Kimdir

Sabahattin Eyuboğlu kimdir? Hayatı ve eserleri

Sabahattin Eyuboğlu kimdir? Hayatı ve eserleri: Akçaabat’ta doğdu (1908). Ortaöğrenimini Trabzon Lisesi’nde, yük­seköğrenimini Fransa’da Djon, Lion ve Paris Üniversitelerinde tamamladı (1928-32). İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde doçentlik, Milli Eğitim Bakanlık müfettişliği, Talim ve Terbiye Kurulu üyeliği, Tercüme Bürosu’nda başkan vekilliği yaptı. Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nde öğ­retim üyeliğinden sonra yeniden üniversiteye döndü. Vedat Günyol’la bir­likte çevirdiği Babeufün Devrim Yazıları kitabı ile Ceza Yasası’nın 142. maddesine aykırı eylemde bulunduğu savıyla yargılandı, beraat etti (1963). İstanbul’da öldü (13 Ocak 1973).

Yazarlığının ilk dönemi sayabileceğimiz 30’lu yıllarda Hâkimiyet-i Mil­liye, Tan, Varlık, Ağaç, Kültür Haftası dergilerinde göründü, Sonra Tercü­me, Varlık, Yaprak (1942-50), Yeni Ufuklar, Tanin, Cumhuriyet dergi ve gazetelerinde yazdı.

İlk yazılarından “Öz Şiir Meselesi”nde (Varlık, 15 Şubat 1934) öne sür­düğü düşünceler Eyuboğlu’nun şiirimizdeki değişme olgusunu algıladığını söyleme olanağını vermez bize. Daha sonra insan dergisinde (1938-42) çı­kan yazılarında eskinin de gelişmekte olanın da başat özelliklerini değerlen­dirme ölçütlerini kazanmış bir yazarla karşılaşırız. Bunlardan “Namık Ke­mal ya da Manzum Nesir”de batı şiiri karşısında Türk şiirinin zenginliğine dikkati çekerek hangi özelliklerinin ağır bastığını şöyle vurgulamıştır: Avrupa bize şiiri öğretemezdi. Çünkü şiiri asıl biz ona öğretecek durumdaydık. Edebiyatımız baştanbaşa şiirdi. Türk ruhunun bütün çeşmelerinden şiir akıyordu. Sultandan dilenciye kadar şiire yakınlık duymayan kimse yok gibiydi. Fransız edebiyatında “Hint kumaşı” olan “güzel mısra” bizde pek ucuza gidiyordu. Yani Fransız şiirinin aradığı hayal ve uyum sarhoşluğundan biz bezmiştik. Bütün yollar şi­ir cennetlerine gidiyordu. Saray da, medrese de, tekke de şair yetişti­riyordu. Ama şiir cennetleri bize pahalıya oturdu. Bayağılıktan kur­tulmak, bulunmaz düşlerin lezzetiyle yaşamak isterken yeryüzü ile bağlarımızı kopardık. Güzeli yalnız gökyüzünde görür olduk. Güzel­lik düzenini yalnız iç alemden çıkardık. İçinde bulunduğumuz gerçe­ğe gözlerimizi kapamıştık. O kadar ki, yaşayabilmek için yeryüzüne inmek, yanımızı yöremizi görmek “bayağılaşmak” zorunda kaldık en sonunda. Avrupa bize güzeli yeryüzünde, bayağı gerçeklerde, yaşa­yan insanlar arasında görmeyi prozatik olmayı öğretti.

(İnsan dergisinden; Yelken, 29 Haziran 1961)

Kendi değerlerimiz ve batı… Sabahattin Eyuboğlu daha sonraki yazıla­rında da bu temel ilkeden sapmayarak kendi değerlerimizi oluşturan kay­naklara dikkati çeker. Türkü-şarkı, oyun-tiyatro, masal-öykü, saraylı-halk, yöneten-yönetilen, şair-ozan, okumuş ezberci dualizmi içinde yüzyıllar bo­yunca arayarak, kendinde olanı geliştirmeye çalışarak, kendi kültürünü ya­ratan halk kaynağına eğilir. Yaşayan geçmişle yaşanan zaman arasındaki sürecin özelliklerinden çağdaş gereksinmeleri bulur çıkarır.

1948’lerde Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat, Abidin Dino ile bir­likte “Yaprak” dergisi hareketine katılan Eyuboğlu, bu dergide çıkan “Üç Yol” adlı yazısında “Edebiyatımızda hiçbir geri kuvvetin durduramıyacağı ilerlemeler” olduğunu yazarak “dünyayı tanıma, kendimizi tanıma, kendi dilimizle yazma” yollarından geri dönülemeyeceğini vurgular. Çünkü üm­met ve imparatorluk çağı ile bütün ilgilerini kesen bir toplum çağdaş uygar­lık ölçütleri kazanmıştır. Eskinin çağdışı kurumlan karşısında nesnel kal­mak da dünyayı tanıma zorunluluğu da bu uygarlık ölçütüne bağlı doğal bir gereksinmedir. Bu nedenle dünyayı tanıma çabamızı sınırlandırmak isteyen­ler eski ayrıcalıklara, biçim değiştirerek, sahip olmak isteyenlerdir. Ülkemi­zi tanıma bilincini de kötüye alanlar, damgalamak isteyenler vardır. Onlara karşın “insan ancak bildiği bir hali değiştirebilir” ilkesine inanarak köylü çoğunluğumuzun perişanlığını görmek zorundayız. Kendi dilimizle yazmak da ulus olarak gelişmemizin ana koşullarındandır. Ancak çoğunluğun dili ile kendini anlatan bilgi hareketlidir. Ancak çoğunluğa ulaşan edebiyat yaratı­cıdır.” (Yaprak, 1949; Mavi ve Kara, sf. 16-18, 1. bas. 1961)

Sabahattin Eyuboğlu 1950’lerden sonraki yazılarında eski Anadolu uy­garlığım tüm geçmişiyle benimseme zorunluğu üstünde durarak “halkımızın tarihi Anadolu’nun tarihidir” diye yazar. Hititlerin, Frigyalıların, Likyalıların, Karyalıların yarattıkları uygarlıkların kendilerinden sonra gelenler üze­rindeki etkilerini göstererek bugün de yaşayan değerleri araştırır. Ortaya kor. Bu konuda yazının işlevini tamamlama amacıyla Hitit Güneşi gibi filmler ya­par Eyuboğlu. “Anadolucu” olarak tanınan Prof. Mükremin Halil Yinanç, Prof. Remzi Oğuz Arık gibi tarih ve arkeoloji uzmanlarının, Anadolu’ya yer­leşen Türklerin kısa süre içinde Hitit ve Firik kökenli yerli halkla birleştikle­ri yolundaki, görüşlerini paylaşır3. Yeni bulgularla geliştirmeye çalışır.

Sabahattin Eyuboğlu; Yunus Emre, Ömer Hayyam, Pir Sultan Abdal, La Fontaine, Charles Baudelaire, Halikarnas Balıkçısı, Sait Faik, Orhan Veli gibi sanatçılar üzerindeki yazılarının yanı sıra dil, edebiyat ve özellikle şiiri konu alan incelemeler de yazdı. Bunlardan Şiirin Yapısı başlıklı dizi yazıla­rının divan, halk ve Fransız şiirlerinden verdiği örneklerle anlam, bildirge, öz, biçim, dil, us gücü, imge, yapıya özgü nitelikler, bütünleşme vb. sorun­lara ilişkin görüşleriyle çalışmaları arasında önemli bir yeri vardır.

BAŞLICA YAPITLARI:

Kaynak: Çağdaş Türk Edebiyatı 4, Cumhuriyet Dönemi 2, Şükran KURDAKUL, 1994, Evrensel Basım Yayın.

İlgili Makaleler