Tarih

Sekularizasyon Nedir? Tanımı, Tarifi (Dinler Tarihi)

Ruyalar/papa-benedict” 238″ 186″ Sekularizasyon

Dinin sosyal yapıdaki otorite ve geçerliliğini yitirmesi, doğaüstü olayların tabii ve dünyevi olayların iş gibi algılanması, in­san aklının dinî ve metafizik bağlardan kurtulması ve dinin bir vicdan meselesi haline gelmesidir.

Çok genel olarak ‘dinin çöküşü’ olarak adlandırılabilecek olan terim, dini düşünce, muamelat ve kurumların sosyal önemlerini kaybettikleri bir süreci anlatır. Daha özel ve Batı’ya has bir anlamda dinî kurumların (Kilise vb.) mülklerinin ve siyasi nüfuzunun merkezi otoriteye, yani devlete devri, kilise ve devletin, dini ve siyasi iktidarlarının birbirinden ayrılmaları demektir. (Bu son anlamında laiklik’le eşanlamlıdır.) Sekülarizasyon terimi sosyoloji, siyaset, ilahiyat ve kültürle ilgili disiplinlerde, bazı farklılıklar gösterir. Sekülarizasyonun ilahiyattaki etkisi, Hıristiyan teologların Kitab-ı Mukaddes’i değişen tarihi şartlara uygun olarak dünyevi ve zamana uyan bir tarzda yorumlamaları şeklinde olmuştur. Onlar Hıristiyanlığın yüzyıllarca yanlış yorumlandığını, aslında Hıristiyanlığın ona karşı olmak bir yana, bizzat laik (seküler) olduğunu iddia etmişlerdir. Kültür alanında ise sanat, felsefe ve edebiyatın dini muhtevalarının zayıflamasını ve bilimin bağımsız bir disiplin olarak yükselmesini dile getirir.

Terimin bütün bu anlamlarının Batı’ya özel şartlarda ve Batılı düşünce geleneği çerçevesinde oluştuğu gözden uzak tutulmamalıdır. Yukarıdaki tanımları veren sosyologlar din olarak Hıristiyanlığı, sosyal sistem olarak da modern endüstri toplumlarını dikkate almışlardır. Buna bağlı olarak, 196O’lı yılların sonu ile 1970’li yılların başlarındaki tartışmalarda sekülarizasyonun Kitab-ı Mukaddes’in bir ürünü olduğu, ona özellikle Hıristiyanlığın yol açtığı söylenmiştir. Örneğin ünlü sosyolog Peter L. Berger, Weber sosyolojisini izleyerek sekülarizasyonu Yahudi-Hıristiyan geleneğine; Tevrat’a, ilk Hıristiyanlığa ve Protestanlığa bağlamaktadır.

Bu yaklaşım sekülarizasyonu insanlığın olgunlaşma sürecinin sonucu olarak görmekte, çocukluk ve gençlik dönemlerini Yahudi-Hıristiyan geleneği ile Reformasyon sırasında idrak eden sekülarizasyonun olgunluk aşamasına modem dönemde ulaştığını varsaymaktadır. Zımnen bir gelişme ve evrim fikrini içinde barındıran bu görüş, pek çok noktalardan eleştirilebilir. Burada iki hususa değinilecektir. Birinci olarak bu yaklaşım, kabaca Yahudi-Hıristiyan geleneği dedikleri inancın Kitab-ı Mukades’in aslını muhafaza ederek meydana geldiğini kabul etmektedir. Oysa tarihi belgeler bu kutsal metinlerin tahrifattan kurtulamadıklarını haber vermektedir. Bunun için İslâm açısından iki Hıristiyanlık sözkonusudur: Ehl-i Kitab denilen hakiki Hıristiyanlarla Batı Hıristiyanlığı. Hıristiyanlık, doğduğu yer olan Kudüs’ü bırakıp Roma’ya yerleştiğinde batılılaşmış ve dünyevî bir mahiyete bürünmeye başlamıştır. Berger’in veri olarak aldığı bir Hıristiyanlık’tır. Dolayısıyla sekülarizasyona Kitab-ı Mukaddes’e olan iman değil, onun Batılılarca yorumlanması yol açmıştır. İkinci olarak bu görüş Weber sosyolojisinin -daha genelde tarihsel sosyolojinin- etkisi altında kalarak sekülarizasyonu kaçınılmaz bir süreç saymaktadır: Dünya gittikçe esrarını yitirecek, bilinmeyen tabiat üstü olaylar ve güçler açıklanacak, hayat rasyonelleşecek ve ilişkiler gittikçe anlamsızlaşıp kurulaşacaktır. Bu, önüne geçilemeyen bir akıştır. Bu yaklaşım modern toplumda nasıl olup da büyüye, hurafelere ve gizli bilimlere olan ilginin ortadan kaybolmadığını; gelişmiş denilen toplumlarda doğu dinlerinin ve tarikatların neden giderek cazibe kazandığını; Siyonizm, îslami aktivizm ve Latin Amerika’daki radîkal Katoliklik gibi dini hareketlerin canlılıklarını nasıl sürdürdükleri ve modern dünyada kendilerine nasıl yer bulabildikleri gibi soruları cevaplayamamaktadır.

Sekülarizasyonun ortaya çıktığı yerler şehirlerdir. Dolayısıyla modernleşme ve sekülarizasyon arasında doğrudan bir ilişki kurulabileceği gibi. endüstrileşmenin sonucu gelişen şehirleşme ile de aralarında ilişki kurulabilir. Modernleşme çabaları içindeki toplumlarda kırsal kesim dine bağlılığını, dine hayatında bir yer verme anlamında sürdürürken, özellikle şehir merkezleri daha kolay sekülarize olabilmektedir. Fakat merkezin etkisi çevreye yayıldıkça, zaman içinde kırsal kesim de bu sürece dahil olacaktır, örneğin, başlangıçta tarlasını verimli kılacak tek şeyin yağmur olduğunu düşünen (ve bunun için ‘yağmur duası’na çıkan) bir köylü, modernleşmenin nüfuzuyla birlikte, sulama kanalları, suni gübre, toprağın humuslandırılması gibi rasyonel tedbirlere başvurur.

Sekülarizasyon her ne kadar Batı’ya mahsus gibi gözükse de, Batılı olmayan toplumlara uygulandığında da yaklaşık ola­rak benzer sonuçlar vermektedir. Nitekim pek çok Batılı olmayan ve Müslüman aydın, modernleşmenin sonucu olarak dinleri­nin bu kavrama açık ya da şekiller olduğunu söylemişlerdir. Laiklik de diyebileceğimiz bu anlayışın savunulması, terimin başka bir tanımına yol açar. “Dinin ferde, ferdin vicdanına indirgenmesi, sosyal hayattaki yerini kaybetmesinin sonucu olarak dinin bir tercih konusu haline gelmesi.”

Terim siyasi literatürde de önemli bir yer tutar. Siyasi otoritenin, yani iktidarın Tanrı’ya ait olduğunun, meşruluğunun kutsal bir niteliğe sahip olmasından kaynaklandığının reddedilmesi ve iktidarın dünyevileşerek halka mal edilmesi sürecine de sekü­larizasyon denilmektedir ve bu bakımdan demokratikleşme ile çok ilgilidir. Ne var ki, bu süreç, toplumlara göre değişiklik göster­mekte olup Fransa, İtalya ve Hollanda gibi endüstrileşmiş ülkelerde Hıristiyanlık hâlâ önemli bir sosyal ve siyasal rol oynayabilmektedir. Rusya ve Çin gibi komünist ülkelerde ise dinin baskı altına alınmasına yönelik sistematik ve resmi girişimler yapılmasına rağmen, kilise ve diğer dini kurumlar kısmen de olsa faaliyetlerini sürdürmektedir.

İslâm’da seküler, sekülarizm ve sekülarizasyona karşılık olacak hiçbir terim mevcut değildir. İslâm bunların kendisine uygulanmasına karşı çıkar. Seküler hayatta Kur’an’daki en yakın ifade el-hayatu’d-dünya’dır. Buradaki ‘dünya’ kelimesinin etimolojisi bile onun ne kadar dini anlamla yüklü olduğunu göstermeye yeter. Dünya kelimesi arkaik Arapça’da bir şeyi ‘yakınlaştıran’ anlamındaki dena ‘dan gelir. Dolayısıyla dünya, insan zihnini, görüp tecrübe ettiği şeylere yaklaştırır. Aynı zamanda, Kur’an’da dünya ve tabiattaki her şeyin Allah’ın birer ayeti, işareti olduğu vurgulanır. Bu durumda dünya yakınlaştıran şey ise, tabiat ve dünya da Allah’ın ayetlerini taşıyorsa, şu halde dünya, insanı Allah’a yaklaştıran şey olmaktadır. Görüldüğü gibi Kur’an açısından dünya gibi en seküler kavram bile dini muhtevayla donatılmış olup İslâm’ın dünya görüşünün kopmaz bir parçası durumundadır.

Terim üzerindeki tartışmalar Üçüncü Dünya aydınlarının da katılımlarıyla sürdürülmektedir. Fakat şu bir gerçek ki, önümüzdeki on yıllarda Batılı olmayan toplumların geçirdiği tecrübeler sekülarizasyona bakışımızı önemli ölçüde etkileyecektir.

Mustafa ARMAĞAN – SBA

İlgili Makaleler