ŞEHİR
Şehir ve şehircilik
gibi terimler tarih boyunca ve bölgeden bölgeye büyük değişiklikler gösteren
geniş kapsamlı bir fenomenle alakalıdır. Çeşitli disiplinler, kendi perspektiflerini
şehircilik olayına yöneltmişlerdir. Bir şehir antropolojisi, bir şehir ekonomisi,
şehir coğrafyası, şehir sosyolojisi ve şehir ahalisi türünden kavramlar, iki
farklı dilde birbirine benzemez, tngilizcedeki townJcity (şehir/kent) ayrımının
direkt karşılıklarım yakın akrabası dillerde bile bulamamaktayız.
Sınırlı bir bölgede
makul bir büyüklükte ve daimi bir insan yoğunluğunu, tüm şehirlerin ortak
özelliği olarak kabul edebiliriz. Bilim adamları bir yanda büyük toplumlar
içinde bir tür cemaatlerin rolü üzerinde dururken, diğer yanda onların iç
hayatlarının hususi karakteristikleri üzerinde odaklaşırlar.
Şehirciliğin
başlangıcı günümüzde genellikle altı bölgede birbirinden bağımsız olarak
gelişen kapsamlı bir ritüel-siyasal merkez tipiyle özdeşleştirilmektedir. Bu
bölgeler Mezopatamya, Nil ve İndus Vadileri, Kuzey Çin, Orta Amerika, And
dağlan ve Baü Afrika’daki Yoruba ülkesidir. Bu merkezlerde memurlar ve bekçiler
topluluğu ile tann monarklar ve rahipler, çevredeki köylüleri denetim al unda
tutuyorlar ve onlardan artı değer alıyorlardı. Kabile türbeleri olarak
başlamış olan olay, en sonunda dev mimari kompleksleri olarak geliştirildi; tapınaklar,
piramitler, saraylar, taraçalar ve hükümet sarayları. Burada şehirin ilk tarihini
tesbit etmekle kalmıyor, aynı zamanda medeniyet ve devletin de ilk izlerini
buluyoruz.
İlk merkezler,
çevrelerindeki kırsal bölgeleri organize etme yetenekleri sayesinde -tabii ki
sembolik kontrol yardımıyla- şehir lerdi. Hatta şehirler ufak meskûn nüfuslara
da sahiptirler ve onların yönetimi altında yaşayan bu nüfusun büyük kısmı
sadece büyük ayinlerde yöneticileriyle bir araya gelirlerdi. Bu anlamda
merkezlere marjinal şehirler nazarıyla bakılabilir. Zamanla savaşlar ve diğer
etkenler merkezlerde daha büyük nüfusların toplanmasına olduğu kadar, daha
seküler türden siyasal kontrole yönelimi başlattı.
Bunlar iktidar
şehirleri ve tüketici şehirleriydi. Ticaret ve sanayi bu şehirlerde önemsiz
bir rol oynuyordu. Fakat kadim imparatorlukların şehirleri çökecek ve Ota
Çağlar’da yeni bir şehircilik Batı Avrupa’da gelişmeye başlayacaktı. Bu
şehirler esas olarak ticarete dayanıyordu ve tüccarlık sayesinde
kuşatıldıkları feodal sosyal yapılardan önemli bir özerklik ve bağımsızlık
elde ettiler. Belçikalı tarihçi Henri Pirenne, bu Ortaçağ Avrupa şehirlerinin
doğusuyla ilgilenen bilim adamlarından birisidir. Bir başka önemli isim, The
City (1958) (Şehir) adlı eserinde ideal bir tip ortaya koyan Max Weber’dir. Ona
göre bir şehir halkının ana kurum olarak bir pazarı olmalıdır, fakat bundan
başka bir askeri kuvvet en azından kısmen otonom bir idari ve hukuki sistemi ve
şehir hayatının belirli yönlerini yansıtan bir tür işbirliği /loncalar bariz
bir örnek de gerekmektedir.
Weber’in bu çok sık
alıntılanan formü-lasyonu çok sınırlı bir şehircilik tanımı ortaya koymuştur.
Şehrin, çevresindeki kırsal kesime oranla belirgin özelliği aşikârdır, fakat
kullanılan kurumsal aygıt Avrupa tarihinin belirli bir safhasına aitti. Weber
ayn-ca bu batılı şehri, doğulu mütekabiliyle mukayese etti. Doğu şehri içsel
olarak parçalara ayrılmış olup aynı zamanda da impara torluğun yöneticileriyle
daha yakından birleşmiş durumdadır. Doğu’ya seyahat eden ilk Avrupalı
seyyahlar tarafından gözlemlendiği kadarıyla, Doğu’nun büyük şehir merkezleri
(ticaret şehirlerinden çok iktidar şehirleri) ilk şehir formlarıyla daha yakın
bir ilişki içindedir.
Sanayileşme ile
birlikte doğal olarak bambaşka bir şehir türü ortaya çıkmıştır. Sanayi
devriminden sonra hızla büyüyen şehirlerdeki merkezileşmenin getirdiği sefaleti
anlatan önemli bir kitap Friedrich En-gels’in Manchester’deki tecrübelerine dayanarak
kaleme aldığı İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu (The Condition of The Working
Class in England, 1845) adlı çalışmasıdır. Sanayileşmenin şehir hayatı üzerindeki
etkilerini inceleyen bir dizi klasikleşmiş araştırma, 1920’ler ile 1930’larda
Chicago sosyoloji okuluna mensup Robert E. Park ve Lous Wirth adlı sosyologlar
tarafından yapılmıştır. Chicago Sosyologları sanayi ve şehirlerinin mekânsal
teşekkülüne ve görünürdeki muntazam değişmelerine dikkati çektiler ve böyle
bir şehir ekolojisinin temellerini atmış oldular. Aynı zamanda da daha geniş
mekânsal düzen içindeki özel tabii bölgelerin daha küçük ölçekli bir dizi
etnoğrafilerini ortaya koydular.
Böylelikle onlar şimdi
şehir antropolojisi için merkezi önem taşıyan pek çok konunun incelenmesinde
öncü rolü oynadılar; etnik mahalleler, gençlik çeteleri, meslekler, sapkın
gruplar ve kamuya ait yerler vb.
L. Wirth 1938’de
yayınladığı “Bir Hayat Tarzı Olarak Şehircilik” adlı makalesinde
sonradan ünlü olacak bir formülasyonda şehirdeki sosyal temas ve ilişkileri
gayri şahsi, yüzeysel, gelip geçici ve parçalara bölünmüş şeklinde
tanımlamıştır. Chicago sosyologları -pek çok diğer büyük düşünürlerin yapüğı
gibi- şehir şartlarında tatminkâr bir hayat yaşama ihtimali konusunda genel
olarak kötümser bir tavır takınmışlardır. Genel olarak bakıldığında onlar daha
çok şehrin iç özellikleriyle ilgilenmişler ve onun toplum içindeki yeri
konusunu ihmal etmişlerdir. Bu muhtemelen onların Chicago deneyimleri
temelinde şehircilik hakkında genelleştirmelere gitme eğilimlerini
kuvvetlendirmiş ve bu şehrin özel bir Amerikan bağlarının ürünü olduğu
üzerinde durmamışlardır; bu bağlam bir yandan yaygın sanayi kapitalizminin
yanısıra, henüz oturmamış bir devletteki etnik çatışmaları sergiler.
Kısmen bu tür
genellemelere tepki olarak dikkate değer sayıda etnografik incelemeler, şehir
şartlarında bulunabilen hayat formlarının son derece çeşitli olduğunu
vurgulamıştır. Wirth’in yaklaşımının tersine Villiam F. Whyte’in Street Corner
Soci-ety (1943) adlı eseri Boston’daki birbirine adeta yapışık yaşayan
İtalyan-Amerikan komşuluğunu anlatıyor ve bu anlayıştaki ilk kayda değer
çalışmayı yapıyordu. Whyte’in yaklaşımına göre şimdi anlaşılıyor ki, şehir
hayatı bir yandan gayri şahsiliği ve anonimliği beraberinde getirirken, aynı
zamanda bir dostluk, akrabalık ve mesleki bağlantılar ağını içerir; kısmen
buna bir şehir köyleri mozayiği denebilir. Son zamanlarda yeni alt-kültürlerin
ve hayat tarzlarının gelişmesiyle ve şehirdeki kültürel farklılıklara yeni bir
bakışla birlikte şehir etnografyası Kuzey Amerika ve Avrupa’da yeniden
canlanmış durumdadır.
Benzer perspektifler
Üçüncü Dünyadaki çağdaş şehirciliğin incelenmesinde de önem kazanmıştır,
özellikle Afrika, Asya ve Latin Amerika’da yirminci yüzyılın ortalarında
şehirleşme süreci hızlandıkça ilk önce “karışıklık” kabile düzeninin
bozulması ve geleneksel sosyal bağların zayıflaması temalarım vurgulama
yönünde bir eğilim ortaya çıkmıştır. Daha sonra yapılan incelemeler güvenliğin
halâ akrabalık ve etnik özellikler sayesinde korunduğu, onların siyasal ve
ekonomik amaçlarla değiştirilebileceği ve şehirliliğin yeni adaptasyonlara
yetenekli olduğu noktasına yöne lin m iştir, özellikle Latin Amerika
şehirlerinde görülen gecekondu sakinleri üzerine yapılan araştırmalar sık sık
bu tür gayri resmi meskenlerin geçerlilik bakımından büyük ölçekli sitelerden
üstün olduğu hususuna işaret etmişlerdir. Şehir ekonomisinin bu gayrı resmi
sektörüne dair yakınlarda yapılan incelemeler dalgası göstermiştir ki, Üçüncü
Dünyadaki şehir merkezlerinde yaşayan çok sayıda insan ya kendi kendini istihdam
etmek veya resmi istihdam bağlantılarına çok az bulaşmak suretiyle geçimini
sağlamaktadır. Bu sektör küçük el sanatları, küçük tüccarlar, dondurmacılar,
ayakkabı boyacıları, seyyar satıcılar vb. işleri içerir.
Bu tür gayri resmi
organizasyonların Üçüncü Dünya ülkelerinde şehir hayatının sorunlarım çözüp
çözemeyeceği bilinmiyor. Bilinen husus, şehirler ve şehir hayatı hakkındaki
genellemelerin hemen daima nitelikselleştirilmesi gerektiğidir. Çok sayıda
şehir tipi sözkonusudur ve her şehirin bir çok türde sakini mevcuttur ve her
şehirli pek çok türden sosyal bağlantılara ve faaliyetlere bağımlı durumdadır.
Bu farklılık ve
çeşitlilik şehirler ve toplum arasındaki değişen ilişkilere dayanmaktadır.
Büyük ölçüde, çok sayıda farklı perspektifler daha geniş bir bağlamda şehir
merkezlerinin iskânıyla ilgilenirler. İktisadi coğrafya ve mıntıka biliminde
daha büyük alanlarda şehir fonksiyonlarının uzay-sal dağılımıyla ilgilenmek
üzere çeşitli modeller geliştirilmiştir. Merkez yer teorisi 1930larda Walter
Christaller tarafından ilkin ortaya konmuş ve o günden bu yana yavaş yavaş
tadil edilmiştir; ticaret yönetim ve hava limanı merkezlerinin yerleştirilmesiyle
ilgilidir bu teori. Coğrafyacılar ise şehirleri başlıca toplumsal
fonksiyonlarına göre sınıflama ve onların iç yapılarını bu fonksiyonlarca
belirlenmiş olarak analiz etme problemiyle ilgilenirler. 1960’lardan itibaren
Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da özellikle şehir süreçlerini sanayi kapitalizminin
siyasal çatısı içinden görme yönünde güçlü bir disiplinler-arası eğilim
başgöster-di. Bu eğilim Marksist etkilerde olarak şehirciliği sınıflı iktidar
ve sosyal hareketlerle çok daha sıkı biçimde il i şk ilendirir.
Max Weber”in doğu
ve batı şehirleri arasındaki tezadı belirlediğinden bu yana çeşitli bölgesel
şehir tiplerini tesbit için çok sayıda girişimde bulunulmuştur örneğin,
Ortadoğu Şehri veya Latin Amerika Şehri gibi. Kültür tarihçileri ve diğer bölge
uzmanları bu tür kurgular geliştirmekte önemli bir rol oynamışlardır ve daima
dünya şe-hirciliğini karşılaştırmalı olarak anlama tutkusuyla motive
edilmişlerdir. Kuşkusuz sömürgecilik ve diğer Batılı tahakküm türlerinden
ötürü çeşitli bölgelerin şehir formlarının gelişimleri aynı şekilde özerk olmamıştır.
Onlar uluslararası merkez-kenar ilişkileri bağlamında görülmelidir. Afrika,
Asya ve Latin Amerika’da Baü hakimiyetiyle birlikte gelişen Dakar, Bombay,
Kal-kütta, Şanghay, Buenos Aires vd. büyük liman şehirleri buna bir örnek
teşkil eder. Sö-mür gecilik ve sömürgecilik-sonrası Üçüncü Dünya’da
tekrarlanan bir model de “pra-mit şehirler”in gelişmesi olmuştur. Bu
şehirler bir ülkenin veya bölgenin ticari, İdari, endüstriyel, kültürel ve
diğer işlevlerinin kuvvetle yoğunlaşması sonucu diğer mevcut şehir
merkezlerinden çok daha kocaman ve önemli hale gelirler. Hatta sömürgecilikte
başka türden şehir ahalileri yaratmıştır (örneğin, madencilik kasabaları, küçük
idari merkezler) ve sömürgeciliğin ürünleri yerli şehir gelenekleriyle bir
arada yaşamıştır.
Şehirciliğin bugününe
ve yarınına bakacak olursak, bunlar demografik, ekonomik, teknolojik ve diğer
faktörlere dayanır karmaşık bir tarzda. Yirminci yüzyıl daha önce benzeri
görülmemiş bir ölçekte şehirlerin büyümesine tanık olmuştur.
“Megolopolis” ve “birleşik şehirler” (conurbation) gerek
Batılı, gerekse Batı lı-ol mayan dünyadaki deneyimlere uygulanabilen yeni
kavramlardır. Dahası yeni nakliye ve iletişim usulleri, insanoğlunu kendini
sınırlı bölgelere mahkum kalmaya daha az bağımlı yapma eğilimindedir.
“Karşı-şehirleşme” (coun-ter-urbanization) başka bir modern fenomen
olarak karşımıza çıkmaktadır.
(SBA)
Bk. Şehirleşme,
Şehircilik