Teoriler

Sanayi Ötesi Toplum Daniel Bell

Sanayi Ötesi Toplum Daniel Bell

Daniel Bell (1919- ) New York doğumludur ve eğitimini New York City College’ta ve Kolombiya Üniversitesinde tamamlamıştır. Aslında New York The New Leader’da gazetecilik yapan Bell, daha sonra Common Sense’in yönetici editörü ve Fortune Magazine’nin çalışma editörü olarak görev yapmıştır. Bell, Chicago Üniversitesi’nde asistan olarak başladığı akademik kariyerini, önce Kolombiya (1969-80), ardından Harvard Üniversitesi’nde sosyal bilimler öğretim üyesi ve profesörü olarak devam ettirmiştir.

Bell’in sosyolojisinin ana hedefi sanayi-sonrası toplumun temel özelliklerini belirlemek ve açıklamaktır. Bell, örneğin İdeolojinin So- nu’nda (1960), kapitalist ve sosyalist toplumlar arasındaki ideolojik farklılıklara değinerek, gittikçe yaklaşan sanayi-ötesi toplumsal yapı­nın belirginleşmeye başladığını vurgular ve ‘2000 Yılı Üzerine Ameri­kan Komisyonu’ için yaptığı çalışmada, geleceğin dünya toplumlun­daki muhtemel yapısal değişimleri kabataslak ortaya koymaya çalışır.

Daniel Bell bugün birçok kişi tarafından “dünyanın, yaşayan en büyük sosyologlarından biri” olarak kabul edilmektedir (New Society, 18 Aralık 1987). O, oldukça üretken bir yazardır ve politik açıdan libe­ral ve bağımsız görüşlere sahiptir. Daniel Bell’in akademik olmayan faaliyetleri arasında Teknoloji, Otomasyon ve Ekonomik Gelişme Başkanlık Komisyonu ve Amerikan Sivil Haklar Derneği üyelikleri vardır.

Daedalus ve Public interest dergilerinin editörlüğünü yapmış olan Bell’in geniş bir yayın koleksiyonu vardır:

  • İdeolojinin Sonu, 1960
  • 2000 Yılına Doğru (ed.), 1969
  • Sanayi-Ötesi Toplumun Gelişi, 1974
  • Ekonomik Teoride Kriz (ortak-ed.), 1981


FİKİR

Ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllardaki Birinci ve İkinci Sanayi Dev- rimlerinin ardından sanayi-ötesi toplum evresine geçildiği düşüncesi İkinci Dünya Savaşı’ndan beri sosyologları büyük ölçüde etkilemiştir. Birçok yazar geleceği tahmine çalışmış ve bu girişimler özellikle So­ğuk Savaş yıllarında çok keskin iki alternatif arasında kalındığı bir dönemde yapılmıştır -bir yanda ABD’nin önerdiği liberal kapitalizm, öte yandan Sovyetler Birliği’nin vaat ettiği devletçi sosyalizm ve ko­münizm ütopyası, Asya ve Çin’de ortaya çıkan sosyalist devletler. Dünya iki kutba mı bölünecektir veya aksine bir ‘Üçüncü Yol’, nihaye­tinde bu ideolojik ayrımları aşabilecek ve hepimizi geleceğin yeni müreffeh ve uyumlu toplumuna götürecek bir yol mu bulunacaktır?

Daniel Bell sanayi-ötesi toplum kavramının önde gelen temsilcile­rinden biri olarak görülür. Sanayi-ötesi terimi ilk kez David Riesman tarafından kullanılmıştır ve 1890’larda yazan VVilliam Morris’in izleyi­cisi Arthur Penty’ye atfedilir.

Bell Sanayi-ötesi Toplumun Gelişi’nde (1974) bu toplum tipinin beş temel özelliğini şöyle sıralar:

  • Endüstriyel açıdan – mal üretiminden hizmet ekonomisine ge­ÇİŞ-
  • Meslekî açıdan – mavi yakalı endüstriyel mesleklerden beyaz yakalı profesyonel ve teknik konumlara, işçi sınıfı ağırlıklı bir toplumdan daha orta sınıf bir topluma geçiş.
  • Politik açıdan – politikacılar ve işadamlarından oluşan gelenek­

sel güç yapısına meydan okuyabilecek yeni bir bilgi sınıfının ya­ratılması.          I

  • Kültürel açıdan – ilerlemenin ve politika-oluşturmanın asıl kay­nağı olarak teorik bilginin merkezi konumu.
  • İdeolojik açıdan – teknolojinin kontrolü ve teknolojik değerlen­dirmeye dayalı bir ‘gelecek yönelimi’.

Bell, sanayi-ötesi toplumun temel özelliklerinin sadece bu unsur­lardan ibaret olduğunu vurgulasa da, 2000 yılında, Japonya, SSCB ve Batı Avrupa dâhil, günümüzün çoğu ileri sanayi toplumunun sanayi- ötesi bir döneme geçeceğini ileri sürer ve bu konuda önde gelen örnek olarak Amerika’yı verir.

…sanayi-ötesi toplumun ilk ve en basit özelliği, işgücünün büyük çoğunluğunun artık tarım ve üretim faaliyetlerinde değil, ticaret, finans, ulaşım, sağlık, eğlence, araştırma, eğitim ve yönetim faali-

 

yetlerini kapsayacak biçimde tanımlanan hizmetler sektöründe yer almasıdır.

Bugün ABD esas olarak bir hizmet ekonomisine sahip, nüfusunun büyük bir oranı tarımsal veya endüstriyel faaliyetlerle ilişkili ol­mayan ilk ulustur. Bugün Amerikan işgücünün yaklaşık % 60’ı hizmetlerle ilgilidir; 1980’lerde bu oran % 70’lere yükselecektir (Bell, 1974).

Hizmet sektörünün gelişimi ve buna bağlı olarak profesyonel ve teknik mesleklerin oranında artış sanayi-ötesi toplumun önemli bir özelliği olsa da, bu toplumun en ayırt edici özelliği üniversiteler, uzmanlık alanları ve İdarî teşkilatın gelişmesiyle kendini gösteren yeni bir intelicensiyanın,yeni bir’bilgi sınıfı’nın ortaya çıkışıdır.

Sanayi-ötesi toplumun can damarı para değil bilgidir, özellikle te­orik, veya Bell’in deyimiyle, ‘kodlanmış bilgi’. Bu bilgi türü doğası ve tipi itibariyle Watt ve Edison gibi Sanayi Devrimi’nin ‘önde gelen ışıklar’ının ‘keşfettiklerinden farklıdır. Sanayi-ötesi bilginin kaynağı kişisel deneyimler değil, hükümet veya büyük firmalar tarafından desteklenen ve büyük şirketler veya üniversitelerin araştırma labora­tuarlarında yürütülen kapsamlı araştırma programlarıdır. Bilim ve teknoloji, Belie göre, pratik uygulamayı yönlendiren soyut teoriyle ve gerek sınaî gerek politik düzeyde, bilgisayar temelli simülasyonla- ra dayalı karar-verme süreciyle giderek daha fazla iç içe geçmektedir. Bilgi kullanımındaki bu patlamanın merkezinde modern üniversite vardır. Bu da sonuçta Amerika’da Massachusetts Teknoloji Enstitü­sünün ve İngiltere’de Bath ve Salford gibi üniversitelerin statü ve kaynaklarında artış demektir.

Bu yeni bilgi sınıfının yükselişi geleneksel güç ve ayrıcalıklar den­gesinde önemli bir etkiye sahiptir. Yeni profesyonel ve teknik sınıflar servet ve mülkiyetten ziyade bilgi ve uzmanlığa dayalı yeni bir güç biçimini temsil ederler. Sosyal tabakalaşmadaki bu tür bir dönüşüm, bilgi sınıfının sanayi-ötesi toplumu ideoloji ve politik çatışmalardan arınmış daha rasyonel ve uyumlu bir geleceğe doğru yönelten yeni bir yönetici sınıf durumuna gelmesi ihtimalini arttırır. Bell bu ihtimali dikkate alsa da, sonradan reddeder. Bu yeni aydınlar sınıfı karar alma sürecini kontrol edebilme açısından politikacılarla işbirliği yapabilse de, onlarla rekabete de girebilir, ancak nihayetinde “bilginin güçle ilişkisi özünde bir itaat ilişkisidir” (Bell, 1974). Yine de o sermaye sa­hiplerinin kendi işlerini yürütmek için yeni bir yönetici sınıfı kullan­dıkları bir ‘yönetim devrimi’nin ortaya çıkacağını öngörür. Mülkiyet ve kontrolün birbirinden ayrılması yeni bir idarî-teknikyapı yaratır ve bu idarî-teknik yapı büyük şirket yöneticiliği ile halk arasında hisse-

 

darlığın yaygınlaşmasının iç içe geçişinin yansımasıdır.

Hizmet ekonomisinin ve yeni bir bilgi sınıfının gelişimi sanayi- ötesi toplumun hâkim değerleri, normları ve kültüründe önemli de­ğişimler yaratma eğilimindedir. Büyük ihtimalle çalışma ahlâkının yerini bireysel özgürlük ve haz-arayışı alır; piyasa güçleri ve kâr güdü­sü sosyal, ekonomik ve refah plânlamasına vurgunun artmasıyla kontrol edilebilir veya en azından kontrol altına alınabilir. Politik gündemin tepesine refah ve zenginliğin dağılımı konusundaki sınıf- temelli geleneksel çatışmalardan ziyade, çevre, sağlık ve eğitim gibi meseleler taşınabilir.

Sonuçta Bell’e göre, sanayi-ötesi toplumun temel özelliği, bilimsel ve teknik bilginin merkezî rolü ve bu düşünce biçimlerinin sadece politik ve endüstriyel karar-alma süreçlerini değil, aynı zamanda estetikten edebiyata kadar diğer bütün sosyal kültür alanlarını da kapsamlı olarak etkilemesi ve onlara nüfuz etmesidir.

KAVRAMSAL GELİŞİM

Sanayi-ötesi toplum kavramı savaş-sonrası sosyoloji üzerinde esaslı bir etkiye sahipti. Alain Touraine (1971) ve Krishan Kumar (1978) gibi yazarlar bu kavramın farklı yorumlarını geliştirseler de, en büyük etkiyi muhtemelen Daniel Bell’in yorumu yapmıştır. O, ideal-tip bir ‘geleceğin toplumu’ portresi çizer: gerçekte bilinen bütün toplumları dikkate almayan bu ideal tip, VVeber’in bürokrasi kavramında olduğu gibi, modern gelişmenin temel özelliklerini içerir. O, sanayi-ötesi toplum kavramı üzerindeki tartışma ve araştırmaları teşvik etmek için tasarlanmış ‘mantıksal bir inşa’, bir iskelet taslaktır.

sanayi-ötesi toplum kavramı özel veya somut bir toplumun tasviri değil, analitik bir kurgudur. Bu kavram, gelişmiş Batı toplumların- daki sosyal tabakalaşma yapısı ve toplumsal düzenin yeni eksen­lerini tanımlayan bir paradigma veya toplumsal çerçevedir. Top­lumsal yapılar bir gecede dönüşmezler ve tam bir devrimin ger­çekleşmesi çoğu kez yüzyıllık bir dönemi alır.

Bazı okuyucuların düşündüklerinin aksine, o bütün gelişmiş sanayi toplumlarını detaylı olarak tanımlama girişimi değildir.

Bu tür bir fütürolojik girişim kaçınılmaz olarak birçok yorum ve eleştiriye yol açmıştır. İlk olarak, Bell’in ekonomik ve endüstriyel ana­lizine farklı itirazlar yapılmıştır.

  • Sanayi-ötesi düzenin geçmiştekinden tamamen farklı toplum­sal ve ekonomik bir yapı olduğu düşüncesi Kumar (1978) ve

VVilliams (1985) gibi yazarlar tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Bu yazarlara göre, hizmet temelli bir ekonomiye geçiş yeni bir düzeni değil, sadece sanayileşmenin başlangıcına kadar uzanan mevcut bir eğilimin yaygınlık kazanmasını temsil eder. Anthony Giddens’ın (1989) ifadesiyle,

… 1800’lerin başlarından itibaren sanayi üretimi ve hizmetler sek­törü tarımın aleyhine bir gelişme göstermiş, hatta hizmet sektö­rü sanayi üretiminden daha hızlı bir artış oranı sergilemiştir… Şüphesiz, en önemli değişim endüstriyel işlerden hizmet işleri­ne değil, aksine tarımdaki uğraşlardan diğer bütün meslek tip­lerine doğru olmuştur.

  • Hizmet sektörü kavramının daha dikkatli ve ayrıntılı analiz edilmesi gerekir. Bu sektör, bir kısmı beyaz yakalı olarak sınıf- landırılabilecek (sözgelimi, malî alanda çalışanlar, iktisatçılar ve bilim adamları), diğerleri esas itibariyle bedensel ve hatta vasıf­sız işlerde çalışan (örneğin, petrol istasyonunu görevlileri) geniş bir iş ve meslekler yelpazesini kapsayan oldukça farklılaşmış bir meslek kesimidir. Hatta bu hizmetlerde beyaz yakalı işler bile çoğu kez sınırlı bir uzmanlık bilgisi gerektirir ve yine onlar ço­ğunlukla mekanizasyona tâbidir. Alt düzey büro işlerinin çoğu­nun sekreterlik veya yazı işleri gibi görevleri içerdiği açıktır. Jo- nathan Gershuny’nin (1978) belirttiği gibi, mevcut hizmet mes­leklerinin yarısından fazlası sanayi üretiminin bir parçasıdır veya en azından bu sürece katkıda bulunmaktadır. Sanayiyle ilgili bir alanda çalışan bir mühendis, teknisyen veya bilgisayar prog­ramcısı, gerçekte ayrı ve bağımsız bir meslekî sınıfın üyesi ol­masa bile, yine de sanayi sektörünün bir parçasıdır.
  • Hiç kimse özellikle mikro-işlem ve elektronik iletişim sistemle­rinde yeni teknolojilerin uzun dönemli etkisi ve kullanımı konu­sunda kesin olarak konuşamaz. Günümüzde bu yeni teknoloji­ler modern sanayi üretimin yerini almaktan ziyade onun bir parçasını oluştururlar. Sanayi alanında çalışanların oranındaki düşüş ve hizmet işlerindeki oransal artış, bu yüzden, sınaî üre­timin azalmasını değil, sadece onun bir sektör olarak yeniden yapılanmasını temsil eder. Sanayi üreticilerinin yerini otomas­yon ve yeni teknolojilere sahip sanayi işçileri almakta, üretim işgücünün ucuz olduğu Üçüncü Dünya’ya transfer edilmekte ve sanayi üretimi sürecine ‘hizmet edecek’ -ancak onun yerini al­mayan- bir dizi yeni beyaz yakalı iş yaratılmaktadır.

İkinci olarak, Bell’in teorik bilginin öne çıktığı tezi sorgulanmalıdır.

Kodlanmış bilgi kavramı ve bilişimin ekonomik sistemin temel taşları olduğu düşüncesi de benzer biçimde tartışmalıdır. Büyük çokuluslu şirketlerin dünya ekonomisine hâkim olması gibi, araştırma ve geliş­tirme alanlarındaki teorik bilgi artışı da büyük iş ve dünya piyasaları­nın değişen doğasını yansıtmaktadır. Radikal yazarlar üniversiteler ve büyük işletmeler arasındaki işbirliğinin arttığını düşünürler: ancak bu işbirliği, onlara göre, rasyonel düşünce ve entellektüel uyumun en yüksek düzeyde hüküm süreceği Cesur Yeni Dünyayı değil, gelenek­sel kâr ve güç ilişkilerinin yayılmasını temsil etmektedir. Yeni bilgiler yeni ürünlerin ve yeni piyasaların geliştirilmesinde, hatta sağlık, eği­tim ve refahtan ziyade, öncelikle savunma ve uzay alanlarındaki araş­tırmalara ayrılan devlet harcamalarının artırılmasında kullanılabilir. Ne devlet ne de büyük işletmeler ‘bilgi için bilgi’ ürettiklerini iddia edebilirler, ne de onlar toplumun plânlamacılar ve teknokratlar tara­fından yönetilmesi gibi bir niyete sahiplerdir. İkisi de (işletmeler ve devlet) bu tür uzmanları mevcut sınaî ve politik düzenin yıkılması yönünde değil, devamlılığını sağlamak amacıyla kullanmak niyetin­dedir.

Üçüncü olarak, Bell Amerika Birleşik Devletleri’ni sanayi-ötesi top­lumun temel bir örneği olarak tanımlar, ancak Giddens’a (1989) göre, Amerika kuraldan çok istisna olabilir. “Amerikan ekonomisi uzun zamandır diğer sanayileşmiş ülkelerin ekonomilerinden farklıdır, yirminci yüzyılda ABD’de nispeten daha yüksek oranda işçi hizmet işlerinde çalışmaktadır… diğer ülkelerin de ABD gibi hizmet temelli bir ekonomiye geçecekleri çok net değildir”. Bu yüzden, ABD dünya toplumu üzerine bir genelleme yapmak için en iyi dayanak olmayabi­lir.

Dördüncü olarak, Marksistler özellikle Bell’in, kapitalist toplumun sömürücü özelliklerinin kamusal çıkara yönelik olan ve kâr arayışı ve özel sermayeden ziyade işbirliği ve plânlamaya dayalı sanayi-ötesi topluma geçişle birlikte ortadan kalkacağı şeklindeki iyimser öngörü­sünü eleştirmişlerdir. Bob Jessop’un (1998) öne sürdüğü gibi, bu Bell’in yanlış görünen temel bir öngörüsüdür. Modern firmalar daha örgütlü, daha global ve daha bilgi-temelli olabilirler, ancak onlar doğaları gereği hâlâ kapitalisttir. Onları yönlendiren halen kâr arayışı ve sermaye birikimidir. Onlar çokuluslu şirketler olarak daha büyük, daha küresel düzeylerde işleyebilir, daha fazla bilim adamı ve teknik eleman kullanabilir; açıkça daha az sömürücü stratejiler benimseye­bilir ve çalıştırdıkları işçiler, Üçüncü Dünya ülkeleri ve çevreyle daha yakından ilgilenebilirler, fakat onlar hâlâ özünde kapitalist, doğaları ve niyetleri bakımından hâlâ sömürücüdürler. Bell’e göre, yeni bil­gi/bilişim toplumu kapitalizmin gelişimindeki bir başka evredir ve bu bilgi kamunun malı olmaktan uzaktır, aksine büyük şirketler kendi çıkarlarına uygun olarak yeni teknolojilerin yayın, denetim ve lisans haklarını satın almak ve yeni kârlar elde etmek için dişe diş mücadele vermektedirler. Büyük şirketlerin televizyon ve mobil telefonların yayın haklarını satın almak ve kontrollerine geçirmek için ve gelecek­te genetik materyalleri pazarlamak amacıyla DNA’nın temel genetik haritalarını satın almak için milyarlarca dolar harcadıklarını hatırlayın.

Son olarak, Bell’in tezi, çoğunlukla yakınlaşma teorisiyle bağlantı­lıdır ve aslında toplumsal değişmenin sağlanmasında ekonomik faktörlerin önemi abartıldığı için eleştirilir. Bu onun yazılarının çarpı­tılmış bir yorumunu temsil eder. Bell, gerçekte, bütün gelişmiş sanayi toplumlarının ortak sosyal, ekonomik ve politik bir sisteme doğru yakınlaşmakta oldukları görüşünü reddeder. (“Bir sosyal sistem ola­rak sanayi-ötesi toplum kapitalizm veya sosyalizmin ‘devamı’ değil­dir, aksine bürokratikleşme ikisinin de örtüşen bir özelliğidir”) ve Bell sanayi-ötesi toplumun “bir üstyapı içinde başlayan değişimlerin bir tür altyapısı” olduğu fikrini de kabul etmez. Post-endüstriyalizm, ona göre, bir toplumun -değişimlerin politik sistemle ilgili çözülmesi gereken İdarî problemler yarattığı- önemli bir boyutudur. Daniel Bell’in sanayi-ötesi toplum anlayışı, böylece, yeni radikal bir toplum­sal düzenden ziyade, mevcut sosyal, ekonomik ve politik eğilimlerin bir devamını temsil eder.

Bell Sanayi-ötesi Toplumun Gelişi’nde (1973), toplumsal gerilim ve çatışmalardan uzak iyimser bir geleceğin toplumu tasavvuru sunar. Ancak 1976’da ‘kapitalizmin kültürel çelişkileri’ daha açık hale gel­meye başlamıştır ve Bell modern toplumun üç ‘merkezî’ ilkesi arasın­da yeni ve çözüme kavuşturulmamış bir gerilimin varlığını belirler:

  • teknik-ekonomik etkililik ve sosyal problemlere rasyonel, teknik ve bilimsel çözümler arayışı;
  • genel yurttaşlık, siyasal eşitlik ve sosyal refah hakları;
  • bireysel ifade ve bireysel doyum.

Geleceğin sanayi toplumu hakkındaki bu iyimserlik ve karamsarlık karışımı o günden beri sanayileşme konusundaki literatüre yayılmış­tır ve günümüzün ve geleceğin toplumları üzerine çoğu tartışmayı biçimlendirmektedir.

Bu eleştirilere rağmen, Bell’in 1960’lar ve 70’lerde Amerika analizi analitik ve istatistiksel açıdan sağlamdır ve Amerika’nın sanayi-ötesi toplum deneyimlerinin temel boyutları artık Batı dünyasındaki sanayi toplumlarına yansımaktadır. Bunlar:

  • beyaz yakalı hizmet ekonomilerinin gelişimi;
  • evde ve işyerinde yeni teknolojilerin gücü ve kullanımında artış, en azından bilgisayar. Internet, küresel iletişimin yaygınlaşması ve biyo-teknolojinin gelişimi.
  • çokuluslu şirketlerin güç ve esnekliklerinde ve en son teknoloji­leri kullanarak kitlesel üretimi küresel ölçekte organize etme ye­teneklerinde artış;
  • modern hayatın birçok baskı, gerilim, meydan okuması ve fır­satları karşısında daha büyük etkiye ve bilinçli bir güce sahip bi­reysel tüketicilerin oluşturduğu bir hayat tarzları çeşitliliğinin gelişimi.

Bell Amerika’nın 1970’lerde bir sanayi-ötesi toplum biçimine geçer­ken açıkça gözlenebilen bazı genel eğilimleri ve gerilimlerini doğru olarak tespit etmiştir. Onun öngörülerinden çoğu hâlâ doğrudur ve ‘sanayi-ötesi toplum’ fikri hâlâ günümüzün ve geleceğin toplumları hakkındaki çoğu ekonomik ve toplumsal tartışmayı biçimlendirmeyi sürdürmektedir. O çekici bir kavramdır ve yirmibirinci yüzyıla, değiş­me hızının en yetenekli ve en tuhaf gelecek-bilimcilerin ve önde gelen düşünürlerin hızını tehdit ettiği bir yüzyıla girerken bu kavra­mın gözden geçirilmesine gerek vardır. Günümüz koşullarını ve 1970’lerde Daniel Bell’in ilk yazdığı dönemde çok az şeyin yeterince açık olduğunu düşünürsek, onun çoğu kişi tarafından dünyanın en büyük yaşayan sosyologu” olarak alkışlanması kesinlikle isabetlidir (New Society, 18 Aralık 1987).