Felsefe Yazıları

Siyaset-Politika Çeşitli Tanımları, Tarihi,


Siyaset

edebiyat-2/meclisi-mebusan

Arapça “şase” fiilinden türetilmiş; seyislik, at idare etmek, ülke yönetimi gibi an­lamlara gelen bir kavramdır. Bu kavramın Batı dillerindeki karşılığı, Yunanca “politica” sözcüğüne dayanmaktadır. Politica Yunanca’da, siyasal şeyler; vatandaşlık hakkına ilişkin şeyler; devleti, devlet yapısını, siyasal rejimi, cumhuriyeti, egemenlik hak­kını ilgilendiren her şeydir.

Siyaset, Osmanlı literatüründe şu anlamlarda kullanılmıştır: 1) Hükümet, ülke idaresi, 2) Cezaya müstehak olanların cezasını vermede şiddet göstermek (erbab-ı hükümette siyaset elzemdir), 3) Ceza, mücazat, cümle idam cezası (siyasete uğramak, meydan-ı siyaset), 4) Reayanın işlerinin düzen­lenmesi için hikmet-i hükümet iktizasından olan icraat, 5) Devletler arasındaki münasebet ilmi, diplomasi.

Siyaset Türkçe’de, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatı; bir amaca ulaşmak için düşündüğünden başka türlü konuşup davranarak işini yürütme; ülke, devlet, insan yönetimi gibi anlamlarda kullanılmaktadır.

Siyasetin, sistematik bir biçimde incelenmesinin Yunanlı düşünürler, Eflatun (M.Ö. 437-347) ve Aristo (M.Ö. 384-322) ile başladığı kabul edilir. Bu düşünürler siyaseti, toplumu etkileyen genel konulara ilgi, ya da kamu yararına yönelik faaliyet biçiminde tanımlamışlardır. Eflatun ve Aristo, toplumu etkileyen genel konuları, yani kamu çıkarını, özel çıkarlara göre ahlaken üstün görmüşlerdir. Aristo’ya göre “polis” ya da kent-devleti, kamu yararını, yurttaşlık değerlerini ve ahlâki olgunluğu gerçekleştirmek için kurulmuştur. Aristo, “insan, mahiyet itibariyle siyasal bir hayvandır (zoon polilikon). Polis’te yaşamak onun tabiatı ndandır. İnsan ancak polis’te en yüksek moral değerlerine ulaşabilir” demektedir. Aristo’nun bu anlatımları, bazı siyaset bilimlerince, siyasetin en geniş ve hatta çağdaş yorumu olarak değerlendirilmektedir.

İslâm düşünürleri siyaseti, sosyal hayat için vazgeçilmez yararlı bir uğraş olarak yorumlamışlardır. Örneğin İmam Gazâ-li’ye (1058-1111) göre siyaset, yaşayabilmek için zorunlu işler arasında yer alan şerefli bir meslektir; toplumun sevgi, saygı, yardımlaşma ve beraberliğini sağlama aracıdır, insanlığı ıslah ile dünya ve ahirette selamete ulaştıracak doğru yolu gösteren bir faaliyettir. Selçuklu veziri Nizâmülmülk, devlet yönetimine ilişkin olarak yazdığı ve Sultan Melikşah’a sunduğu ünlü eserine “Siyasetnâme” adını vermiştir. Bazı Batılı kaynakların Toplum Bilimi (sosyoloji)’nin kurucusu saydıkları İbni Haldun (1332-1406) ise siyaseti, “devlet yönetiminde izlenen yol (idare usulü)” olarak tanımlamıştır.
filozof-2/machiavelli” 133″ 171″
Batı’da 15. ve 17. yüzyıllarda devletin yapı ve işlevlerinde meydana gelen gelişme ile birlikte, siyaset kavramı, “devletin faaliyetleri” anlamında ele alınmaya başlanmıştır. Bu yüzyıllar, Batı’da merkezi idarelerin ve mutlak monarşilerin kurulup geliştiği dönemdir. Bu nedenle düşünürler, ister istemez, siyasal incelemelerine devleti merkez olarak almışlardır. Siyaset, 15. yüzyıl ile 20. yüzyılın ilk yansı arasında, Aristo’nun tanımından daha dar olarak “devlet”le aynı anlamda düşünülmüştür. Nitekim, İtalyan düşünürü Machievelli (1469-1527) ile Fransız filozofu Jean Bodin (1530-1596), yazılarını, devleti elinde tutan kralın merkezileşen otoritesi üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Jean Bodin, ilk kez olarak “Siyaset Bilimi” (Science Politique) kavramını kullanmış; kendisi bir hukukçu olduğu için, düşüncelerini devletin nitelikleri konusunda toplamıştır. Dolayısıyla siyaset biliminin inceleme alanına, yalnızca kanunlar tarafından belirlenen siyasal yapıyı almıştır. Dar kapsamlı ve çok formel olan bu yaklaşım, Fransız düşünürü Montesquieu (1689-1755) tarafından da benimsenerek geliştirilmiştir. Montesquieu, devletin bütün işlevlerini, “yasama”, “yargılama” ve “yürütme” olmak üzere üç grupta toplamış ve bu işlevlerin, devletin farklı organlarınca yürütülmesi halinde, Özgürlüklerin daha iyi korunacağını savunmuştur. Bu bakış açısına göre siyaset, kanun yapan (yasama), onu uygulayan (yürütme) ve anlaşmazlıkları çözümleyen (yargı) kurumların işleyişi ve organizasyonu biçiminde ele alınmaktadır. Siyaset kavramının bu biçimde ele alınmasına, yasal-kurumsal yaklaşım denilmektedir. Bu yaklaşım, hükümet, devlet, anayasa gibi siyasetin formel (resmi-şekli) cihazlarıyla ilgilenmiş; kurumların içindeki aktörün (birey ve grup) tutum, davranış ve görüşünü fazla dikkate almamıştır. Dolayısıyla, yasal olarak düzenlenmiş kurumların, rollerin ve resmi otoritenin, realitedeki durumunu yanlış değerlendirme riskinden kurtulamamıştır. Kısacası bu yaklaşım, siyasetin bir faaliyet, ya da süreç olduğu gerçeğini fazla görememiştir.

1950’lerden sonra, siyaset anlayışında önemli bazı değişiklikler olmuştur. Bilim adamları, yasama, yargılama ve yürütme organlarının kendi başlarına var olmadığı, biri diğerinden ya da toplumdaki diğer siyasal örgütlerden (siyasal partiler ve baskı grupları gibi) bağımsız olarak işlemediğini vurgulamışlardır. Formel bir kurum olan devlet ile birlikte diğer siyasal kurumlar, toplumun sosyal ve iktisadi yapısı, değer yargılan ve normları “siyasal sistemi” oluşturmaktadır. Bu nedenle, yasal-kurumsal yapının yanında, siyasal gruplar, halk hareketleri, siyasal kayıtsızlık, siyasal katılma, karizmatik liderlik gibi konuların incelenmesi ve değerlendirilmesi zorunlu olmuştur.

Son zamanlarda görgül ve bilimsel siyaset çalışmaları önem kazanmıştır. Bu çalışmaların yapılmasına, gayriresmi (informal) siyasal, iktisadi, sosyal ve kültürel etmenlerin öneminin artması neden olmuştur. Çünkü iki Dünya Savaşı arasında Sovyet Rus­ya, İtalya ve Almanya’da meydana gelen siyasal olaylar, Batı’nın liberal demokrasiye doğru, doğal bir gelişme süreci içinde olduğuna dair değerlendirmelerin yeniden sorgulanmasını gerekli kılmıştır. Ayrıca, 1945’lerden sonra, Afrika ve Asya’da yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkması ve buralarda meydana gelen siyasal olaylar, Batı’nın dışındaki diğer devletlerin de incelenmesi gereğini vurgulamıştır. Öte yandan, bu ülkelerdeki demokratikleşme yönündeki olaylar, Batı tipi siyasal kurumların, başka ülkelere aynen ihraç edilmesinin çok güç olduğunu götermiştir. Araştırma metotlarındaki ve kavramlardaki gelişmeler, siyasete yeni bir boyut kazandırmıştır. Buna göre siyaset, “toplum için bağlayıcı kararların alındığı ve yürütüldüğü süreçtir”. Bu tanım, siyasal sistemin unsurları olan “inançlar”, “bireyler”, “yapılar” ve “siyasalar” arasındaki etkileşimi vurgulamaktadır. Siyaset, yalnızca kanunların yapılması, yorumlanması ve uygulanması değildir. Bunların yanında, vatandaşların tutum ve davranışları, seçim ve kulis çalışmaları, baskı gruplarının iktidarı etkilemeye yönelik faaliyetleri ile ilgili karmaşık bir süreçtir. Siyaset, esas itibariyle toplum için bağlayıcı kararların alınmasına yönelik bir faaliyettir. Siyasal kararların yöneldiği alan, birey değil, “kanundur. Bir faaliyet ya da süreç olarak siyaset, günümüzde çeşitli somut yapılar (hükümet, siyasal partiler, baskı grupları vb.) tarafından yürütülmektedir.

Toplumu ilgilendiren kararlar, siyasal iktidar tarafından alındığı ve onun tarafın­dan uygulandığı için, siyasal faaliyetlerin amacı, iktidarı ele geçirmek, ya da etkilemektir. Bu nedenle bazı düşünürler siyaseti, “iktidar mücadelesi” olarak nitelemişlerdir. Ülkedeki siyasal rejimin çoğulcu bir nitelik taşımadığı ve siyasal iktidarın, belirli bir azınlık grubunun elinde olduğu durumlarda siyaset, aslında bir savaştır, bir mücadeledir. Çünkü iktidar, bunu elinde tutanlara toplum üzerinde haksız olarak egemenlik kurmaya ve bu egemenlikten kendi çıkarları için yararlanmaya imkân sağlamaktadır. Böylece iktidar ve dolayısıyla siyaset, azınlığın çoğunluk üzerinde imtiyazını sürdürme aracıdır. Böyle durumlarda, çoğunluk da, çeşitli yöntemler kullanarak imtiyazlı azınlığın iktidarını değiştirmek için mücadele eder. Siyasal rejim konusunda genel bir kabulün (concensusicma) olduğu ve demokratik bir yönetimin bulunduğu ülkelerde ise siyaset, yarışma, uzlaşma ve işbirliğini gerektiren bir faaliyet olarak değerlendirilmektedir. Bu tür ülkelerde de siyasetin amacı, iktidarı ele geçirmektir. Ancak bu ele geçirme mücadelesi, demokratik usuller çerçevesinde yürütülmektedir.

Siyaset Bilimi: Siyasal kurumları ve olguları, bireylerin ve grupların davranış kalıplarını inceleyerek, bunlar arasındaki ilişkileri ve nedensellik bağlarını ortaya koyma amacını güden bilim dalıdır. 1948 yılında UNESCO’nun öncülüğünde Paris’te toplanan uzmanlar heyeti, Siyaset Bilimi’nin konularını dört bölümde toplamışlardır:

1. Siyaset teorisi: Siyaset kavramı (genel), siyasal düşünceler tarihi,

2. Siyasal kurumlar Anayasa, merkezi idare, bölgesel ve mahalli idareler, kamu yönetimi, hükümetlerin ekonomik ve toplumsal görevleri, karşılaştırmalı siyasal kurumlar,

3. Partiler, siyasal gruplar ve kamuoyu: Siyasal partiler, siyasal gruplar ve kuruluşlar, vatandaşın devlet ve hükümet işlerine katılması, kamuoyu,

4. Devletlerarası ilişkiler: Uluslararası siyaset, uluslararası örgütler ve yönetim, devletler hukuku.

Siyaset Bilimi, 18. yüzyıla kadar, diğer sosyal bilimler üzerinde egemenlik kurmuştu. Ancak bu egemenliğini, 18. yüzyılın ikinci yansında, iktisadın kendisinden ayrılmasıyla kaybetmeye başladı. İktisat, sadece siyasetten ayrılmakla kalmadı, aynı zamanda onun önemini gölgeleyen, ya da ikinci plana iten bir nitelik gösterdi. Auguste Comte’un (1798-1857) girişimiyle, siyaseti geleneksel üstünlüğünden yoksun kılan bir başka bilim gelişti. Bu da Toplum Bilimi’dir. Toplum Bilimi, ilgi merkezini, sitelerden ya da devletten insanlığa kaydırdı. İktisat ve Toplum Bilimi gibi bilimler, Siyaset Bilimi’nin konusuna giren alanlara el atarak, diğer bilim dallarının da siyasetten ayrılmasına öncülük ettiler. Uzmanlaşmanın etkisiyle, siyasetten ayn bilimler oluş­tuğu gibi, siyaset içindede yeni bilim dalları ortaya çıktı. Böylece, siyasal olayları top­lumsal yönleriyle inceleyen Siyaset Sosyo­lojisi; devleti, ekonomik etken veya çerçeve olarak ele alan Siyasal Ekonomi; kamu yaşamına ilişkin geçmiş siyasal olayları inceleyen Siyasal Tarih; bunların değerlendirilmesini amaçlayan Siyasal Felsefe; toprak ile devlet ilişkilerini ele alan Siyasal Coğrafya gibi bilim dalları gelişmiştir. Bu nedenle bazı siyaset bilimcileri, “Siyaset Bilimi” yerine “Siyasal Bilimler” kavramını kullanmaktadırlar.

Siyaset, ister “devlet, ülke, insan yönetimi”, isterse, “toplum için bağlayıcı kararların alındığı ve yürütüldüğü süreç” biçiminde tanımlansın, kamu yönetimiyle yakın bîr ilişki içindedir ve âdeta çakışmaktadır. Bu iki kavram çoğu kere, biri diğerinin yerine de kullanılmaktadır. Oysa aralarında bazı farklar sözkonusudur. Yönetim, “başkalarını sevk ve idare etme sürecidir.” Başkalarını sevk ve idare etme süreci ya da faaliyeti, iki temel öğeden oluşmaktadır. Bu öğelerden birincisi, “yapılacak işleri belirlemektir.” Bu belirleme işlevi, çeşitli seçenekler arasında bir tercih yapmayı gerektirir. Yapılacak işleri belirleme faaliyeti, bütün bir topluma ya da büyük bir kesime ilişkin ise, işte bu noktada kamu yönetimiyle siyaset karşı karşıya gelmektedir. Burada siyaset, daha çok birincisi, yani “yapılacak işleri belirleme ya da onlara karar verme” ile ilgilidir. Kamu yönetimi de, belirlenen işleri uygulamak veya yürütmekle uğraşmaktadır.

Siyasi yöneticiler, yapılacak işler konusunda genel siyasal çerçeveyi belirlemektedir. Kamu yöneticileri ise, bu çerçeve içinde idari kararlar almakta ve bunları uygulamakladır. Ancak, uygulamaya ilişkin işler ve faaliyetler, geniş anlamda düşünülürse, siyasal hayatın bir uzantısını ve görüntüsünü meydana getirir. Bir kararın uygulama biçimleri, teknikleri ve bu iş için gerekli Örgütler, belirli bir siyasetin başarı ile yürütülmesinde Önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle siyaset ile kamu yönetimi, bir bütünün iki yüzü gibidir ve biri diğerine bağımlıdır.

Günümüzde kamu yöneticileri, yönetimin teknik nitelik kazanmasından dolayı, çeşitli seçenekler arasında değerlendirme yapabilecek geniş takdir yetkisine sahip kılınmışlardır. Kamu yöneticileri, yapmakta oldukları işler bakımından, siyasal kararların alınmasına çeşitli yollarla katılmaktadır. Her ne kadar, kanun yapma yetkisi, yasama organının elinde ise de, yasa taşanlarının hazırlanmasını büyük ölçüde kamu yöneticileri gerçekleştirmektedir. Böylece ilk girişim, kamu yönetimi tarafından başlatılmaktadır. Ayrıca kamu yöneticileri, hükümetlerin alacakları kararları, gerek teknik bilgi, gerekse düzenleyici olarak çeşitli yönlerden etki etme gücüne sahiptir.

Yasama ve yürütme faaliyetlerinde kamu yönetiminin yüklendiği bu işlev, ona, kararlan ve yasa taşanlarını yönlendirecek amaç ve yöntemler konusunda değerlendirmeler yapabilme gücü kazandırmıştır. Siyasi yöneticiler, kamu politikasını belirlerken, yöneticilerin uzmanlık bilgisine her bakımdan daima gerek duyacaklardır.

Bilâl ERYILMAZ – SBA

İlgili Makaleler