SEKÜLARİZASYON
SEKÜLARİZASYON
Dinin sosyal yapıdaki
otorite ve geçerliliğini yitirmesi, doğaüstü olayların tabii ve dünyevi
olayların iş gibi algılanması, insan aklının dinî ve metafizik bağlardan kurtulması
ve dinin bir vicdan meselesi haline gelmesidir.
Çok genel olarak
‘dinin çöküşü’ olarak adlandırılabilecek olan terim, dini düşünce, muamelat ve
kurumların sosyal önemlerini kaybettikleri bir süreci anlatır. Daha özel ve
Batı’ya has bir anlamda dinî kurumların (Kilise vb.) mülklerinin ve siyasi
nüfuzunun merkezi otoriteye, yani devlete devri, kilise ve devletin, dini ve
siyasi iktidarlarının birbirinden ayrılmaları demektir. (Bu son anlamında
laiklik’le eşanlamlıdır.) Se-külarizasyon terimi sosyoloji, siyaset, ilahiyat
ve kültürle ilgili disiplinlerde, bazı farklılıklar gösterir. Sekülarizasyonun
ilahiyattaki etkisi, Hıristiyan teologların Kitab-i Mukaddes’i değişen tarihi
şartlara uygun olarak dünyevi ve zamana uyan bir tarzda yorumlamaları şeklinde
olmuştur. Onlar Hıristiyanlığın yüzyıllarca yanlış yorumlandığını, aslında
Hıristiyanlığın ona karşı
olmak bir yana, bizzat
laik (seküler) olduğunu iddia etmişlerdir. Kültür alanında ise sanat, felsefe
ve edebiyatın dini muhtevalarının zayıflamasını ve bilimin bağımsız bir
disiplin olarak yükselmesini dile getirir.
Terimin bütün bu
anlamlarının Batı’ya özel şartlarda ve Batılı düşünce geleneği çerçevesinde
oluştuğu gözden uzak tutulmamalıdır. Yukarıdaki lan im lan veren sosyologlar
din olarak Hıristiyanlığı, sosyal sistem olarak da modern endüstri toplumlarını
dikkate almışlardır. Buna bağlı olarak, 196O’lı yılların sonu ile 1970’li
yılların başlarındaki tartışmalarda sekülarizasyonun Kitab-ı Mukaddes’in bir
ürünü olduğu, ona özellikle Hıristiyanlığın yol açtığı söylenmiştir. Örneğin
ünlü sosyolog Peter L. Berger, Weber sosyolojisini izleyerek se-külarizasyonu
Yahudi-Hıristiyan geleneğine; Tevrat’a, ilk Hıristiyanlığa ve Protestanlığa
bağlamaktadır.
Bu yaklaşım
sekülarizasyonu insanlığın olgunlaşma sürecinin sonucu olarak görmekte,
çocukluk ve gençlik dönemlerini Yahudi-Hıristiyan geleneği ile Reformas-yon
sırasında idrak eden sekülarizasyonun olgunluk aşamasına modem dönemde ulaştığını
varsaymaktadır. Zımnen bir gelişme ve evrim fikrini içinde barındıran bu görüş,
pek çok noktalardan eleştirilebilir. Burada iki hususa değinilecektir. Birinci
olarak bu yaklaşım, kabaca Yahudi-Hıristiyan geleneği dedikleri inancın Kitab-ı
Mukades’in asimi muhafaza ederek meydana geldiğini kabul etmektedir. Oysa
tarihi belgeler bu kutsal metinlerin tahrifattan kurtulamadıklarını haber
vermektedir. Bunun için İslâm açısından iki Hıristiyanlık sözkonusudur: Ehl-i
Kitab denilen hakiki Hıristiyanlarla Baü Hıristiyanlığı. Hıristiyanlık, doğduğu
yer olan Kudüs’ü bırakıp Roma’ya yerleştiğinde batılılaşmış ve dünyevî bir
mahiyete bürünmeye başlamıştır. Berger’in veri olarak aldığı bir
Hıristiyanlık’tır. Dolayısıyla sekülarizasyona Kitab-ı Mukaddes’e olan îman
değil, onun Batılüarca yorumlanması yol açmıştır. İkinci olarak bu görüş Weber
sosyolojisinin -daha genelde tarihsel sosyolojinin- etkisi altında kalarak
sekülarizas-yonu kaçınılmaz bir süreç saymaktadır: Dünya gittikçe esrarını
yitirecek, bilinmeyen tabiat-üstü olaylar ve güçler açıklanacak, hayat
rasyonelleşecek ve ilişkiler gittikçe anlamsızlaşıp kurulaşacaktır. Bu, önüne
geçilemeyen bir akıştır. Bu yaklaşım modern toplumda nasıl olup da büyüye, hurafelere
ve gizli bilimlere olan ilginin ortadan kaybolmadığını; gelişmiş denilen toplumlarda
doğu dinlerinin ve tarikatların neden giderek cazibe kazandığını; Siyonizm,
îslami aktivizm ve Latin Amerika’daki ra-dîkal Katoliklik gibi dini
hareketlerin canlılıklarını nasıl sürdürdükleri ve modern dünyada kendilerine
nasıl yer bulabildikleri gibi sorulan cevaplayamamaktadır.
Sekülarizasyonun
ortaya çıktığı yerler şehirlerdir. Dolayısıyla modernleşme ve se-külarizasyon
arasında doğrudan bir ilişki kurulabileceği gibi. endüstrileşmenin sonucu
gelişen şehirleşme ile de aralarında ilişki kurulabilir. Modernleşme çabaları
içindeki toplumlarda kırsal kesim dine bağlılığını, dine hayatında bir yer
verme anlamında sürdürürken, özellikle şehir merkezleri daha kolay sekülarize
olabilmektedir. Fakat merkezin etkisi çevreye yayıldıkça, zaman içinde kırsal
kesim de bu sürece dahil olacaktır, örneğin, başlangıçta tarlasını verimli
kılacak tek şeyin yağmur olduğunu düşünen (ve bunun için ‘yağmur duası’na çı-
kan) bir köylü,
modernleşmenin nüfuzuyla birlikte, sulama kanalları, suni gübre, toprağın
humustandinlması gibi rasyonel tedbirlere başvurur.
Sekülarizasyon her ne
kadar Batı’ya mahsus gibi gözükse de, Batılı olmayan toplumlara uygulandığında
da yaklaşık olarak benzer sonuçlar vermektedir. Nitekim pek çok Batılı olmayan
ve Müslüman aydın, modernleşmenin sonucu olarak dinlerinin bu kavrama açık ya
da şekiller olduğunu söylemişlerdir. Laiklik de diyebileceğimiz bu anlayışın
savunulması, terimin başka bir tanımına yol açar. “Dinin ferde, ferdin vicdanına
indirgenmesi, sosyal hayattaki yerini kaybetmesinin sonucu olarak dinin bir
tercih konusu haline gelmesi.”
Terim siyasi
literatürde de önemli bir yer tutar. Siyasi otoritenin, yani iktidarın Tan-n’ya
ait olduğunun, meşruluğunun kutsal bir niteliğe sahip olmasından kaynaklandığının
reddedilmesi ve iktidarın dünyevile-şerek halka mal edilmesi sürecine de sekülarizasyon
denilmektedir ve bu bakımdan demokratikleşme ile çok ilgilidir. Ne var ki, bu
süreç, toplumlara göre değişiklik göstermekte olup Fransa, italya ve Hollanda
gibi endüstrileşmiş ülkelerde Hıristiyanlık hâlâ önemli bir sosyal ve siyasal
rol oynayabilmektedir. Rusya ve Çin gibi komünist ülkelerde ise dinin baskı
altına alınmasına yönelik sistematik ve resmi girişimler yapılmasına rağmen,
kilise ve diğer dini kurumlar kısmen de olsa faaliyetlerini sürdürmektedir.
İslâm’da seküler,
sekülarizm ve sekülarizasyona karşılık olacak hiçbir terim mevcut değildir.
İslâm bunların kendisine uygulanmasına karşı çıkar. Seküler hayatta Kur’an’daki
en yakın ifade el-hayatu’d-
dünya’dır. Buradaki
‘dünya’ kelimesinin etimolojisi bile onun ne kadar dini anlamla yüklü olduğunu
göstermeye yeter. Dünya kelimesi arkaik Arapça’da bir şeyi ‘yakınlaştıran’
anlamındaki dena ‘dan gelir. Dolayısıyla dünya, insan zihnini, görüp tecrübe
ettiği şeylere yaklaştırır. Aynı zamanda, Kur’an’da dünya ve tabiattaki her
şeyin Allah’ın birer ayeti, işareti olduğu vurgulanır. Bu durumda dünya
yakınlaştıran şey ise, tabiat ve dünya da Allah’ın ayetlerini taşıyorsa, şu
halde dünya, insanı Allah’a yaklaştıran şey olmaktadır. Görüldüğü gibi Kur’an
açısından dünya gibi en seküler kavram bile dini muhtevayla donatılmış olup
islâm’ın dünya görüşünün kopmaz bir parçası durumundadır.
Terim üzerindeki
tartışmalar Üçüncü Dünya aydınlarının da katılımlarıyla sürdürülmektedir.
Fakat şu bir gerçek ki, önümüzdeki on yıllarda Batılı olmayan toplumların
geçirdiği tecrübeler sekülarizas-yona bakışımızı önemli ölçüde etkileyecektir.
Mustafa ARMAĞAN
. Laiklik