Sosyoloji Tarihi

Saldırganlık ve Şiddet – SOSYAL İLİŞKİLER

 

Bir başkasına zarar verme niyetiyle yapılmış davranışa saldırganlık denir. Saldır­ganlık, yüksek dozda zor kullanımı ve fiziksel zarar da içeriyorsa buna şiddet de­riz. Haberlere şöyle bir göz atmak, bize dünyanın saldırganlık ve şiddet içeren dav­ranışlar konusunda maalesef bir sıkıntı çekmediğini hatırlatır.

Bireyler bazen bir hedefe ulaşmak için bilinçli ve planlı olarak saldırganca dav­ranışlarda bulunurlar; bazense saldırganlıkları anlık tahriklerin sonucudur. Her iki durumda da saldırganlık ve şiddete başvurmanın temel sebeplerinden biri bireyin ulaşmaya çalıştığı bir hedef konusunda kendini engellenmiş hissetmesi ve hedefle arasındaki bu engeli kaldırmak istemesidir. Örneğin bir politikacıyı kendi siyasi ideallerinin önünde engel olarak gören biri bu politikacıya suikast düzenleyebilir. Ya da çocuğuna istediği şeyi başka türlü yaptıramayan ebeveyn ona fiziksel şiddet uygulama yoluna gidebilir. Böyle bakıldığında, saldırganlık sosyal etki edinme yo­lunda bir çabadır ancak bu çaba zorlamayı ve zarar vermeyi içerir.

Elbette kendini bir konuda engellenmiş hisseden herkes saldırganlık ve şiddet yo­luna başvurmaz. Saldırgan davranışın kökenleri psikologları uzun süre meşgul etmiş bir konudur. Saldırganlık “doğuştan mı gelir yoksa sonradan mı öğrenilir” sorusunun cevabı, bu tarz sorularda genellikle olduğu üzere, “her ikisi de”dir. Saldırganlığın bi­yolojik ve kalıtımla aktarılan bir yönü vardır. Erkeklerin genel olarak kadınlardan da­ha saldırgan olması (dünya genelinde cinayet gibi şiddet içeren suçların çoğunu 15­30 yaş arası erkekler işler) ve yüksek testosteron düzeylerinin saldırganlıkla net bir şekilde bağlantılı olması buna bir kanıt teşkil eder. Ancak saldırganlığın öğrenilmiş ya da çevresel faktörlerle ilişkisi de bilinmektedir. Örneğin çalışmalar, ailesi içinde ya da medyada sıklıkla şiddet davranışlarına tanık olmuş birinin saldırgan davranışlarda bu­lunmaya daha yatkın olduğunu ortaya koymaktadır. İlginç bir şekilde, ortamda bir si­lahın bulunmasının – kimse silaha dokunmasa ya da sözünü etmese bile – bireyi da­ha saldırgan hâle getirebildiği de deneylerle defalarca gösterilmiştir.

Olumsuz duygular ve kötü ruh hâlleri içinde bulunmanın, fiziksel ya da duygu­sal acı çekmenin de saldırganlığı arttırdığı bilinmektedir. İnsanları hem bireysel hem de toplumsal bazda şiddet kullanımına iten psikolojik faktörlerin başında “kü­çük düşürüldüğünü”, “aşağılandığını”, “şerefiyle oynandığını”, “gururunun kırıldı­ğını” hissetmek yer alır. Kendinizin ya da ait olduğunuz grubun hor görüldüğü al­gısı (ki bu algı elbette gerçeği yansıtmayabilir), sizi bu durumu değiştirmek adına eyleme geçmeye ve bu yolda saldırganlık ve şiddeti mübah görmeye itebilir.

Fiziksel rahatsızlık hissetmenin saldırganlığı arttırmasına paralel olarak kötü ko­kular, gürültü, kalabalık, hava kirliliği, sigara dumanı gibi çevresel faktörlerin sal­dırganca davranışları körüklediği bulunmuştur. Saldırganlık ve şiddet davranışları­nı etkilediğini iyi bildiğimiz bir başka çevresel faktör ise hava sıcaklığıdır. Raporlar cinayet, saldırı ve tecavüz gibi suçların hava sıcaklığına paralel olarak arttığını, en sıcak şehirlerde, en sıcak aylarda ve yıllarda en yüksek düzeylere ulaştığını göster­mektedir. Küresel ısınmanın kaygı uyandırıcı yanlarından biri de hava sıcaklığı ile suç oranı arasındaki bu güçlü pozitif korelasyondur.

Son olarak sosyokültürel faktörlerin de saldırganlığı belirlemedeki rolü azımsa- namaz. Saldırganlık içeren bir davranışın (örneğin aile içi şiddet) toplum bazında ve yasalar tarafından “kabul edilebilir” görülmesi, bireyin o davranışta bulunma ih­timalini net bir şekilde arttırmaktadır. Keza “namus cinayeti” tabir edilen şiddet tü­rü de yalnızca belli kültürlerin bir parçasıdır.

İlgili Makaleler