SİYASET BİLİMİ
SİYASET BİLİMİ
Siyaset bilimi,
siyasal olayları kendisine inceleme konusu olarak alan bilim dalıdır, çeşitli
şekil ve düzeylerde ortaya çıkan siyasal olaylar hakkında genel iddialar veya
teoriler geliştirir, bu iddialan görgül olarak sınamaya çalışır, bu amaçla
geliştirilen yöntemlerle sistematik olarak veri toplar ve çözümleme
faaliyetlerinde bulunur.
İlk kurulduğu
dönemlerde, felsefenin bir parçası olarak kabul edilen siyaset bilimi,
felsefenin bir uzantısı olarak, doğal yasaların neler olduğunu akıl yoluyla
bularak, adil bir toplum için gerekli olan koşullan oluşturmaya çalışmıştır.
Sokrates’den gelen erdemli bilginin veya iyinin arayışını sürdüren Eflatun,
adil bir toplum veya devlet düzeninin vaat ettiği hükümeti ve siyasal yapıyı
aynntılı bir biçimde ortaya koymuştur.
Çağdaş siyaset
biliminin ilk hazırlayıcılarından biri, Aristo (l.Ö. 384-322) olmakla birlikte
görgül sınamaya konu olabilecek, genel iddialardan oluşan bir siyaset bilimi
ancak, 1930’larda kendini göstermiştir. Aristo, “Politika” adlı
eserinde, çağındaki Yunan şehir devletlerinin anayasalarını ve
siyasal sistemlerini
karşılaştırmalı olarak inceleyerek, etik unsurları gözardı etmeden, gözlem ve
görgül çözümlemeyi siyaset bilimine sokmuştur. Siyaset biliminin doğuşuna
giden yolda, bir diğer önemli adım, İtalyan düşünürü Makyavel (1469-1527)
tarafından gerçekleştirilmiştir. Makyavel, “Prens” adlı eseriyle ilk
kez iktidar ve erdemi birbirinden ayırıp, iktidarı görgül bir olgu olarak
incelemeye başlamıştır. 17. yüzyıla gelindiğinde ise, Hobbes,
“Leviat-han”da, toplumun doğal bir ahenk sonucunda değil de, insan
iradesi yoluyla oluşturulduğunu ileri sürmüştür. Hobbes’a göre, devlet, insan
gücünün, aklının ürünü olduğuna göre, yanılabilir. İnsanlan, özgürlüklerini,
kendi üstlerinde bir otoriteye teslim etmeye iten neden, insanların doğal halde
birbirleriyle kıyasıya bir savaşım içinde olmalarıdır. Makyavel, gözleme
dayalı ve tümevarıma bir yol izlerken, Hobbes, çağının geometri ve aritmetik
anlayışını içeren tümdengelimci bir yol izlemiştir. Hobbes’la birlikle, aynca,
daha sonra Locke, Montes-quieu, Rousseau ve Burke’ün geliştireceği, temsile
dayalı hükümet fikrinin temelleri de atılmıştır.
Fransız Devrimi öncesi
geliştirilen sözleşme ve temsili hükümet fikirleri ve bu fikirlere, 19.
yüzyılda toplumsal eşitlik boyutunun eklenmesiyle yeni boyutlar kazanmıştır.
19. yüzyılın sonunda ise, endüstri toplumunun ve kapitalizmin yarattığı çeşitli
sorunlar siyasal felsefenin başlıca uğraşı haline gelmiştir. Böylece, akla
dayalı bir düzen, adil bir toplum arayışı ile yola çıkan siyasal felsefenin
alanı, değişim ve onun denetlenmesi sorunlarını ele alacak kadar ilerlemiştir.
Siyaset bilimi 20.
yüzyılın başlarında, artık, felsefenin bir parçası olmaktan kurtularak, bir
ölçüde de ona tepki olarak gelişmeye başlamıştır. Kurumsal yaklaşım olarak
tanımlanabilecek bu gelişim, esas itibarıyla, siyasal sistemi çevreleyen
kurallar ve bu kurallar çerçevesinde faaliyet gösteren kurumlar üzerinde durmaya
özen göstermiştir. Bu yaklaşım, tarihsel ve kronolojik bir yol izliyordu.
Siyasetle ilgili genel bir teoriden ve kendine Özgü bir metodolojiden yoksun
olmakla beraber, bunları geliştirmek için de, herhangi bir çaba harcamıyordu.
Kurumsal yapılar içindeki siyasal davranış gerçeğine kayıtsız kalan bu
yaklaşım, her olay kümesi üzerinde tek tek durarak betimlemeler yapmaya
çalışıyordu. Siyasal gelişme hakkında çok iyimser ve tek yönlü bir görüşü
temsil ediyordu. Batı demokrasileri üzerinde, özellikle de, Amerikan siyasal
yapısı üzerinde odaklaşmıştı ve buradan yola çıkarak, medeni bir yaşamın nasıl
oluşturulacağına ait tavsiyelerde bulunuyordu.
ikinci Dünya
Savaşı’ndan sonra, siyaset bilimine, özellikle Amerika Birleşik Dev-letleri’nde
gelişen, davranışçı yaklaşım egemen olmuştur. Davranışçı yaklaşım, siyasal
hareketin, sadece hükümet mekanizmasına özgü olmayıp, her yerde görüldüğünü
ve bunun kökünün insan olduğunu ileri sürmüştür. Bu yaklaşıma göre, kurumsal faaliyet
de zaten çeşitli bireylerce oynanan siyasal rollerin bir bileşkesiydi.
Kurumlar, kendi içlerinde yer alan bireylerden bağımsız olarak ele
alındıklarında, anlamlarını yitirmekteydiler. Bu yüzden, yasama ya da
başkanlık kurumu gibi bir kurum, ancak, o kurum içindeki bireylerin “nasıl”
ve “niçin” böyle davrandıklarına bakarak anlaşılabilirdi.
Davranışçı yaklaşımın,
insanın bireysel ya da toplu davranışını incelerken, kuramsal bir çerçeveye
gereksinim duyması, “ya-pı sal-işlevsel yaklaşım” gibi bazı yeni yaklaşımların
ağırlık kazanmasına yol açarken, daha önce, yalnızca, anayasal ve yasal çerçeveyi
ve bu ortamda ortaya çıkan kurumları inceleyen kurumsal yaklaşım da eleştirilerden
yararlanarak, baskı grupları, siyasal partiler, seçim sistemleri ve ideolojiler
gibi konulara ilgi duymaya başlamıştır.
İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonraki gelişmeler, siyaset biliminde, etik önermelerle, bilimsel
önermelerin ayrılması sonucunu doğurmuştur. Bugüne değin, siyasal olgu ve
olayları açıklamak üzere kullanılan yaklaşımlardan, siyaset bilimine en çok
etkide bulunan genel teoriler arasında, “sistem teorisini”,
“yapısal-işlevsel yaklaşımı”, “Marksist teoriyi” ve
“doğal hukuk yaklaşımını” sayabiliriz. Genel teorilerin yanısıra,
“haberleşme teorisi”, “oyun teorisi”, “koalisyon
teorisi” ve “çatışma modelleri” de kısmi teoriye yönelik önemli
çalışmalar olarak dikkat çekmişlerdir.
(SBA) Bk. Siyaset.