kılacak yetenekleri,  siyaset sanatı ve politik erdemleri öğretenler Sofistler ‘dir. Sofistliğin en önemli boyutu, onların eğitimcilikleri ve erdemin öğretilebilirliğine olan inançlarıdır.

Çünkü söz konusu inanç ve pratiğin, eskiden aretenin doğuştan getirildiğine, belli bir soydan ya da sınıf geleneğinden  olmanın,  soylu  sınıftan  gelmenin  siyasi  iktidara  yükselebilmek  için  yeterli  olduğuna inanan  Yunan  toplumu  üzerinde  oldukça  devrimci  bir  etkisi  olmuştur;  nitekim  yönetici  olabilmek, siyaset  alanında yükselebilmek  için birtakım pratik becerileri kazanacak, özellikle de  retorik  sanatını öğrenecek  şekilde  belli  bir  eğitimden  geçmek,  5.  yüzyıl  Atina’sında  fazlasıyla  yeterli  hale  gelmeye başlamıştır.  Sofist  Protagoras’ın  işte  bundan  dolayı,  demokratik  yönetimin  teorik  temellerini  ortaya koyan ilk filozof olduğuna inanılır.

(b) Profesyonalizm

Sofistler ‘in bir  başka  ortak  özelliklerinin  ya  da  onlara  yöneltilen  hücumların  bir  diğer nedeninin, verdikleri  eğitim  karşılığında  öğrencilerinden  para  almaları,  sergiledikleri  profesyonel  tutum  olduğu söylenebilir. Nitekim, zamanın pek çok  filozofu Sofistleri verdikleri eğitim hizmeti karşılığında para aldıkları  için  şiddetle  eleştirmiştir.  Söz  konusu  eleştirinin  iki  temel  nedeni  vardır: Her  şeyden  önce onların  öğretme  iddiasıyla  ortaya  çıktıkları  iyi  yurttaş  olma  ve  yönetme  sanatı,  Yunanlılara  göre öğretilecek bir  şey olmayıp,  insanların neredeyse  içgüdüsel olarak atalarından miras alıp  çocuklarına aktardıkları  bir  özellik  ya  da değerdi. Bu  özellik  ya  da  sanat  öğretilecek  bir  şey  olsa  bile, Sofistleri Atina  için  bir  tehdit  olarak  gören muhafazakârlara  göre  gençleri  yetiştirecek  olanlar,  Sofistler  gibi yabancılar değil mütevazı Atinalılardı.

Filozoflar  ise  Sofistler ‘in  para  almalarına,  ikinci  olarak,  aslında  onların  önemli  ölçüde  değişime uğratmış oldukları felsefe ve filozof telakkilerine yabancı oldukları için karşı çıkarlar. Özellikle Platon ve kısmen de Sokrates gibi filozofların aşina ve hayran oldukları bir geleneğin, sözgelimi Pythagorasçı geleneğin  felsefe  anlayışına  göre,  bilgelik  dostlar,  özellikle  de  birbirlerini  sevenler  arasında paylaşılacak  bir  şeydir.  Ve  bu  bilgelik,  insanı  sadece  arındıran  değil,  dünyadan  bağını  kopartarak, özgürleştiren bir şeydir. Oysa Sofistler öğrettikleri şeyler karşılığında para almak suretiyle kendilerini özgürlükten  mahrum  bırakırlar;  onlar,  diledikleri  meclise  katılıp  gönüllerinin  çektiğiyle  felsefe tartışmak  yerine,  ücretlerini  ödeyen  herkesle  konuşmak,  öğrenebilecek  olsun  ya  da  olmasın  ona  bir şeyler  öğretmek  zorunda  kalırlar.  Ve Atina’nın  özgür  filozofları  için  bu,  insanların  akıllarını  ya  da fikirlerini satmaları, bedenlerini satmalarından hiç de daha iyi bir şey değildir.

(c) Konvansiyonalizm

Sofistler, MÖ  5.  yüzyılın  ünlü  phusis-nomos  veya  doğa-uzlaşım  karşıtlığında, Thrasymakhos  ve Kallikles  gibi  bazı  realist  istisnalar  bir  tarafa  bırakılacak  olursa,  çok  büyük  ölçüde  nomos’un savunuculuğunu  yapmışlardır. Onların  uzlaşımcılıkları  kabaca  ilahi,  politik,  hukuki  ve  toplumsal  bir konvansiyonalizm  olarak  kategorileştirilebilir.  Buna  göre,  Sofistler ‘in  en  azından  bazıları  tanrıların phusis’te ya da gerçeklikte mi, yoksa nomos yoluyla mı varoldukları konusunda, Tanrıların gerçek bir varoluşa sahip olmadıklarını, onların insanın bir yaratımı olduklarını, lokal uzlaşımlara bağlı olarak bir yerden diğerine değiştiklerini söylemişlerdir. Farklı ırklar arasındaki bölünmelerin doğadan mı geldiği, yoksa  nomosla  ilgili  bir mesele mi  olduğu  söz  konusu  olduğunda,  Sofistler  yine  insanlar  arasındaki bölünmelerin doğal olmadığını iddia etmişlerdir. Eşitlik meselesinde ya da bir insanın başka  insanları (kölelik) veya bir milletin diğer milletleri yönetmesinin  (imparatorluk) doğal ve kaçınılmaz mı yoksa nomosun  bir  sonucu mu  olduğu  konusunda,  Sofistler  tavırlarını  yine  nomostan  yana  koymuşlardır.

Onların  bu  yaklaşımlarının  politik  örgütlenme  ve  hukuk  veya  siyaset  felsefesi  alanındaki  karşılığı uzlaşımcılık olmak durumundadır. Sofistlere göre,  toplum  temelini  bir  sözleşmeden, bireylerin  ortak iradelerinden alır. Başka bir deyişle,  insanların kendilerini vahşi yaratıklardan korumak, tek başlarına karşılayamadıkları  ihtiyaçlarını  karşılayıp,  daha  iyi  bir  yaşam  düzeyine  ulaşmak  için  topluluklar halinde  bir  araya  gelmek  zorunda  kaldıklarını  söyleyen  Sofistler,  hukukun  Tanrısal  bir  kökeni olmadığını, yasaların insan elinden çıkma ürünler olduğunu iddia etmişlerdir.

(d) Kritisizm

Sofistler ‘in  en  belirgin  özelliklerinden  biri  de  onların  hemen  her  şeye  karşı  geliştirmiş  oldukları eleştirel  tavırdır. Söz konusu kritisisizm, modern ve Kantçı anlamda insanın bilgi güçlerine  ilişkin bir eleştiricilikten ziyade, Yunan toplumunda, o zamana dek hiçbir şekilde sorgulanmamış olan kurumlara, toplumun  siyasi  ve  hukuksal  temellerine  ve  dine  yöneltilen  bir  eleştiri  ve  sorgulama  faaliyetinden meydana gelir. Başka bir deyişle, Sofistler “Aydınlanma çağı”nda eleştirel düşünceyi uyandırmış, bir anlamda  felsefeye,  dine,  gelenek  ve  göreneklerle  bunlara  dayanan  kurumlara  meydan  okumuş  ve onların  kendilerini  akla  dayalı  olarak  haklı  kılıp  temellendirmeleri  için  gerekli  zemini  hazırlamıştır.

Gerek akla, gerekse algıya dayanan bilginin imkânsızlığını dile getirirken, bilgi için gerekli nesnelerin ve  ölçütlerin  sağlanması  zorunluluğuna  işaret  etmişlerdir.  Geleneksel  ahlakı  eleştirirken,  ahlakın kendisini  Septisizm  (kuşkuculuk)  ve  nihilizm  karşısında  gereği  gibi  savunmasının  önemini  ortaya koymuşlar ve moral davranış  için  rasyonel  ilkelerin kaçınılmazlığını gözler önüne sermişlerdir. Yine, geleneksel dini  inançlara  saldırırlarken, kendilerinden  sonra gelecek olan  filozoflara, daha sağlam ve tutarlı  Tanrı  anlayışlarına  giden  yolu  göstermişlerdir.  Onlar  devleti  ve  yasalarını  eleştirirken  de felsefeye  dayalı  bir  devlet  ve  siyaset  anlayışına  giden  yolu  açmışlardır.  Kısacası,  Sofistler, eleştiricilikleriyle  felsefeyi  daha  sağlam  temellere  oturması,  ilk  ilkelere  yönelmesi  için  adeta zorlamışlardır.

(e) Septisizm

Sofistler ‘in  paylaştıkları  bir  diğer  ortak  özellik  de  Septisizm,  kesin  ve  mutlak  bilgi  imkânına duyulan bir güvensizlik olmuştur, denilebilir. Eğer, Platon’un Theaetetos’ta gösterdiği ve Protagoras’ın kendisinin  de  kabul  ettiği  gibi,  varolanlar  sürekli  bir  akış  içindeyse,  duyum  da  hareket  halindeki nesnenin  duyunun  hareketiyle  karşılaşmasının  bir  sonucu  olup  kişiden  kişiye  değişiyorsa  ve  hangi görünüş  ya  da  algının  doğru  olduğuna  karar  verecek  nesnel  bir  standarttan,  görünüşleri  kendisiyle yargılayacağımız  nesnel  bir  gerçeklik  var  değilse,  genel  geçer  bilgiden  söz  etmek  hiçbir  zaman mümkün olmaz.

Buna göre, varlık problemine karşı mutlak bir kayıtsızlık sergileyip,  tüm dikkatini  insan üzerinde yoğunlaştıran  Sofistler,  bununla  birlikte  insanın  bilgisini  ele  alırken,  aklın  analizini  Sokrates’le öğrencilerine bırakıp, kendilerini duyusal bilgiyle sınırlamışlardır. Onlar, rasyonel bilgi üzerinde değil fakat  ampirik  bilgi  ve  deneyimin  verileri  üzerinde  durmuş  ve  gerçekliği  bu  bakış  açısıyla yargılamışlardır.  Varlığın  nesnel  ve  genel  geçer  bilgisine  erişmenin  imkânsız  olduğunu,  bilgi  söz konusu olduğunda sadece kuşku duyan bir zihne sahip olunabileceğini öne süren Sofistler söz konusu Septisizmi  üç  ayrı  şekilde  ele  almıştır:  (i)  İnsanların,  algının  zihnin  dışındaki  nesnelerini  değil  de sadece  fenomenleri,  zihinlerindeki  ideleri  bilebileceklerini,  bu  yüzden  zihnin  dışındaki  herhangi  bir şeyle  ilgili olarak kesin bir önerme kurmanın pek bir anlamı olmadığını  söyleyen  fenomenalizm;  (ii) bilginin  yegâne  kaynağının  deneyim,  özellikle  duyu-deneyi  olduğunu  dile  getiren  ampirisizm;  (iii) hakikatin  bağımsız  bir  varoluşu  olmadığını  fakat  bireye,  kişinin  kendisini  içinde  bulduğu  bireysel duruma bağlı olduğunu öne süren rölativizm.

(f) Fenomenalizm

Gerçekten de doğa felsefesi geleneğinin sadece konusuna değil fakat gerçeklik anlayışına, özellikle Elea geleneği bağlamında görünüş-gerçeklik ayrımıyla bunun gerisindeki duyusal bilgi (doxa) rasyonel bilgi  (episteme)  ayrımına  da  şiddetle  karşı  çıkan  Sofistler,  evrenin,  dışsal  birtakım  ilkelere  ya  da fenomenal  dünyanın  dışında  veya  üstündeki  ayrı  bir  gerçeklik  dünyasına  hiç  gitmeden,  sadece fenomenal boyutları veya özellikleri yoluyla açıklanabileceği ya da modern ifadesiyle fiziki nesnelerin duyusal deneyimlere indirgenebileceği görüşünü benimsemişlerdir.

Buna göre, gördükleri ve anladıkları şekliyle hakikatle gerçekten ilgilenen Sofistler,  tam bir öznel idealizm  ya  da mutlak  bir  öznelcilik  içinde,  fenomenlerin  dışında  ayrı  bir  gerçeklik,  görünüşlerden bağımsız  bir  varlık  olmadığını  savunarak,  varolan  her  şeyin  fenomenlerden  ibaret  olduğunu söylemişlerdir. Görünüşü gerçekliğe, görünmeyi varolmaya eşitleyen Protagoras, Gorgias, Hippias ve Prodikos  fenomenal  deneyimin  şu ya da bu ölçüde  çelişik  yapısını ya  da  karakterini  kabul  etmiş ve bunun  gerçekliğin  bir  özelliği  olduğunu  kabul  etmeye hazırlanmışlardır. Örneğin, Protagoras’a  göre, bana  tatlı  görünen  şarap  benim  için  gerçekten  tatlıdır. Şarap  söz  konusu duyusal  deneyimden  başka hiçbir şey değildir.

(g) Ampirisizm

Sofistler ‘in Septisizminin bir diğer şekli ya da versiyonu veya onların söz konusu fenomenalizm ya da öznel  idealizmlerinin bilgi alanındaki karşılığı, elbette ampirisizm olmak durumundaydı. Başka bir deyişle,  Sofistler  bilgi  konusunda  fenomenlerin,  görünüşlerin  duyu  algısıyla  gerçekleşen  bilgisini temele  aldıkları  için  genel  olarak deneyimci  bir yaklaşımı  benimsemişlerdi: Bütün kavramlarımız ve dolayısıyla  tüm  yargılarımız  son  çözümlemede  deneyime  dayanır;  bilginin  kaynağında  duyu-deneyi vardır.

Hepsine birden ortak olan bu yaklaşım da Yunan felsefesinde yeni bir gelişmeye işaret eder. Buna

göre,  Sofistler  rasyonalist  bir  bilgi  anlayışı  ve  tümdengelimsel  bir  yönteme  sahip  olan  daha  önceki

Yunan  filozoflarından yöntemleriyle de ayrılmışlardır. Doğa  filozofları, gözlemden de yararlanmakla birlikte,  görünüşün  gerisindeki  gerçekliğe,  çokluğun  gerisindeki  birliğe  akıl  ya  da  düşünce  yoluyla ulaşmışlar ve tümdengelimsel bir yöntem kullanmışlardır. Yani onlar, önce varlığın kendisinden çıktığı arkheyi, dünyanın genel  ilkesini, gerçekliği oluşturan  tözü ortaya koyduktan sonra,  tikel  fenomenleri, dünyanın  oluşumunu  ve  tek  tek  olayları  açıklamaya  geçmişlerdir.  Deneyimci  Sofistler  ise  gezgin öğretmenler  olmalarının  da  etkisiyle  olguları  biriktirmişler,  tek  tek  gözlemlerden  hareketle,  genel sonuçlara ulaşmışlardır. Bundan dolayı, onların ampirisizmleri deneyimsel-tümevarımsal bir yöntemle tamamlanmıştır.

(h) Rölativizm

Sofistler,  yine  ortak  bir  tavırla mutlak  bir  rölativizmin  savunucusu olmuşlardır.  İlk  ve  en  büyük Sofist olan Protagoras, bireyin her şeyin ölçüsü olduğunu ve şeylerin de tıpkı insana göründükleri gibi olduğunu  savunmuştur.  Buna  göre,  bilginin  temeline  algıları  yerleştiren  Sofistler,  ampirisizmin kaçınılmaz  bir  sonucu  olarak  bilginin  de  göreli  olduğunu  belirtmişlerdir.  Mutlak  ve  değişmez  bir hakikat olmayıp bilgi ve hakikat bireyin algılarına, toplumsal, kültürel ve kişisel eğilimlerine görelidir.

Gerçekten de  “ölçü-insan”  anlayışıyla  kendisinden önceki  doğa  filozoflarına meydan  okuyan,  bu filozofların  birbirleriyle  çelişik  düşüncelerinin  aklın  yetersizliğini  ortaya  koyduğunu,  dolayısıyla duyularımızın  ötesinde,  algılanamayan  ve  bilinemeyen  bir  gerçeklik,  duyularımız  ve  algılarımız tarafından  yorumlanan  fenomenlerin  gerisinde,  algılanamaz  bir  varlık  alanı  bulunmadığını,  doğal dünyanın yalnızca fenomenlerden  ibaret olduğunu ve fenomenler aracılığıyla bilinebileceğini savunan Protagoras,  bu  deyişiyle,  dış  dünyaya  ilişkin  bilgimizin  temelinde  duyu  organları  aracılığıyla gerçekleşen  duyu-algılarının  bulunduğunu  dile  getirir.  İnsanlar  arasında  söz  konusu  olan  bedensel farklılıklar, insanlarda farklı algıların doğuşuna, onların farklı şeylerden tat almalarına, farklı şeylerden nefret etmelerine yol açar. Yine, deneyimci bir bakış açısından hareket eden Protagoras, doğal olarak insanların varolan şeyleri beş duyu aracılığıyla algıladığını; farklı duyuların, farklı, hatta karşıt görünüş veya  izlenimleri doğurduğunu söyler. Örneğin resimler, görme duyusuna pürüzlü, dokunma duyusuna pürüzsüz  görünür.  Yine,  bal  dile  hoş,  gözlere  kırmızı  ya  da  düz,  dokunma  duyusuna  vıcık  vıcık görünür. Aynı şey parfüm  için de söz konusudur; o, koku alma duyusuna hoş,  tat alma duyusuna acı görünür.

Protagoras ve diğer Sofistler, bilgi alanındaki bu görelilik ve öznelciliği, doğallıkla etik ve estetik alana veya değerler alanına da yansıtmışlardı. Başka bir deyişle, etik rölativizmini, zaman zaman elçi olarak  gittiği  farklı  ülkelerdeki  farklı  gelenek  ve  uygulamalara  ilişkin  gözlemleriyle  yani  kültürel rölativizmle  destekleyen Protagoras’a göre,  tüm  ahlaki  değerler, kişilerin onları nasıl  algıladıklarıyla ilgili bir konu olmak durumundaydı.

Kaynak: Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci

İlgili Makaleler