SANSÜR
SANSÜR
Siyasal sistemin
korumakla yükümlü hissettiği kamu otoritesini veya sosyal ve ahlaksal düzeni
bozabilecek olan, ya da bozabileceği varsayılan düşünce ve görüşlerin
kısıtlanması siyasetidir. Bir düşüncenin, bir fikrin sansür edilebilmesi için
yazılması veya konuşulması gerekmektedir. Sansür, bazı düşüncelerin,
fikirlerin sadece geçersiz olduğunu ifade etmez, aynı zamanda, bunların ileri
sürülmesinin gerçek bir tehlike yaratacağını da öngörür. Kişilerin, düşündüklerini
istedikleri biçim, zaman ve yerde açığa vurmak ve tartışma serbestisi ile ya-
kından ilgili olan
sansür, düşünce ve söz özgürlüğünün, dolayısıyle de basın ve haberleşme
özgürlüğünün denetlenmesiyle ilgilidir.
Çağlar boyunca,
sansürün en başarılı uygulayıcıları, siyasal ve dinsel otorite sahipleri
olmuştur. Böyle bir resmi otoriteden yoksun olmakla beraber, bazı düşüncelerin
bastırılmasını isteyenler de bu yolda ilgili otoritelerden destek almaya
çalışmışlardır. Kişinin böyle bir desteği tek başına elde etmesinin imkansız
olmasa bile çok zor olması nedeniyle, bugün, batı demokrasilerinde, dinsel
veya din dışı amaçlarla hareket eden birtakım özel gruplar iletişim kanalları
üzerinde etkili olan, ya da onlara hükmeden kişileri etkilemek için baskında
bulunmaktadırlar.
Sansür, genelde,
siyasal sansür, dinsel sansür, ahlaki sansür ve akademik sansür olmak üzere
dört ana başlık altında incelenebilir. Ancak, bu sansür eyleminin bu kategorilerden
birden fazlasına girebilmesi de mümkündür. Bunun yanısıra, sansür eylemi,
yayımdan veya duyurudan Önce ve sonra olmak üzere iki ayn şekilde gerçekleşmektedir.
Sansürü meşru kılan üç
temel dayanaktan söz edilebilir. Bunlardan birincisi, otorite sahipleri
tarafından “yanlış” veya “tehlikeli” olarak
değerlendirilen fikirlerin bastırılması veya cezalandırılması yolundaki
inançtır. İkincisi, birincisini de haklı çıkarır mahiyette olan seçkinci bir
tutumu ifade eder. Platon’un “Cumhuriyef’int dek götürebileceğimiz bu
görüşe göre, eğitim, meslek veya gelir seviyesi gibi birtakım nitelikler
bakımından toplumda daha üstün bir konumda olanlar, doğruyu yanlıştan ayırmada
diğerlerine göre daha yeteneklidirler. BöyIece doğrulan bulma yeteneğinde olan
kişiler, aynı kapasitede görülmeyen kişilerin Fikirlerine sansür
uygulayacaklardır. Toplumun benimsemediği, topluma ters gelen fikirlerin
bastırılması düşüncesi de, sansür eylemini meşrulaştıran bir diğer yaklaşımdır.
Bu düşünceye karşı çıkanlar, sansürün tarihini, birey ve toplum arasındaki bir
dizi öncülük mücadelesi olarak görmektedirler.
özgürlükçü demokrasi,
en doğru çözümlerin, kamusal çıkarlara ilişkin sorunların açıkça tartışılması
ile bulunacağı inancını taşıyarak, kitle haberleşmesinin özgürce yapılmasını
temel bir ilke olarak kabul eder. Ancak, bu, çağdaş demokratik rejimlerde, basın
ve haberleşme özgürlüğünün hiçbir sınır, hiçbir denetim kabul etmediği şeklinde
de anlaşılmamalıdır. Örneğin, İngiliz Basın Özgürlüğü, esas itibarıyla,
“devleti tehlikeye sokma, genel ahlaka aykırı davranma ve hukuki bir
neden olmaksızın kişilerin zararına hareket etme” durumları ile
sınırlandırılmıştır. Amerikan Yüksek Mahkemesi ise, Amerikan Anayasası, basın
özgürlüğüne ilişkin herhangi bir sınırlama getirmediği halde, çeşitli
kararlarında, bu özgürlüğün “halen var olan ve açık tehlike”
durumunda kanunla sınırlandırılabileceğini ortaya koymuştur.
Türkiye’de Basın Alanında Sansür:
Osmanlı imparatorluğu
döneminde basına ilişkin ilk metin, 1864-1909 yıllan arasında yürürlükte olan
Matbuat Nizamna-mesi’dir. Dönemsel yayınlan hükümet iznine bağlayan bu
nizamnameye göre, hükümdar ve ailesini, nazırlarını tahkir, dost devletlere ve
bunlann temsilcilerine karşı yayın gibi suçlan işleyen gazeteler “idari
takdir” yolu ile kapatılacaktır.
1876 Anayasasının 12.
maddesiyle, “matbuat, kanun dairesinde serbesttir” hükmü
getirilmiştir. Bu hükme dayanılarak, 1877de Matbuat Kanunu hazırlanmışsa da
Padişah II. Abdülhamit tarafından yürürlüğe konmamış ve onun döneminde basın
üzerinde sansür, en yoğun şekilde uygulanmıştır.
Kanun-u Esasi 1908
yılında tekrar yürürlüğe konulurken, 12. maddeye “hiçbir veçhile
kablettab’ı teftiş ve muayeneye tabi tutulmaz” hükmü ilave edilmiştir.
1909 tarihli Matbuat Kanunu ile de, dönemsel yayınlarda, “basılmadan
önce müsaade” sistemi yerine “beyanname verme” sistemi getirilmiştir.
Ancak, bu kanun da 1913 yılında değiştirilerek, gazete çıkarılması “para
depo etme” koşuluna bağlanmış ve devletin güvenliğine ilişkin nedenlerle
gazetelerin hükümet tarafından kapatılabileceği öngörülmüştür. Kanun 1914
yılında bir daha değişikliğe uğratılarak, ister savaş, ister banş zamanında
olsun, askeri konularda ve devletin savunmasını ilgilendiren konularda haber
yayınlanması sansüre bağlanmıştır.
1919-1923 yıllan
arasında sıkıyönetim döneminde sansür tüm yayınlan kapsayacak şekilde uygulanmıştır.
Cumhuriyet döneminde
basına ilişkin olarak, 20 Nisan 1924 tarihli Teşkilatı Esasiye Kanununun 77.
maddesinde “matbuat kanun dairesinde serbesttir ve neşir edilmeden evvel
teftiş ve muayeneye tabi değildir” denilerek Kanun-u Esasi’nin 12. maddesi
tekrarlanmıştır. Bu uygulama, sadece bir yıl geçerliliğini koruyabilmiş ve 1925
tarihli Takriri Sükun Kanunu’nun 1. maddesi ile “irtica, isyana, ve
memleketin nizam-ı içtimaisini ve huzur ve emniyet, tahrikat, teşvi-kat,
teşebbüsat ve neşriyatı hükümet, Reisi-cumhurun tasdiki ile re’sen ve idareten
men’e mezundur” hükmü ile basın özgürlüğü oldukça kısıtlanmış ve bu
hususlara riayet etmeyenlerin istiklal Mahkemelerinde yargılanmaları kabul
edilmiştir. Bu dönemde, basın ve basımevleri ile ilgili hükümleri kapsayan
1937 tarihli Matbuat Kanunu ile, gazete çıkarma, mahalli en büyük mülkiye
memuruna bir beyanname verilmesine bağlandıysa da 1938’deki değişiklikle,
gazete ve dergiler için, “para depo etme” koşulu, periyodik yayınlar
için de “ruhsatname alma sistemi” getirilmiştir. Aynı kanunun 50.
maddesi İse, hükümete, “memleketin umumi siyasetine dokunacak”
neşriyatı yapanların gazetelerini kapatma yetkisi tanımıştır. Türk basınını,
bu derece baskıcı bir rejime bağlayan kanun 1946’da yeniden değiştirilerek
ilk şekline dönülmüş, 1950 yılında iktidarın halk oyu ile değişmesi üzerine yerini
1950 tarihli ve 5680 sayılı kanuna bırakmıştır.
Liberal bir görüşle
hazırlanan 5680 sayılı kanun, periyodik yayınlar İçin “beyanname
sisteminin kabul edilmesi, basın üzerinde idareye tanınan yetkilerin
daraltılması, yayın yasaklarının asgari ölçüye indirilmesi gibi özgürlükçü
esaslara sahipti. Bu Özgürlükçü ortam da uzun ömürlü olamamış, 1954 yılında
yayınlanan 6334 sayılı “Neşir Yoluyla veya Radyo ile İşlenecek Bazı Cürümler
Hakkında Kanun” ve 1956’da çıkan 6773 sayılı kanunla basın ve haberleşme
özgürlüğü önemli Ölçüde kısıtlanmak istenmiştir.
Basın özgürlüğüne
vurulan bu darbeler 27 Mayıs 1960 askeri darbesine dek sürmüş, Milli Birlik
Komitesi bu kanunları yürürlükten kaldırarak. Basın Kanunu’nda, değişiklik
yaparak bazı hükümleri dışında
bu kanunun ilk şekline
uygun bir basın rejimini yeniden kurmuştur. 1961 Anayasa-sı’nın 20.
maddesinde, “herkesin, düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olduğu, düşünce
ve kanaatlerini söz, yazı, resimle veya başka yollarla tek başına veya toplu
olarak açıklayabileceği” belirtilmiştir.
1982 Anayasası
haberleşme Özgürlüğünün temelini oluşturan düşünceyi açıklama ve yayma
özgürlüğünü 1961 Anayasasından daha kapsamlı bir şekilde düzenlemiş ve basın
Özgürlüğüne ilişkin ayrıntılı hükümlere yer verilmiştir. Basının Özgür ve
sansür edilemeyeceği, 1982 Anayasasının 28. maddesinde açıklanmış ve bunun yanı
sıra.1961 Anayasasından da daha ileri bir görüşle, basımevi kurmak için
“izin alma ve mali teminat yatırma şartı” konulmayacağı
belirtilmiştir. 1982 Anayasası, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün
“suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, devlet sırn olarak
usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya
haklarının, Özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sınırlarının
korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi
amaçlarıyla” sınırlandırılabileceğini belirtmiştir.
Türkiye’de
Radyo Yayınlarında Sansür
1938 yılında fiilen
devlet tekeline giren radyo yayınlarında, 1943 tarihli 4475 sayılı Kanunun 20.
maddesi ile, radyolarda yapılacak her türlü söz yayınlarının incelenip,
programlara alınıp alınmamasının Basın ve Yayın Kurumu Umum Müdürlüğü’nce kararlaştırılacağı
öngörülerek “radyo yayınlarında sansür” kurumu getirilmiştir. 1949
tarih ve 5392 sayılı, Basın, Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü Kanunu ise, radyo
müdürlüklerini bazı yetkilerle donatıp, merkezin denetleme yetkisini nisbeten
azaltmıştır.
1950’deki iktidar
değişikliğinden bir süre sonra, iktidar partisi radyo yayınlarında sansürü en
etkili şekilde, özellikle de muhalefeti susturucu yönde kullanmaya başlamıştır.
Radyonun
tarafsızlığının güvence altına alınması, 1961 Anayasası ile gerçekleşmiştir.
1982 Anayasası ise
121. maddesi ile “radyo ve televizyon istasyonları ancak, devlet eliyle
kurulur ve idareleri tarafsız bir kamu tüzel kişiliği halinde kanunla düzenlenir”
diyerek, radyo-televizyon üzerindeki devlet tekelini anayasal bir kurum haline
getirmiştir. Bu Anayasanın 26. maddesi ile de, düşünce ve haberleşme
özgürlüğüne ait hükmün, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan
yayınların, izin sistemine bağlanmasına engel olmayacağı açıklanarak bu konuda
sansür uygulamasına açıkça olanak tanınmıştır.
Türkiye’de
Sinema ve Televizyon Sansürü
Filmleri sansür
yetkisi, 1932 yılına kadar valiliklerce uygulanmış, 1932 tarihli Sinema
Filmlerinin Kontrolüne Ait Talimatname ile merkezileştirilmiştir. Bu talimatnameye
dayanarak, istanbul’da kurulan sansür komisyonuna İçişleri ve Milli Savunma
Bakanlıklarının ve Genel Kurmay Başkanlığının birer temsilcisi yanında, fi
Polis Müdürü ve Emniyet Müfettişi de ka-tilmakta idi.
1961 Anayasası,
düşünce ve ifade hürriyetine açık bir şekilde yer vermekle beraber, sinema ve
televizyon filmlerinden söz etmemiştir. Sinema ve televizyon filmleri-
nin açık bir hükme
bağlanmayışı, bunların sansür edilip edilmeyeceği konusunda bir dizi tanışmaya
yol açmıştır.
1982 Anayasası radyo,
televizyon veya benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine
bağlanabileceğini belirtmekle, sansürü açıkça mümkün kılmış ve bu konudaki
tartışmalara son vermiştir.
(SBA)