Felsefe Yazıları

Skolastisizm Nedir? Tanımı, Tarihi, Öğretisi (Felsefe Akımları)

SKOLASTİSİZM

Orta Çağın tipik felsefesi şeklinde tanımlanabilecek olan Skolastisizm latince “Schola” (okul) kelimesinden gelmektedir. Skolastik felsefe ise, “okul felsefesi” demek oluyor ki, bu bir bakıma Orta Çağda Hristiyan din adamlarının yetişme ortamı manastır ve katedral okullarıyla ilgisini de bariz bir şekilde açıklar. Gerçekten Skolastik felsefe bir okul öğretisi, öğrenmek ve Öğretmeyi kapsayan bir Hristiyanlık teolojisidir. Ancak Skolastik (scholasticus) deyimi önceleri manastır veya katedrallerde Hristiyanlık teolojisini Öğretenler ile, yine orta Çağda temel bilgi alanlarım kapsayan “Yedi Özgür Sanat” (septem artes liberales) okutup belletenler için kullanılırken, sonradan bunları Öğrenenler ile sözkonusu okullardaki çalışmaları da anlatır biçimde kullanılmaya başlanmıştır.

Böylece Skolastisizm genellikle Orta Çağ felsefesinin eşanlamında da kullanıla gelmiştir. Ancak Skolastisizmin bütünüyle Orta Çağ felsefesini kapsadığı düşünülmemelidir. Çünkü Antik Çağ sonlarında oluşmaya başlayan ve Hristiyan inancıyla Antik Çağ felsefesini belli nitelikleriyle uzlaştırmaya yönelen Patristik Felsefe de Orta Çağ içinde görülmesi gereken bir felsefe öğretisidir. Nitekim Patristik felsefenin Hristiyan inanışlarına bir öğreti niteliği kazandırma çabası, Skolastik Felsefe tarafından temellendirme ve sistemleştirme uğraşılarıyla desteklenecektir. Buna rağmen Skolastik Felsefe’nin dar anlamda bir Orta Çağ felsefesi olarak tanımlanması, bu açıklamalar doğrultusunda yanlış olmaz.

Hristiyanlık ilk dönemlerinde Yunan felsefesine karşı olarak ortaya çıkar, Hristiyanlığın teolojik hareket noktasıyla Yunan felsefesininki kesin olarak ayrıdır. Her ne kadar Yunan düşüncesi, Sokrates öncesinden itibaren tek ve mutlak bir Tann düşüncesine ulaşır gibi olmuşsa da, yine de bu Tanrı tasavvuru, evrenden ayrı bir “şahıs” değil, başlangıçsız ve sonsuz cevherinde düşünülen bu evrenin bizzat kendisidir. Bu ayrıca varlık değil, ferdi varlıkların mekân bakımından parçaları, zaman bakımından nitelikleri ya da an’lan olduğu varlığın kendisiydi. Yunan düşünüşünde ulaşılan bu Tanrı evrenin hür yaratıcısı değil, doğal ve mukadder bir şekilde kendisinden çıktığı içkin nedenidir. Bu bakımdan, Yunan çoktanrıcılığından doğan tektanrıcılık (monoteisme) yerine kamutanrıcılık (Panteisme) sözkonusudur.

ha.png 7 131 Hristiyanlık bu Tanrı anlayışlarını reddederek “Tanrı-şahıs” ve yoktan (exnihilo) yaratıcı Tanrı anlayışı ve inanışını ileri sürdü. “Oğul” ve “Ruhulkudüs” (le Saint-Esprit) Tanrı’dan çıktıklarından, gerçekte Tanrı’dırlar ki, Hristiyan Teslisi (La Trinite, Ekanim-i Selase) böylece temellendirilmek isteniyordu. Benzer şekilde “Oğul”un “tecessümü” (I’incarnation) de yorum ve açıklamalara konu oldu. Nitekim Kilise, “Oğul”un (İsa’nın) insani tabiatı üzerinde ısrarla durmakla birlikte, tanrısal olan ile insanî olanı, yani “İsa’daki iki tabiatı”, ayırmaya büyük özen gösterdi. Nitekim bunları aynı gören anlayıştan inançsızlıkla, rafizilikle suçladı.

Kısacası Hristiyanlık, Yunan düşüncesinden farklı olarak Yaratan ile yaratılan arasındaki kesin ve mutlak ayırımı Ona Çağ Skolastiğinde yoğunluğuyla tartışılacak boyutuyla teolojisinin temeli halinde ortaya koydu. Ayrıca “şahıs-Tanrı”, hakikat ve hayat olan “Oğulda tecessüm etmiş, yani cisimleşmiştir. Bütün bu ve benzer görüşler Hristiyan Skolastiğinde, Hristiyan olan bir kimsenin mutlak hakikate malik olduğunun, dolayısıyla hakikatin araştırılmasının gerekmediği anlamına geliyordu. Yani felsefeyle uğraşmak, İsa’yı inkâr etmek demektir, sonucuna ulaşılıyordu. Ne var ki, Hristiyan imanının kendini açıklaması, düşmanı olduğu düşüncelerle savaşabilmesi için, onun öğreti (dogma) halinde kurulması, kendini sistemleştirmesi zorunluluk olarak kendini duyuracaktır. ilk zamanlarda Platon, sonraları İskenderiye okulu, Yeni-Platonculuk, gnostisizm, en sonunda da Aristoteles ve Aristotelesçilik Hristiyan Skolastisizminİn çeşitli dönemlerinde etkili olacaklardır.

Bu şekilde başlayan ve Orta Çağ denilen uzun bir tarih dönemini kapsayan Hristiyan kökenli felsefe içinde 8-15. yüzyıllar arasını Skolastik felsefe olarak tanımlamak mümkündür. Skolastik felsefe Orta Çağ Hristiyan felsefesinin ana gövdesine birle­şik olmakla birlikte, sorunları ele alış özelliklerini de taşımaktadır. Belirgin niteliği statik olan Skolastisizm, Öte yandan antik felsefeyi kavramlara dayalı bir yöntemle ele aldığından, bir kısım felsefî sorunların ortaya çıkmasına, dolayısıyla bazı felsefi akımların doğmasına neden olacaktır. Sözgelimi kilisenin belli bir dönemde resmi öğ­retisi niteliği kazanan Augustinus felsefesiyle Yeni-Platonculuk arasındaki ilişki böyledir. Din (Hıristiyanlık) ile felsefe ara­sındaki ilişkinin Ortaçağ boyunca tartışılması bunun önemli bir örneğidir. Gerçekte Augustinus felsefesi “kilise” kavramını te­mel aldığından felsefenin amacının kilisenin öğretisini bilimsel bir sisteme kavuşturmak ve geliştirmek olduğu sonucuna da ulaşır. Oysa Yeni-Platonculuk kiliseyi değil, tek ferdî esas alır ve ferdin amacı olarak Tanrı’yla birleştirici bilgiyi ortaya koyar. Onun için Yeni-Platonculuk bir tür “mistisizm”, bu mistisizm temele “ferdî dindarlık”! koyar. Ne var ki ilk zamanlarda karşı çıktığı bu anlayışı kilise sonradan yer yer kabul etmek zorunda kalacaktır.

Orta Çağ Skolastiğinde kilise öğretisi ve mistik düşünce akımından başka üçüncü olarak, hıristiyanhğı temel almayan ve reel bilgilere dayanan bir anlayıştan sözedilmelidir. Bu anlayış Antikçağ kültürünün birikiminden kaynaklanan Yunanlı ve Romalıların evren konusunda geliştirdikleri görüşlerden yararlanır. Ayrıca bu anlayış müslüman düşünür ve bilginlerin, kısacası İslâm düşüncesinin ortaya koyduğu düşünce ve bilgi birikiminden önemli ölçüde etkilenecektir. Skolastiğin son dönemlerinde tartışılan bir çok sorun ve reform görüşleri bu etkinin belli oranda sonucu sayılmalıdır. Nitekim Yeniçağda gelişecek olan düşünce ve bilimlerin mahiyet ve yönteminin temellendirilmesinde İslâm düşünce ve bilgi birikiminin katkısı inkâr edilemez.

Skolastiği üç döneme ayırmak mümkündür:

a) Erken Skolastik: VIII-XII. yüzyıl arasıdır ki, başlangıç olarak da ifade edilebilir.

b) Yüksek Skolastik: XII-XIII. yüzyıl.

c) Geç Skolastik: XIII-XV. yüzyıl. Bu dönem Skolastiğin çökmesi ve sona ermesidir.

Her dönem, sorunları ele alış ve yorumlayış tarzıyla farklılık gösterir. Fakat Skolastiğin bilgi tanımlaması, sınıflandırması aynı kalıp içinde kalmıştır. Bu da Yedi özgür Sanat olarak ifade edilir. Yedi Özgür Sanat, Trivium ve Quadrivium şeklinde ayrılır. Trivium Gramer, Dialektik ve Retorikten; Quadrivium ise, Matematik, Geometri, Musiki ve Astronomiden meydana gelmektedir. El sanatları bunun dışında tutulmuş ve özgür insanların faaliyetleri bu kapsama alınmıştır.

Skolastiğin temel aldığı kaynaklar da sınırlırdır. Anicius Manlius Torguatus Severinus Boethius (480-525), skolastiklerin il­ki kabul edilir. Boethius, Platon ve Aristoteles’in eserlerini Lâtinceye çevirdi ve aynı zamanda yorumlarını yapmayı da denedi. Hatta bu ikisinin görüşlerinden senteze ulaşmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Fakat Aristoteles ve Aristotelesçilerin temsilcilerinden olan Porphyrius’dan çeviriler yaptı. Nitekim Aristoteles’in Organoriunu bir küçük eser şeklinde çevirip yorumladı. Aristoteles’in Kategoriler’ine “giriş” mahiyetinde olan Porphyrius’un Isagoge (Eisa-goge)unu daha önce Lâtinceye aktaran Marius Victorinus’un çevirisini yeniden Lâtinceye çevirdi ve uzun bir yorum da ekledi. Yine Aristoteles’den Analytika I, Analytika II, Topika ve Peri Sophistikon Ekselegkhon’u da Lâtinceye kazandırdı. Peri Hermenias ile ilgili bir inceleme yaptı. Aynca Eukleides’in geometri, aritmetik ve musikî üzerine eserleri de Boethius’un çevirileri olarak skolastiğin kaynaklan arasına katıldı. Fakat Boethius’un De Consolatione Philosophiae (Felsefenin Tesellisi Üzeri­ne) adlı eserinin aynca yeri vardır. Skolastiğin kaynakları arasında Cassiodorus’ (480/49O-575/585)un da önemli yeri vardır. Boethius’un felsefi geleneğin temsilciliğine karşılık Cassiodorus retoriğin temsilcisi sayılır. De anrima (Ruh Üzerine) ve Institutiones divenarum et saecularium Litterarum (İlahî Edebiyat ve Pagan Edebiyatı Öğretimi) adlı eserleri Skolastik edebiyatta etkilidir. Augustinus’un eserini örnek alan Cassiodorus “De anima”da, ruhun maddeden bütünüyle bağımsız, ölümsüz olduğunu ve bedende şimdilik bulunduğunu savunur. Intitutiones divenarum et Saecularium litterarum Skolastikte daha etkili olmuştur. Manastır okullarında De artibus ac dîsiplinis litterarum (Edebiyat, sanat ve disiplinleri) şeklinde tanınmıştır. Burada Cassiodorus söz sanatlarıyla (trivium: gramer, retorik, diyalektik) doğa ve ahlâk bilgisine ulaştıran sanatları (quadrivium: aritmetik, geometri, astronomi ve müzik) birbirinden ayırır. Bu eserin asıl önemi, klasik kültürün asıl malzemelerini kutsal kitabın anlaşılmasında kilisenin hizmetine sunmasındadır. Martianus Capella’nın benzer türde ders ki­tapları da bu arada sayılmalıdır. Gregorius Magnus (540-604)un “Liber Regulae Pastoralis”i Katolik kilisesinin hiyerarşisinin oluşmasında temel kitap sayılmıştır. “Moralia”sı ise, Kutsal Kitabın açıklama yönte­mi olarak örnek alınacaktır. Isidorus de Seviglia (570-636)nun Etymologİarum libri (Kökenbilim Kitabı) adlı eseri, doğa bilimcilerine ve kilise hocalarına bir tür kaynak ansiklopedi hizmeti görmüştür. Yine De fide catholica (Katolik inancı Üzerine), De ordine ereaturarum (Yaratılanların düzeni üzerine), Historia regum Gothorum et Vandaîorum (Gotların ve Vandalların Tarihi) eserleri de vardır.

Önceleri Saint Paulus’un öğrencisi Dionysius Areopagita’mn yazdığı kabul edilen, fakat IV. yüzyılın sonuyla V. yüzyılın başında yaşamış bir yazarın V. yüzyıla ait olduğu anlaşılan Corpus Areopagiticum adlı eser de Skolastiğin önemli kaynaklan arasındadır. Sözkonusu eser De divinis no-minibus (Tann Adlan Üzerine), De Mistica the ologia (Mistik Teoloji) De coelesti Aiearchia (Gökyüzü düzeni üzerine), De ecciesiastica hiearchia (Kilise Düzeni Üzerine) başhklannı taşıyan yazılardan ve on mektuptan oluşmuştur.

Liber de Causis, Theologİa Aristotelis gibi eserler Aristoteles’e izafe edilerek kaynak kabul edilmişse de, Aristoteles’e ait olmadıkları anlaşılmıştır.

Platon’un sadece Timaios diyalogu, Çiçero ve Senaca’nın eserleri, Kilise Babalarının ve Augustinus’un eserleri Skolastiğin kaynakları arasındadırlar.

Skolastiğin yöntemi kısaca ifade edilirse aklı vahyin doğrularına uygun hale getirecek inanç esas ve konularını kavranılır kılmaktır. Başka bir ifadeyle vahye karşı akıl yönünden ileri sürülecek itirazları cevaplandırmaktır. Bu bakımdan Skolastik yöntem akıl yürütme ve temellendirme şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayı, Skolastik insan ve evren konusunda yeni bir şey aramak ve bulmak iddiasında değildir. Çünkü dogma hakikattir, bunu aramak sözkonusu olamaz. Bîr Hristiyan mutlak hakikate malik olduğunu bildiğinden, bunun araştırılmasının, yani felsefenin herhangi bir anlamı yoktur. Eğer araştırmaya başlar­sa, mutlak hakikate malik olmadığını açıklamış demektir. Dolayısıyla felsefe yapmak, “İsa’yı inkâr etmektir.” Tertullianus, Arnobius, Lactanius vb. gibi Hristiyan teologları bu konuda açık görüşler ileri sürmüşlerdir. Öyleyse felsefe yapmak sadece dogma’yi açıklamaktır, onun sonuçlarını geliştirmektir ve doğruluğunu isbat etmektir. Bu bakımdan Aristoteles mantık ve kıyasının, temci Iendirmede isbat etme fonksiyonu, önemi dolayısıyla kabul edilecektir. Nitekim Saint Thomas d’Aquine hıristiyan dogmalarıyla Aristoteles’in yöntem ve felsefesini uzlaştıracaktır. Daha açık bir ifadeyle “arılayayım diye inanıyorum” (Credout intelligam) anlayışı Skolastiğin hareket noktası olacaklar. Böylece Skolastikte sadece inancın muhtevası değil, muhtevanın dil ile anlatımı da bir doğru olarak kabul görecektir. Buna Skolastik Realizm de denilir. Realizm anlayışında insanın bilmesi, Tann’nın hakim ve malik olduğu hakikati, önermeler ve sonuç çıkarmalar (deduetion) ile aksettirmek şeklinde ortaya konulmaktadır. Bu nedenle Skolastik şüpheciliğe karşı olduğu kadar, bilginin her türlü sübjektifleştirilmesine ve izafileştirilmesine de karşıdır. Kısacası tek bir hakikat vardır ve tek bir bilgi sistemi doğrudur. Onun için Skolastik Realizm, psikolojist ve nominalist öğretileri reddetmiştir.

Bu anlamda Skolastik düşünür (teolog) kendi açısından bir dünya görüşü meydana getirme görevinde değildir. Yaptığı faaliyet inandığı sistemin bir mensubu olmak bakımından anlam taşır. Bu nedenle “Summa”lar (inanç öğretisinin esaslarını topla­yan ilmihal bilgisi kitaplar) önceden tasarlanmış plan dahilinde sistemini kurarlar. Bunlar Kilise Babalarının hikmetli sözleriyle felsefe (teoloji) otoritelerinin ele almış oldukları temel bilgilerden oluşur. Onun için bilginin değişmez kategorisi, yani Yedi Özgür Sanat kabul edilmiştir. O halde yapılması gereken Kilisenin otorite olarak kabul ettiklerinin sözlerini, hükümlerini (sententia) bir araya toplamaktır. Bu toplamada, yani Sententia kitaplarında, söz ve hükümlerin uyumlu bir hale getirilmesi, bunların uzlaşabilecekleri isbatlanmak istenir. Nitekim Skolastiğin yönteminin “Sicetnon’\ yani “evet-hayır” biçiminde oluşu bundandır ve yazılan eserler de bu yöntemin şemasına uygun olarak düzenlenmiştir.

Skolastisizmin ahlâk anlayışı, Hristiyanlık inanışından çıkartılan bir emir ve değer ahlâkıdır. Buna göre Tanrı’ya itaat etmek “iyi” olanı yapmak demektir. Bizzat “İyi olan Tanrı, buyruklarında “iyi”yi amaç gösterir, insanın yapması gereken de bu “iyi”ye yönelmek, bu yüce değere ulaşmak Tanrı’yi temaşa etmek şeklinde de anlatılır.

Skolastiğin devlet ve topluma verdiği anlam hiristiyan inanışının öngördüğü esaslar ile Aristoteles Kozmolojisi’nin uzlaştırılmasında ifadesini bulur. Buna göre devlet evrensel niteliktedir, ama yeryüzünde gerçekleştirilen “zorunlu bir kötülük ku-nımıTdıır. Devletin olmadığı yerde düzensizlik, kaos ve anarşi olacağından, varlığı zorunludur. Ancak İsa’nın haber verdiği hiristiyanlığın esaslarına uygun gerçek devlet gökyüzündedir. Yani öte dünyada gerçek “Tanrı Devleti veya Kenti” (Civitas Dei) gerçekleşebilir. Bundan dolayıdır ki, kilisenin iktidar iddiasında bulunması daima tartışmaya açık en önemli konuların başında gelecektir. Keza dünyevî-manevî iktidar ayrımının kaynağı da burada ortaya çıkacaktır.

Skolastikte bu sorunların kökeninde bilginin mahiyeti ve niteliği yatmaktadır. Bu bakımdan Skolastikte üç ana anlayış veya akım ortaya çıkacaktır.

a) Realistler Bilginin temel kavrama da­yandığını ve eşyadan önce var olduğunu ileri sürerler. Anselmus gibi.

b) Nominalistler: Tümellerin ve genel bilgilerin veya düşüncelerin eşyadan sonra geldiklerini, tümellerin birer ad (nom)dan ibaret olduğunu, buna bağlı olarak da ferdlerin gerçek olduklarını savunurlar. Roscelin, Ockhamlı William, Roger Bacon gibi.

c) Konseptüalistler (Kavramalar): Tümellerin sadece eşyada var olduklarını kabul ederler. Albertus Magnus, Saint Thomas gibi.

Öte yandan Skolastisizm iman-bilim, din-felsefe, cismanî (dünyevi) manevi otorite, ruh, tümeltikel (külli-cüzî) vb. gibi konuları birer teoloji ve felsefe boyutunda tartışmışlardır.

Tarihî zaman bakımından İslâm düşüncesinin Skolastik nitelikte olduğu yer yer ileri sürülmüş; Ortaçağın belirgin düşünce anlayışı olması bakımından Skolastisizmin düşünce ve bilimin gelişmesinde olumsuz bir etki oluşturduğu, dolayısıyla dinin böyle görülmesi gerektiği günümüzde bile savunulabilinmiştir. Oysa Ortaçağ Skolostisizmi bütünüyle hıristiyanlığın özel şartlarından doğmuş bir anlayıştır. İslâm düşüncesinde bu anlamda skolastik bir nitelik bulmaya çalışmak, yanlış karşılaştırmanın bir sonucudur.

İsmail KILLIOĞLU – SBA

İlgili Makaleler