Sosyoloji

Slavoj Zizek

Slavoj Zizek

1949 yılında Slovenya’da doğdu. Sosyoloji yüksek lisansının
ardından felsefe alanında doktora yaptı. Heidegger
üzerine ilk kitabını yayınladıktan sonra Paris’te psikanaliz doktorası yaptı. Lacan’ın damadı Jacques Alain Miller ile çalıştı.

Sarah Kay’in deyişiyle Zizek’i okumak sarsıntılarla dolu, heyecan
verici bir lunapark treninde tura çıkmaya benzer.

Zizek’in çalışmalarının özünde aynı anda hem siyasi hem de
felsefi bir projenin hizmetinde Lacancı psikanalizin etkin bir biçimde
uygulanması yatar. Zizek, Lacan’ı Aydınlanmanın varisi ve ileriye dönük
dönüşümün temsilcisi kabul eder. Hegel ve Lacan hakkında hazırladığı tezi,
Miller’la birlikte geliştirerek İdeolojinin
Yüce Nesnesi
ve Biliyorlar ama
Yapmıyorlar: Bir Siyasi Etmen Olarak Eğlence
adlı kitaplarını yazdı. Bu
dönemde ayrıca, Lacan Hakkında Bilmek
İstediğiniz Her şey: fakat Hitchcock’a Sormaya Korktuğumuz
adlı kitabı
yayınlandı. Bunu, Semptomunla Eğlen!
Hollywood’un İçinde ve Dışında Lacan
adlı kitabı izledi.

Zizek, öğrencilik yıllarında Lacan odaklı çalışmalara
yöneldi. Çalışma arkadaşlarıyla birlikte klinikten ziyade felsefi bir bakışın
öne çıktığı Kuramsal Psikanaliz Topluluğu’nu kurdular. Topluluğun
amaçları:

1) Klasik ve modern felsefenin Lacancı bakışla çözümlemesi,

2) İdeoloji ve iktidar kuramlarının Lacan’a dayalı
değerlendirmesi,

3) Kültür ve sanatın (özellikle sinemanın) Lacan’a dayalı
olarak değerlendirilmesi.

Zizek’teki Hegel ve
Lacan

Zizek’in çalışmalarında Hegel
ve Lacan yaygın temalardır. Lacan esas olarak Freud’a yanıt vermek üzere çalışmalar yapmıştır. Hâlbuki Zizek,
Lacan’ın müjdecisi olarak Hegel’i referans alır. Zizek, Hegel’i simgeselin ve
gerçeğin filozofu olarak okumuştur.

Zizek, Hegel’i onun ne olmadığıyla karşı karşıya getirerek
okur. Dolayısıyla Hegel’i diğer felsefi sistemlerle özellikle de Kant’la ilişki içinde değerlendirir. Bu
noktada Zizek, Hegel’i yeni fikirlerin belirmesine yol açan bir düşünme imkânı
olarak değerlendirir. Negatiflik, Hegel
felsefesinin merkezinde duruyordu ve Zizek, bu negatifliği işler hale getirecek
biçimde Hegel okumaları yapar.

Evrensel ve Tikel

Zizek’e göre evrensel düzen, onunla dünyayı yorumladığımız,
kavramsal şebekeyi sağlayan simgesel düzen ya da
büyük ötekidir.

Bununla beraber kavramsal eleştirmemiz, gösteren ve
gösterilen düzlemlerinin birbirlerini işlemez hale getirdikleri olgusuyla
bozulur. Bunun nedeni, gösterenlerden bir tanesinin kendisine karşılık gelen
bir gösterileni olmamasıdır. Çünkü o gösteren dilbilimsel sisteme bir içerik
sunmaz, sadece farklılık aşılar.

Zizek’e göre tikel öğelerden sonlu bir bütünlüğe ilerleyen
standart diyalektik bakış açısını terk etmek gerekiyor. Çünkü ulaşılan doğruluk
tamamlanmış değildir; soru sürekli olarak açıkta kalmaktadır. Kendi arzusu
ötekinin arzusu olarak deneyimlenir. Öyle ki kendine bir soru soran histerik
özne baştan sona ötekinin gizemi bilen temel yanıl olduğunu
bilerek/düşünerek/varsayarak hareket eder (Kay, 2006, 61).

Zizek, Adorno’nun
“toplum nedir?” sorusundan yola çıkarak örnek verir. Buna göre toplumun tek bir
tanımını yapmak mümkün değildir. Her kim toplumun kendi içinde bir şey olduğunu
varsayarsa toplumu tam olarak kavrayamayan kısmi ve göreceli
kavramsallaştırmalara yaklaşabilir. Diyalektik dönüş,
bu çelişki yanıt oluşturduğu zaman meydana gelir. Hegelci stratejinin temel
konusu da buradadır. Bu tür bir uygunsuzluk gizemi ortadan kaldırır.
Başlangıçta kendini engel olarak sunan şey her ne ise diyalektik dönüşle
birlikte doğrulukla bağlantı kurabileceğimiz kanıtın kendisine dönüşür. Böylece
onu engelleyen şey olarak görünen şeye saplanmış oluruz. Öyle ki, şeyin kendisi
bir eksikliğin etrafında kurularak gizlenmiştir.

Hegel de diyalektik olarak birbirleriyle ilişki halindeki
tekil, tikel ve evrensel üç “an” dan oluşan kavramın üçlü oluşumuyla
ilgilenmektedir. Zizek böylece birbirinden bağımsız iki ayrı uç olarak
düşündüklerimizin aslında devam eden bir şeyin parçası olduklarını, yani
tikelin evrensele geçip geri dönebileceğini söyler.

Özne ve Töz

Hegel, Tinin
Fenomenolojisi
’nin önsözünde kendi felsefesini “doğruyu sadece töz olarak
değil aynı zamanda da özne olarak kavramaya ve ifade etmeye dayandığını”
belirtir. Bu açıklama Zizek’i töz ve özne temaları üzerinde çalışmaya sevk eder.

Töz,
kendisini kendisine yabancılaştırdığı ve kendisini bu yabancılaşmayı hesaba
katarak yeniden konumlandırdığı zaman özne
haline gelir. Özne, öteki haline gelerek kendini
olumsuzlar ve kendine döner. Bu çifte olumsuzlama
yerine geçerek onu, yok edip özne yapar. Lacan’a göre bölünmüş
özne
engellenmiş öteki ile bağdaştır.
Çünkü her ikisi de gerçeği kavramada yetersiz olduklarından dolayı aynı eksiğe
maruzdurlar. Zizek, ben ve toplum gibi sabit olarak algıladığımız şeylerin
sahte ve yetersiz olduklarını; dolayısıyla töz olmadıklarını iddia eder.

Mesele şudur; öz görünüşün kendisi için, öz olarak görünüşle
farklılığı içinde, paradoksal olarak olguların hükümsüzlüğüne beden veren bir
olgu biçiminde ortaya çıkmak zorundadır. Düşünmenin hareketini bu tekrarlama
karakterize eder. Buna göre, devletten dine Tin’in bütün düzeylerinde bu
olguyla karşılaşırız.

Zizek ve Politika

Zizek erken dönem çalışmalarında anti-totaliter bir duruşla
ideolojilerin eleştirisine yapar. Gıdıklanan
Özne
ve sonrasında yazdıklarında kapitalizme saldırmaya başlar ve küresel
kapitalizme karşı koyma yolu olarak evrenselliğe vurgu yapar.

Zizek’e göre politika her şeyi içermektedir. Genel olarak
iktidar kavramı etrafındaki bütün çözümlemeler politik alana aittir.

Zizek’in kullandığı farklı sistemlerin kavramsal yapısı
deforme olmuş bir biçimde Balkanların ekonomik ve siyasal ortamında
şekillenmiştir.

Zizek, doktorasını verdikten sonra Ljubljana Üniversite’nde
ders vermek ister ancak başvurusu reddedilir. Bundan sonra dünyanın çeşitli
bölgelerinde araştırmacı ve misafir öğretim görevlisi olarak çalışır. 80’li
yıllarda Slovenya’da siyasal aktivist olarak öne çıkmaya başlar. 1990 yılında
Slovenya’daki ilk çok partili seçimde ülkenin başkan adayı olur!

Yugoslavya’da Tito,
1963 yılında sosyalist vurgusunu öne çıkardı. Ancak Zizek’in deyişiyle bu
yapılanma tam aksi yönde bir seyir izliyordu. Ülkede proleter sınıf
etkisizleştirilip devlet eliyle ekonomi kapitalistleştiriliyordu.

Tito’nun Stalin’e
yabancılaşmasında ve sonrasında Slovenya’nın Yugoslavya’dan ayrılmasında
Batı’nın önemli bir rolü vardır. Zizek’e göre Kusturica filmleri (örn. Undergraund)
Bosna Hersek’te muhalif guruplar arasındaki çekişmeyle aynı ideolojik işleve
sahiptir. Zizek bu ideolojik işlevin bir benzerini de Batı’da birtakım
radikallerin savaşan bütün tarafları ümitsizce suçlamalarında görebileceğimizi
söyler.

Ulusal birliğin korunması her zaman ulusun gösterenleri
olarak kadına yönelik denetimin ve şiddetin artmasına yol açar. Zizek’e göre
toplumlar arasındaki antagonizma kadın ve erkek arasındaki antagonizma ile iç
içe geçmiştir ve bu olgu Lacancı teorinin cinselliğin açmazı olarak dile
getirdiği olguya işaret eder. Cinselleştirmenin önemi ve şiddete karşı feminist
yanıtlar Marksistlerin ve aynı zamanda Zizek’in Yugoslavya’nın dağılma
sürecinde devlete ilişkin sorularının açığa çıkmasına neden olur.

Yugoslavya’da devletin mükemmeliyetçiliği federasyon
içindeki devletlerin birbiriyle mükemmel olmayan ilişkiler kurmasını
gerektirmekteydi. Kendine ait bir cumhuriyete sahip olan ve vatan olarak
kendilerini işaret eden 5 ayrı ulus vardı.

Eğer gerçeklerin yanlış bilinmesini istemiyorsak teorik bir
çerçeveye ihtiyacımız vardır.

Zizek, hiç sahip olunamayanın başkalarınca çalındığının fark
edilmesi olgusunu aşırmanın hazzı kavramı
etrafında kullanır. Zizek, aşırmanın hazzı görüşünün yalnızca geri kalmış
Balkan ülkelerine değil 1980’lerde ABD ideolojisinin oluşturduğu örneklere de
uyarlanabileceği konusunda ısrarcıdır. Bu bakımdan kapitalizm ne zaman krize
girse, tehdit altında hissedilen ideolojik fantezinin üzerinde kümelendiği
kendi ulusal şeyimiz hayata doğru patlar.

Milliyetçi popülizm,
sürekli olarak peşinde koşulan arzu nesnesinin eksikliğinden öteki olarak
sunduğu kitleyi sorumlu tutar. Bunun için özel bir söylem geliştirmesine gerek
de yoktur. Milliyetçi popülizmin kendisi bizatihi ötekileştiricidir. Krizdeki
kapitalizmin ihtiyacı olan çatışma da buradan doğar.

1999’da Sırbistan NATO tarafından bombalandı. Böylelikle
uluslararası kuruluşların bölge üzerinde söz söyleme hakları ortadan kalktı.
Zizek bu süreçte Washington ile Belgrad arasında taraf tutmayı reddederek ulus
ötesi siyasal hareketlere çağrı yaptı.

Popüler Kültür ve
Sinemaya Zizek’le Bakmak

Zizek, göstergebilimsel yöntemle yapılan tek katmanlı film
analizlerini, filmlerin yüksek metin kurguları nedeniyle çok katmanlı yapısını
göz ardı ettiğini söyler. Psikanalizi bir film
çözümleme yöntemi olarak kullanır.

Psikanalizi Freud rüyaların çözümlemesinde kullanmıştır.
Lacan bu yöntemi dile uygulamıştır. Zizek ise popüler kültüre ve sinemaya uyarlamıştır.

Anamorfoz / Yamuk Bakmak

Bakmak,
akıp giden sürekli bir eylemlilik halidir. Bakışsa
bu devamlılığın içindeki, aklın sessizliğinin gözün müziğine dönüştüğü andır.
Bu anı yakalayan ise bir ressamın, bir sinemacının ya da bir fotoğrafçının gözü
olabilir.

Foucault, bakışı panoptik kavramıyla
birlikte ele alır. Panoptik, görülmeden gören, hükmedici iktidarın bakışıdır.
Panoptik bakışla iktidar, baktığını nesneye dönüştürür. Bakışın sahibi öznedir,
çünkü iktidar ondadır.

Lacan da ise durum tam tersidir. Bakış nesnedir. Bakılan,
bakışı üstlenen ise öznedir. Lacan’da bakış konumunu üstlenen kadındır.

Lacan’a göre yanlış tanıma (yamuk
bakmak
) öznenin kurulması sürecinden ayrılmaz. Çünkü özne asla kendisini
bakan noktasına yerleştiremez.

Bakış, iki temel üzerinden ele alınabilir: Tasarımlanmış bakış (iktidar, denetim, yönetim vs.) ve
tasarımlanmamış bakış. Tasarımlanmamış bakışın
temel değişkenleri anlık olması, ruh yansıması ve içeriğinin gerçeği
barındırmasıdır.

Anamorfik
cisimler ancak yamuk bakarak algılanabilirler. Zizek, yamuk bakmak kavramıyla
tasarımlanmış bakışı tasarımlanmamış bakışa çevirmeye çalışır.
Yamuk bakmak, gerçeği görmektir.

Zizek, film çözümlemelerine yamuk bakmak ile başlar. Örnek
olarak Charlie Chaplin filmlerinde
esas özelliğin çocuklara karşı takınılan sadistçe tutumlar olduğunu söyler.
Burada sorulması gereken soru alay etme nesneleri olarak görünmeleri için
çocuklara hangi noktadan bakılması gerektiğidir. Yanıt, çocukların kendi
bakışıdır. Çünkü sadece çocuklar çocuklara bu şekilde davranır. Zizek’e göre
Chaplin, bilinçaltında yaşayan sokak çocuğunu kamera aracılığıyla izleyiciye
yansıtmaktadır.

Semptom / Belirti

Semptom
kavramını Marx icat etmiştir. Semptom
tam olarak kendi evrensel temelini yıkan tikel bir unsurdur. Örneğin özgürlük:
ifade, ticaret, siyasi vs. bir dizi türden oluşan evrensel bir anlayıştır. Ama
aynı zamanda yapısal/dizgesel bir zorunluluk sayesinde bu evrensel anlayışı
yıkan özgül bir özgürlüktür. Yani, fiili özgürlüğün tam zıddıdır. İşçi, emeğini
özgürce satarak özgürlüğünü kaybeder. Her türlü ideolojik evrensel, zorunlu
olarak bütünlüğünü bozan, yanlışlığını açığa çıkaran özgül bir durum içerdiği
sürece yanlıştır/hatalıdır.

Zizek, kadını erkeğin semptomu olarak görür. Erkek simgesel
varoluşuyla iletişimi ve varlığının gerçeği ile ilişkisini sadece kadınla
kurabilir. Ancak bunun tersi geçerli değildir. Kadın, erkekten tamamen bağımsız
olarak var olur.

Zizek’in kastettiği şey, eril konumunu üstlenmiş bir benin
varlığının dişil konumunu üstlenmiş başkalarının var olmasına bağlı olduğudur.

Lacan semptomu bastırılmışın geri dönüşü olarak tanımlar.

Semptomu işlerken/eşelerken geçmişi yaratırız. Geçmişin uzun
zaman önce unutulan simgesel gerçekliğini üretiriz. Buna göre, bastırılan,
ezilen her ne ise hiçbir zaman aynı biçimde geri dönmeyecek ancak bir semptom,
yara, sorun olarak dönecektir.

Semptom, kusursuz bir simgesel oluşum, kendisi de bir
gösteren olduğu için yorumlama yoluyla feshedilebilen şifreli, kodlanmış bir
mesajdır.

Lacan sıklıkla göstereni mutlaklaştırmakla suçlanır.
Suçlamanın nedeni nesnel dünya yokmuş gibi, teorisini özne ile dilin
etkileşimiyle sınırlamasıdır. Hâlbuki Lacan verili bir nesneler bütünü olarak
dünyanın var olmadığını söylediği gibi dilin ve öznenin de var olmadığını
söyler. Ona göre var olan sadece semptomlardır.

Zizek’in çalışmaları bu noktada yapıbozumla
kesişir: yapıbozumun amacı her türlü tözel kimliği/yapıyı yapıbozuma tabi
tutmak, katı tutarlılığının ardındaki simgesel etkileşimi gözler önüne
sermektir. Semptom kavramı, etrafında etkileşimin yapılandığı gerçek çekirdeğe
karşılık gelir.

Sinthome

Gerçek, imgesel ve simgesel düzenleri bir araya getiren
unsura Zizek, sinthome demiştir.

Sinthome düğüm yapıları
tarafından belirlenir. Düğümler, kişiye, bir psikozdaki sabuklama ve kuruntu
yapmalarını anlama olanağı verir. Bu yapılanmalar gerçek imgesel ve simgeseli
bir araya getirmeye yarayabilirler. Nesneler beden imgesini, dilsel ya da
bilgisayar döngüselliğini ve aşırı uyarma ya da acıyı bir araya getirmek için kullanılabilirler.
Üç düzeni bir araya getiren ve tim belirtileri olmasına karşın özneyi psikoz
durumuna düşmekten alıkoyan sinthomedur.

İdeolojik Fantezi

Fantezi
arzularımızı şekillendiren şeydir.

İdeolojik fantezide insanların fiilen yaptıkları şey ile
yaptıklarını düşündükleri şey arasındaki uyumsuzlukla ilgili bir sorun söz
konusudur (Zizek, 2004, 46).

İdeoloji tam
da insanların aslında ne yaptıklarını bilmemelerinden, ait oldukları toplumsal
gerçekliğe ilişkin yanlış bir tasarıma sahip olmalarından ibarettir.

Zizek’e göre insanların bilmedikleri şey, faaliyetlerinin,
toplumsal gerçekliklerinin kendisinin bir yanılsama, fetişist bir tersine
çevirme tarafından yönlendirildiğidir. Gözden kaçırdıkları, yanlış tanıdıkları
şey gerçeklik değil, kendi gerçekliklerini, kendi gerçek toplumsal
faaliyetlerini yapılaştıran yanılsamadır. Şeylerin gerçekte nasıl olduğunu
gayet iyi bilirler ama yine de bilmiyormuş gibi davranırlar. Burada gözden
kaçırılan bilinçdışı yanılsamaya ideolojik fantezi
adı verilir.

Jouissance / Keyif

Haz, benliğin iç dengesini kurmaya ve korumaya yöneliktir. Jouissance ise bu dengeyi bozarak haz ilkesinin
ötesine geçer.

Jouissance kavramını Lacan, Freud’un haz ilkesi kavramının
ötesinde konumlandırır. Jouissance basit bir tatminin ötesinde bir dürtü
tatminidir. Dolayısıyla olanaksızdır. Sözgelimi anneden koparılmış olmak
anlamındaki ilksel eksikliğin giderilme arzusunun gerçek bir tatmin yolu
yoktur. Jouissance bu eksikliğin giderilmesi fantezisini yaratarak kendini
gerçekle ilişkilendirir. Acıda, semptomların sürdürülmesinde bulunduğu
varsayılan paradoksal haz aslında haz değil Jouissancedır.

Gerçek Üzerine Çözümlemeler

Freud insanın gelişimini oral, anal ve genital olmak üzere
üç evreye ayırır. Gereksinim, istem ve arzu kavramlarını da bu evrelere
karşılık olarak kullanır. Bu üç kavram insani gelişim sürecinin üç farklı
öğesine denk düşer: gerçek, imgesel ve simgesel.

Lacan’a göre gerçek, simgeselleştirmeye mutlak anlamda
direnir. Gerçek, simgesel ve imgeseli insan gerçekliğinin üç kaydı olarak
adlandırır. Günlük dilde gerçek dediğimiz şey, simgesel ve imgeselin bir
birleşimidir.

Zizek için gerçek, dilin sınırı, konuşan varlıkların dilinde
kaybedilen bir şeydir. Gerçek hem orada yanı başımızda hem de ulaşılmaz
yerdedir. Zizek, gerçeğe işaret etmek için; antagonizm, travmatik, olanaksız,
çekirdek ve çıkmaz gibi sözcükleri kullanır.

Sarah Kay, Zizek: Eleştirel Bir Giriş, Çev: Zeynep Kuyumcu, 2006,
İstanbul, Encore

S. Zizek, İdeolojinin Yüce Nesnesi, Çev: Tuncay Birkan,
2004, İstanbul, Metis

İlgili Makaleler