Selçuklu ve Osmanlı kentleri üzerine yapılan araştırmalar, özellikle de şziki yapı-
sı hakkında yapılan araştırmalar; öncelikle Bizans’tan devralınan kentsel miras ve
bu mirasın kendi yapısı içinde erimesi süreçlerinin anlaşılması olarak değerlendirilmelidir.
Selçuklu ve Osmanlı dönemleri çok uzun süreçleri (yaklaşık 900 yıl)
kapsar ve bu uzun zaman içinde kentlerin toplumsal yapılarının, şziki yapılarının
ve kentsel yaşam biçimlerinin birçok öğesinin süreç içinde değiştiğini düşünebiliriz.
Aktüre’ye göre kent gibi çok karmaşık ve çok sayıda değişkeni içeren bir olguyu
uzun bir zaman dilimi içinde çözümlemeye çalışırken, değişkenler içinde önceliğ
i olanları belirlemek gerekir. Aksi takdirde, tüm değişkenleri eşit değerde almak
kente ilişkin açıklamaları sonuçsuz bırakacaktır. Çok sayıdaki değişkenlerden,
1. Anadolu’nun siyasal yapısının zaman içinde değişmesi,
2. Anadolu’nun yol sisteminin değişmesine bağlı olarak ticari dolaşım ve ticari
merkezlerin değişmesi,
3. Kentin bölgesel kademelenmedeki yerinin ve işlevinin değişmesi (Aktüre,
1984:1-2) gibi değişkenler Anadolu’daki Selçuklu ve Osmanlı kentlerinin şziki
yapılarının analizinde önemli unsurlardır.
İlhan Tekeli’ye göre 16. yüzyıldan başlayarak Cumhuriyet’e kadar, Anadolu
yerleşme sisteminde üç farklı yapı ve dönüşüm olmuştur. Bunlar;
• 17. yüzyıldaki Klasik Osmanlı Dönemi,
• 17.-18. yüzyıllarda merkezi denetimin zayışayıp bölgesel beyler gibi davranı
ş gösteren ayanların öneminin attığı dönem ve
• 19. yüzyılda Osmanlının yarı sömürge hâline geldiği dönemlerdir. Söz konu
bu dönemlerde, yerleşme sistemi içinde kent kademelenmeleri, üretim ve
ulaşım teknolojileri, artı-ürünün yaratılma ve denetlenme biçimleri kentin
niteliğini belirlemektedir (Tekeli, 1980, s. 36-37).
Anadolu’da Türklerin devraldığı kentsel mirasın niteliği hakkında çok az bilgi
vardır. 10. -14. yüzyıllar Türk çağı Anadolu’sunun oluşum yılları içinde Bizans
kentlerinin nasıl bir dönüşüm geçirdiği arkeolojik kazı sonuçları ve Bizans tarihi
kaynaklarının verdiği bilgilerden derlenebilmektedir. Sardes (Manisa/Sart) gibi yerlerde
yapılan kazı sonuçlarının sunduğu nümizmatik (tarihi para bilimi) bulgulara
dayanak, 12. yüzyıldan sonra Anadolu’daki çoğu Bizans kentinin çöktüğünü anla-
2. Ünite – Kentlerin Kökeni ve Tarihi 37
şılmaktadır. Günlük ticaret işlemleri için kullanılan tunç para 12. yüzyıldan sonra
giderek azalmıştır. Günlük alışveriş için gerekli olan paranın yokluğu ya da azlığı,
bu tür işlemlerin “trampa/değiş tokuş” yöntemiyle gerçekleştiğini gösterir ki, bu
ekonomiye kentsel denemez. Piskoposluk kenti listelerinde de terk edilen kentler
hakkında bilgi bulunmaktadır. Bu tarihi kaynakların birinde, Yalova yakınlarında
bulunan Helenapolis için, terk edildiğinden dolayı “sefalet kent” diye bahsedilmiştir
(Tanyeli, 1987, s. 16-17). Kentsel yaşantının büyük ölçüde çöktüğü Sardes (Manisa/
Sart), Priene (Aydın’da), Pergamon (İzmir/Bergama), Balat (Aydın//Söke’de),
Ephesos (İzmir/Selçuk’da) gibi kentlerin 7. yüzyıldan sonra Bizans dönemindeki
şziki yapısı, antik yerleşme alanı üzerine konumlanmış küçük ve birbirinden kopuk
yerleşme nüvelerinden oluşan çok parçalı bir görünüm sunar.
Çok parçalı bu kentlerin dışında iyi organize olmuş Bizans kentleri de vardır. İslam’ı
n yükselişi ve Anadolu’ya yapılan Emevi ve Abbasi seferleri Anadolu yol ağını
tümüyle değiştirmiştir. Böylece askeri kaygılarla Başkent Constantinopolis’e (İstanbul)
olabildiğince kestirmeden bağlanan yeni yol sistemi oluşmuştur. Bu yollar üzerinde
yer alan ve İstanbul’a uzak bölgesel merkez özelliği taşıyan kentlerde, yerleşme
alanı sur içindedir. Sur dışına taşan yerleşim çok küçük boyutlardadır. Bu kentlerin
iç kaleleri yönetim ve askeri işlev taşır ve organize ticaret yapılabilmektedir.
Ankyra (Ankara), İkonion (Konya), Amaseia (Amasya), Smyrna (İzmir), Trapezus
(Trabzon), Kolonia (şebinkarahisar), Attaleia (Antalya), Kaesaria (Kayseri), Prusa
(Bursa) kentleri bu özellikleri gösteren kale kentlerdir (Tanyeli, 1987, s. 22-32).
Selçuklu Kentleri
1071 Malazgirt Savaşı ve sonuçları Anadolu siyasi tarihinde bir kırılma noktası
oluşturur. Bu tarihten sonra Anadolu çok hızlı bir biçimde Türkleşir ve İslamlaşır.
İran ve Orta Asya’dan büyük yığınlar hâlinde göçebe yaşam tarzını sürdüren Türkmen
kitleleriyle, yoğun olarak 13. başından sonra kentli göçmenler Anadolu’nun
her tarafına dağılırlar. Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman
şah 1075 yılında Anadolu’nun batısına kadar ulaşarak İznik’i almış ve burayı
kendisinin ikamet ettiği merkeze dönüştürmüştür. Anadolu batısına kadar ulaşan
bu askeri zaferler zaman içinde Bizans’ın toparlanmasıyla siyasal ve askerî bir denge
oluşmuştur. Genel bir coğraş sınır oluşturulursa, Sinop Antalya hattının batısı
Bizans’ın, doğusu ise Anadolu Selçukluları ve Artukoğulları, Saltukoğulları, Danışmentoğ
ulları, Mengücekoğulları gibi beyliklerin elinde kalmıştır. Bu beylikler zaman
içinde Anadolu Selçuklu Devleti’ine tâbi olmuşlardır.
Bu yeni siyasal durum, Anadolu’da bazı kentlerin eskisinden çok daha önemli
olmasını sağlamış ve anıtsal kamusal yapılarla donatılan merkezlere dönüştürmüştür.
Erzurum (Saltuklu merkezi), Tokat ve Niksar (Danişmentli merkezi), Sivas/Divriğ
i (Mengücek merkezi), Kayseri (önce (Danişmentli, sonra Anadolu Selçuklu
merkezi), Konya (Anadolu Selçuklu başkenti), Mardin (Artukoğlu merkezi), Sivas,
Ankara, Aksaray, Harput, Sinop, Antalya gibi kentler Anadolu’nun Orta Çağ kentleri
arasında öne çıkan kentlerdir.
Selçuklu çağı kentlerinin şziki yapısını belirleyen kent bölümlerinde kamusal,
dini ve sivil yapılar bulunur. Her kentin bir sur sistemi mutlaka vardı. Ancak yerleşimin
sur dışına taştığı Amasya, Erzurum Kayseri Kırşehir örneklerin yanı sıra,
yerleşimi sur sisteminin sınırladığı Ankara, Konya, Sivas, Kütahya, Sinop, Antalya
gibi kent modelleri de bulunur. Kentin bölümlerini sur içinde yer alan yönetimsel
merkez olarak iç kale, ticaret alanı ve konut alanları (mahalleler) oluşturur. İç kalede
saray, darphane, askeri garnizon, hapishane gibi yapılar bulunur.
Kentin ticaret alanlarında, bedesten, hanlar, dükkânlar ve ulu cami vardır.
Orta Çağ’da günümüzden farklı olarak, içinde cuma namazı kılınabilen minberli
cami sayısı fazla değildir. Sadece minberli camilerde hutbe okunabilir. Dinî aidiyetlik
bakımından devlet başkanları adına okunan hutbe çok etkili olduğundan dolayı,
merkezî iktidarın denetleyebileceği yerleşimlerde minberli camiler yapılmıştır.
Bu özelliğe sahip camiler yerleşimin büyük camileridir ve genellikle “ulu cami”
olarak adlandırılır. Ulu camilerin dışında daha küçük boyutlu mescitler mahalle
merkezlerinde yer alır. Mescitler, namaz kılmanın yanı sıra, ilkokul düzeyinde
eğitimin verildiği, mahallelinin toplandığı ve sosyalleştiği yerlerdir. Ticari yapılar
içinde bedestenlerin özel bir yeri vardır. Bezzasistan da denilen bu yapılar kumaş
ticaretin yapıldığı yerler olmasının yanı sıra, kentin bankası gibi işlev de görmekteydi.
Esnafın parasının saklandığı, iş bağlantıların yapıldığı, borçların alınıp verildiğ
i bedestenler ticaretin organize edildiği yerlerdir. Eğitim yapıları kent içinde
önemli bir grup oluşturur. Kur’an ve hadis eğitimlerin verildiği, şerri kuralların öğ-
retildiği medreselerin yanı sıra, rasathaneler, darüşşifa (tıp eğitiminin verildiği ve
tedavi uygulamalarının yapıldığı yapılar), bimarhane (akıl hastalarının tedavisinin
yapıldığı ve ilgili eğitimin verildiği binalar) gibi yapılar, Anadolu Selçuklu kentlerinde
bir ya da birden fazla bulunabilmektedir. Sivas örneğinde olduğu gibi eğitime
ayrılmış kentsel bölümler olabilir. Sivas’ta İzzettin Keykavus Darüşşifası, Çifte
Minareli Medrese, Buruciye Medresesi birbirine yakın konumda yapılmışlardır.
Yukarıda verilen yapı türlerinden başka, tekke, zaviye, hangâh, dergâh, âsitâne
gibi tarikat yapıları ve hamamlar, köprüler, türbeler Anadolu Selçuklu kentlerin fiziki
yapısını oluşturan diğer yapılardır.
Osmanlı Kentleri
14. yüzyıl Anadolu’su siyasal ve ekonomik yapının dönüşüm geçirdiği ve bunun
sonucu olarak da yol sisteminin değişim geçirdiği bir dönemdir. 14. yüzyılın başında,
1300-1333 yılları arasında; Anadolu’da büyük bir kuraklık yaşandığı için üretim
düşmüş ve bunun sonucunda da açlık ve yoksulluk ortaya çıkmıştı. Bu sorunların
yanı sıra, İlhanlıların Anadolu’yu denetim altına alma çabaları, sürüp giden savaş
ortamı köylünün üretim gücünü azaltan etkenler olmuştur. Bu dönemlerde Anadolu
kentlerinin yoğun ticaret yaptığı Mısır, Suriye ve Bizans çöküntü hâlindeydi. Suriye’de
sanayi, ticaret ve tarımsal üretim gerilemiş ve para darlığı görülürken, Bizans
Devleti ise, Anadolu’yu kaybetmiş, doğu ile ticaret ilişkileri oldukça zayışamı
ş ve Batılı tüccarların rekabetiyle karşı karşıya kalmıştı. Tüm bu olgular Anadolu’da
daha önceki yapıların büyük ölçüde değişmesine ya da tümüyle ortadan
kalkmasının neden olmuştur. Bu değişimlerin en önemli olanlarından biri, Anadolu’daki
transit ticaret yollarının eski önemlerini yitirmeleri ve ulaşım sisteminin de-
ğişmesidir (Akdağ, 1974, s. 44-46).
Ticaretin ve üretimin gerilemesi en çok kenti etkilemiştir. Anadolu’daki bu genel
siyasi ve ekonomik duruma karşın, kuraklıktan etkilenmeyen Anadolu’nun kuzeybatı
sında Osmanlı Beyliği bölgedeki yoğun nüfuslu zengin Bizans kentleriyle
yaptığı ticaretle giderek zenginleşmiştir. Anadolu’nun diğer bölgelerinden tacirler
Osmanlı-Bizans sınırındaki pazarlara geliyorlardı. Bu ortamda Osmanlı Beyliği sı-
nırlarını genişletmiş, 1326’da Bursa, 1331’de İznik’i almıştır. Anadolu içlerinden gelen
göçmenlerle de bölgenin nüfusu artmıştır (Akdağ, 1974, s. 45-46). Konargöçer
aşiret yapısından kentsel yaşama evrilen ve giderek devlet organizasyonu kuran
Osmanlıların gerçek manada ilk kentleri bu kentler olmuştur. Erken dönem Os-
Anadolu Selçuklu kentinin
bölümlerini sur içinde yer
alan yönetimsel merkez
olarak iç kale, ticaret alanı
ve konut alanları
(mahalleler) oluşturur. İç
kalede saray, darphane,
askerî garnizon, hapishane
gibi bölümler bulunur.
manlı kentleri olarak Bilecik, Bursa, İznik, Yenişehir, Edirne, Ankara, Amasya gibi
kentlerde, dönemin tipik mimari yapısı zaviyeli camiler yapılmıştır. Plan özelliklerinden
dolayı “ters T planlı camiler” olarak da adlandırılan bu yapılar çok işlevli
yapılardı. Dinî işlevinin yanı sıra, bu yapılar bir toplanma merkeziydiler. şehrin dı-
şında ama ona yakın bir konumda yapılan zaviyeli camiler kolonizatör dervişlerin
bölgeye gelen göçlerin denetlenmesinde ve bunların iskân edilmesinde bir odak
işlevi görüyordu. şehrin dışında yapılmalarının bir amacı da konargöçerlerin bu
yapıların çevresinde bir mahalle oluşturarak yerleşmesini sağlamak olmuştur. Bundan
dolayı, erken Osmanlı kentleri birden fazla odağı olan dokulardan oluşur.
Bursa örneği ile somutlaştırırsak surlarla çevrili Bizans’tan devralınan kent bölümü
merkez odak olurken, bunun çevresinde içinde zaviyeli camiler olan külliyelerin
(Orhan Gazi Külliyesi, I. Murat Külliyesi, Yıldırım Külliyesi, Yeşil Külliye, II. Murat
Külliyesi, Timurtaş Külliyesi gibi) çevresinde oluşan yerleşimler diğer odakları
oluşturmaktadır. Erken dönemlerde bu odakların arasında geniş boşluklar, tarım
alanları, mezarlıklar bulunmaktaydı. Devletin merkezîleştiği Fatih döneminden
sonra zaviyeli camiler eski önemlerini yitirir. İskân siyaseti bu tarihlerden sonra
merkezî devlet tarafından yapılacaktır.
16. yüzyıldan sonra nüfus yoğunluğu ve olgunlaşmış kurumlarıyla Osmanlı
kentleri için çeşitli tanımlar getirilmiştir. Tahrir defterleri (dönemin mali nedenlerle
derlenen ve vergiler hakkında bilgi veren defterler) verileriyle, vergi mükelleşerinin
sayısal yoğunluğuna göre tanımlanan yerleşimlerden 400-1000 vergi mükelleşnin
bulunduğu yerleşimler kasaba, 1000’den fazla vergi mükelleş olan yerleşimler
ise kent olarak tanımlanmaktadır. 3000 üstü vergi mükelleş olan kentler ise
büyük kentlerdir. 14. yüzyılın ilk yarısında Bursa, Amasya, Ankara gibi kentler büyük
ölçekli kentler arasında yer alır. Bu kentler tarım dışı üretimin yoğunluğuyla
dikkat çekmektedir. Ayrıca, kentlerde idari düzey açısından bir Sancakbeyi ya da
en azından bir Kadı’nın bulunması gereklidir (Faroqhi, 1993, s. 14-18). Kent, Osmanlı
belgelerinin diliyle ise “Bazar durur, cuma kılınur” yerlerdir (Karagöz, 1999,
s.105). Burada organize olmuş ve devamlılığı olan kentsel bir mekân olarak ticaret
alanıyla, minberi olan ve hutbe okunabilen bir cami kastedilmektedir. Camilerin
dışında Anadolu Selçuklu döneminden bildiğimiz dini, sivil, eğitim ve ticari yapı-
lar Osmanlı döneminde de görülür. Ancak bu yapıların kente yerleştirilmesinde
daha planlı davranıldığı ve külliyeler (yapı topluluğu) şeklinde yapıldıkları görülür.
Külliyeler çevrelerindeki yerleşimin odağını oluşturuyorlardı. Külliye içindeki
yapıların bakım ve onarım giderleriyle görevli kişilerin maaşları, kurulan vakıf tarafı
ndan karşılanırdı.
Bedestenler yine ticaret alanın en önemli yapılarıdır. Selçuklu döneminde oldu-
ğu gibi kentin bankası gibi işlev görmüştür. Bu konuda Osmanlı belgelerinde yeterince
olay kaydedilmiştir. Amasya bedesteninden Osmanlı merkezi idaresine ait
30.000 akçe çalınınca, bedestenin korunmasından sorumlu yeniçerilerle tüccar kiracı
lar arasında sert tartışmalar çıkmıştı. Malatya kapalı çarsının korunabilmesi için
yakınlardaki Gerger ve Besni kalelerindeki askerlerin nerdeyse yarısı Malatya’ya
gönderilmiştir. Çünkü bedestende saklanan malların hepsi satılık tüccar mallarından
oluşmuyor, özellikle bağ ya da yaylaya çıktıklarında kent ahalisinin değerli eşyaları
da bedestende saklanıyordu (Faroqhi, 1993, s. 33).
Osmanlı belgelerinin diliyle
kentler “Bazar durur, cuma
kılınur” yerlerdir Burada
organize olmuş ve
devamlılığı olan kentsel bir
mekân olarak ticaret
alanıyla, minberi olan ve
hutbe okunabilen bir cami
kastedilmektedir.
Osmanlı kentlerinde vakıf kurumlarının önemli bir rolü vardır. Vakıf, varlıklı kişilerin
özellikle taşınmaz mallarının gelirlerini ve mülklerini dini ve sosyal amaçlı
hizmetlerde kullanmak için kurdukları kurumlardır. Vakıf, işleyişini düzenleyen bir
vakşye mütevelli heyeti ve ‘kadı’nın imzasıyla yürürlüğe girerdi. Vakıf mallarının
dini nedenlerden dolayı kamulaştırılamaması ve vergi alınmaması, iyi işleyen bazı
vakışarın ekonomik olarak büyümelerinin önünü açmıştır. 18. yüzyılın sonları ile
19. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti’ndeki taşınmaz malların büyük bir kısmı-
mın vakışarın elinde bulunduğu; toplam taşınmazlar içinde vakışarın payının dörtte
üç oranına ulaşmış olduğu söylenmektedir (Köprülü, 1983, s.110). Vakışara ait
taşınmaz mallar Anadolu’da pek çok ticaret merkezinin kurulmasında ve gelişmesinde
önemli rol oynamıştır.
Erken Osmanlı döneminden itibaren kentlerde sur önemli görülmemiştir. Erken
Osmanlı döneminde sur dışı yeni yerleşim odakları kurulduğunu söylemiştik. 16.
yüzyıl klasik dönemde de kentin şziksel yapısı sura bağımlı bir özellik göstermez.
Geçmiş dönemlerden kalan surlar savunma amacından ziyade, kentlere kontrollü
giriş çıkışları sağlamak içindir. Tüm Akdeniz, Avrupa ve Yakın Doğuda, gücünün
zirvesindeki Osmanlıyı tehdit edebilecek askeri bir güç olmadığından surların bakı
mına da gerek görülmemiştir. Ancak Anadolu’da 17. yüzyılda Celali isyanları sonucu
surların tekrar önem kazandığını sur onarımlarından anlıyoruz.
Osmanlı kentleri için üzerinde durulması gereken önemli konulardan biri kentsel
mekân meydanlardır. Osmanlı kentlerinde 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar,
batılı anlamda meydan olmamıştır. İstanbul’da Osmanlı öncesi dokunun uzantısı
olarak Sultan Ahmet Meydanı (At meydanı) gibi açık alanlar daha çok açık pazaryerleri
olarak kullanılmıştır. Oysa batı kentlerinde meydan, 12. yüzyıldan itibaren
idari, askeri işlevi olan mekânlardı. Gotik dönemde meydanın özerk yerel yönetim
yapıları ve bir katedral (piskoposluk merkezi olan, kilise hiyerarşisi içinde idari bir
organın çalıştığı kilise) ile birlikte kentsel bir anlamı vardı. Rönesans ve Barok dönemlerde
ise, kent diğer bölümlerin ışınsal bir yol ağıyla kendisine bağlandığı ve
militer gösterilerin mekânı olarak meydan anlayışı vardır. Osmanlı kentlerinde
kentin açık alanları olarak geniş külliye avluları kullanılmıştır. Hemen her kentte
en az bir külliye bulunur ve külliyelerin avlusu sosyalleşme mekânındır. Buralarda
buluşulur, sorunlar tartışılır, vakit geçirilirdi. Külliyenin olmadığı durumlarda
mescitlerin önündeki küçük alan ya da mescit avlusu da aynı işlevi görüyordu.
Osmanlı kentlerinde mahalleler, genelde bir mescit çevresinde olaşan konut
alanlarında insanların yaşadığı kent birimidir. Bir külliye ya da cami/mescit etrafında
gelişen mahalleler, isimlerini genelde bu dinî yapıların kurucularından alırlar.
Kurucular bir bey, dini açıdan önemli biri veya tüccar olabilir. Bursa Alâeddin Camisi’nin
ve Bursa Timurtaş Paşa Külliyesi’nin odağını oluşturduğu mahalleleri buna
örnek olarak verebiliriz. Buna benzer çok sayıda mahalle ismi vardır. Bunun yanı
sıra, mesleki birtakım adlarla anılan mahalleler de bulunur. Mahallelerin oluşumunda
sınıfsal farklılaşma dikkate alınmamıştır. Farklı zenginlikte aileler değişik
boyut ve donanımdaki konutlarda yan yana dizilerek yaşamışlardır. Mahallelerin
sınıfsal farklılaşmaya göre bir kademelenme oluşturmaması başka türden farklıları
n olamadığı anlamına gelmemektedir. Aynı inanış ve geleneklere sahip dinî ve
etnik gruplar kendi mahallerinde yaşamışlardır. Bu anlamda mahalleler kendi içlerine
kapalı bir yapı oluşturur. Cemaat ilişkisiyle örgütlenen ve otokontrol sistemiyle
mahalle içindeki her türden konu-sorun hakkında mahalleli söz sahibiydi. Mer-
2. Ünite – Kentlerin Kökeni ve Tarihi 41
kezî yönetime karşı mahallenin temsiliyeti mahallenin imam, haham veya papazı
tarafından yapılmıştır. Bu kişiler, mahalleden alınması gereken vergilerin toplanması
ndan temizliğe kadar pek çok şeyden sorumlu tutulmuşlardır. 19. yüzyılda batı
modeli kent yönetimi reformlarının devreye girmesiyle, mahallenin yönetimi
muhtarlık ve ihtiyarlar heyetine bırakılmıştır.
Genel olarak, Osmanlı kentlerinin kapsadıkları alan bakımından 17. yüzyılda
ulaştığı sınırlar 19. yüzyıla kadar değişmemiştir. 19. yüzyılda hem modernleşme
hem de Osmanlı Devleti’nin toprak kayıpları nedeniyle kentlerin çehresi değişir.
Tekerlekli at arabasının kullanılmaya başlamasıyla birlikte, yolların da genişletilmesi
gerekmiştir. Yeniden dizayn edilen devlet kurumları ve ilgili binalar için yeni
alanların açılması gerekmiştir. Demiryollarının geçeceği hatlarda yeni düzenlemelere
gidilir ve istasyon binaları yapılır. Kaybedilen topraklardan gelen göçmenler
için, eski kentsel doku ve onun yol sisteminden farklı karelemeli yani birbirine
dik ve paralel uzanan sokaklardan oluşan mahalleler yapılır. Askeri kışlalar kentlerin
en anıtsal binaları olur. Modernleşme eski kent odaklarını, kamusal ve dini
yapıların önem sırasını değiştirir. En son 17. yüzyılın başında yapılmış ve kentin şziki
yapısının belirleyeni olan büyük programlı külliyeler bir daha yapılmaz ve 19.
yüzyıla gelindiğinde kentin genel dokusunun sadece bir parçası olurlar. Cami ve
külliye bir odak olarak, yeni oluşan kentsel odaklardan daha önemli değildir. Aynı
şekilde eskiden kentsel ticaretin en önemli yapısı bedestenler eski işlevlerini yitirirler.
Kısacası toplumsal ihtiyaçları karşılayan yeni yapı türleri kentin şziki dokusunun
ve kentsel yaşamın belirleyicisi olur.
42 Kent Sosyolojisi
2. Ünite – Kentlerin Kökeni ve Tarihi 43
Tarihî kent çalışmalarında kent kavramını tanı
mlayabilmek.
Değişik dillerde benzer anlamlar çağrıştıran
“kent” sözcüğü, kent kavramına ve kent tarihine
ilişkin ipuçları vermektedir. Bu anlam en başta
‘uygarlık’la ilişkilidir. Arapçada kentin karşılığı
‘medine’, kentli sözcüğünün karşılığı, “medeni”
ve uygarlığın karşılığı medeniyettir. İngilizcede
kentin karşılığı “city”, kentlinin karşılığı “civil(
ized)”, uygarlığın karşılığı “civilisation”dur.
Fransızcada da kent ve kentten türetilmiş sözcüklerde
benzer anlamlar vardır: Cité (kent), civilisé
(kentli), civilisation (uygarlık). Bu basit
açıklama, kent kavramıyla uygarlık kavramı arası
ndaki sıkı ilişkiyi, giderek kentli kişinin uygar
kişi olduğu varsayımını ortaya koymaktadır. Weber’e
göre, tam bir kentsel topluluk olabilmesi
için yerleşim biriminde alışveriş ve ticari ilişkilerin
göreli hâkimiyetin temsil edilmesi ve bir bütün
olarak şu özelliklerin görülmesi gerekir: 1.
İstihkâm, 2. Pazar yer, 3. Hukuk, 4. ilgili birlik, 5.
Özerklik.
M. Weber’in bu tespitleri tarihî kentlerin hem şziki
unsurların açıklanması hem de bu tarihî kentlerin
kentsel yaşamıyla ilgili sosyal olguların açıklanması
nda kullanılabilir kuramsal bir çerçeve
geliştirmiştir.
Neolotik yerleşimlerin oluşumunu ve özelliklerini
sıralayabilmek.
Günümüz iklim koşulları 14 bin yıl kadar önce
oluşmaya başlamış, insanlar mevcut teknolojileri
ile doğal çevreye uyum sağlamaya çalışmışlardı
r. “Neolitik Dönem”de kimi bölgelerde su
ürünleri, balıkçılık önem kazanmış, kimi yerlerde
de yabanıl bitki ve yemişler insanların beslenmesinde
önemli olmuştur. Beslenme kültüründe
oluşan bu değişim önceleri mevsimlik,
sonraları aynı yerde kalıcı yerleşmelerin kurulması
na olanak vermiştir. Bu türden yerleşmeler
dünyanın hemen her yerinde görülmektedir.
Ancak aynı süreç içinde Anadolu’yu da içine
alan Yakın Doğu’da diğer yerlerden farklı bir
yerleşim ve yaşam modeli olarak köyler ortaya
çıkmıştır. Bu yerleşimlerin diğer yerleşimlerden
farklılaşan üç özelliği şunlardır: 1. Bu yerleşimlerin
sosyal yapıları, daha sonraki dönemler için;
kent-devlet oluşturma potansiyeline sahiptir. 2.
Yerleşimlerin yapısı sadece işlevsel açıdan değil
toplumsal statü açısından da önemlidir. 3. Kült
inancı ve bu inanca göre mimari anıtsal özellikler
gösterir. İşlevsel özelliklerin yanında mimariyi
zenginleştiren bezeme ve sembolik anlamlar
dikkat çekicidir.
Antik kentlerin şziksel özelliklerini ayırt edebilmek.
Yunanlılar kentlerini “polis” olarak adlandırmışlardı
r. Polisler akarsu ve dağ silsileleri doğal sı-
nırlarıyla tarım ve hayvancılık yapılan geniş alanları
kapsar. Bu alanlarda “polis”e bağlı daha küçük
ölçekli “kome” adı verilen yerleşimler bulunurdu.
Bu kentlerin şziki yapıları coğrafya ve
arazinin durumuna göre ayrıntılarda farklılıklar
gösterse de benzer kuruluşa sahiptirler. Bir antik
Yunan kentinin şziki çehresini belirleyen dört
bölüm vardır: Akropolis (yukarı kent), agora, konut
alanları, Nekropolis (ölüler kenti). Akropoliste
bir temenos alanı içinde tapınaklar bulunur.
Her kentin koruyucu bir tanrısı veya tanrıçası olması
ndan dolayı, bu tanrı veya tanrıçaya adanmı
ş bir tapınak mutlaka bulunur. Halk meclisi
(Ekklesia) dışında yönetim meclisi (bouleuterion)
binası, tiyatro, stadyum, hamam ve gimnazyum,
anıtsal çeşme (nimpheum), sütunlu cadde;
Roma döneminde ortaya çıkan Zafer Takları, Hipodrom
ve Arenalar, su kemerleri (Aquadük),
Bazilika, anştiyatro gibi kamusal yapılar ve mekânlar
kentlinin kentle aidiyetlik ilişkisini sağlayan
yapılardır. Agoralar ticaret alanı kentlilerin
bir toplanma-sosyalleşme merkezidir.
Özet
Orta Çağ’dan modern çağa Avrupa kentlerin gelişimini
özetleyebilmek.
Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra ekonomik
ve toplumsal çözülmeyle Akdeniz çevresi
ve Avrupa’daki kentler de büyük ölçüde yıkılırlar.
Kır-tarım ekonomisinin hakim olduğu yapı
içinde kentler nüfus kaybeder. Bu süreç tarım dı-
şı ekonominin ve ticaretin canlanmasına kadar
devam eder. Orta Çağ’da yeni kentler, ya antik
kentlerin üstünde, ya manastır çevrelerinde ve
ya da feodal beyin şatolarının çevresinde gelişirler.
Roma Devleti’nin siyasal anlamda çöküşü ile
kentler kilisenin denetimine girmiştir. Ticaretin
sönmesi ve tüccarların etkinliklerinin azalması
kiliseyi olumsuz yönde etkilememiştir. Bu süreçte
kentlerin nüfusu azalıp yoksullaşırken, piskoposları
n gücü ve zenginliği artmıştır. Belirli bir
süre Roma dönemi kentler arası yol ağı devamlı-
lık göstermiş ancak İslam’ın 7.yüzyıldan itibaren
yayılmasına paralel olarak antik kentler yol ağı
ortadan kalkmıştır. Ticaretin tümüyle ortadan
kalkmasıyla 19.yüzyıldan itibaren kilisenin kentler
üzerindeki etkisi mutlaklaşmıştır. Orta Çağ’da
ticaret merkezli bir farklılaşmanın sayesinde ilerleme,
kâr ve giderek eşitlik, özgürlük gibi değerlerin
yerleştiği anlayış gelişmeye başlar. Orta Çağ
kentleri bu anlamda zenginleşip kuvvetlendikçe
yargısal ve yönetsel özerklikler elde etmişlerdir.
15. yüzyıla gelindiğinde ise giderek tasşye edilen
kölelik sisteminin tersine kent nüfusunun büyük
çoğunluğu özgür kişilerden oluşmaktadır.
Mutlakıyetçi devletin ortaya çıkmasıyla bürokrasi
ve ordunun gücü ile temsil edilen değişimler
oluşur. Eski kentin yapıları, sokakları yeni iktidarı
n ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma gelmiştir.
Kentlerde birbirini dik kesen uzun ve geniş
caddeler ve görkemli kamusal yapılarla askerleri
ihtiyaçlarla yeniden düzenlenir. Orta Çağ’ın
organik ve kendiliğinden gelişmiş denebilecek
kentleri, Rönesans döneminde bilinçli bir biçimde
geometrik düzenlemelere tabi tutulmuştur.
Kentlerde meydana gelen salgın hastalık, ahlaki
çöküntü, adaletsizlik ideal kent arayışlarına neden
olmuştur. Ütopist kentçiler, oluşturdukları
ütopya kentlerinde bireyi bir makinenin parçası
gibi görmüşlerdir.
Selçuklu ve Osmanlı kentlerini karşılaştırabilmek.
Selçuklu döneminde kentlerin şziki yapısını belirleyen
kent bölümlerinde kamusal, dinî ve sivil
yapılar bulunur. Her kentin bir sur sistemi mutlaka
vardı. Ancak yerleşimin sur dışına taştığı
Amasya, Erzurum, Kayseri, Kırşehir örneklerinin
yanı sıra, yerleşimi sur içinde kaldığı Ankara,
Konya, Sivas, Kütahya, Sinop, Antalya gibi kent
modelleri de bulunur. Kentin bölümlerini sur
içinde yer alan yönetimsel merkez olarak iç kale,
ticaret alanı ve konut alanları (mahalleler)
oluşturur. İç kalede saray, darphane, askeri garnizon,
hapishane gibi bölümler bulunur. 14.yüzyı
lın başında, 1300-1333 yılları arasında, Anadolu’da
büyük bir kuraklık yaşanmıştır. Üretimin
düşmesi açlık ve yoksulluğa neden olmuştur. Ayrı
ca savaş ortamı köylünün üretim gücünü düşürmüştür.
Fakat Osmanlı coğrafyasını oluşturan
bölgede koşullar daha uygundu ve Osmanlılar
konargöçer aşiret yapısından kentsel yaşama evrilen
ve giderek devlet organizasyonu kurarlar.
Erken dönem Osmanlı kentleri olarak Bilecik,
Bursa, İznik, Yenişehir, Edirne, Ankara, Amasya
gibi kentlerde dönemin tipik mimari yapısı zaviyeli
camiler çok işlevli yapılardır. Dinî işlevinin
yanı sıra, bu yapılar bir toplanma merkeziydiler.
şehrin dışında ama ona yakın bir konumda yapı
lan zaviyeli camiler kolonizatör dervişlerin bölgeye
gelen göçlerin denetlenmesinde ve bunları
n iskan edilmesinde bir odak işlevi görüyordu.
şehrin dışında yapılmalarının bir amacı da konargöçerlerin
bu yapıların çevresinde bir mahalle
oluşturarak yerleşmesini sağlamak olmuştur.
Bundan dolayı erken Osmanlı kentleri birden
fazla odağı olan dokulardan oluşur.
Organize olmuş ve devamlılığı olan kentsel bir
mekân olarak ticaret alanıyla, minberi olan ve
hutbe okunabilen bir camiler Osmanlı kentlerinde
mutlaka bulunurlar. Bunların dışında Osmanlı
kentinin önemli şziki unsuru külliyelerdir. Külliyeler
çevresindeki yerleşimin odağını oluşturuyorlardı.
Külliye avluları Osmanlı kentlerinde
meydan olmadığından dolayı sosyalleşme mekânı
dır. Külliye içindeki yapıların bakım ve onarım
giderleriyle görevli kişilerin maaşları kurulan vakı
f tarafından karşılanırdı. Vakışar, Osmanlı kent
yaşamının sosyal ve ekonomik kurumudur.
Erken Osmanlı döneminden itibaren Osmanlı
kentlerinde sur önemli görülmemiştir. Erken Osmanlı
döneminde sur dışı yeni yerleşim odakları
kurulduğunu söylemiştik. 14. yüzyıl klasik dönemde
de kentin şziksel yapısı sura bağımlı bir
özellik göstermez. Geçmiş dönemlerden kalan
surlar savunma amacından ziyade, kentte kontrollü
giriş çıkışlar içindir. Ancak Anadolu’da 17.
yüzyılda Celali isyanlarının sonucu surlar tekrar
önem kazanmıştır.
Osmanlı kentlerinde mahalleler, genelde bir mescit
çevresinde oluşan konut alanlarında insanları
n yaşadığı kent birimidir. Bir külliye ya da cami/
mescit etrafında gelişen mahalle isimlerini genelde
bu dinî yapıların kurucularının isminden
alırlar. Mahallerin oluşmasında sınıfsal farklılaşmaya
göre bir kademelenme yoktur. Aynı inanış
ve geleneklere sahip dinî ve etnik birimler kendi
mahallerinde yaşamışlardır. Bu anlamda mahalleler
kendi içlerine kapalı bir yapı oluşturur. Cemaat
ilişkiyle örgütlenen otokontrol sistemiyle
mahalle içindeki her türden konu-sorun hakkında
mahalleli söz sahibiydi. Genel olarak, Osmanlı
kentlerinin 17. yüzyılda ulaşmış oldukları sınırları
19. yüzyıla kadar aynı kalmıştır. 19. yüzyılda
hem modernleşme, hem de Osmanlı Devleti’nin
toprak kayıpları nedeniyle kentlerin çehresi de-
ğişir. Yeni ihtiyaçlardan dolayı yol sistemi değişmiş
ve yeni yapı türleri ortaya çıkmıştır. Bundan
dolayı geleneksel kent dokusunda değişiklikler
gerçekleşir.