Nedir ?

Siyer Nedir, Ne Demektir, Anlamı, Türk Edebiyatında Siyer Örnekleri

Siyer (ar. i.)

“Siret” kelimesinin çoğuludur. Sîret yol. gidişat, hal ve hareket tarzı manâlarını ifade eder. Siyer denince, “Siret-i Nebi”, yani özel olarak Hz. Muhammed’in vasıflarını, hayatını, yaşayış tarzını ihtiva eden rivayetlerin toplandığı eserler anlaşılır. Bu manâsıyla siyer, İslâm tarihinin hususî bir şubesi olmaktadır. Bir de, Hz. Peygamber’in hassaten gayr-ı müslimlerle sulh ve harp ilişkilerine ait rivayetlere yer veren, bunları ve konu ile ilgili Kur’ân âyetlerini inceleyerek hukukî sonuçlara varan eserler kaleme alınmıştır ki, bunlara da “siyer” denmiştir. Bu konuda yazılmış eserlerin en meşhuru ve önemlisi, Hanefi fıkhının en güvenilir (“zâhiru’r-rivâye”) altı eserinden ikisini teşkil eden Muhammed b. Haşan eş-Şeybânî’ye ait es-Siyer es-Sağîr ve es-Siyer- el-Kebîr’dir. es-Siyer- el-Kebîr, Serahsi ve daha bir çok âlim, tarafından şerhedilmiştir. Serahsı’nin şerhi dört cilt halinde basılmıştır. Bu şerhin matbu tercümesi de mevcuttur. Aynı konunun fıkıh eserlerindeki tetkiki, “Kitâbü’s-Siyer” başlıklı bölümleri oluşturmuş olup, Isiâm devletler hukukuna ait hükümler genellikle bu bölüm içinde bulunmaktadır (bk. Sîre).

Edebiyat

Siyer, edebî bir tür haline asıl

2. ve 7. asırlar arasında İran ve Türk edebiyatlarından gelmiştir. Siyerler. başta Kur’ân-ı Kerim ve Hadîs-î Şeriflerde bunların değişik yorumlarına dayanmakla beraber, zamanla içlerine olağanüstü birçok hikâyenin karışmasıyla menkıbevı bir karakter kazanmıştır. Türk Edebiyatı tarihindeki zengin siyer örnekleri, esas olarak bir Arabça siyer kitabına dayanmakla beraber, Türk yazarları başka kaynaklardan beslendikleri ve bakış tarzları farklı olduğu için, bunları tamamen bir tercüme saymak mümkün değildir.

Türk Edebiyatında siyer örnekleri

Tercüme-i Siretu’n-Nebî: 14. asır yazarlarından Erzurumlu Mustafa Darîr’in 1388’de tamamladığı bu eseri, meşhur Arab sîre yazan İbn İshak’ın eserinden hareket etmekle beraber, yazarın kattığı başka menkıbelerle zenginleşmiştir. Başka kaynaklardan topladığı değişik menkıbelerle bazı şiirleri de metne dahil eden Darîr’in siyerinin bazı nüshaları nefis minyatürlerle süslü olup birçok yazması mevcuttur.

Şevâhidü’n-Nübüvve: 16. asrın çok cepheli şâir ve yazarlarından Lâmîî Çelebi (ölm.1532)’nin bu eseri de, meşhur sîre yazarı Molla Câm’ı1-nin siyerine dayanmakla beraber, onun hacim itibarıyla genişletilmiş bir şeklidir. Birçok yazma nüshaları bulunan eser aynı zamanda basılmıştır.

Maâlimü’l-Yakîn: Kanunî Sultan Süleyman devrinin şâiri Bâkî’nin, Sokullu Mehmed Paşa’nın emriyle kaleme aldığı bu siyer kitabında Şahabeddin Kastalânî’nin el-Mevâhibii’l-Ledünniye adlı eseri esas teşkil etmekle beraber, muhteva ve üslub tamamen farklı olup büyük şâirin damgasını taşır. Eserin baskı nüshası, yazmalardan çok farklı olup birçok yanlışlar vardır.

Dürretü’t-Tâc
: 17. asrın süslü nesir yazarlarından Veysî (ölm.1628)’nin kaleme aldığı bu siyer, Hz. Peygamberin hayat hikâyesini Bedir Savaşı’na kadar getirebilmektedir. Eksik kalan bu siyer, devrinde çok beğenilmiş, hatta şâir Nâbî ile Nazmizâde ona birer zeyi yazarak tamamlamışlardır.

Zeyl-i Siyer-i Veysî: 17. asrın sonlarında yaşayan Urfalı Nâbî (ölm. 1712)’nin Veysl’nin meşhur siyerini onun bıraktığı yerden alıp Mekke-nin fethine kadar getirdiği eseridir. Nâbî, bu eserinde, Veysî’nin süslü üslubunu daha da ileriye götürerek, bir anlamda bu süslü üslubta ondan geri kalmayacağını göstermek istemiştir.