SAVUNMA MEKANİZMALARI
Bilinç dışındaki
uyarım ve dürtülerden ortaya çıkan kaygı ve çatışmaları yatıştır
mak amacıyla çalışan,
insanın bilinçli olarak algılayamadığı benlik (ego) işlevlerine savunma
mekanizmaları denir.
PsikoanalİUk teoriye
göre insanın ruhsal aygıtı derinlemesine üç katmandan oluşur En altta bulunan
ve ruhsal aygıtın en önemli kısmını, temelini oluşturan bilinçli olmayan id,
en üstte bulunan, otoritenin asıl rol oynadığı toplumsal değer ve yargılan temsil
eden üs-benlik (super-ego) ve bu iki yapı arasında aracılık etme ve ruhsal
aygıtın ahenkli bir biçimde çalışmasını sağlama işlevini üstlenmiş benlik.
İd’teki içgüdüler mantık ve sınır tanımaz, yer ve zamanın uygun olup
olmamasına bakmaksızın bir an evvel doyuma ulaşmak isterler; ama istekleri
çoğunlukla dış gerçekliğe uymaz. Böyle bir durumda benliğin yapacağı ya id’ten
gelen içgüdüleri geri itmek, ya da onları mantığa ve toplum değerlerine uygun
hale gelecek bir şekilde süzgeçten geçirerek bilince çıkmalarına izin
vermektir. Benlik’in bütün bu id materyalini gizleme çabalan savunma
mekanizmalarıdır.
Savunma mekanizmaları
ve onların ruhsal aygıt içindeki işleyiş biçimlerine psika-nalitik teoriyi
kurma süreci içinde ilk kez Sigmund Freud tarafından değinilmiştir. Fakat Freud
savunma mekanizmalarını sistematik bir biçimde ele almamıştır. Onların
sistematik ve geniş bir biçimde ele alınması Freud’un kızı Anna Freud’un Benlik
ve Savunma Mekanizmaları (1946) kitabıyla olmuştur.
Savunma mekanizmaları
kısaca şu şekilde sınıflanır ve tanımlanırlar:
Yansıtma:
Kabul edilemeyen id dürtülerine, sanki
kendisine ait değillermiş gibi tepki gösterme. Normal gündelik hayatta çok
kullanılan bu savunma mekanizması
gerçeği değerlendirme
yetisi bozulmuş bireyler tarafından kullanıldığında hezeyanlar ortaya çıkar.
İnkâr etme: Dış
gerçekliği, görüp işittiklerini reddetme. Bu mekanizma daha çok şizofreni gibi
ruhsal rahatsızlıklarda görülmesine rağmen, acı verici yaşantılardan korunmak
için normal bireyler tarafından da kullanılabilir.
Çarpıtma:
Dış gerçekliği bireyin iç dünyasının
ihtiyaçlanna uygun olarak yeniden biçimlendirme.
Eyleme yönelme: Ona
eşlik eden bilinçli duygunun varlığından kaçınmak için bi-linçdışı arzu ve isteğin
doğrudan doğruya eylem içinde ifade edilmesi. Bu mekanizmanın sürekli bir hal
alması durumunda buseyi ifade etmekten kaçınmanın neden olduğu gerginlik
sözkonusu olur.
Engelleme:
Duyguların,
düşüncelerin, uyarımların ketlenmesi. Bastırma’ya yakın etki yapar, ama
ketlenmeye bağlı bir gerilimin ortaya çıkmasıyla ondan aynlır.
Hastalık
hastalığı:
Mahrumiyet, yalnızlık
veya kabul edilemez saldırganlık uyarımlarından kaynaklanan başkalarına yönelik
serzenişin, kişinin kendinden serzenişine ve ağn, bedensel hastalık ve zihin
yorgupluğu yakınmalarına dönüşmesi. Eğer bir hastalık gerçekten varsa, bu kez
onun üzerinde aşın durulması ve abartılması.
içe atma:
Bir objenin varlığının sürekli ve yakın
olmasını sağlamak amacıyla, bu objenin özelliklerinin bireyin kendi iç dünyasına
alınması. Bu mekanizma özellikle insan yavrusunun hayatının ilk dönemlerinde
normal bir gelişim süreci İşlevidir, ama daha sonraki kullanımı savunmaya yöneliktir.
Bu savunma mekanizması aracılığıy-la sevilen bir objeye karşı bireyin çift
değerli (hem sevme, hem sevmeme gibi) duygularının ortaya çıkardığı gerginlik
ve sıkıntı azaltılmış olur. Bir obje yitirilse bile yitiri-liş acılan en alt
düzeye iner. Eğer korkulan bir obje içe atılmışsa, bu objenin saldırgan,
korkutucu özelliklerinin bireyin kendi kontrolünde olduğu yolunda rahatlatıcı
bir düşünce ortaya çıkar. Artık saldırganlık dışardan gelen bir tehlike değil,
bireyin dışarıya karşı kendisini koruduğu bir savunma halini alır. Yine
sevilen bir objeye karşı duyulan düşmanca, yıkıcı duyguların neden olduğu
suçluluk duygusu içe atılarak kendini cezalandırmaya dönüşür.
Pasif-Saldırgan
Davranış:
Bir objeye yönelik olan saldırganlık
duygularım edil-ginlik, mazoşizm ve kendine yöneltme aracılığıyla ancak
dolaylı ve etkisiz bir biçimde ifade edilmesi.
Gerileme:
İnsanın psikolojik gelişiminin sonraki
evrelerinde ortaya çıkan sıkıntılı bir durumdan veya düşmanlık duygularından
kaçınmak için daha Önce gelişim evrelerine uyan tepki ve tutum gösterme. Bu
savunma mekanizması bizzat Freud tarafından ayrıntılı biçimde ele alınmış olup
psikanalitik psikopatoloji teorisinde çok önemli bir yer tutar. Net olarak
anlaşılabilmesi için psikolojik gelişim evrelerinin çok iyi bilinmesine gerek
olan gerileme mekanizması, en basit biçimde çocuklaşma, çocukluk
yaşantılarına ve çocukluk düşüncelerine geri gitme olarak tanımlanabilir. Sistemli
olarak kullanıldığında ağır bir psikolojik rahatsızlığın işareti olduğu gibi,
her günkü insan ilişkilerinde ve modern sanat faaliyetlerinde de gerilemeye
geçici biçimde sık sık başvurulur.
Düş kurma:
Bireyin iç
dünyasındaki çözülememiş çatışmaların ve doyurulmamış içgüdülerin düşleme
yoluyla çözülmesi ve doyurulması.
Bedenselleştirme:
Psikolojik nitelikteki
çatışmaların beden diline çevrilerek bedenin herhangi bir bölümde ağrı, acı
gibi hoşnutsuz uyarımlar hissetme. Bu mekanizma çocukluğun ilk dönemlerinde
duygular ve düşünceler yeterince gelişmediği için olağan olarak kullanılır.
Erişkin yaşamda tekrar kullanılması bir anlamda gerileme mekanizmasıdır.
Kontrol etme:
İç dünyadaki
çatışmaları çözmek, ya da en aza indirmek için dış çevredeki nesnelerin ve
olayların düzenlenmesiyle aşın ilgilenme.
Yer
değiştirme:
Bilinçdışındaki bir uya-nmın niteliğini
değiştirmeksizin amaçladığı nesneyi değiştirme.
Çözülme:
Duygusal bir
zorlamayla başa çıkabilmek için bireyin kişiliğinin veya kimlik duygusunun
geçici, ama zoraki değişimi. Bu savunma mekanizması genellikle nevrotik bir
psikolojik rahatsızlığı gösterir.
Dışsallaştırma:
Birinin kendi kişiliğinin
bileşenlerini, çatışmalarını, mizacını, tutumlarını, düşünme tarzım, sanki dış
dünyaya ve dışındaki nesnelere aitmiş gibi algılaması. Yansıtmaya benzer, ama
ondan daha genel bir mekanizmadır.
Düşünselleştirme:
Duygulan ve uya-nmlan yaşamak yerine onlar
hakkında konuşarak, onları teorik bir düşünce malzemesi haline getirerek
kontrol etmeye çalışma.
Akılcılaştırma:
Bireyin arzu ve
isteklerinin mantık dışı, uygulanamaz olduklarına kendini inandırması.
Karşu-tepki
kurma:
Kabul edilemez
uyarımların tam ters
biçimde ifade edilerek üstesinden gelinmeye çalışılması.
Yalıtma:
Duygunun, içeriğinden yoksun kılınarak
fikirmiş gibi ifade edilmesi.
Bastırma:
Bilinçdışı içeriğin, bilince çıkmasını
engellemek için geriye itilmesi, ya da bilinçli olarak yaşanması istenmeyen bir
olayın bilinçdışına gitmeye zorlanması. Bastırma da gerileme gibi psikanalitîk
teorinin temel taşlarından birisidir ve ilk kez Freud tarafından ayrıntılı
biçimde ortaya konmuştur.
Cinselleştirme:
Yasaklanmış uyarımlarla
bağlantılı sıkıntılardan kurtulmak için bir objeye veya işleve daha önceden
sahip olmadığı düzeyde cinsellik yükleme.
Özgecilik:
Başkasının yaşantısına
katılma hayalinin oluşturduğu yapıcı haz ve başkalarına yardımdan alınan içgüdüsel
doyum. Bu haliyle özgecilik, olgun bir savunma mekanizmasıdır ve kendi
içgüdüsel ihtiyaçlarının yerine başkalannınkini koyan, kendini feda eden
Özgeci teslimiyetten ayrılır.
Yüceltme:
İçgüdünün amacının toplum tarafından değerli
görülen bir amaca kaydırılması ve bu uğurda gösterilen çabadan haz alınması.
Yüceltmede, Freud’un ayrıntılı biçimde ele aldığı psikanalizin toplumlar
tarihini değerlendirmesinde, özel bîr önem verdiği savunma mekanizmalanndandır.
Freud’un bütün uygarlıktan, sanatı, bilimi hatta dini insanın içgüdülerinin
yüceltilmiş ifadeleri olarak görmesi, psikanalizin en çok karşı çıkılan
noktalarından birisi olmuştur.seçim sistemler!
Yöneticilerin seçimle
belirlendiği demokratik toplumlarda, seçimle ilgili her türlü yasal ve geleneksel
düzenlemelerin ortaya koyduğu bütün. Tarihin her döneminde bütün toplumlarda
yöneticilerin belirlenmesi işi farklı yollarla gerçekleşmiş ve toplumlar için
bu iş en önemli siyasal faaliyet alam olmuştur. Antik çağdaki bazı site
devletlerinde görülen doğrudan demokrasilerde vatandaşların bütünü, siyasal
kararların alınmasında site meclislerine katıldığından özel bir yönetici
kardosunu seçmeye gerek kalmıyordu. İdareci ve yargıçların seçimi ise kura
yöntemi ile yapılıyordu. Toplumların tarih içerisinde gösterdikleri değişmenin
farklı dönemlerinde, yönetilen çoğunluku yönetecek yönetici kadroların seçimi
farklı yöntemlerle gerçekleştirilmiştir. Yöneticilerin seçimde fizikî-askerî
güçle, din adamlarının teokratik monarşilerde iktidarı ele almaları dinsel
geleneksel güçle, monarklann monarşilerde ve aristokrasilerde yönetici
olmaları geleneklerle, kooptasyon yöntemiyle ve kralın veliaht ataması gibi
farklı yöntemlerle olmuştur.
Yöneticilerin halk
tarafından seçimle belirlenmesi yönteminin gelişmesi Fransız îhtilali’nden
sonra “burjuvazi”nîn İktidarı ele alması ve egemenliğin halka ait
olduğu tezinin yaygınlaşmasıyla olmuştur. XIX. yüzyıldan önce bazı toplumlarda
yöneticilerin seçimle belirlendiği görülmüşse de bu, devamlılık arzetmediği
için çok önemli olmamıştır. Hz. Muhammed’ten sonra onun yerine halife olan Hz,
Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in iktidara gelmeleri, bir tür seçimle gerçekleşmiştir.
Ne var ki, bu uygulama kurumlaşmamış ve kısa zaman sonra son bulmuştur.
Halk egemenliğinin
benimsenmesiyle, halkın temsilcileri yoluyla egemenliği kullanabileceği
anlayışı yaygınlaşmış ve temsilcilerin (yöneticiler) seçimi meselesi ortaya
çıkmıştır. Temsilî sistemlerin gelişmesiyle vatandaşların oy verme hakları
önem kazanmıştır. Belli yaşa gelmiş ve bazı temel nitelikleri haiz olan
herkesin yöneticileri seçme hakına sahip olduğu, “genel oy” hakkının
yaygınlaşmasına kadar yöneticileri seçme hakkı bazı sosyal, ekonomik ve fiziki
niteliklere bağlanmış “kısıtlı oy” sistemi uzun zaman
uygulanmamıştır. Devlete belli miktarda vergi vermiş olmak, belli sınıftan-gruptan
olmak, belli bir eğitim ve öğretim düzeyini geçmiş bulunmak, erkek olmak, beyaz
ırka mensup olmak vb. ayrıca nitelikler yöneticilerin seçiminde oy kullanacak
kişilerin belirlenmesi için önemli olmuştur.
Sosyalist yönetimlerin
örgütlenmeleri ve kurumlaşmaları seçime farklı bir boyut ve yorum getirmiş ve
temsili demokrasilerdeki seçim biçimleri eleştirilmiştir. Ne var ki, sosyalist
sistemlerdeki seçim, temsili demokrasilerdeki seviyeye bile erişmemiş, sadece
bir “plebisit” niteliği iaşımışür.
Seçim sistemleri,
yönetilenlerin yöneticileri nasıl seçeceklerini düzenleyen kurallar, seçimle
ilgili kurumlar ve teknikler bütünü olarak tanımlanabilir. Diğer alanlarda
olduğu gibi, seçim sistemleri de toplumsal-siyasal yapılara göre farklı
biçimler almıştır.
Öncelikle seçim
sistemlerini tek dereceli ve çift dereceli olmak üzere ikiye ayırmak gerekir.
Temsili demokrasilerin ekseriyetinde uygulanan tek dereceli seçimlerde,
yönetilenler doğrudan
yöneticileri seçme imkanına sahiptirler. Yönetilenler oy kullanırlarken
yönetici adayları arasında tercih yapma ve doğrudan adaya veya partiye oy
vermeye çalışmaktadırlar. Çift dereceli seçim sisteminde ise yönetilenler,
yöneticileri seçecek olan delegeleri seçmekte ve seçilen bu delegeler ikinci
derecede yöneticileri seçmektedirler. Tek dereceli seçimde dolaysız
(doğrudan), çift dereceli seçimde dolaylı oylama söz konusu olmakladır.
Esas itibariyle seçim
sistemleri iki temel gruba ayrılır: Çoğunluk sistemi ve nisbî temsil sistemi.
Çoğunluk
sistemi:
Yönetilenlerden, bir
seçim bölgesinde en fazla oy alanın yönetici seçildiği sistemdir. Uygulamada
farklı şekiller gösterir. Tek isim yönteminde, sadece bir temsilcinin
seçileceği bir seçim bölgesinde en fazla oy alan, yönetici seçilecektir. Liste
yönteminde ise birden çok temsilcinin yönetici seçileceği bir seçim çevresinde,
en fazla oy alan liste (parti) seçimi kazanmaktadır. Tek isim yönteminde aday,
liste yönteminde parti oylanmaktadır. Bir seçim bölgesinden sadece bir temsilcinin
seçildiği çoğunluk sistemine dar bölge çoğunluk sistemi, birden çok temsilcinin
seçilebildiği çoğunluk sistemine de geniş bölge çoğunluk sistemi adı
verilmektedir.
Çoğunluk sistemi üç
farklı biçimde uygulama imkanı bulmaktadır. Biri, oylanan aday veya listenin,
geçerli oyların yansından bir fazlasını alması şeklindeki mutlak çoğunluk, tek
isim veya liste yöntemidir. Bu yöntemin cari olduğu seçim sistemlerinde
adaylar, genellikle birinci turda oyların mutlak çoğunluğunu toplayamadıklarından
ikinci tura geçilmektedir. İkinci yöntem, aday veya listenin oyların nisbî
çoğunluğunu alması yöntemidir. Bu yöntemin uygulandığı seçim sistemlerinde
birinci turda seçim sonuçlanmaktadır. Bu bakımdan bunun uygulanması kolay ve
masrafı azdır. Üçüncü yöntem, tercihli oy yöntemi olup seçmenlerin, seçime
katılan adaylar arasında bir tercih yaparak o seçim bölgesinden çıkacak
temsilci kadar adı işaretlemeleri seklinde uygulanmaktadır. Okuma ve yazmanın
düşük olduğu toplumlarda bu yöntemi uygulamak çok zor olmaktadır.
Nisbî temsil
sistemi:
Seçime katılan
partilerin, yönetilenlerden aldıkları oy oranında temsilci çıkarmalarına imkan
veren bir sistem olduğundan çoğunluk sistemine karşılık adalet ilkesini öne
çıkartmaktadır. Nisbî temsil, ancak liste yöntemiyle uygulanabilir.
Dolayısıyla tek temsilcinin seçileceği dar bölge sistemi uygulanamadığından,
birkaç temsilcinin seçileceği geniş bölge sisteminin uygulanması zorunludur.
Geniş seçim çevresinde birkaç temsilci seçileceğinden, adayların partilerin
listelerine girmeleri gerekmektedir. Listelere giren yönetici adaylarının,
partilerin aldıkları oylara göre seçimi kazanmaları farklı yöntemlerle tayin
edilmektedir. Seçim çevresi bölüm sayı yönteminde, bir seçim çevresinde alınan
geçerli oylar seçilecek temsilci sayısına bölünerek elde edilen sayının,
partilerin aldıkları oy miktarlarında kaç defa olduğuna bakılmakta ve o sayı
kadar temsilci çıkarabilmektedirler. Değişmez teksayı yönteminde ise, ülke
düzeyinde seçilecek temsilci sayısına seçme sayısının bölünmesi ile elde
edilen sayı, değişmez sayı olmakta ve seçim bölgelerinde alınan oyların bu
sayıya bölünmesi ile seçilen temsilciler belirlenmektedir. Millî bölüm sayısı
yönteminde de, ülke çapında kullanılan geçerli oylar,
temsilci sayısına
bölünerek elde edilmekte olan sayıya, seçim bölgesinde alınan oyların
bölünmesiyle seçilen temsilciler tayin edilmektedir.
Yapılan işlemler
sonunda arta kalan oyların değerlendirilmesi için tam olarak uygulanan nisbî
temsil veya yakışurmalı nisbî temsil sistemleri uygulanır. Yakıştırtnah nisbî
temsilin uygulanması durumunda en yüksek artık yöntemi, en yüksek ortalama
yöntemi veya d’Hondt yöntemlerinden birinin uygulanması tercih edilir.
Nisbî temsil
sisteminde adaylar partilerin listelerinden seçime katıldık lan ndan
sandalyelerin listeler içinde dağılımı için de farklı yöntemler
uygulanmaktadır. Bloke liste yönteminde, partiler tarafından düzenlenen
listeler üzerinde seçmenlerin müdahalesi söz konusu olmamaktadır. Karma liste
yönteminde ise seçmenler, adayları tercihlerine göre sıralamaktadırlar.
Tercihli oy yönteminde de partilerin kendi tercihlerine göre sıraya koyduktan
adaylardan bir ikisi hakkında seçmenler tercih yapabilmektedirler.
Seçim sistemlerinin
ülkenin parti ve siyasal sistemi üzerinde önemli bir etkisi bulunduğu
gözlenmektedir. Tek turlu çoğunluk sistemi iki partili sisteme, çift turlu çoğunluk
sistemi ittifaklarla yumuşatılmış çok partililiğe, nisbî temsil sistemi de sert
ve bağımsız çok partili sisteme yol açmaktadır. Çoğunluk sisteminde, bir parti
her halükarda parlamentoda çoğunluğu ele geçirdiğinden İstikrarlı
hükümetlerin kurulması, iktidar partisinin programını uygulamasının kolay
oylamanın basit, halkla temsilciler arasındaki ilişkilerin sıkı ve yakın olması
ve parti etkisinin nisbeten sınırlı olması olumlu yanlan ise de partilerin
aldıktan oyla parlamentoda kazandıkları temsilci sayısındaki oransızlık ve
yeni partilerin kurulmasını zorlaştırması eleştirilen Özellikler olmaktadır.
Buna karşılık nisbî temsil sisteminin küçük partilere temsil imkanı vermesi,
adil olması, dürüst ve oylamaya İmkan tanıması olumlu yanlan olarak görülürken,
parlamentoda genellikle tek bir partinin çoğunluğu sağlayamaması, hükümetlerin
koalisyonlar yoluyla kurulması zorunluluğunun bulunması, partilerin
programlarını tam olarak uygulama imkanı bulamamaları ve siyasal
istikrarsızlığa yol açması olumsuz Özellikleri olarak dikkat çekmektedir.
Tükiye’de 1960 öncesinde çoğunluk sistemi, bu tarihten sonra ise nisbî temsil
sistemi uygulanmışür.1980 öncesindeki siyasal istikrarsızlıklarda TBMM’de
temsil edilen partilerin hiçbirinin çoğunluğa sahip olmamaları ve hükümetlerin
koalisyonlarla kurulmaya çalışılmasının önemli payı olduğuna inanan 12 Eylül
kadrosunun kanun koyucuları, TBMM’de küçük partilerin temsilini önlemek,
Meclis’te bir partinin çoğunluğu ele geçirmesine imkan vermek için ulusal ve
yerel düzeyde % 10 baraj 11 bir nisbî temsil sistemini yürürlüğe koymuşlardır.
Barajü nisbi temsil sistemiyle yapılan 1987 seçimlerinde TBMM’de ancak üç parti
temsil edilebilmiş ve alınan oylarla Meclis’te sahip olunan sandalye sayısı
arasında ciddi oransızlıklar ortaya çıkmıştır. Sistemi kuran siyasal irade,
siyasal istikrar uğruna birtakım toplum sal-siyasal gerçekleri gör-memezlikten
gelmiştir. İstikrar her şeyin Önüne çıkarılmıştır.
Davut DURSUN