Sosyoloji

Robert Fulford – Anlatının Gücü

Robert
Fulford – Anlatının
Gücü

Kitle Kültürü Çağında Hikâyecilik

Hikâyecilik tüm edebi sanatların anasıdır.

Massey Konferansları

Kanada genel valisi Vincent Massey’i
onurlandırmak üzere 1961’de hayata geçirildi.

Konuşmalar (…) birbiriyle bağlantılı beş
ayrı bölüm şeklinde düzenlenmeye başladı. Konular oldukça çeşitli; örneğin aile
hayatının sorunları, teknolojinin getirdikleri ya da kapitalizmin önümüzdeki
yüzyılda alacağı biçim gibi. (s. 11)

İletişim kurma yöntemlerimiz arasında,
hikâye en rahat, en işlevsel ve belki de en tehlikeli olanıdır.

Hikâyeler hiçbir zaman tanışmadığımız (…)
insanlarla bağlantı kurmamızı sağlar.

Kitabın ilk bölümü (…) dedikodu biçiminde
anlatının temellerini inceliyor.

2. bölümde büyük hırslar arenasına (…)
büyük (anlatı yazarlarının) dünyasına adım atıyoruz.

3. bölümün odağı gazetecilik.

4. bölüm Vladimir Nabokov ve Ford Madox
Ford tarafından benimsenen “güvenilmez anlatıcı” kavramını inceliyor.

5. bölümde Sir Walter Scott’ın Ivanhoe’da
kullandığı romantik anlatıdan başlayıp, anlatının (…) televizyon ve sinema
yıldızlarına devredildiği günümüz kitle kültürüne uzanan o görkemli hattın
izini sürüyorum. (s. 13)

I.
Dedikodu, Edebiyat ve Benlik Kurguları

Anlatı (…) dedikodu, bir kişiden ötekine
anlatılan basit hikâyeler biçiminde başladı.

Dedikodu yazın sanatını her daim besledi.
(s. 15)

Anlatı hem aşinalık içermeli, bildiğimiz
bir şeyden bahsetmeli, hem de ani bir dönüş barındırıp büyük bir değişimden söz
etmelidir.

Roman à clef: …gerçek insanların kurgusal
birer roman karakterine dönüştürüldüğü anlatılar.

Saul Bellow karısıyla arkadaşı arasında
geçenleri öğrendiğinde ortaya bir roman à clef çıktı. (Bellow’un öfkesi)
Herzog’un duygusal yakıtı oldu.

Bellow romanda eski eşini ve eski
arkadaşını acımasızca alaya alıyor ve bu sayede duyduğu kızgınlığı dışa
vuruyordu. (s. 18)

Şikâyet etmek en büyük dünyevi sanatlardan
biri…

İnsanın içinde haklı olmaya yönelik
şiddetli bir ihtiyaç var.

Öylesine bir hikâye diye bir şey yoktur.
Bir hikâye daima anlam yüklüdür.

Günümüzde (…) toplumumuzun geleneksel
olarak yöneldiği büyük anlatılar reddedildi ve büyük oranda
itibarsızlaştırıldı. (s. 19)

Hikâye

Gerçeği, umudu ve dehşeti bir araya
getirdiğimiz bir demet oluşturur. (s. 21)

…iyi bir hikâye duyduğumda onu anlatmak
için adeta fiziksel bir ihtiyaç hissettiğimin farkına vardım. (s. 22)

Yetişkin olmak, diğer şeylerin dışında,
kendi hayatlarımızın hem geçmişini hem de geleceğini kesintisiz bir bakış
açısıyla görmektir. (Psikanalist Erik Erikson) (s. 24)

Gerçeklik olarak algıladığımız şeyle
müzakere etmeye hepimiz yatkınız.

…onları pek kabullenemezsek, bizi kötü
durumda bırakacak, en azından küçük düşürecek fantezilere yönelmeye başlarız.
(s. 32)

II.
Büyük Anlatılar ve Tarihin Örüntüleri

Cazın tarihi, büyük bir anlatının kullanımı
ve yanlış kullanımı hakkında bize fikir verir.

Büyük bir anlatı değiştirilemez ve
çürütülemez bir gerçeğin övgüveniyle konuşur.

Gibbon, Macaulay, Parkman, Creighton, Wells
ve Spengler gibi

Hepsi meselenin bütününü görmeye
çalışıyordu.

Kendilerine biçtikleri rol (…) okuyuculara
toplumların tarihe nasıl dâhil olduğunu göstermekti. (s. 39)

MacIntyre, After Virture (Erdemden Sonra)
kitabında, insanların neyi önemli bulacaklarını ve nasıl davranmaları
gerektiğini, önceden öğrendikleri hikâyelerden bilinçli ya da bilinçsizce
çıkarım yaparak oluşturduklarını söyler.

Çocuklar hikâyeler öğrenerek büyür.

…herhangi bir toplumu anlayabilmek için, o
toplumun kökenlerindeki dramatik yakıtı oluşturan hikâyeler bütününü bilmemiz
gerekir. (s. 40)

Büyük anlatılardan yararlanan tarihçileri
(…) bir imparatorluğun ajanlarına benzetebiliriz.

Annales tarih okulu, tarihçilerin büyük
olaylardan ziyade gündelik hayatın detaylarını incelemesi gerektiğini savunan
teorisiyle yükselişe geçti. (s. 43)

Toynbe, toplumun sağlığının zorluklarla
başa çıkma kabiliyetine bağlı olduğunu iddia ediyordu. (s. 45)

Wells

III.
Sokak Edebiyatı ve Haberlerin Yükselişi

Şehir efsaneleri

…çimento kamyonu şoförü (…) öğle vakti
evine uğrar. Evin önünde üstü açık bir Cadillac vardır. Pencereden içeriye bir
göz atınca, karısıyla arabanın sahibini uygunsuz bir vaziyette görür.

İntikam

Kamyondaki çimento karışımını Cadillac’ın
üstüne boşaltır.

Hikâye, kamyon şoförünün işe dönmesiyle son
bulur. (s. 63)

Hepimiz bazen bilerek bazen bilmeyerek
hikâyeyi kısmen değiştiririz. Bir hikâye anlatırken küçücük bir değişiklik bile
yapmayan kimse var mıdır? (s. 64)

Temizlik işçisi tarafından fişi çekilen
yaşam destek ünitesi…

Günlük gazeteler kamusal algıda kökten bir
değişim yarattı. (s. 69)

İnsanlar aslında gazete okumuyorlar tıpkı
bir küvete girer gibi gazetelerin içine dalıyorlar.

On dokuzuncu yüzyılın sonlarına
gelindiğinde,

İnsanlar bunu yapmaya (…) ihtiyaç
duyduklarını sanmaya başladılar.

İşte bu kitle toplumunun başlangıcıydı. (s.
71)

Mark Turner, The Literary Mind

George Orwell, Wigan İskelesi Yolu

Yeni Gazetecilik

Gerçek hikâyeyi/haberi öyküleştirmek

Gerçekleri bildirirken genellikle (…)
kurguya yöneliriz.

IV.
Modernitenin Çatlak Aynası

Güvenilmez anlatıcı

Modernizm

Karmaşıklığı, parodiyi, muğlaklığı ve
ironik bir özfarkındalığı yüceltmeye başladı. (s. 89)

Postmodern eleştiri,

Edebiyatı gizemlerden arındırıp doğruluğunu
araştırmayı, içini açmayı, sorgulamayı ve yapısını bozmayı amaçlar. (s. 92)

Modernizm otorite kurar: fikirlerini
açıklarken, karşı çıktığı gelenekler kadar buyurgandır. Bir grup sanatçı yerine
başka bir grubu koyar; postmodernizmse muhteşem bir sanatçının var olup
olamayacağını ya da bunun gerekliliğini sorgular, hatta mükemmel sanatın
varlığından şüphe eder.

Postmodernistler genellikle anlatının
aldatmaca olduğunu savunur. (s. 94)

Ford Madox Ford, İyi Asker

Agatha Christie, Roger Ackroyd Cinayeti

Scott Fitzgerald, Muhteşem Gatsby

“Bir aptalın anlattığı bir masaldır hayat /
anlamsız sesler ve öfkeyle dolu.” Macbeth

Kazuo Ishiguro, Günden Kalanlar

Doris Lessing

Kültürün alelacele üretilmiş parçalar
halinde elimize ulaştığını iddia eder. (s. 100)

V. Nabokov, Solgun Ateş

V.
Nostalji, Şövalyelik ve Düşler Âlemi

(bir mimar) kendisini işe alan insanların
yenilikçi şeyleri sevdiklerini söyleseler de, bir şeyi ilk kez gerçekleştiren
kişi olmak istemediklerinden yakınıyor…

Kitle kültürünün döngüselliği hakkında (s.
108-109)

Kitle
kültürü, hepimizin bildiği o çok klasik hikâyeleri hep yeniden düzenleyerek,
yeniden üreterek karşımıza çıkarır (çizgi roman ilahlarının şimdilerde beyaz
perde de efsaneleşmesi gibi). Aşk teması Romeo ve Juliet’ten kurtaramaz
kendini. Buna karşın adeta yeni bir şeymişçesine sahiplenilir bütün bu eski
püskü hikâyeler… Ne diyoruz buna; kitle kültürünün kapalı devre döngüselliği.

Scott, Ivanhoe’da romans türüne asıl
biçimin verdi. (s. 109)

Brecht’in tiyatrosundaki yabancılaştırma
etkisi…

Brecht gerçeğe yakın olmayı reddeder.

Sanat bir ayna değil, bir çekiçtir. (s.
122)

Bond filmleri komedi unsuru sayesinde
melodram türünü altüst ediyordu. (s. 124)

Anlatı, başkalarıyla empati kurabilmenin
yolunu sunar. Fakat öbür tarafa da kayabilir.

Kendimizi gerçekte olduğundan daha iyi
anladığımızı sanabilir, bencil kişilere dönüşebiliriz. (s. 129)

The Triumph of Narrative: Storytelling in
the Age of Mass Culture

Türkçeleştiren:
Ezgi Kardelen

Kolektif
Yayıncılık

Ekim
2014

İlgili Makaleler