Şehir ve şehircilik gibi terimler tarih boyunca ve bölgeden bölgeye büyük değişiklikler gösteren geniş kapsamlı bir fenomenle alakalıdır. Çeşitli disiplinler, kendi perspektiflerini şehircilik olayına yöneltmişlerdir. Bir şehir antropolojisi, bir şehir ekonomisi, şehir coğrafyası, şehir sosyolojisi ve şehir ahalisi türünden kavramlar, iki farklı dilde birbirine benzemez, İngilizcedeki town/city (şehir/kent) ayrımının direkt karşılıklarını yakın akrabası dillerde bile bulamamaktayız.
Sınırlı bir bölgede makul bir büyüklükte ve daimi bir insan yoğunluğunu, tüm şehirlerin ortak özelliği olarak kabul edebiliriz. Bilim adamları bir yanda büyük toplumlar içinde bir tür cemaatlerin rolü üzerinde dururken, diğer yanda onların iç hayatlarının hususi karakteristikleri üzerinde odaklaşırlar.
Şehirciliğin başlangıcı günümüzde genellikle altı bölgede birbirinden bağımsız olarak gelişen kapsamlı bir ritüel-siyasal merkez tipiyle özdeşleştirilmektedir. Bu bölgeler Mezopatamya, Nil ve İndus Vadileri, Kuzey Çin, Orta Amerika, And dağları ve Batı Afrika’daki Yoruba ülkesidir. Bu merkezlerde memurlar ve bekçiler topluluğu ile tann monarklar ve rahipler, çevredeki köylüleri denetim altında tutuyorlar ve onlardan artı değer alıyorlardı. Kabile türbeleri olarak başlamış olan olay, en sonunda dev mimari kompleksleri olarak geliştirildi; tapınaklar, piramitler, saraylar, taraçalar ve hükümet sarayları. Burada şehirin ilk tarihini tesbit etmekle kalmıyor, aynı zamanda medeniyet ve devletin de ilk izlerini buluyoruz.