Teoriler

Sembolik Etkileşimcilik George Herbert Mead

Sembolik Etkileşimcilik

George Herbert Mead

George Herbert Mead (1863-1931) Massachusetts, Kuzey Hadley’de doğdu. Babası Cemaat Papazı, annesi dekandı. Oberlin Koleji’nde okuyan Mead (1879-83) Harvard, Leipzig ve Berlin Üniversitelerine devam etti. Önceleri, John Devvey’den etkilendiği Michigan Üniversi­tesinde dersler verdi ve daha sonra akademik kariyerinin kalan kıs­mını, 1900’ların başlarındaki en parlak döneminde Chicago Üniversi- tesi’nde geçirdi. O faydacılık olarak bilinen felsefe okulunun önde gelenlerinden ve psikolojideki geleneksel davranışçılık biçiminin temel eleştiricilerinden biriydi.

Mead aslında bir filozof ve sosyal psikolog olsa da, genellikle sos­yolojide -Marx ve Parsons’ın büyük boy teorileri ile bizzat psikoloji arasında yer alan bir tür mikro-sosyoloji olan- sembolik etkileşimcili- ğin kurucu babası olarak görülür. Bu özellik onun temel kitaplarının başlıklarında ifadesini bulur: Zihin, Benlik ve Toplum (1934), Edim Psikolojisi (1938) ve Mevcudun Felsefesi (1959). Gerçekte hiç kitap yazmayan Mead’in ders notları öğrencileri, özellikle Herbert Blumer yayımlanmış ve sosyolojiye kazandırılmıştır.

FİKİR

Geleneksel sosyoloji toplumu yapısına ve bu yapıların toplumsal davranışı -belirleme biçimine göre değilse de- etkileme biçimine göre açıklamaya ve analiz etmeye çalışmıştır. Emile Durkheim ve Talcott Parsons’ın işlevselci teorileri toplumu kendine ait bağımsız bir hayata sahip organik veya yapılaşmış bir varlık olarak alırken, bilimsel Marksizm sınıf mücadelesini toplumsal değişme analizinin merkezine yerleştirir.

Sembolik etkileşimcilik aksine toplumun mikro boyutlarına, gün­delik yaşantılarımıza, içinde yaşadığımız gündelik dünyaya ve insan­

 

ların ‘sembolik iletişim’ aracılığıyla gündelik yaşantılarında nasıl etki­leştiklerine, düzen ve anlamı nasıl yarattıklarına odaklanır. Klâsik sosyologların kullandıkları bilimsel yaklaşımı reddeden bu sosyolojik perspektif, toplumu içerden analiz eder ve belirli bir durum veya yaşam biçimiyle ilgili, insanları güdüleyen temel faktörleri görmeye çalışır.

Toplumsal yapı ve sosyal sınıfa odaklanan Avrupa sosyolojisinin aksine, Amerikan sosyolojisi daha ziyade bireyle ve onun kendi öz­gürlüğünü ifade etme yeteneği ve yeni sınırlar, yeni mücadeleler yaratma ve kontrol kapasitesiyle ilgilenmiştir. Avrupa yönetici sınıflar tarafından yönetilen bir toplum olarak görünürken, Amerika her zaman bireysel hareketlerin serbest olduğu sınıfsız bir toplum olarak görülmüştür. Bu yüzden, iki kıtada çok farklı ve birbirine çok zıt sos­yolojik perspektifler gelişmiştir.

George Herbert Mead bu perspektifin temellerini insan zihninin işleyişi hakkındaki yorumlarıyla atmıştır. Mead’e göre insanı hayvan krallığındaki diğer canlılardan ayıran şey, aşağıda davranışları yap­masını mümkün kılan bu kendine özel zihinsel mekanizmasıdır:

  • Davranışlarını mevcut duruma veya oluşturduğu hedeflere gö­re bilinçli bir şekilde plânlamak ve uyarlamak.
  • En önemlisi dil olan oldukça farklı semboller aracılığıyla başka­larıyla iletişim kurmak ve bu sembollerde ifade edilen şeylerin ardındaki anlamı yorumlamak veya gerekli tepkileri göstermek.
  • Kendinin bilincinde olmak; sadece kendisinin değil başkalarının da duyguları, güdüleri ve görüşlerinin farkında olmak; ‘diğeri­nin rolü’nü alabilmek ve insanların belirli bir davranış veya du­rumu nasıl yorumlayabileceklerini tasarlamak ve hatta kendisi­nin başkalarına nasıl göründüğünü tasavvur etmek. Hepimiz, bu yüzden, bir benliğe ve ‘benlik imgesi’ne sahibizdir.

İnsanların davranışları ve çevreleri üzerinde bir ölçüde kontrol kurmalarını sağlayan bu kapasitedir. Bu yüzden, Mead’e göre, insan davranışı içgüdüler veya dış toplumsal güçler tarafından belirlenmez. Daha ziyade, biz -bir tür toplumsal düzen ve yapı yaratacak biçim­de- düşünen, bilinçli, birçok farklı amacın peşinden koşabilen ve birbirimizle iletişim kurma yeteneğine sahip varlıklarız. Biz sadece anlam aktarma yeteneğine değil, başkalarının sözleri ve eylemlerini yorumlama yeteneğine de sahibiz ve bu anlamlar ne sabit ne de mutlaktır. Anlamlar duruma, bağlama göre değişir. Örneğin, strike sözcüğünün arkasında yatan muhtemel farklı anlamları veya iki insa­nın bir odada yalnız oldukları bir durumu düşünün. Strike terimi (İngi­

 

lizce’de) sanayideki bir anlaşmazlığı, bir beyzbol oyununu, bir kibrit çakılmasını anlatabilir; bir odada yalnız olan iki kişi bir görüşme yapı­yor, ders yapıyor veya daha gizli yahut cinsel bir şey yapıyor olabilir. İnsanlar, bu yüzden, belirli bir durum veya ilişkinin tanımı konusunda sürekli müzakere halindedirler ve bu gündelik etkileşim süreci de ‘toplumsal dünya’da gerçekleşir.

Ancak, toplumsal düzen sadece doğrudan etkileşimle, birbirleriy- le konuşmakta olan insanlar aracılığıyla değil, aynı zamanda ortak beklentilerin oluşmasıyla da ortaya çıkar. Biz nasıl davranmamız ge­rektiğini sosyalleşerek ve rol oyunuyla öğreniriz. Çocuklar gelişirken, hayatı öğretimle, taklitle ve özel bir oyunda anne, baba, doktorluk ve hemşirelik rolleri aracılığıyla öğrenirler. Onlar büyüyüp zihinleri ol­gunlaştıkça, bu toplumsal rehberlik ‘içselleştirilir’ ve diğerlerine tepki verme ve onları yönlendirme aracı olarak kullanılır. Bu kontrol, özel­likle, çocuklar oyun oynarken veya kazanmak için kuralları uygula­mayı ve karşı tarafın davranışlarını tahmin etmeyi gerektiren durum­larda açıkça görülür. Yetişkinler olarak bizler, kocalık ve babalıktan tutun da ustabaşılık, dostluk ve sporculuğa kadar oldukça iyi tanım­lanmış birçok farklı toplumsal rolü oynariz. Ancak, Mead’in analizinde bu rollerin hiçbiri sabit değildir. Onlar, sadece bireylerin kendi imge­leri, güdüleri ve yeteneklerine göre o anda geliştirdikleri genel taslak­lardır.

Mead ‘ferdi ben’ ve ‘sosyal ben’ (‘I’ and ‘me’) ayrımı yapar, yani ki­şinin gerçek ‘iç’ benliğini kamu önündeki benlikten, insanların diğer­lerinin yanındayken sergiledikleri toplumsal imajdan ayırır. Her bire­yin kendine özel arzuları ve ihtiyaçları vardır, ancak biz, başkalarının bizim hakkımızda neler düşündüklerini tasavvur edebildiğimiz için, tamamen bencilce davranmayız. Bu yüzden, ‘iç’ ben ile ‘dış’ ben ara­sında sürekli bir mücadele vardır; ve Mead’e göre bu mücadele, öz­denetim olarak adlandırdığımız şeyin, yani kendini sınırlama gerekli­liği ortadan kalktığı durumlarda bile, zihnimizdeki, bedenimizi yön­lendirme ve duygularımızı kontrol altında tutma aracının temelini oluşturur. Ancak, sürekli karşılaştığımız diğer herkesin, özellikle kişi­sel olarak tanımadığımız çoğu kişinin beklentilerini doğru olarak tahmin etmek imkânsızdır. Bu yüzden, genellemeler yapar, genelleşti­rilmiş diğerinin, diğer insanların -örneğin, bir otobüste şarkı söyle­meye veya cenaze töreninde gülmeye başladığımızda- hakkımızda neler düşünecekleri konusunda bir imge geliştiririz. Ancak, mutlaka diğerlerinin beklentilerine uymayız. Mead’in vurguladığı gibi, bizim kendimize ait zihinlerimiz vardır ve çoğu kez sadece önemli diğerleri­nin, bizim için özellikle önemli olan kişilerin baskısına boyun eğeriz.

 

Bu yüzden, Mead’e göre, insan özellikle sosyal bir varlıktır ve top­lum da insanın kendi etrafında yarattığı sürekli bir akış, sürekli bir yaratma ve yeniden-yaratma, yorumlama, müzakere ve tanımlama süreci içeren bir dünyadır. Bizler hem bireyler hem de sosyal varlıkla­rız. Hem toplumu biçimlendirmekte hem de onun tarafından biçim- lendirilmekteyiz. Hepimiz birçok farklı minyatür ‘dünya’ içinde – evden işe, golf kulübünden bara geçerek- yaşarız. Ancak, aynı za­manda, bu minyatür dünyalar daha genel ve paylaşılan bir kültürün bir parçasıdır. Bu ‘dünyalar’ın her biri temel bir yapıya sahiptir, ancak onlar çoğu kez, örneğin, bir fabrika kapandığında veya eşler boşan­dığında değişir veya çökerler.

Bu yüzden, Mead’in analizinin merkezinde sınıf mücadelesi veya işbölümü değil, birey ve onun zihni, iletişim kurma ve yorumlama yeteneği yer alır. Sembolik etkileşimcilik gerçek bir toplum tasavvu­rundan büyük ölçüde yoksundur; aksine, daha çok bir grup etkileşimi ve psikolojisine, genel toplumsal trendlerden ziyade insan toplumsal davranışının ‘iç’ dinamikleriyle ilgili bir yoruma sahiptir.

Mead’e göre, insan düşüncesi, deneyimleri ve eylemleri özünde toplumsaldır (yani, diğer insanları gerektirir) ve her toplumsal etkile­şimin temeli sembolik etkileşim, anlamların semboller, özellikle dil aracılığıyla paylaşılmasıdır. Hiçbir nesne, ister bir sandalye, ister bir ev, sevgili veya tutku olsun, iletişim içindeki insanların ona yüklediği anlam dışında hiçbir anlama sahip değildir. Paylaşılan anlamlar ol­madan, semboller olmadan ne bir insan etkileşimi ne de bir insan toplumu var olacaktır. Toplumsal hayat ve iletişim, sadece sembolle­rin anlamları toplumun üyeleri tarafından Mead’in ‘rol alma’ adını verdiği şey ve özel bir sembolün -bir hareket, sözcük veya görüşün- yorumu sayesinde büyük ölçüde paylaşıldığı sürece mümkündür. Bireyler ‘rol alma’ süreci aracılığıyla bir benlik anlayışı ve diğerlerinin algılarına ilişkin bir anlayış, hem ‘ferdi ben’ hem de ‘sosyal ben’ olma yeteneği, bilinçli olma ve bir benlik algısına sahip olma yeteneği geliştirirler. Benlik algısı doğuştan olmayıp, çocukluk dönemindeki bireysel ve kollektif oyunlarla ve hayat boyu sürdürülen ‘iç konuşma­lar’ sayesinde öğrenilir.

Bilinçli düşünce insanların diğerlerinin bakış açılarını görebilmele­rini ve böylece diğerleriyle onların kendileri hakkındaki düşünceleri temelinde işbirliği yapmalarını mümkün kılar. Bu yüzden, bireyin içinde yer aldığı toplum veya topluluk kendi üyelerinin davranışları üzerinde kontrol kurarken, bireyler de diğerlerinin beklentilerini – algılanmış beklentileri- anlamaya ve yorumlamaya çalışırlar. Aslında kültür, roller ve sosyal kontrolün varlığına rağmen, Mead’e göre,

 

insanlar nasıl bir tepki verecekleri konusunda seçimler yaparlar. On­lar Büyük Biraderin kontrolü altındaki robotlar veya kuklalar değMer- dir. Bu seçimler, ister nasıl giyinileceği isterse nasıl bir iş sahibi oluna­cağı konusunda olsun, belirli özgürlükler ve fırsatlar içinde işler. Top­lum, bu nedenle, hayata anlam ve önem kazandıran, İnsanî etkileşi­min temelini oluşturan bir semboller dünyasıdır. ‘Toplum veya gru­bun ortak alışkanlıkları”, kuralları ve beklentileri birey tarafından eğitimle içselleştirilir.

Mead’in öğrencileri bu analizi genişlettiler ve geliştirdiler. Herbert Blumer, örneğin, sosyologların insanların niçin belirli biçimlerde davrandıklarını anlamak için, yüzeysel laboratuar deneylerine veya basitleştirici ‘neden-sonuç’ analizlerine başvurarak, toplumu ‘dışarı­dan’ değil, daha ziyade içeriden, katılımcının bakış açısından, ‘doğal’ durumlar içinde araştırması gerektiğini öne sürerek, Mead’in bu gö­rüşlerini uygulamaya geçirecek bir metodoloji geliştirmeye çalıştı. Everett Hughes kariyer kavramını sadece belli bir işler kategorisinin ortak özelliklerini açıklamak için değil, aynı zamanda insanların bir suçlu, akıl hastası haline gelirken ve diğer çeşitli yaşam biçimleri içindeyken geçirdikleri evreleri ana hatlarıyla ortaya koymak amacıy­la geliştirirken, Charles Horton Cooley de ‘Ayna Benlik’ kavramını geliştirdi.

KAVRAMSAL GELİŞİM

Mead’in sembolik etkileşimci düşüncesi, psikoloji ve felsefenin yanı sıra, birçok sosyal bilimler alanını etkiledi. Sosyolojide sembolik etki- leşimcilik, yani bireyi bir toplumsal varlık olarak araştırma girişimi 1920’lerde Amerika’da Chicago Okulunun yaptığı birçok önemli araştırmaya kaynaklık etti; bu vurgu 1960’lar ve 70’lerde, yapısal- işlevselciliğin determinizminin -toplumun sıradan insanların üzerin­de ve ötesinde bir şey olarak tasvirinin, bireyin bir kukla olarak be­timlenmesinin; bu teorinin soyut teori ve kavramlarının- bir eleştirisi olarak yeniden ortaya çıktı. Sembolik etkileşimcilik zengin ayrıntı ve kapsamda empirik analizlere meraklı, genç suçlular ve akıl hastaları gibi sapkın grupların ‘yeraltındaki dünyalar’ına karşı özel ilgi göste­ren önemli bir gelenek yaratmıştır. O, etiketleme teorisi, etnome- todoloji, fenomenoloji ve dramaturgi gibi birçok filiz vermiş; sosyal­leşme, ‘rol oynama’ ve toplumsal bilginin doğasıyla ilgili tartışmalara önemli katkılarda bulunmuştur. Mead (1934) için, zihin ve benlik gündelik hayatın toplumsal yaratılarıdır. “Bildiğimiz kadarıyla, zihin ve benlik olmasaydı insan toplumu da olmayacaktı”. Zihin ve benlik

 

bir benlik bilinci yaratır; zihin ve benlik sadece diğerleriyle ilişki için­de var olur. Benlik bilincin nesnesi ve öznesidir, bir insan olarak ferdi ben ve sosyal ben hem kendisi üzerinde düşünür hem de diğerleriyle ve ‘genelleştirilmiş diğeri’ veya ‘önemli diğerleri’yle etkileşim kurar. Çocuklar diğerlerini oyunlar sırasında, rolü oynayarak, onların dün­yayı nasıl gördüklerini tasavvur ederek tanır. ‘Genelleştirilmiş diğeri’ sayesinde birey bir anlamda toplumu kafasının içinde taşır. Mead’in yazılarında bireyin aktif ve yaratıcı potansiyeli vurgulanır ve uyumcu- luk, edilginlik, zorlama ve çatışma gibi faktörler göz ardı edilir.

Ancak, sembolik etkileşimcilik, bireysel davranışların ve küçük grupların davranışlarının analizinin ötesine geçemediği, genelde bir toplum resmi veya teorisi ortaya koyamadığı, büyük ölçekli toplum­sal değişmeleri veya güç ve zenginliğin dağılımını açıklayamadığı için eleştirilmiştir. O bazen toplumu sadece insanların zihinlerinde bir şey olarak betimler. O, aslında bireyin özgürlüğünü ve toplumun sınırlı rolünü vurgulayan ‘Amerikan’ bir görüştür. Sembolik etkileşim­cilik birey aktöre odaklanır, toplumsal yapıların insan davranışları üzerindeki etkisini ihmal etme ve bu yüzden toplumu sadece birçok bağımsız ve köksüz bireyin etkinlikleri ve etkileşimlerini içeren, ‘yapı­dan yoksun’ bir şey olarak tasvir etme eğilimindedir. Sınıf, hükümet, hukuk vb.nin bireyler üzerindeki etkisi genellikle sadece bir sonuç olarak alınır. Sembolik etkileşimci paradigmanın problemlerinden ikisi özellikle belirgin biçimde vurgulanır; (i) insan duygularını fazla dikkate almama ve (ii) toplumsal yapıyla sınırlı ölçüde ilgilenme. Gerçekte, bu yetersizliklerden ilki sembolik etkileşimin tam anlamıyla psikolojik olmadığını, İkincisi de sembolik etkileşimin tam anlamıyla sosyolojik olmadığını ima eder(Meltzerefa/, 1975:120).

Sembolik etkileşimciliğe eleştiriler şöyle sıralanabilir:

  • İnsanlar arası etkileşimini bağlama, toplumsal veya tarihsel bağlama yerleştireme ve bu yüzden, bazen bir uğraklar (episo- des), karşılaşmalar ve durumlar araştırmasından fazla bir şey olarak görünmeme.
  • Büyük ölçüde bireysel seçimler ve özgürlükleri vurgulayarak, insan davranışları üzerinde kısıtlamaları aydınlatamama.
  • Anlamı daha ziyade belirli bir durumda kendiliğinden, etkileşim sırasında ortaya çıkan bir şey olarak resmettiği, etkileşimin ko­numlandığı temel toplumsal bağlamı dikkate almadığı için, an­lamın kaynaklarını ortaya koyamama.

Bu eleştirilerden bazıları yetersizdir veya Mead’in görüşlerinin uç yorumlarına dayanır. Mead, toplumsal yapı ve kurumların önemli

 

, olduğunu kabul etmiş, ancak onların insan davranışını belirledikleri ! iddiasına karşı çıkmıştır.

  • İkinci olarak, tanım gereği, sembolik etkileşimcilik insanların yo­rumlarıyla yaratılanın ötesinde bir toplumsal gerçeklik görmez ve bu yüzden toplumu daha genel düzeyde açıklamayı reddeder.

Üçüncü olarak, her zaman açıkça ifade edilmese de, güç kavramı İni analizlerin tamamlayıcı özelliğidir. Güç, insan etkileşiminin, belirli bir durumun nasıl ‘tanımlandığı’nı bir dereceye kadar kontrol yete- | neğinin temel bir parçasıdır. Gerçekte, bu yazarlar çoğunlukla, top- ■ lumda güçlünün sesi her zaman işitildiği için, araştırmacıların toplu­mun ‘kaybedenlerine (underdogs) yoğunlaştıklarını öne sürerler.

1970’lerden bu yana, yine de, sembolik etkileşimcilik dinamizmini kaybetmiş ve Marksizm gibi daha güçlü ve eleştirel perspektifler öne çıkıp egemen konuma gelirken, birçok farklı yöne dağılmış görün­mektedir. Sembolik etkileşimcilik günümüzde Fine’ın (1992) ‘post- Blumerci’ çağ olarak adlandırdığı bir döneme girmiştir. Bu bir yandan Blumer’in çalışmasını makro düzeyde yeniden ele almayı, öte yandan sembolik etkileşimciliği etnometodoloji, alışveriş teorisi ve fenome- noloji gibi teorilerle mikro düzeyde ve Parsons, Weber, Marx ve Durk- heim’in düşünceleri kadar post modernizm ve feminizm gibi teoriler­le makro düzeyde harmanlamayı gerektirmektedir. Bu yeni sembolik etkileşimcilik Mead ve Blumer dönemindekinden çok daha farklı ve sentetik bir perspektiftir.

John Baldvvin (1986) gibi yazarlar daha ileri giderek Mead’in fikir­lerini tam kapsamlı ve bütüncül sosyolojik bir teori içinde birleştir­meye çalışırlarken, Maines ve Morrione (1990) Blumer’in çalışmasının, özellikle onun yayımlanmamış çalışması ‘Bir Toplumsal Değişme Faktörü Olarak Sanayileşme’nin, öznel olduğu kadar nesnel ve makro bir perspektife de sahip olduğunu göstermeye çalışmıştır. Stryker (1980) gibi yazarlar güç, statü ve sınıf kavramlarını modern etkileşim- ciliğe sokmaya çalışırken, Norman Denzin (1992) onun perspektifini post-modern bir kültür ve medya araştırmasına genişletmeye çalış­mıştır. Sembolik etkileşimcilik günümüzde 1920’ler ve 30’larda oldu­ğu kadar canlı ve dinamiktir. Gary Fine’nın (1980) belirttiği gibi, o parçalanmış ve genişletilmiş olabilir, diğer teorik perspektiflere dâhil edilmiş ve hatta onlar tarafından benimsenmiş olabilir, fakat o hâlâ özeldir, hâlâ sosyolojik düşünce ve yöntemi biçimlendirebilecek ve sorgulayabilecek kapasiteye sahiptir.

İlgili Makaleler