Din ve Toplum

Seküler ve Modern

Seküler ve Modern

Modern kelimesinin kazandığı ilk hususi anlam, beşinci yüzyıla kadar gider ve Ro­ma împaratorluğu’nun iki ayrı dönemini birbirinden ayırdetmek için kullanılır. Bu dönemlerden ilki, pagan olan Roma’dır; ikincisi ise resmen Hristiyanlığı benimse­miş Roma dönemidir. Artık resmi dini Hristiyanlık olan Roma, geçmişle arasında bir set çekmek için, o döneme modernus adını vermiştir.

Hristiyanlaşmış Roma’ya modernus niteliğini veren şey, düşünce anlamında Yunanlı değerlerin aktarılması işlevini gören, Hristiyanlığı kabul edince de Ku­düs’ü kendisine taşıyarak bünyesindeki halklara aktaran Roma tecrübesinin, bir yenilemeyi de içermesidir. Hristiyanlaşmış Roma’nın hem Atina’da ortaya çıkan an­tik Yunan kültürünü ve hem de Kudüs’te ortaya çıkan Hristiyanlığı yenilediği iddi­a edilmiştir. Roma’nın Kudüs ve Atina’yla ilişkisi, bir kendine mal etme ve böyle­ce kendini yenileme ilişkisidir. Bunlar aynı zamanda birbirleriyle çatışarak bir sen­tez gerçekleştiriyordu. Bu da modernus a karakterini veren şeydir. Bu yenilik, Ki- lise’nin hâkimiyetiyle oluşan düzenden oluşur. Böylece Roma döneminde birbirle­rinden ayrılmış olduğu varsayılan dini olan ile seküler olan bir anlamda birbirinin içine girer.

Tektanrılı dinler arasında sadece Hristiyanlık kurucu merkezinden başka bir merkez edinmiştir. Dolayısıyla Hristiyanlık sürekli oluşum halinde bir din olmuş, kendisini her koşula adapte edebilmiştir.

Bu durum, 16. yüzyılın başlarındaki Reform hareketine kadar sürdü. Batı Avru­pa’da Katoliklik altında birleştirilmeye çalışılan halkların mezhepsel bölünmesine yol açan Reform hareketi, Katolik Kilise’sinin sadece teolojik, toplumsal ve ekono­mik aşırılıklarına bir tepki hareketi değildi; aynı zamanda özellikle toplumsal ve ekonomik alanlarda bir sekülerleşme hareketiydi de. Martin Luther adlı bir Alman papaz tarafından başlatılan Reform hareketi, feodal dönemdeki imtiyazları nede­niyle giderek zenginleşen, pispokosluğu, yerel kiliseleri ve manastırları Kilise’nin “yarar”ına kullanan ve hatta dini birtakım uygulamaları, mesela bir kişinin günah­sız olduğunu ifade eden endüljans sertifikalarını dahi para karşılığı satmaya başla­yan Katolik Kilisesi’nin bu tavırlarına karşı çıkış hareketiydi. Ama örneğin, incille- rin Latince dışındaki yerel dillere çevrilmesini, eğitimin sekülerleşmesini, kilisele­rin denetimlerinin seküler yöneticilere devredilmesini de savunan bir hareketti.
Öte yandan Katoliklik ekseninde tanımlanan kutsal değerler üzerine bina edil­miş bir tabiat algısı, sorgulanmaya başlandı. Beşinci yüzyıldan beri yazılmış klasik­leşmiş Kilise külliyatı sorgulanmaya başlandı ve bu külliyatın çözülemeden bırak­tığı meseleler yeniden, yeni bir gözle değerlendirilmeye çalışıldı. Bu noktada, Cer­men dünyanın Protestanlıkla birlikte bir kez daha Batı Avrupa kültüründe yeni bir senteze yol açmaya başladığını da müşahede etmek mümkün. Klasikleşmiş Hristi- yani külliyatın ve özellikle de bu külliyat üzerine bina edilen teolojinin tabiatı Tan- rı’nın kanıtı olarak sunması, “çağın adamı”nın tabiatı müşahede etme gücüyle ça- kıştırılamayınca, hem dini ve hem de seküler bir tabiat kavrayışının ortaya çıkma­sının yolu açıldı. Bu durum, Protestanlığın dünyevi hem de uhrevi doğasıyla birle­şince, ortaya yeni bir anlayış çıkmaya başladı. Katolikliğin kendisini benzetmeye çalıştığı modelde bir karmaşa yaşanmaya başladı. Aynı dönemlerde ağırlık kaza­nan ve Kilise hâkimiyeti dışında yeni bir sanat algısının gelişmesine yol açan Rö­nesans’ın estetik zevki de Roma Kilise’nin toparlayıcılığında gedikler açmaya ve model olarak daha özgür ve yenilikçi bir tarzda yorumlamaya başladı. Böylece bir kez daha “modern” bir dönemin başlangıcından bahsedilmeye başlandı.Bu açıdan Protestanlık diye ayrı bir mezhebin kurulmasına yol açan Reform hareketi, aynı zamanda Kilise’nin mülksüzleştirilmesi hareketinin de başlangıcını teşkil eder. Luther’in en önemli başarılarından birisi kilise örgütleme görevlerini Alman prenslerinin profan iktidarına devretmesiydi; İngiltere’de de VIII. Henry, kiliselere Anglikan hükümdar adına el koydu. Kilise mülklerine el konulması öy­le sonuçlar doğurdu ki neticede köylü mülksüzleşti, bütün kaynaklar üretim uğ­runa seferber edilmeye başlandı. Bu da kapitalizmin uç vermesi için gerekli altya­pıyı sağladı.

Bu yeni modelde, modern olan artık çağın kendi içinden çıkardığı ölçütlere gö­re değerlendiriliyordu.
Seküler ve Modernîlerleme düşüncesi hakim olmaya; zamandan bağımsız ve mutlak ölçütler be­nimsemenin artık mümkün olamayacağı öne sürülmeye başlandı. Tarihin de bir amacı olduğu fikri zemin kazandı. Akıl (rasyonalite) yeni bir tanıma kavuştu. Kısa­cası, modern kelimesi bu dönemde, belirli düşüncelere, daha çok da yeni yeni şe­killenmekte olan Aydınlanmacı fikirlere taraf olanların, kendilerini tanımlamak için kullandığı bir kelime olarak tebarüz etmekteydi.

Modern kelimesinin kazandığı ilk hususi anlam, beşinci yüzyıla kadar gider ve Ro­ma împaratorluğu’nun iki ayrı dönemini birbirinden ayırdetmek için kullanılır. Bu dönemlerden ilki, pagan olan Roma’dır; ikincisi ise resmen Hristiyanlığı benimse­miş Roma dönemidir. Artık resmi dini Hristiyanlık olan Roma, geçmişle arasında bir set çekmek için, o döneme modernus adını vermiştir.

Hristiyanlaşmış Roma’ya modernus niteliğini veren şey, düşünce anlamında Yunanlı değerlerin aktarılması işlevini gören, Hristiyanlığı kabul edince de Ku­düs’ü kendisine taşıyarak bünyesindeki halklara aktaran Roma tecrübesinin, bir yenilemeyi de içermesidir. Hristiyanlaşmış Roma’nın hem Atina’da ortaya çıkan an­tik Yunan kültürünü ve hem de Kudüs’te ortaya çıkan Hristiyanlığı yenilediği iddi­a edilmiştir. Roma’nın Kudüs ve Atina’yla ilişkisi, bir kendine mal etme ve böyle­ce kendini yenileme ilişkisidir. Bunlar aynı zamanda birbirleriyle çatışarak bir sen­tez gerçekleştiriyordu. Bu da modernus a karakterini veren şeydir. Bu yenilik, Ki- lise’nin hâkimiyetiyle oluşan düzenden oluşur. Böylece Roma döneminde birbirle­rinden ayrılmış olduğu varsayılan dini olan ile seküler olan bir anlamda birbirinin içine girer.

Tektanrılı dinler arasında sadece Hristiyanlık kurucu merkezinden başka bir merkez edinmiştir. Dolayısıyla Hristiyanlık sürekli oluşum halinde bir din olmuş, kendisini her koşula adapte edebilmiştir.

Bu durum, 16. yüzyılın başlarındaki Reform hareketine kadar sürdü. Batı Avru­pa’da Katoliklik altında birleştirilmeye çalışılan halkların mezhepsel bölünmesine yol açan Reform hareketi, Katolik Kilise’sinin sadece teolojik, toplumsal ve ekono­mik aşırılıklarına bir tepki hareketi değildi; aynı zamanda özellikle toplumsal ve ekonomik alanlarda bir sekülerleşme hareketiydi de. Martin Luther adlı bir Alman papaz tarafından başlatılan Reform hareketi, feodal dönemdeki imtiyazları nede­niyle giderek zenginleşen, pispokosluğu, yerel kiliseleri ve manastırları Kilise’nin “yarar”ına kullanan ve hatta dini birtakım uygulamaları, mesela bir kişinin günah­sız olduğunu ifade eden endüljans sertifikalarını dahi para karşılığı satmaya başla­yan Katolik Kilisesi’nin bu tavırlarına karşı çıkış hareketiydi. Ama örneğin, incille- rin Latince dışındaki yerel dillere çevrilmesini, eğitimin sekülerleşmesini, kilisele­rin denetimlerinin seküler yöneticilere devredilmesini de savunan bir hareketti.
Öte yandan Katoliklik ekseninde tanımlanan kutsal değerler üzerine bina edil­miş bir tabiat algısı, sorgulanmaya başlandı. Beşinci yüzyıldan beri yazılmış klasik­leşmiş Kilise külliyatı sorgulanmaya başlandı ve bu külliyatın çözülemeden bırak­tığı meseleler yeniden, yeni bir gözle değerlendirilmeye çalışıldı. Bu noktada, Cer­men dünyanın Protestanlıkla birlikte bir kez daha Batı Avrupa kültüründe yeni bir senteze yol açmaya başladığını da müşahede etmek mümkün. Klasikleşmiş Hristi- yani külliyatın ve özellikle de bu külliyat üzerine bina edilen teolojinin tabiatı Tan- rı’nın kanıtı olarak sunması, “çağın adamı”nın tabiatı müşahede etme gücüyle ça- kıştırılamayınca, hem dini ve hem de seküler bir tabiat kavrayışının ortaya çıkma­sının yolu açıldı. Bu durum, Protestanlığın dünyevi hem de uhrevi doğasıyla birle­şince, ortaya yeni bir anlayış çıkmaya başladı. Katolikliğin kendisini benzetmeye çalıştığı modelde bir karmaşa yaşanmaya başladı. Aynı dönemlerde ağırlık kaza­nan ve Kilise hâkimiyeti dışında yeni bir sanat algısının gelişmesine yol açan Rö­nesans’ın estetik zevki de Roma Kilise’nin toparlayıcılığında gedikler açmaya ve model olarak daha özgür ve yenilikçi bir tarzda yorumlamaya başladı. Böylece bir kez daha “modern” bir dönemin başlangıcından bahsedilmeye başlandı.Bu açıdan Protestanlık diye ayrı bir mezhebin kurulmasına yol açan Reform hareketi, aynı zamanda Kilise’nin mülksüzleştirilmesi hareketinin de başlangıcını teşkil eder. Luther’in en önemli başarılarından birisi kilise örgütleme görevlerini Alman prenslerinin profan iktidarına devretmesiydi; İngiltere’de de VIII. Henry, kiliselere Anglikan hükümdar adına el koydu. Kilise mülklerine el konulması öy­le sonuçlar doğurdu ki neticede köylü mülksüzleşti, bütün kaynaklar üretim uğ­runa seferber edilmeye başlandı. Bu da kapitalizmin uç vermesi için gerekli altya­pıyı sağladı.

Bu yeni modelde, modern olan artık çağın kendi içinden çıkardığı ölçütlere gö­re değerlendiriliyordu.
îlerleme düşüncesi hakim olmaya; zamandan bağımsız ve mutlak ölçütler be­nimsemenin artık mümkün olamayacağı öne sürülmeye başlandı. Tarihin de bir amacı olduğu fikri zemin kazandı. Akıl (rasyonalite) yeni bir tanıma kavuştu. Kısa­cası, modern kelimesi bu dönemde, belirli düşüncelere, daha çok da yeni yeni şe­killenmekte olan Aydınlanmacı fikirlere taraf olanların, kendilerini tanımlamak için kullandığı bir kelime olarak tebarüz etmekteydi.

İlgili Makaleler