Sigmund Freud ’un Hayatı ve Psikanalizin Gelişimi
Sigmund Freud ’un Hayatı ve Psikanalizin Gelişimi: Psikanalitik hareket öncelikle Sigmund Freud ve ardından da onun öğretileri üzerinde merkezlenen oldukça kişisel bir harekettir. Sigmund Freud ’un geliştirdiği bu sistem kendi yaşantısıyla yakından ilişkilidir ve büyük bir dereceye kadar otobiyografiktir. Bu nedenle Freud’un yaşam öyküsü, oluşturduğu sistemi anlamak açısından çok önemlidir.
Freud 6 Mayıs 1856’da Moravia’daki Freiberg kasabasında doğdu (şimdiki adı Pribor, Çekoslovakya). Yahudi olan babası başarısız bir yün tüccarıydı. Babası Moravia’daki işleri bozulduğunda ailesini alıp ilk önce Leipzig’e, ardından da (Freud 4 yaşındayken) Viyana’ya göç etmişti. Freud Viyana’da yaklaşık 80 yıl kaldı.
Freud’un babası annesinden 20 yaş büyüktü, oldukça sert ve otoriterdi. Görünüşe göre genç bir delikanlı olarak Freud babasına karşı hem korku hem de sevgi hisleri beslemişti. Annesi koruyucu ve sevgi doluydu ve Freud annesine şiddetli bir düşkünlükle bağlıydı. Babasının korkusu ve annesinin sahip olduğu cinsel çekicilik Freud’un daha sonra Odipal karmaşa (Oedipus compleks) adını verdiği durumdu ve anlaşılan Ödipal kompleks Freud’un çocukluk çağı deneyimlerinden ve hatıralarından kaynaklanmaktaydı.
Freud’un annesi ilk doğumunda çok gurur duymuş, bebeğine sürekli bir ilgi ve destek vermişti. Oğlunun geleceğinin mükemmelliğine tamamen inanmıştı. Freud’un yetişkin kişilik özellikleri arasında kendine güven, hırs, başarı arzusu ve şöhret hayalleri vardı. Şöyle yazmıştı: “Tartışılmaz bir şekilde annesinin favorisi olan bir erkek çocuk fethetme duygusunu ömrü boyunca taşır. Başarının sırrı olan bu duygu gerçek başarıyı da getirecektir”
Sekiz çocuğun en büyüğü olan Freud ilk zamanlarda büyük bir zihinsel yetenek sergiledi ve ailesi onu cesaretlendirmek için elinden gelen her şeyi yaptı. Kendisine çalışması için daha iyi bir aydınlatma imkanı veren, içerisinde petrol lambası bulunan evin tek odası verildi ve ailenin diğer bireyleri mum kullandılar. Freud’a karşı rekabet ve kızgınlıkla yaklaşan diğer kardeşlerin müzik çalışmasına genç düşünürü rahatsız eder düşüncesiyle izin verilmedi.
Freud Gymnasium’a (Almanya’da lise dengi bir okul) normalden bir sene önce girdi, oldukça parlak bir öğrenciydi. Bu okuldan 17 yaşında ödül alarak mezun oldu. Evde Almanca ve İbranice konuşurdu. Okulda Latince, Yunanca, Fransızca ve İngilizce öğrenmişti. Ayrıca kendi kendine İtalyanca ve İspanyolca öğrenmişti. Kariyeri hakkında henüz karar vermemişti, ilgileri arasında uygarlık, insan kültürü, hatta askeri tarih vardı. Darwin’in evrim teorisi Freud’da yaşamı anlamaya dönük bilimsel bir yaklaşıma karşı ilgi uyandırdı ve bazı tereddütleri olmakla birlikte Freud, tıp eğitimi almaya karar verdi. Aslında doktor olarak çalışmak için bir arzu duymuyordu fakat tıp eğitiminin kendisini bilimsel araştırmalara götüreceği umuduyla bu karara varmıştı.
Freud eğitimine 1873 yılında Viyana Üniversitesinde başladı. Birkaç alandaki ilgileri sebebiyle doğrudan tıp eğitimine bağlanmadı, çalışmalarını tamamlamak için sekiz yıl harcadı. İlk olarak biyoloji üzerinde yoğunlaştı ve testislerinin yapısını titizlikle incelemek amacıyla 400’den fazla erkek yılanbalığını kesti. Ulaştığı sonuçlar kesin değildi fakat cinsellikle ilgili ilk araştırma atılımını göstermesi bakımından önemliydi.
Daha sonra fizyolojiye yöneldi ve balıkların belkemiği üzerinde çalıştı. Anlaşılan Freud fizyolojiden hoşlanmıştı çünkü Brücke’nin fizyoloji enstitüsünde, bir mikroskobun başında altı yıl çalıştı.
Freud tıp eğitimi sırasında ilk defa kokain kullanan kişi oldu. Kendisi kullandı, nişanlısı, kız kardeşleri ve arkadaşları için kullanmaya hazır hale getirdi ve kokainin tıp alanında ilk kez uygulanmasından sorumlu oldu. Bu maddenin kullanılmasına taraftardı. Bunun depresyonu tedavi ettiğini bulmuştu ve kronik sindirim güçlüğü çeken hastalarına yardım etmişti. Siyatikten deniz tutmasına kadar her şeyi tedavi edebilecek ve büyük bir arzuyla istediği ün ve onaylanmayı ona kazandıracak mucizevi bir ilaç keşfettiğine inanmıştı.
Freud’un meslektaşlarından birisi olan Cari Koller, onun kokain hakkında söylediklerini tesadüfen duyduktan sonra, ilacın insan gözünün uyuşturulmasında kullanılabileceğini buldu (Ve dolayısıyla göz ameliyatını ilk kez mümkün kıldı)7. Bu kişi çok ünlü olmasına rağmen, Freud kokainin göz ameliyatı dışındaki durumlarda kullanılmasını savunduğu için kıyasıya eleştirildi. Freud kokainin yararları hakkında bir yazı yayınladı. Bu çalışması 1920’lere dek uzanan Avrupa’da ve Birleşik Devletler’de kokain kullanımının yaygınlaşmasından kısmen sorumlu tutuldu. Yıllar boyunca Freud’un tıp eğitiminden sonra bir daha asla kokain kullanmadığına inanıldı. Freud’un uzun süre halka kapalı tutulmuş kendi mektuplarından oluşan bir tarih verisi Freud’un kokaini en azından on yıldan daha uzun bir süre, neredeyse orta yaşa dek kullandığını ortaya çıkardı (Masson, 1985).
1996 yılında bir Alman tarihçi, Koller’in Washington D.C. deki Kongre Kütüphanesindeki yazılarını inceledi ve içinde beyaz bir toz bulunan küçük bir mektup zarfı buldu. Zarfın üzerindeki yazıyı okudu: “1884 Ağustosunda ilk kokain deneyimimde kullandığım 1. doz kokainden arta kalan.” Bu kokain şaşırmış kütüphane görevlileri tarafından çabucak yok edildi.
Freud bir üniversite ortamı içerisinde bilimsel çalışmalarla meşgul olmaya devam etmek istedi fakat Brücke, Freud’un mali durumu sebebiyle onu bu isteğinden vazgeçirdi. Freud zaten çok az sayıda olan uygun bir profesörlük konumuna gelene dek geçecek uzun yıllar boyunca kendi kendisini destekleyemeyecek kadar yoksuldu. Freud istemeyerek de olsa Avusturya’nın üniversite sistemi içerisinde hayatını kazanabilmesinden önce çok uzun zaman geçmesi gerektiğini kabul etti. Bu nedenle tıp sınavlarının hepsine girdi ve özel doktor olarak çalışmaya başladı. Bunun anlamı klinik ve hastanelerde çalışmaya başlamak zorunda olduğu idi çünkü Freud fizyoloji araştırmalarını sürdürmek için tıp eğitiminin klinik yönünü ihmal etmişti. Hastane eğitimi sırasında anatomi ve sinir sisteminin organik hastalıkları, özellikle de felç, afazi, çocuklarda beyin hasarı ve konuşma patolojileri üzerinde mümkün olduğu kadar ihtisaslaştı.
1881 yılında lisansüstü derecesini aldı ve ertesi yıl klinik nörolog olarak çalışmaya başladı. Nöroloji alanında yaptığı çalışmalarla iyice tanınmış olmasına rağmen, bu alanda kişisel uygulamalar yapmak ona çok cazip gelmiyordu. Bu yüzden yaptığı şey atılması zor bir adımdı. Kendisini buna en çok mecbur bırakan sebep 1882 yılında en az kendisi kadar yoksul olan Martha Bernays ile nişanlanması oldu. Evlilikleri mali problemler sebebiyle birkaç kez ertelendi, hayal kırıklıklarıyla dolu dört yıl süren bir nişanlılık evresinden sonra evlendiler.
Freud nişanlılık dönemi boyunca Martha’nın dikkatini veya sevgisini çeken herkese karşı, hatta aile bireylerine dahi, aşın bir kıskançlık gösterdi. Freud Martha’ya şunları yazdı8:
Şu andan sonra kendi ailende ancak bir misafirsin. Seni hiç kimseye bırakmam…
Eğer benim hatırım için ailenden vazgeçecek kadar beni sevmiyorsan beni kaybedersin ve hayatını bir enkaza çevirirsin. Zorbalık yapmak zorunda kalırım.
Evliliklerinin ilk birkaç ayı boyunca Freud çevresinden ödünç para almak zorunda kaldı, hatta saatini rehine verdi. Durumları yavaş yavaş düzeldi fakat kendisi bu yoksulluk yıllarını asla unutmadı.
Freud’un uzun çalışma saatleri karısı ve çocuklarıyla yeterince vakit geçirmesini engelledi. Ayrıca tek başına veya baldızıyla tatile çıktı, çünkü karısı uzun yürüyüşlere ve turistik gezilere ayak uy duramıyordu.
Freud’un Martha’ya yazdığı mektuplar korunmuştur, ancak Martha’nın Freud’a yazdığı mektuplar saklanmamıştır. Freud’un arşivinde bu tür 900’den fazla mektup vardır, ancak bunların sadece %10’u araştırmacıların kullanımına açıktır. Gerisi bir sır olarak kalmış ve kayıp tarih verileri arasındaki yerini almıştır.
Anna O. Vak’ası
Bu yıllar sırasında Freud, solunum çalışmaları ve kulaktaki salyangoz kanalının işlevini keşfederek ün kazanan doktor Josef Breuer (1842-1925) ile son derece önemli bir arkadaşlık geliştirdi. Başarılı ve deneyimli bir pratisyen doktor olan Breuer yoksul bir genç olan Freud’a tavsiyelerde bulundu, onunla arkadaşlık yaptı, hatta ona ödünç para verdi. Sık sık Breuer’in hastalarını ele alıp tartıştılar. Bunlardan birisi olan Anna O. vakası psikanalizin gelişiminde çok etkili olmuştur.
21 yaşında zeki ve çekici genç bir kadın olan Anna felç, hafıza kaybı, zihinsel bozukluklar, mide bulantısı, görme ve konuşma bozuklukları gibi bir dizi ciddi isteri semptomları gösteriyordu (Hollender, 1980). İlk semptomlar ölmekte olan babasıyla ilgilenirken ortaya çıkmıştı. Babası onu daime şımartırdı. Anna’nın babasına karşı bir tür şiddetli aşk hissettiği söylenmiştir (Ellenberger, 1972, s.274). Breuer onu hipnozla tedavi etmeye başladı. Anna’nın hipnozun etkisi altındayken belirli semptomlara sebep olduğu görülen bazı kişisel deneyimlerini hatırlayabildiği ve hipnotik durumdayken bunlar hakkında konuşmasının semptomları azalttığım gördü.
Örneğin Anna yoğun susama hissine rağmen su içemediği bir dönem yaşamıştı. Anna hipnoz altındayken çocukluğunda da benzer bir hoşlanmama hali yaşadığını anlatmıştı. Bir bardaktan su içerken hoşlanmadığı bir köpeği gördüğünü hatırlıyordu. Bu olayı Breuer’e anlattıktan sonra Anna herhangi bir güçlük yaşamadan su içebildiğim ve semptomun bir daha hiç ortaya çıkmadığını görmüştü.
Breuer Anna’yı bir yıldan daha uzun bir süre her gün gördü. Toplantıları sırasında Anna günün rahatsız edici olaylarını anlatıyor ve bunun ardından da sıklıkla semptomlarından biraz olsun kurtuluyordu. Bu yüzden Breuer ile konuşmalarına “baca temizliği” ve “konuşma kürü” adını vermişti.
Tedavi devam ederken Breuer Anna’nın hipnoz (https://hipnozterapisi.com/hipnoz-nedir/)altındayken hatırladıklarının Anna’ya tiksinti ve korku veren olaylan kapsadığını anladı (ve bunu Freud’a anlattı). Anna’nm bu deneyimleri hipnozun etkisi altında teskin edilebildiğinde semptomlarının ciddiyeti azalıyor veya tamamen kayboluyordu.
Anna O.’nun gerçek adı Bertha Pappenheim’dir, kendisi daha sonra Batı Almanya’da sosyal hizmetlerde çalışmıştır.
Breuer’in karısı, kocası ile Anna arasında doğan yakın duygusal ilişkiyi kıskanmıştı. Anna, Breuer’e karşı daha sonraları pozitif aktarım (positive transferans) denilecek bir durum sergilemeye başlamıştı. Bunun anlamı Anna’nın babasına karşı olan duygularını Breuer’e aktarmasıydı. Breuer ve babası arasındaki fiziksel benzerlik de aktarımının gelişmesine yardım etmişti. Daha sonra psikanalizin gelişiminde transferans, terapötik sürecin gerekli bir bölümü olarak ele alınmıştı. Fakat Breuer de hastasına duygusal olarak bağlanmaya başlamıştı. Bir tarihçi şuna dikkat çekmiştir: “onun gençlik cazibesi, büyüleyici çaresizliği ve adı…….. Breuer’de kendi annesine duyduğu Ödipal arzuyu canlandırmıştı (Gay; 1988, s. 68). Bu yüzden yaşadığı durumu kendi hayatı için bir tehdit olarak gördü ve Anna’yı tedaviye son verdi. Anna’ya onu bir daha göremeyeceğini söylemesinden birkaç saat sonra Anna isterik doğum sancıları çekmeye başladı. Breuer hipnoz yoluyla bu olaya bir son verdi ve söylenene göre ertesi gün karısıyla ikinci balayım yaşamak üzere Venedik’e gitti. Karısı bu gezide hamile kaldı.
Bu hikaye birkaç psikanalist ve tarihçi nesli tarafından adeta bir efsane olarak ölümsüzleştirildi ve tarih verilerinde ortaya çıkabilen çarpıtmalara bir başka örnek teşkil etti. Bu vakıadaki efsane, yeni bulgularla düzeltilmeden önce 100 yıl sürüp gitti. Breuer ve karısı ikinci bir balayı için Venedik’e gitmiş olabilir fakat çocuklarının doğum tarihlerine bakıldığında, karısının çocuklarından hiç birisine bu gezi sırasında hamile kalmış olamayacağı anlaşılır (Ellenberger, 1972).
Anna O.’nın öyküsü gerçekten çok bir kurguya benzemektedir, özellikle de Breuer’in onu katartik tedavisiyle tedavi etmesi. Ellenberger tarafından yapılan bir araştırma göstermiştir ki “ünlü ‘katartik tedavi prototipi’ aslında ne bir tedavi ne de bir katarsisdi (boşalım)” (1972, s.279). Asıl adı Bertha Papenheim olan Anna O., Breuer’in tedaviyi kesmesinden sonra, bir süre için akıl hastanesinde kalmış, uzun saatlerini babasının bir portresinin altında oturarak geçirmiş ve babasının mezarını ziyaret etmesi hakkında konuşmuştu. Halüsinasyonlar gördü, nöbetler geçirdi, şiddetli baş ağrıları ve tekrarlayan lisan güçlükleri yaşadı. Bir de Breuer’in yüz ağrısından kurutulması için ilaç olarak verdiği morfine bağımlılık geliştirdi (Webster, 1995). Breuer Freud’a Anna’nın aklını kaçırdığından bahsetmiş, ölmesini ve böylelikle acılarının son bulmasını dilediğini söylemiştir. Bertha Pappenheim’in duygusal sıkıntılarının üstesinden ne şekilde geldiği tam olarak bilinmiyor. Ancak Pappenheim zaman içinde kadınların eğitimini destekleyen bir sosyal aktivist ve feminist oldu. Kısa hikâyeler ve kadın haklarına ilişkin bir oyun yayınladı. Ayrıca Alman posta pulu üzerinde yer alarak onurlandırıldı (Shepherd, 1993).
Breuer’in anlattığı Anna O. vak’ası psikanalizin gelişiminde oldukça önemlidir, çünkü bu olay Freud ’a daha sonraki çalışmalarında çok belirgin olan katarsis metodunu, yani “konuşma kürü’ nü tanıtmıştı.
Cinsellik ve Serbest Çağrışım
1889 yılında aldığı küçük bir mezuniyet sonrası ödeneği Freud ’un dört buçuk ay boyunca Fransa’da Charcot ile çalışmasını mümkün kıldı. Charcot’un bir isteri hastasının tedavisinde hipnozu nasıl kullandığını gözlemledi ve bu adamı gözünde bir baba-figürü haline getirdi, hatta eğer Charcot’un kızıyla evlenmiş olsaydı kariyeri açısından ne büyük bir avantaj yakalamış olabileceği aklına geldi. Karısı Martha’ya bu genç hanımı ne kadar çekici bulduğundan bahsetti (Gelfand, 1992).
Charcot Freud ’u isteri davranışlarında cinselliğin rolü hakkında uyarmıştı. Bir parti akşamı çok önemli bir olay oldu. Freud Charcot’un, bir hastasının problemlerinin cinsel önyargıdan kaynaklandığını iddia ederek “Yine cinsellik meselesi -daima, daima, daima” yorumunda bulunduğunu duydu (Freud, 1914). Freud ’a göre bu iddia aydınlatıcı ve ilginç bir içgörüydü. Bu olaydan sonra Freud hastalarında cinsel problemlerin izlerine karşı tetikte oldu.
Freud ayrıca Charcot’un isteri hastalarını tedavi ederken hipnozu kullanmasını gözlemleme fırsatı buldu. Fransız doktor isterinin (isteri kelimesi rahim anlamına gelen Yunancadaki hystera’dan türemiştir) sadece kadınlara ait bir hastalık olduğu yolundaki geleneksel isteri görüşünün doğru olmadığını, erkek hastalardan bazılarında da isteri semptomlarının bulunabileceğini gösterdi.
Viyana’ya dönmesinden bir yıl sonra Freud’a bir hastanın rahatsızlığının cinsel temelli olabileceği yeniden hatırlatıldı. Rudolft Chrobak adında ünlü bir jinekolog Freud ’a sadece doktorunun her an nerede olduğunu bildiği zamanlar rahatlayan, şiddetli anksiyete ataklarından mustarip bir kadının durumunu ele alıp alamayacağını sordu. Doktor Freud ’a kadının anksiyetelerinin iktidarsız olan kocasından kaynaklandığını söyledi çünkü kadın 18 yıllık evliliğinden sonra hâlâ bakireydi. Feud, Chrobak’ın şöyle dediğini yazar: “Bu hastalığın tek reçetesi aslında yeterince tanıdık, fakat bunu da biz yaptıramayız. Ancak şu iş görür: Rx Penis normalis dosim repetatur!” (Freud, 1914). Chrobak daha sonra bu ifadeyi kullanmadığını söyledi (Ritvo, 1990, s.75)
Freud hastalarıyla ilgilenirken Breuer’in hipnoz ve katarsis metodunu uyguladı. Ancak hipnozdan giderek daha az memnun olmaya başlamıştı. Hipnoz semptomları gidermede başarılı görünmesine rağmen tümden iyileşmeyi sağlayamıyordu. Pek çok hasta başka bir dizi semptomla geri dönüyordu. Dahası bazı nörotik hastalar kolaylıkla veya yoğun şekilde hipnoz olamıyordu.
Bu ve diğer problemler Freud ’un tedavinin hipnotik bölümünü terk etmesine sebep oldu fakat katarsisi bırakmadı. Yavaş yavaş psikanalitik metodun evrimindeki en önemli adımını geliştirdi: serbest çağrışım (free association) tekniği. (1. Bölüm’de Freud ’un Almancada “davetsiz içeri girme” veya “akın”, “saldın” anlamlarındaki kelimeleri kullandığına, İngilizce tercümede ise bunun “association” (çağrışım) olarak çevrildiğine dikkat çekmiştik.)
Bu süreçte hasta bir divana uzanır ve ne kadar utandırıcı, önemsiz veya saçma görünüyor olduğunu dikkate almadan her fikre tam bir açıklama vermesi, açık ve içinden geldiği gibi (spontan) konuşması teşvik edilir. Freud ’un psikanalizin metodu olarak geliştirdiği bu metodun amacı muhtemelen hastanın anormal davranışlarının sebebi olan bastırılmış hatıra veya düşünceleri bilince getirmek, hastanın bunların farkına varmasını sağlamaktır.
Freud serbest çağrışım süresince ortaya çıkarılan hiçbir şeyin gelişigüzel, rastlantısal olmadığına ve hastanın bilinçli seçimine tâbi olmadığına inanmıştı. Hastalar tarafından serbest çağrışım süresince açığa çıkarılan bilgiler, yaşadıkları iç çatışmaların özelliği sayesinde önceden belirlenmişti.
Serbest çağrışım tekniği yoluyla Freud hastalarının hafızalarının çocukluk yaşantılarına doğru geri gittiğini ve bastırılmış hatıraların çoğunun cinsel konularla ilgili olduğunu bulmuştu. Freud hastalarının rahatsızlıklarının etiyolojisinde cinsel faktörlerin muhtemel bir rolü olduğu düşüncesine daha önceden hazırlıklıydı. Freud tabii ki cinsel patolojiler hakkındaki güncel literatürden haberdar olarak, hastalarının öyküsünde cinsel materyallerin ortaya çıkışma daha fazla dikkat eder hale gelmişti. 1898 yılından itibaren şuna olmuştu: “Pratikte nörotik hastalıkların en önemli ve doğrudan sebepleri cinsel yaşamdan kaynaklanan faktörler içerisinde bulunmuştur.” (Breger’den alıntı, 2000, s. 117).
Breuer’la Ayrılış
1895 yılında Breuer ve Freud psikanalizin resmi başlangıcı sayılan Histeri Üzerine Çalışmalar10 isimli kitabı yayınladılar. Freud “psikanaliz” kelimesini ancak bir yıl sonra kullanacak olmasına rağmen, 1895 yılında psikanalizin resmi başlangıcını işaret eden Histeri Üzerine Çalışmalar isimli kitabı yayınladı. Kitapta daha önceden yayınlanmış, Anna O. dahil beş vak’a öyküsü, Breuer tarafından hazırlanmış teorik bir rapor eki ve Freud ’un psikoterapi üzerine yazdığı bir bölüm vardı. Kitap bazı olumsuz eleştiriler almış olmasına rağmen, sadece Avusturya’daki değil, diğer ülkelerdeki bilimsel ve edebi dergilerden de olumlu eleştiriler aldı. Bu, Freud’un istediği ilgi ve itibarın başlangıcıydı.
Breuer kitabı yayınlamaya isteksizdi ve bu karar Freud’la kişisel ilişkisinin sonunun bir başlangıcını işaret ediyordu. Anlaşıldığına göre aralarındaki ihtilaf Freud’un nevrozun tek sebebi olarak cinselliği gören bakış açısından kaynaklanıyordu. Breuer nevrozlarda cinselliğin önemli olabileceği konusunda Freud’la aynı fikirdeydi fakat bunun nevrozun tek sebebi olduğuna ikna olmamıştı. Freud’un bu sonucu destekleyecek yeteri kanıtı olmadığını belirtmişti.
Freud aynı fikirde değildi. Haklı olduğuna ve düşüncesini destekleyecek ilave veriler toplamaya ihtiyacı olduğuna inanıyordu. Belki de Freud daha fazla belge beklemeye gönülsüzdü çünkü gecikme bir başkasının bu fikri yayımlamasına ve sonuçta önceliğe sahip olmasına neden olabilirdi. Freud’un başarı ve ün hırsı yetersiz kanıtlarla baskıya gitme hakkındaki bilimsel uyarılardan önce geliyordu.
Freud’un bu tutumu Breuer’i rahatsız etmişti ve 1898 yılı civarında ilişkileri tamamen koptu. Freud çok üzülmüştü. Ancak daha sonra histerinin tedavisi üzerine yaptığı öncü çalışmasında Breuer’e güvendi. Breuer 1925 yılında öldüğünde Freud olgunlaşmıştı. Akıl hocasının başarılarını onaylayan oldukça dokunaklı bir ölüm ilanı yazdı. Breuer’in oğluna “Yeni bilimimizin oluşturulmasında sabık babanız muhteşem bir göreve iştirak etti” diyerek bir başsağlığı mektubu yazdı. (Hirschmüller den alıntı, 1989, s. 321).
Studies on Hysteria.
Çocukluk Dönemi Tacizleri Tartışması
Freud 1890’lann ortalarında cinselliğin nevrozda belirleyici bir rolü olduğuna eskisinden daha fazla inanmıştı. Kadın hastalarının çoğunun, çoğunlukla kendi aile üyelerinin işin içinde olduğu travmatik cinsel deneyimler yaşadıklarını belirttiklerini gözlemledi. Ve normal cinsel yaşamı olan bir insanın nevroz geliştirmeyeceğine inanma noktasına geldi.
Freud Viyana’da 1896 yılında Psikiyatri ve Nöroloji Topluluğu’nasunduğu bir raporda hastalarının çocukluklarında sarkıntılığa maruz kalmaya benzer deneyimlerini (sarkıntılık eden kişinin daha yaşlı bir akraba, sıklıkla da baba olduğunu) ortaya koyduklarını belirtti. Günümüzde bu tür yaşantılar “çocuk istismarı” olarak adlandırılmaktadır. Freud bu sarkıntılık (hatta iğfal) travmasının yetişkin nevroz davranışlarının ana sebebi olduğuna inanıyordu.
Hastalar olayları tereddütle anlatıyorlar, bu halleriyle olayı tam olarak hatırlayamadıkları, sadece hatırladıkları şekliyle anlattıkları izlenimi veriyorlardı. Rapor yoğun eleştiri aldı ve topluluk başkanı Krafft-Ebing raporun “bilimsel bir peri masalı gibi göründüğü” yorumunu yaptı (Jones, 1953, s. 263). Freud ona eleştirilerinin aptalca olduğunu ve cehenneme gidebileceğini söyledi. Çoğunlukla Freud’un yazısına yönelik negatif tepkilerin, cinsel istismarın çocukluk çağında çok sık ortaya çıktığını söylediği tartışmada izleyicilerin şaşkınlıkları ve kızgınlıkları sebebiyle olduğu düşünülür. Freud üzerine çalışan çağdaş bir akademisyen şunu iddia etmiştir: “Freud’un taciz teorisine yönelik itirazlar ya sinirsel hastalığın temelinin muhtemelen bünyesel olduğu inancına ya da daha sıklıkla, Freud’un klinik metotlar yoluyla elde ettiği bulguların güvenilir olmadığı temeline dayanmaktadır (Esterson, 2002, ss. 117-118). En geçerli açıklama ne olursa olsun hırslı Freud için makalenin bir başarı olmaktan uzak kaldığı bir gerçektir.
Yaklaşık bir yıl sonra Freud düşüncesini değiştirdi ve çoğu durumda hastalarının anlattığı bu tür çocukluk deneyimlerinin gerçek olmadığını, aslında hiçbir zaman yaşanmadığını iddia etti. Bu iddia psikanalizin gelişiminde bir dönüm noktası oldu. İlk olarak Freud, nevroz teorisini hastalarının çocukluklarında cinsel taciz yaşamış oldukları inancına dayandırdığı için, hastalarının anlattıkları hayallere ilişkin farkındalıklan Freud’da şok etkisi yapmıştı.
Society of Pyschiatry and Neurology.
Bununla birlikte Freud, anlattıkları hayallerin hastalara oldukça gerçek göründüğüne karar verdi. Ve bu hayaller cinsellik üzerinde yoğunlaştığı için, cinsellik problemin kökeninde kalmaya devam etti. Bu nedenle Freud nevrozların sebebinin cinsellik olduğuna ilişkin düşüncesini muhafaza edebildi.
Yaklaşık yüzyıl sonra, 1984 yılında Freud Arşivleri müdürü olan psikanalist Jeffrey Masson, Freud ’u, çocukluk dönemindeki cinsel yaşantıların gerçekliği hakkında yalan söylemekle suçladığında bir anlaşmazlık patlak verdi. Mason Freud ’un hastalarının bildirdiği cinsel istismarların, gerçekten yaşanmış olduklarının ortaya çıktığım ve Freud ’un kendi sistemini meslektaşlarına ve halka daha makul gösterebilmek için, bunları “fantezi” olarak adlandırdığını iddia etti (Masson, 1984).
Tanınmış bilim adamlarının çoğu ikna edici kanıtlar ortaya koymadığını söyleyerek Masson’un iddialarını kınadılar (Malcolm, 1984). Bu tartışma yurt çapındaki bir gazeteye ve dergi reklamlarına taşındı. Washington Post’ta yayımlanan bir röportajda Paul Roazen ve Peter Gay adlı Freud uzmanları; Masson’un iddiasını “bir aldatmaca”, “ciddi bir iftira” ve “psikanaliz tarihinin ciddi bir çarpıtması” olarak tanımladılar (Şubat 19, 1984). Freud çocukluk dönemindeki cinsel istismarın gerçekte ara sıra olduğuna dair inancını hiç terk etmedi. Düşüncesini değiştirdiği nokta bu olayların daima ve mutlaka olmuş olduğu idi.
Freud şunu da ifade etmiştir: “Çocuklara yönelik baştan çıkartıcı davranışların bu denli yaygın olması hemen hemen hiç inanılır değil” (Freud, 1954, ss. 215-216).
Zaten son dönemlerde yapılan araştırmalar çocuğun cinsel istismarının genel olarak zannedilenden daha yaygın olduğunu ortaya koydu. Bir yazar şuna dikkat çekti: “Baba-kız ensestinin gerçekten vuku bulması profesyonel literatürün itiraf edebileceğinden çok daha fazladır” (Lerman, 1986, s. 65). Hatta bazı psikanalistler Freud ’un ilk düşüncesinin doğru olduğunu iddia ettiler. Freud ’un Masson’un iddia ettiği gibi gerçekleri kasten gizlediğine veya gerçekten hastalarının sadece fantazilerini aktardığına inandığına dair kesin bir şey bilmiyoruz. Bununla birlikte şu da mümkündür: “Freud ’un hastalarının çoğu çocukluk yaşantıları hakkında Freud ’un inanmaya hazır olduğundan çok daha fazla doğruyu söylüyorlardı” (Crewsdon, 1988, s.41).
1930’larda, Freud ’un izinden gidenlerden birisi olan Sandor Ferenezi de aynı sonuca ulaşmıştı. Ferenezi kendi hastalarının açıklamalarına dayanarak Ödipal kompleksin fantazilerden değil, gerçek cinsel istismar davranışlarından kaynaklandığına karar vermiştir. Bulgularını 1932 yılındaki psikanaliz kongresinde anlattığında Freud onun konuşmasına engel olmaya çalışmıştı. Başaramayınca da ona muhalif oldu.
Bundan başka Freud’un istismar teorisini şu nedenle de değiştirmiş olabileceği belirtildi: Eğer teori doğru kabul edilirse, tüm babalar, Freud ’un kendi babası da dahil olmak üzere, çocuklarına karşı sapıkça davranışlar yapmış olmakla itham edileceklerdi (Krüll, 1986).
1980’lerin sonlarında ve 1990’larda çocukluktaki bastırılmış cinsel istismar anılarının gerçekliği meselesi sansasyonel bir raporla tekrar gün yüzüne çıktı. 1990’da bir adam kızının hatırladığı 20 yıl öncesine ait bastırılmış anısında bir katil olmakla suçlanmıştı. Kız birdenbire babasının çocukluk arkadaşını öldürdüğünü hatırlamıştı. Pek çok kadın babalarına, amcalarına ve aile dostlarına karşı çocukluklarında vuku bulan cinsel istismar suçlamasında bulunmuştu.
Kendini Analiz ve Rüyaların Yorumu
Duygusal yaşantımızda cinselliğin rolü üzerinde şiddetle duran Freud ’un kişisel olarak cinselliğe karşı olumsuz bir tutum içinde olması ilginçtir. Sürekli olarak nevroz geliştirmemiş insanlar için dahi, cinselliğe düşkünlüğün tehlikeleri hakkında yazılar yazmış ve bu “kaba hayvani ihtiyaca” tenezzül etmemeye çalışmamız gerektiğini iddia etmişti. Freud ’a göre cinsel faaliyetler küçük düşürücü faaliyetlerdir; insanın hem bedenini hem de zihnini kirletir. 1897 yılında 41 yaşındayken, bir arkadaşına şahsen kendisinin cinselliği bütünüyle terk ettiğini yazmış ve şunu eklemişti: “Cinsel tahrik benim gibi bir insan için artık işe yaramaz” (Freud, 1954, s.227). Freud ’un ara sıra iktidarsızlık çektiği dönemler oluyordu ve bazen standart doğum kontrol yöntemleri olan prezervatiflerden ve cinsel birleşmenin yarıda kesilmesinden nefret etmesi sebebiyle bir süre için cinsel yaşamdan uzak duruyordu.
Freud cinsel hayatlarının bitmesinde dolayı karısını suçlamış ve rüyalarından bazılarını karısının onu cinselliği bırakmaya zorlamasından ötürü hissettiği kırgınlığın bir göstergesi olarak ele almıştır. Bir biyografi yazan şunları yazmıştır: “Kırgınlık hissediyordu çünkü karısı kolayca hamile kalıyordu, çünkü hamileliği boyunca çok sık hasta oluyordu ve [doğurma dışında] her tür cinsel aktivitede bulunmayı reddediyordu (Elms, 1994, s. 45). Freud ’un cinsellikle ilgili çatışmaları taraftarları halkasında yer alacak gibi görünen güzel kadınlarla ilgilenmesine ve büyülenmesine sebep oldu. Bir arkadaşı Freud ’un öğrencileri arasında “Bir tesadüften çok daha fazla sayıda pek çok çekici kadın vardı” yorumunu yaptı (Roazen, 1993, s.138).
Freud aynı yıl cinsel aktivitelerini tamamen terk etmeye karar verdi ve kendini analiz etme (self- analysis) görevine başladı. Birkaç sene boyunca nörotik zorlukların bir bölümünü yaşadı. Kendi durumunu anksiyete nevrozu olarak teşhis etti ve rahatsızlığının sebebinin cinsel gerilimin birikmesi olarak ifade etti. Geçirdiği büyük bir nevroz epizodunu cinselliği terk ettiği yıl “bilince anlaşılabilir gelmeyen tuhaf bir zihin durumu, puslu düşünceler ve gizli şüpheler, hayal meyal görülebilen bir ışık huzmesi” şeklinde tanımladı (Freud, 1954, s.210-212). Migren ağrıları, üriner problemler ve spastik kolon rahatsızlıkları yaşadı ve ölüm, yolculuk, açık mekanlar ve kalp hastalıkları hakkında anksiyete duygularının etkisi altında kaldı. Bu dönem Freud için şiddetli iç karmaşalar yaşadığı bir dönem olduğu kadar, hayatının en üretken faaliyetlerini de ortaya koyduğu bir dönemdi. Gerçekten de nevroz teorisinin büyük bölümü kendi nörotik problemlerinden ve onları analiz etme çabalarından türemiştir. “Kendim için en önemli hasta gene kendimim” demişti (Gardner’dan alıntı, 1993, s.71). Kendine yönelik teşhisi, cinsel gerilimin birikmesinden kaynaklanan anksiyete nevrozu ve nevrasteni idi. Daha önceden erkek nevrastenisinin mastürbasyondan kaynaklandığı ve anksiyete nevrozunun cinsel birleşmenin kesintiye uğraması ve cinsel birleşmeden kaçınma gibi normal olmayan uygulamalarla ilişkili olduğu sonucuna ulaşmıştı. Kendi semptomlarını bu şekilde etiketlendirmesiyle “kişisel yaşantısı özel teorisinin çok içinde yer almıştı ve teorisinin yardımıyla kendi problemlerini yorumlamaya ve çözümlemeye çalışıyordu… Freud ’un gerçek nevroz teorisi sonuçta onun kendi nörotik semptomlarının bir teorisiydi” (Krüll, 1986, s. 14, 20). Kendini analizi, kendisini ve hastalarını daha iyi anlamasını sağlayacak bir araç olarak ele aldı ve rüya analizini (dream analysis) kullandı.
Çalışma sürecinde Freud bir hastasının rüyalarının, önemli duygusal materyallerin kaynağı olarak oldukça zengin olduğunu keşfetti. Rüyalar çoğunlukla bir rahatsızlığın altta yatan sebepleri hakkında değerli ipuçları içeriyordu. Freud her şeyin bir sebebinin olduğunu belirten pozitivist görüşünden ötürü, bir rüyadaki olayların tamamen anlamdan yoksun olamayacağını düşünmüştü; rüyalar kişinin bilinçaltındaki bir şeylerden kaynaklanıyor olmalıydı. (Rüya imgelerinin sembolik olduğu görüşü sadece Freud ’a özgü değildir, aslında antik zamanlara dayanan bir teoridir).
Kendisini serbest çağrışım yoluyla analiz edemeyeceğini kavrayan Freud (aynı anda hem hasta hem de terapist rollerinde olmak çok zordu) rüyalarını incelemeye karar verdi. Her sabah uyandığında bir gece önce gördüğü rüyaları kaydetti ve rüyasında gördüğü şeyler için serbest çağrışımı uyguladı.
Rüyaların araştırılması yoluyla Freud kendi babasına yönelik hatırı sayılır bir düşmanlık hissetti. Annesine yönelik cinsel arzularını ilk defa hatırladı ve en büyük ablasına yönelik hissettiği cinsel arzularını rüyasında gördü. Bilinçdışının yoğun bir araştırması, teorisinin temelini oluşturdu. Sonunda psikanalitik sistemimin büyük bir kısmını, kendi nörotik epizotlarını ve çocukluk yaşantılarını analiz ederek formüle etti. Derin bir kavrayışla şunu gözlemledi: “Kendim için en önemli hastam gene kendi kişiliğim oldu” (Gay’dan alıntı, 1988, s.96).
Kendini analiz yaklaşık iki yıl sürdü ve bugün Freud ’un en temel çalışması olduğu düşünülen Rüya Yorumları12 (1900) isimli kitabıyla doruğa ulaştı. Daha sonra bu kitabın “benim elde ettiğim hâzinelerim olan keşiflerin en değerlisini” içerdiğini söylemişti (Forrester’dan alıntı, 1988). Freud bu kitabında kendi çocukluk yaşantılarına dayanarak ilk kez Ödipal kompleksin ana hatlarını çizdi. Çalışma herkesten övgü almadı fakat yine de geniş kapsamlı bir tanınma ve olumlu yorumlarla sonuçlandı. Felsefe ve nöropsikiyatri gibi alandaki farklı mesleki dergiler, tıpkı Viyana, Berlin ve Avrupa’nın diğer başkentlerindeki gazete ve popüler dergiler gibi kitabı inceleyip çeşitli yönlerden eleştirdiler. Zürih’te Carl Jung isimli genç bir adam da kitabı okudu ve en azından kısa bir süre için hızla yeni psikanalize yöneldi.
Rüya Yorumlan sonunda öylesine başarılı olmuştu ki, henüz Freud yaşarken sekiz baskı yapmıştı. Freud rüya analizini psikanalizde kullandığı tekniklerle birleştirmişti ve hayatının geri kalan bölümünde her bir gününün son yanm saatini kendini analize adamıştı.
Freud rüya analizini standart bir psikanalitik teknik olarak uyarladı ve her bir günün sonundaki yarım saati rüyalarını analiz etmeye ayırdı. Freud ‘un rüyalarının 40’tan fazlasını bu kitapta anlatması ilginçtir. Kendisi rüyaların tipik olarak çocuksu cinsel arzulan barındırdığı tezine rağmen kitabında anlattığı rüyaların küçük bir kısmında cinsel bir içerik vardı. Freud ’un rüyalarındaki en belirgin tema kendisinin kabul etmediği kişisel bir özellik olan hırstı (Welsh, 1994).
The Interpretations of Dreams.
Daha Geniş Kitlelerce Tanınma ve Uyuşmazlıklar
1900’den sonraki üretken yıllarda Freud yeni düşünceler geliştirdi ve yaydı. 1901’de şimdinin ünlü Freud sürçmelerini (Freudian slip) içeren Günlük Yaşamın Psikopatolojisi13 isimli kitabını yayımladı. Freud nörotik semptomlarda olduğu gibi bir insanın günlük davranışlarında da, bilinçaltı düşüncelerin açığa çıkmak için savaştıklarını ve bu nedenle de düşünce ve davranışları değiştirebildiklerini iddia etmişti. Freud dil sürçmesi veya unutmanın sebeplerinin aslında açığa vurulamayan güdülerin gerçek bir yansıması olabileceğini belirtmişti.
Freud’un sonraki kitabı Cinsellik Teorisi Üzerine Üç Deneme14 1905 yılında ortaya kondu (Freud, 1905b). Bundan üç sene önce bazı öğrencileri Freud ’a haftada bir gün tartışma grubu oluşturması için ısrar ettiler, böyle- ce Freud ’un psikanalizi hakkında daha fazla şey öğrenebileceklerdi. İlk toplantılarının konusunun puro yapımının psikolojisi olduğu söylenmiştir (Kerr, 1993). Bu grubun ilk müdavimleri arasında bulunan Alfred Adler ve Carl Jung daha sonra, cinselliğe yaptığı vurguya katılmayanlara asla müsamaha göstermeyen Freud ’a muhalefetleriyle ünlü oldular (bakınız Bölüm 14). Ancak müdavimlerin çoğunluğu “sıra dışı nörotikler” olarak nitelendirildi (Gardner, 1993, s. 51). Anna Freud onları “tuhaf kişiler, rüyalar görenler ve nörotik acıyı kendi yaşantılarından biliyor olanlar” şeklinde hatırlamıştır (Coles’ten alıntı, 1998, s. 144). Grup üyelerinden birisi olan Herbert Nunberg şunları hatırlamaktadır: “Onlar sadece diğerlerinin problemlerini değil, ayrıca kendi yaşadıkları güçlükleri de tartışıyorlar, içsel çatışmalarını ortaya koyuyorlar, mastürbasyonlarını, fantezilerini ve ebeveynleriyle, arkadaşlarıyla, eşleriyle ve çocuklarıyla ilgili hatırladıkları şeyleri itiraf ediyorlardı” (Breger’den alıntı, 2000, s. 178).
Freud ve Breuer arasındaki ilişkinin kopmasıyla birlikte, Freud teorisindeki cinselliğin rolüyle ilgili ihtilaflara müsamaha göstermedi. Freud bu düşüncesini kabul etmeyen veya değiştirmeye kalkışan herkesi hemen aforoz ederdi ve bu birkaç defa önemli müdavimlerinin başına gelmişti. Freud daha sonra şunları yazmıştı: “Psikanaliz benim eserimdir, on yıl boyunca kendisi hakkında psikanalizle düşünen tek insan benim… Psikanalizin ne olduğunu hiç kimse benden daha iyi bilemez” (Freud, 1914).
The Psychopathology of Everyday Life.
Three Essays on the Theory of Sexuality.
20. yüzyılın ilk on yılında Freud ’un kişisel ve mesleki durumu gelişti. Uygulamaları arttı ve giderek daha fazla insan onun resmi bildirilerini ciddiyetle okur hale geldi. 1909 yılında Freud ve Carl Jung, G. Stanley Hail tarafından Massachusetts’deki Clark Üniversitesinin yirminci kuruluş yıldönümünde konuşmak üzere davet edildiklerinde Freud uluslararası bir kabulün ilk işaretini almış oldu. Burada kendisine fahri psikoloji doktorası verildi. (Jung da eğitim ve sosyal sağlık alanlarında derece aldı).
Bu Freud için oldukça duygulu bir tecrübeydi ve burada aralarında William James, James McKeen Cattell ve E. B. Titchener’in bulunduğu dönemin seçkin pek çok psikologu ile karşılaştı. “Kuşkusuz Freud’un konuşmasından en fazla etkilenen kişi yine Freud’un kendisiydi. izleyicilere kendisini adeta Avrupa’nın en nitelikli kişisi olarak tanıttı. Çok önemli ampirik keşifler yapan bir bilim adamı ve terapist olduğunu söyledi ve çevresindeki insanlarda ona dalkavukluk yapmaktan geri durmadılar” (Kerr, 1993, s.243-244). Freud’un Clark’ta verdiği beş konferans ertesi yıl Amerikan Psikoloji Dergisi’nde yayınlandı ve daha sonra birkaç dile tercüme edildi (Freud, 1909/1910).
1911 yılında Amerikan Psikanalitik Birliğinin (The American Psychoanalytic Association) kurulmasını New York, Boston, Chicago ve Washington, D C.’de psikanalitik topluluklarının kurulması izledi.
Freud’un bilinçaltı kavramı Amerikan halkı tarafından büyük bir ilgiyle karşılandı. İnsanlar Kanadalı psikolog H. Addington Bruce’un yazılan sayesinde daha önce de bu düşünceyle ilgilenmişlerdi. Bruce 1903 ile 1917 yılla- n arasında bilinçaltı hakkında 63 gazete makalesi, 7 kitap yazmış ve Freud ‘un çalışmalarının halkın ilgisini çekmesine yardımcı olmuştu (Dennis, 1991).
ABD’ye yaptığı bu gezide oldukça iyi karşılanmış ve onurlandırılmış olmasına rağmen Freud, ABD’den kötü izlenimlerle ayrılmıştı. Amerikan yiyeceklerinin niteliğinden, banyoların azlığından, dille ilgili güçlüklerden ve kültürlü bir Avrupalıyı şok edecek derecede serbest olan sosyal yaşamın gayri resmiliğinden sızlanmıştı. Niagara Şelalesi’nde kendisine “eski dostum” diye hitap eden bir kılavuzdan rahatsız olmuştu. Amerika’ya bir daha gitmedi ve biyografisini yazan Ernest Jones’a “Amerika bir hatadır, dev bir hata; gerçektir fakat ne yazık ki hatadır” yorumunu yapmıştı (Jones, 1955, s.60). Aradan geçen zaman onun fikrini değiştirmedi. Birleşik Devletler’e yaptığı geziden 14 yıl sonra kendisine neden bu geziden hoşlanmamış olduğu soruldu. Şöyle dedi: “Amerika’dan nefret etmiyorum! Sadece pişmanım! Hatta Columbus’un onu keşfetmesine bile üzülüyorum!” (Rabkin’den alıntı, 1990, s.34). Freud ’un uzun yıllar yaşadığı Viyana’dan da hoşlanmaması ilginçtir.
20. yüzyılın ilk yirmi senesinde resmi psikanaliz ailesi uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, muhalefet ve eksiklikler sebebiyle koptu. 1911 yılında Adler ve 1914 yılında Freud ’un manevi oğlu ve psikanalizin mirasçısı olarak gördüğü Jung aileden koptu. Freud öfkeliydi. Ailece yenen bir akşam yemeğinde onların vefasızlıklarından yakındı. Teyzesi şunu söyledi: “Problem sende Sigi, sadece senin insanları anlamamanda” (Hilgard’dan alıntı, 1987, s.641). I. Dünya Savaşı’na gelinmeden üç rakip grup oluşmuştu fakat Freud “psikanaliz” ismini sadece kendi grubu için korumayı başardı. Savaş yıllan Freud ’un zihinsel ilerlemesine, hasta sayısının azalmasına ve bu yüzden de gelirinde bir düşüşe sebep oldu. Karısını, altı çocuğunu ve baldızını geçindirmek durumunda olan Freud sürekli olarak mali problemlerle ilgilenmek zorunda kaldı.
Freud ’un Son Yılları
Freud isminin zirvesine 1919’dan 1939’a dek olan dönemde ulaştı. Çok çalışmaya ve her gün birkaç saat hastalarını görmeye fakat her yaz üç aylık tatillerini yapmaya devam etti. 1920’lerde psikanaliz sadece rahatsızlıkları tedavi etme metodu olmaktan ziyade, insan motivasyonunu ve kişiliğini bütünüyle anlamak üzere teorik bir sistem olarak gelişti. (Bu kavramsal sistem, bu bölümde daha sonra ele alınacaktır.)
1923 yılında Freud’un ağız kanserine tutulduğu anlaşıldı. Yaşamının son 16 yılı neredeyse hiç bitmeyen ağrılarla geçti. 33 ameliyat geçirdi, damağının ve üst çenesinin bir bölümü alındı. Radyoloji tedavisi gördü; ayrıca bazı doktorların kanserin gelişmesini durdurabilir düşüncesinden dolayı vasektomi ameliyatı oldu (Romm, 1984). Ameliyattan sonra kullanması gereken protez konuşmasını zorlaştırdı ve onu anlamak giderek zorlaşmaya başladı.15
Freud hastalarını ve müdavimlerini görmeye devam etmesine rağmen diğer kişisel ilişkilerden kaçındı. Günde 20 sigara içiyordu ve hastalığının teşhisinden sonra da içmeye devam etti.
Hitler 1933 yılında iktidara geldiğinde psikanaliz üzerindeki resmi Nazi düşüncesi Freud’un kitaplarının 1933 Mayısı’nda Berlin’deki bir otomobil yarışında aleni olarak yakılmasıyla belli oldu. Ciltler dolusu kitap ateşin üstüne savrulurken bir Nazi konuşmacı bağırıyordu, “Ruhu yok eden, cinsel yaşamı abartanlara karşı -insan ruhunun asaleti adına- size bir Sigmund Freud yazısını yakmayı teklif ediyorum!” (Schur, 1972, s.446). Freud “Bizimki de ne ilerleme! Orta Çağda olsa beni yakarlardı, bugünlerde kitaplarımı yakmakla tatmin oluyorlar” yorumunu yaptı (Jones, 1957, s. 182).
1934 yılı geçmeden ileri görüşlü Yahudi psikanalistler ve psikologlar Almanya’yı terk etti. Psikanalizin Almanya’da kökünü kurutmayı hedefleyen güçlü Nazi kampanyası öyle etkili olmuştu ki, bir zamanlar çok yaygın olan Freud’un tüm bilgileri neredeyse tamamen yok olmuştu. Berlin’de Naziler tarafından kurulan Alman Psikoloji Araştırmaları ve Psikoterapi Enstitüsünden bir öğrenci şunu hatırlıyordu: “Freud’un adı hiçbir zaman anılmadı ve tüm kitapları kilitli bir dolapta muhafaza edildi” (New York Times, 3 Temmuz, 1984). Pek çok önemli psikanalitik kitabın Almancası mevcut değildir.
Freud arkadaşlarının tavsiyelerine rağmen Viyana’da kalmakta ısrar etti. 1938 Martı’nda Almanya Avusturya’yı işgal etti ve 15 Mart’ta bir Nazi çetesi tarafından evi istila edildi. Bir hafta sonra kızı Anna tutuklandı ve bir gün alıkoyuldu. Bu son olay Freud ’u kendi güvenliği için kaçması gerektiğine ikna etti, ancak satılmamış kitapları yakılmak üzere İsviçre’den geri getirilmedikçe git-
Yazar Anthony Burgess Freud’un şimdi müze olan Viyana’daki evine yaptığı bir ziyareti anlatmıştır (New York Times, Ekim 7, 1984). Buradan size Freud ’un acılar içinde geçen son yıllarını hatırlatacak akılda kalıcı bir şeyler satın alabilirsiniz. “Freud’un konuşurken acı veren protezinin tıkırtılarıyla kusursuz bir İngilizce konuştuğu bir fonograf kayıt cihazı satın alabilirsiniz.”
meşine izin verilmedi. Naziler daha sonra kısmen Amerikan büyükelçiliğinin girişimleriyle, Freud’un İngiltere’ye geçmesine izin verdiler. Daha sonra Freud’un kız kardeşlerinden dört tanesi Nazi toplama kamplarında öldürüldü.
Freud’un Viyana’dan gidişinde hoşa gitmeyen bir olay oldu. Freud oturma izni almayı sağlamak için, Gestapo tarafından “saygılı ve düşünceli” muamele gördüğünü ve şikayet etmesini gerektirecek hiçbir şey olmadığını belirten bir belge imzalamak zorunda bırakıldı. Belgeyi imzaladı. “Ges- tapo’yu herkese şiddetle tavsiye ederim” ifadesini de belgeye eklediği söylenir. (Jones, 1957, s.226).
Freud İngiltere’de iyi karşılanmış olmasına rağmen, sağlığının hızla kötüleşmesi sebebiyle hayatının son yılında hiç huzurlu olamadı. Zihinsel olarak uyanık olmaya ve hayatının sonuna dek çalışmaya devam etti. Günlüğünde ve arkadaşlarına yazdığı mektuplarda yayılmakta olan kanser hastalığından ötürü yaşadığı ağrı hakkında yazdı. “İşlerimi on iki gün için iptal etmek zorunda kalmıştım, ağrı içinde yatıyordum, başkalarının uzanması için koyduğum divanda sıcak su torbalan duruyordu” (Freud, 1939/1992. s. 229). Freud zihinsel olarak açık kalmaya devam etti ve nerdeyse son ana dek çalıştı. Freud yıllar önce Max Schur’u kendi özel doktoru olarak seçtiğinde, onu kendisinin gereksiz yere acı çekmemesini sağlayacağına söz verdirmişti. 21 Eylül 1939’da Schur’a bu konuşmalarını hatırlattı. “Zamanım geldiğinde yan yolda bırakmayacağına söz vermiştin. Artık sadece işkence çekiyorum, yaşamanın bir anlamı kalmadı” (Schur, 1972, s.529). Doktor. Freud ’a aşın dozda morfin verdi ve 12 saat sonra dozu yineledi. Freud komaya girdi ve yıllarca çektiği acılar 23 Eylül 1939’da son buldu.
Kaynak: Modern Psikoloji Tarihi, Duane P. Schultz, Sydney Elle Schultz, Kaknüs Yayınları,