Kimdir

Sahte Dionyssos-Aeropagiteli Dionyssos kimdir? Hayatı ve eserleri

Sahte Dionyssos-Aeropagiteli Dionyssos kimdir? Hayatı ve eserleri: Aeropagiteli Dionyssos, MS 5. yüzyılın sonlarıyla 6. yüzyılın başlarında eser vermiş Yeni-Platoncu bir Hıristiyan  âlimi ya da  teologu olarak geçer. Gerçek kişiliğini gizlemesinin ve dolayısıyla kendini takma bir adla ifade etmesinin nedeni, muhtemelen ortodoks olmayan görüşleridir.  

(a) Birlik ve Çokluk Problemi

Dionyssos’un  ilk ve  en önemli  işi Yeni-Platoncu  felsefeyi Hıristiyanlaştırmak  olmuştur. O,  bunu yaparken,  öncelikle  Parmenides’ten  başlayıp  Plotinos’a  kadar  uzanan  felsefe  geleneğinin  önemli temalarından  birini  yeniden  gündeme  getirmiştir:  Çokluktaki  birlik  problemi.  Problemin  Sahte Dionyssos  veya  Hıristiyan  felsefesindeki  versiyonu,  dünyanın  çokluk  ve  Tanrının  da  bu  çokluğun yaratıcısı olan birlik diye  takdiminden ve ikisi arasındaki  ilişkiye dair bir açıklamadan meydana gelir. Sahte Dionyssos’a  göre, çokluktaki birlik  olarak Tanrı,  bütün  sıfat  ve niteliklerin,  hatta varlığın bile ötesindedir. Varolan her şeyin kendisinden pay aldığı, kendisi hiçbir şeyden pay almayan Tanrı birdir, biriciktir. Oysa  birlikten  pay  alan  çokluk  hem  bir  ve  hem  de  bir  değildir;  hem  kendisi  ve  hem  de kendisi değildir. Dolayısıyla, dünyanın düzeni varlığını birliğe, nihai ve en yüksek gerçekliğe borçlu olan bir düzendir. O, ilk ilkeden türeyen farklı ve hiyerarşik varlık düzenleri içinde yapı kazanır.

Burada da elbette Platonik felsefenin doğal bir sonucu olarak karşımıza bir kez daha hiyerarşik ve değere dayalı bir varlık görüşü ortaya çıkar. Ondaki hiyerarşik varlık görüşünün kaynağı Tanrı olmakla birlikte,  söz  konusu  varlık  düzeni  tıpkı  Yeni-Platoncu  hiyerarşik  varlık  görüşünde  olduğu  gibi, çokluğun  birlikten  başlayan  sudur  sürecine  olduğu  kadar,  Tanrının  hiçten  yaratma  eylemine  bağlı olmak  durumundadır.  Bu  nedenle,  Sahte  Dionyssos  birlikten  ya  da  Tanrıdan  başlayan  tek  bir hiyerarşiden değil  fakat biri en üst noktasında Tanrının bulunduğu göksel hiyerarşi, diğeri  ise  en üst düzeyinde İsa’nın bulunduğu yeryüzü hiyerarşisi olmak üzere iki ayrı hiyerarşiden söz etmiştir.

Buna  göre  Dionyssos  ’ta  hiyerarşi,  öncelikle  varlığı  gözle  görülür  duyusal  âlem  ve  akledilir ideal/manevi âlem olarak ikiye ayıran, yaratıkları çeşitli sınıflara ya da düzeylere bölerken, rahip, keşiş, papaz, başpiskopostan vb. oluşan  ruhban sınıfının kendi  içindeki hiyerarşiyi meşrulaştıran bir düzen; ikinci  olarak,  Tanrının  bilgisini,  O’ndan  gelen  ışığı  alıp,  sonra  da  kendisinin  altındaki  yaratıkları aydınlatan aynalara benzeyen ruhlara aktaran bir bilim ve nihayet, yaratıkların Tanrıyla birliğini temin eden  bir  faaliyet  olarak  tasarımlanır.  Kimi  Hıristiyan  dogmalar  için  de  bir  açıklama  sağlayan  bu hiyerarşinin  en  önemli  güçlüğü,  Tanrıyla  O’na  bağımlı  varlıklar  arasında  adeta  sonsuz,  aşılmaz  bir boşluk  meydana  getirmesi  ve  dolayısıyla  da  rasyonel  bilgiyi  Tanrıya  erişmenin  bir  yolu  olmaktan çıkararak, mistik bir yaklaşımı zorunlu hale getirmesidir.

Buna  göre  Tanrı  dışında  kalan  varlıklar  varlığa,  hayata  ve  zekâya,  Tanrıdan  varolanların hiyerarşisindeki  yerlerine  uygun  düşen  farklı  derecelerle  pay  almaları  yoluyla  sahip  olurlar. Hiyerarşideki en aşağı düzey ya da alan hariç bütün sıralar kendilerinin altındaki varlıkları, onlara pay vermeseler bile,  saflaştırır,  aydınlatır  ve  yetkinleştirir. Dionyssos, hiyerarşik varlık  tasarımında,  yine tıpkı Platon ve Plotinos gibi güneş metaforunu kullanır: Tıpkı güneşin, kendisine daha yakın nesneleri daha güçlü bir biçimde ve kolayca aydınlatması, ışığın ve ısının bütün dünya boyunca yayılımının onun birliğini  meydana  getirmesi  gibi,  Tanrı  da  hiyerarşide  kendisine  yakın  olanları,  melekleri,  insan ruhlarını daha bir kolaylıkla aydınlatır ve dünyanın metafiziksel ve tinsel birliğini sağlar.

(b) Mistik Teoloji

Sahte Dionyssos işte bu temel üzerinde esas, Tanrıya ilişkin bilginin yolları ya da türleri hakkındaki görüşü  temeli  üzerinde  geliştirmiş  olduğu mistik  teolojiyle  tanınır;  ona  göre,  Tanrıyı  bilmenin,  biri Hıristiyan,  diğeri Platonik,  sonuncusu  da  bu  ikisinin doğru bir  sentezini  yapmış  olan bir  kimse  için geçerli olan üç farklı yolu vardır:

(1)  Bunlardan  birincisi,  vahyin  veya  Tanrının  kendi  kendisini  ilham  etmesinin  ya  da  Kitab-ı Mukaddes’in sonucu olan via affirmativa yani olumlu yoldur.  Işık ya da güzellik gibi kavramları salt birer  metafor  veya  Tanrının  sembolleri  olarak  kullanan  bu  birinci  yolun  en  önemli  özelliği,  insan varlığının burada, kendi dünyası ya da deneyiminden tanıdığı birtakım nitelikleri Tanrı hakkında tasdik etmesi  veya  olumlamasıdır.  Başka  bir  deyişle,  insan  via  affirmativada,  Tanrıya,  O’nun  tarafından yaratılmış olan varlıklarda gözlemlediği nitelikleri, yani iyilik, güç, bilgelik gibi, Tanrının özüne, ilahi doğaya  her  bakımdan  uygun düşen  fakat O’nda,  yaratıklarda  söz  konusu  olduğu  tarzda,  varolmayan nitelikleri  yükler.  Bu  nitelikler,  Tanrıda,  O’nun  yaratıklarında  varolduğu  tarzda  varolmazlar  çünkü onlar,  insanda  kişilere,  yere  ve  zamana  göreli  olarak  ve  zaman  zaman  da  karşıt  niteliklerle  birlikte varolurken, Tanrıda mutlak bir biçimde ve eksiklik ya da kusurun izi olmadan varolurlar.

Sahte  Dionyssos,  birtakım  nitelik  ya  da  sıfatları  Tanrı  hakkında  tasdik  etme  ya  da  olumlama sürecinde,  sonsuz  ve  yetkin  olan  Tanrının  özünü  daha  iyi  ifade  ettikleri,  O’na  daha  fazla  uygun düştükleri  için en genel niteliklerden başlanılarak, daha özel ve  somut durumlara  inilmesi gerektiğini söyler. Buna göre, Tanrının, su ya da ağaçtan çok, bilgelik ve yetkinlik olduğunu söylemek doğru olur, zira bilgelik ve  iyilik nitelikleri  ilahi öze gerçekten uygun düşer ama Tanrı yalnızca, su ya da ağacın nedeni  olmak  anlamında  su  ya  da  ağaçtır. Bununla  birlikte,  her  ne  kadar  bazı  nitelik  ya  da  isimler Tanrıyı, başka nitelik ya da isimlere göre daha iyi betimlese de onların bize, Tanrının gerçek doğasına ilişkin olarak  sağlam bir kavrayış, Tanrının doğru bir bilgisini  sağladığı  asla  söylenemez. Çünkü via affirmativada  Tanrı,  kendinde  ve  kendi  başına  değil  de  salt  insanlarla  ilişki  içinde,  kendi  özünden uzaklaşmış bir şekilde bilinir.

(2) Sahte Dionyssos’un kabul etmediği ya da benimsemediği bu olumlu yoldan sonra, via negativa, yani  olumsuz  yol  gelir.  Platoncu  biri  için  geçerli  olan  bu  olumsuz  yol,  elbette  Tanrının bilinemezliğinin, O’nun varlık  ve  bilginin ötesinde olmaklığının bir  sonucudur. Buna  göre, Tanrıdan yaratıklarıyla  ilişki  içinde değil  de bizatihi kendinde ve kendi başına söz  edildiğinde, O  dünyamızın kendilerini betimlemek için kendi yaratımımız olan dili kullandığımız  tanıdık nesne ya da varlıklarına hiç benzemediği için söz konusu olabilecek tüm nitelikler, Tanrıya en uzak olan niteliklerden başlanıp O’na  en yakın olan niteliklere varıncaya dek Tanrı hakkında  inkâr edilir. Bu  çerçeve  içinde, örneğin Tanrının  iyi olmadığı  ve  gerçekte varolmadığı  söylenir. Fakat  bu, via negativanın doğrudan doğruya ateizme götürdüğü anlamına gelmez. Zira O’nun kendinde  iyi olmadığı ve var olmadığı  söylenirken, yeterince  iyi  olmadığı,  iyiliğin  çok  altında  kaldığı  ya  da  hiçbir  varoluşa  sahip  olmadığı  anlatılmak istenmez  fakat  yalnızca  insanlardan  farklı  bir  biçimde  iyi  olduğu,  en  yüksek  derecede  iyi  olduğu, mutlak varlık olup, varlığın ötesinde kaldığı anlatılmak istenir.

Başka bir deyişle, via negativada, Sahte Dionyssos’a göre, işte Tanrıya en uzak olan, O’na tümüyle aykırı  düşen  niteliklerle,  örneğin  tembellik,  sarhoşluk  gibi  olumsuz  niteliklerle  başlanır;  önce  bu nitelikler, ardından da en dış kabuktan gizli öze ulaşıncaya kadar, yaratıklarda gözlemlenen ve Tanrıya uygun  düştüğüne  inanılan nitelikler, O’nun  hakkında  inkâr  edilir. Tanrı  varlığın  ve  bilginin  ötesinde olduğu  için  O’nun  bilgisine  erişmek  isteyen  müminler,  tıpkı  bir  heykeltıraşın mermerden  heykelin yetkin suretine ya da görünüşüne erişinceye kadar mermerin heykelin dışında kalan yerlerini yontması ve pürüzlerini gidermesi gibi,  ancak yarattıkları  için geçerli olacak bütün nitelikleri Tanrı  için  tasdik ederler. İnsanlığın uzun tarihinin de gösterdiği gibi, Sahte Dionyssos’a göre, insanlar Tanrı konusunda antropomorfik  görüş  ve  inançlara  varmaya  eğilimlidirler;  bundan  dolayı,  insana  her bakımdan  aşkın olan,  varlığın  ötesinde  bulunan  gerçek  Tanrıya  ulaşmak  için  söz  konusu  antropomorfik  öğelerin temizlenmesi  gerekir. Demek  ki  olumsuz  yol  veya  negatif  teolojinin  en  büyük  yararı, Tanrıyı,  daha doğrusu Tanrı düşüncesini antropomorfizmden kurtarmaktır.

Bununla  birlikte,  bu  olumsuzlama  süreci  sonunda,  insanın Tanrının  bizzat  kendisine,  kendisinde Tanrıya  erişeceği  düşünülmemelidir.  İnsan  zihni,  Tanrı  fikrinden,  insana  özgü  düşünce  tarzlarının ürünü  olan  öğeleri  ve  antropomorfik  inançları  ayıkladığı  zaman,  onun  deyimiyle  “Bilinemez Olanın Karanlığına”  gömülür,  “ruhun  karanlık  gecesini”  yaşar,  eşdeyişle mistisizm  alanına  girer. Bilinemez olanın  karanlığı,  Sahte  Dionyssos’a  göre,  Tanrının  varlığın  ötesinde  olmasının  bir  sonucu  olmak durumundadır. Başka bir deyişle, olumsuz yolun temelinde yer alan bir kabul ya da yolun nihayetinde elde  edilen  bir  sonuç  olarak  Tanrının  varlığın  ötesinde  olduğu  düşüncesinin  önemli  epistemolojik içerimleri vardır. Antik Yunan’da Parmenides’le başlayıp, Platon, Aristoteles ve Plotinos  aracılığıyla Ortaçağ felsefesine ulaşan, varlıkla anlaşılırlık ya da akledilebilirlik eşitliğinden çıkan mantıksal sonuç, Tanrının anlaşılamaz ve bilinemez olduğudur. Bu ise Tanrının kendi başına ele alındığında, anlaşılmaz olmasından  ziyade,  insan  zihnin  sonluluğundan  kaynaklanır.  Bu  durumun  bir  sonucu  olarak,  Sahte Dionyssos’la başlayan mistik gelenekte, insanın Tanrıyla doğrudan temasıyla belirlenen mistik tecrübe ya da yaşantı, Augustinus’ta olduğu gibi,  ışık ve  zihin aracılığıyla değil de karanlık ve  irade yoluyla tanımlanır.  Bu  ise  Tanrının  insan  tarafından  anlaşılamadığı  ve  bilenemediği  zaman  bile,  sevildiği anlamına gelir.

(3)  Sahte Dionyssos,  olumlu  yolla  olumsuz  yolun  eksiklerini  gidermek,  ikisinin  veya Hıristiyan öğretiyle  Platonculuğun  bir  sentezini  yapabilmek,  olumsuz  yolun  sonucu  olarak  görülebilecek muhtemel bir ateizmden sakınabilmek  için bir de üçüncü yoldan, via eminentiaeden söz etmiştir. Bu yol, birtakım sıfatların Tanrı hakkında, kimi kayıtlarla, O’nun üstünlüğünü ve aşkınlığını örtük olarak ifade  edecek şekilde  tasdik edilmesinden meydana gelir. Buna göre, Tanrı  iyidir  fakat biz  insanlarda olduğu  gibi,  göreli  olarak,  zaman  zaman  kötüyü  de  yaşayacak  şekilde  değil  fakat mutlak  olarak, en yüksek  ölçüde  iyidir.  Yine,  Tanrı  bilgedir  fakat  onun  bilgeliği,  biz  insanlarda  olduğu  gibi,  zaman içinde, duyu yoluyla ya da diskürsif bir şekilde gerçekleşen bir bilgiye dayanan hikmet değildir.

O, sözünü ettiği bu üç yoldan hareketle, Tanrının varolan her şeyin aşkın ve fail nedeni olduğunu söyler. Buna göre, Tanrı evreni, kendisinde bulunan örnek ya da arketip İdealar aracılığıyla hiçten ve özgürce yaratmıştır. Tanrı, buna ek olarak final ya da ereksel nedendir çünkü iyi olan varlık, en yüksek iyilik  olarak,  iyiliği  özleyen  tüm  varlıkları  kendisine  çekimler.  Başka  bir  deyişle, Tanrı  varolan  her şeyin, nedeni olarak Başı, nihai ve en yüksek amacı olarak da sonudur. Yaradılış söz konusu olduğunda ise  Sahte  Dionyssos  Patristik  felsefenin,  Aziz  Augustinus’ta  doruk  noktasına  çıkan  Platoncu  ve Yeni-Platoncu geleneğine uygun olarak, türüm ya da Tanrının evrene sûdur etmesinden söz eder. Başka bir  deyişle,  o, Hıristiyanlığın yaratılış öğretisini, Plotinos’un  türüm öğretisiyle  birleştirir. Buna  göre, varolan her şeye varoluş veren Tanrıdır; o, varolan şeyleri kendisinden  türetmek suretiyle çoğalır. Bu çerçeve  içinde,  o  panteizme  olduğu  kadar,  Tanrının  birliğini  yitirerek  çok  olması  görüşüne  de  izin vermez. Tanrı,  yarattığı  çokluğa, kendisini varolanlar  yoluyla  çoğalttığı  gerçeğine  rağmen, Birdir ve Bir olarak kalır. Mutlak varlık, varolan her şeyin nedeni olarak Tanrı, mutlak iyidir.

Kaynak: Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci

İlgili Makaleler