Sosyoloji

Richard Sennett – Yabancı

Richard Sennett – Yabancı

Sürgün Üzerine İki
Deneme

Bir yabancı olmanın ne demek olduğuna dair iki deneme var
burada.

Birincisi on altıncı yüzyılın şafağında küresel bir ticaret
merkezi haline gelen Venedik’te geçiyor.

…yabancıların çoğu şehirde istenmiyordu: Almanlar,
Yunanlılar, Türkler ve Yahudiler…

Size düşman bir yerde bir hayat kurmaya çalışmak nasıl bir
şeydi?

İkinci deneme zamansal olarak bize daha yakın yabancılar ve
yabancılık hakkında.

…on dokuzuncu yüzyılın büyük Rus reformcusu Alexander Herzen’in
hayatı etrafında geçiyor bu yazı.

Herzen yaşadığı her yerde yabancı olarak kalmıştı.

Herzen (…) yaşadığı yerinden olmayı (…) hayat tarzı olarak
kucaklamıştı. Onu modern kılan da bu kucaklamadır. Yerinden olma ve yer
değiştirme ekonomi ve siyasette yön verici olgular olmanın yanı sıra modern
sanatın amblemleri haline de gelmişlerdir.

(ikinci deneme) …daha çok bir insanın hayatı ile sanat
pratikleri arasında bağ kurmaya yönelik bir deney mahiyetinde.

Venedik’teki Yahudi
Gettosu

Yahudiler Batı Avrupa’da üç yüz yılı aşkın bir süre (…)
küçük hücreler halinde hayatta kaldılar.

Rönesans Venedik’indeki Yahudiler ve onları takip eden
Rönesans Roma’sı Yahudileri tecrit edilmiş gettolarda belli bir oranda kendi
kaderlerini tayin etme deneyimi kazanmışlardır.

…bu tecrit onların ötekiliklerini artırmıştı.

(hayatları) …gettonun duvarlarının ötesinde (…) gizemli
bir hal almıştı. (s. 13)

Başkalarına açıklık bir kimlik kaybı tehdidini de
beraberinde getiriyordu.

Venedik, Rönesans dönemi

Venedik’e gelip giden yabancılar ortak bir imparatorluğun ya
da ulus-devletin mensupları değildi. Şehre yerleşmiş yabancılar resmen şehrin
vatandaşı sayılmıyor ve daimi göçmenler olarak yaşıyorlardı.

Venedikliler sözleşmeler yapılırken yer ile hukuku bir
bakıma birbirine bağlıyorlardı.

Venedikliler için sözleşmenin kutsallığı hem müzakere
ritüellerinden hem de tarafların gelecekteki alışverişlerde de güvenilir
olabilme arzusundan kaynaklanıyordu.

Venedik hukuk (…) ayrıntılı kayıtlarıyla ünlüydü.

(Getto) Bu yere ait hakların mahiyeti şiddetten korunmayla
ilgiliydi.

(Gettoya ait) …kişi şehrin ait olmadığı bir yerinde
yürüdüğünde, saldırıya karşı korunma hakkını kaybediyordu. Yer ile beden
böylece somut bir biçimde birbirine bağlanmış oluyordu.

Gettonun sunduğu korunma Yahudiler için yeni bir deneyimdi.
Yahudiler için “Yahudilik” artık mekânsal bir deneyim haline geliyordu. (s. 15)

Getto-mekânı “has” cemaat olarak, organik bir mekân olarak
idealleştirildi.

1179’daki Lateran Konseyi’nden itibaren Hıristiyan Avrupa,
Yahudilerin Hıristiyanlar arasında yaşamasını önlemeye çalışmıştır.

Venedik’te, şehrin fiziksel karakteri (…) Lateran Konseyi’nin
vazettiği kuralı (…) gerçekleştirmeyi mümkün kılmıştır.

Modern dünyada tecrit edici duvarların yerini otomobillerle
otoyollar alır. (s. 18)

Zengin Yahudiler Kuzey İtalya’ya (…) Almanya’dan
gelmişlerdi. Birçoğu, baharat gibi yabancı mallardan elde edilen kârların
elmas, altın ve gümüş yatırımlarına çevrildiği sürece dâhil olmuşlardı. (s. 19)

Yahudileri kovmak olacak iş değildi. Ekonominin de din kadar
kudretli bir güç olduğu ortaya çıkmıştı.

Din ile ekonomi arasındaki bu çatışmadan ortayol mahiyetinde
bir şehirde mekânsal tecrit stratejisi ortaya çıktı.

Ghetto, İtalyancada “dökümhane” demekti. (s. 20)

Ghetto Nuovo her tarafı suyla çevrili paralelkenar şeklinde
bir toprak parçasıydı. (s. 21)

Rönesans’ta cortigiane yüksek kademeli bir fahişe olarak
ortaya çıktı.

Cortigiane sözcüğü 1400’lü yılların sonlarında kurtiyer’in
(saraylı) dişil formu olarak kullanılmaya başladı.

Fahişelik yapan kızlar bu işe on dört yaşlarında
başlıyorlardı.

Cortigiane olmak daha uzun sürüyordu.

Bunun için üst sınıf müşterilerden bir şebeke kurmak, bu
müşterileri eğlendirmek için şehirde ve sarayda dönen dedikoduları öğrenmek,
onların hoşuna gidecek bir eve ve giysilere sahip olmak gerekiyordu. (s. 25)

Cortigiane olmak isteyen Rönesans fahişesi kendi kendini
yaratmak zorundaydı.

Cortigiane özel bir tehdit olarak görülüyordu; normal biri
gibi görünen ama cinsel bakımdan özgür kadının yarattığı tehditti bu.

Shakespeare’in yaşadığı döneme gelindiğinde Venedik’te (…)
bir fahişe tabakası bulunuyordu.

…şehir fahişelere de Yahudilere yaptığı muameleyi yapma
girişiminde bulundu.

Venedik’te Yahudilerden sarı bir rozet takmaları ilk kez
1397’de talep edildi; fahişeler ve kadın satıcılarının sarı eşarp taşımaları
ise 1416’da şart koşuldu. (s. 27)

…fahişelerle kadın tellallarını Yahudi giysileri giymeye
zorlamak devletin başvurduğu ikinci kontrol stratejisi oldu.

Hiçbiri işe yaramadı: Devlet şehirdeki cinselliği artık denetleyemiyordu.

Yahudiler tecrit karşılığı gettonun surları içerisinde,
gettoda kaldıkları sürece bedensel emniyetlerini kazandılar. (s. 29)

Yahudiler (…) …getto mekânı içine kapatılmaları sayesinde
birbirleriyle bir dayanışma hissi içine girebildiler. (s. 31)

Yahudi kimliği mekânı bedene başka biçimlerle, Yahudilerin
para kazanma biçimi üzerinden, tefecilik yoluyla da bağlantılandırıyordu.

(tefecilik) …Yahudi parası olarak görülüyordu.

Shakespeare’in çağdaşlarından biri “tefeci, paranın
orospuluğuyla geçinir, kendi kesesinin pezevengidir.” diyordu.

(bir başkasının kaleminde) …tefecilikle kazanılan para
dışkıya, Yahudiler de dışkı ile beslenen yaratıklara benzetiliyordu. (s. 32)

Shakespeare, Venedik Taciri

…ekonomik sistem büyük ölçüde sözlü sözleşmelerden
yararlanıyordu… (s. 35)

Her iki taraf ta kabul ettiği sürece kendilerini
ilgilendireceği için yamyamlığa bile tahammül gösterilmelidir.

Sözler insanları ortamın etkisinden kurtararak onları aynı
zamanda deneyimin yoğunluğundan da mahrum bırakır. (s. 38)

Leon Modena (Yahuda Aryeh) (1571-1648)

Modena’nın vaazları uluslararası bir ün kazandı ve
Hıristiyanlar onu dinlemek üzere gettoya gelmeye başladılar. (s. 39)

Modena’nın kişisel yetenekleri, parlak bir adamın gettonun
yalıtılmışlığını ne ölçüde kırabileceğini gösteren bir tür örnek vaka
oluşturuyordu. (s. 40)

1636 yılının mart ayında Venedik’in başka yerlerinden
çalınmış mallar gettodaki bir gurup tarafından alınıp saklandı. (s. 41)

(toplumun) …kapatılmış olanlar hakkındaki tek bilgi kaynağı
onlar hakkında kurduğu fantazilerdi. 1636’da çalıntı mallar zincirine bütün
Yahudilerin dâhil olduğu fantazisi iki-üç güç içinde Venedik ahalisinin zihninde
sarsılmaz bir kanaat haline geldi.

…söylentiler tırmanınca, Yahudiler (…) büyük bir katliama
maruz kaldılar.

Dışarıdan algılanan bir getto-mekânında fantezi, farklılığı
kavranması imkânsız bir ötekiliğe çeviriyordu. (s. 42)

Bugün yerel olanın yüceltilmesi (…) Aydınlanmanın
evrenselleştirici iddia ve taleplerinin karşısına çıkarılıyor. (s. 46)

Sırf toplumsal kaynaşma edimi sayesinde fiili haklar
yaratılabileceği fikri, bana (…) bir hataymış gibi geliyor.

Venedikli Yahudilerin hem sözel hem de mekânsal hakları
vardı ama bunlar devletin yazılı işleyişine dâhil olmalarını sağlamadı.



Meşrulaştırma işini ancak devlet yapabilir ve bunu da ancak
sözleri sözlü anlayış alanından kurtararak yapabilir. (s. 47)

Yabancı

Manet şehri resmederken yerinden edilmeler üzerinde duran
bir sanatçıdır.

Yabancı olmak, memleketi dışında yaşarken bir türlü iç
rahatlığına kavuşamamak demektir.

Folies-Bergère’deki Bar

Düşünceli, kederli, gülümsemeyen, gürültünün ortasında
tecrit edilmiş bir figür. (s. 53)

Manet’nin bu resimde yarattığı drama şudur: Bir aynaya
bakıyor ve kendim olmayan birini görüyorum. (s. 55)

Yer ve yerinden olma; bir yerde kendin olmanın erdemi ve
kendine başka bir yerde bakma illeti. Bir yabancının sorunları işte burada
başlıyordu. (s. 67)

Kral Oidipus

Kral ülkesinden uzaklara gitmiş, kökenleriyle temasını
kaybetmiştir.

Hayatı boyunca çok yer değiştirmiş olmasına rağmen, bedeni “aslında”
kim olduğuna dair kalıcı bir kanıt içermektedir.

Köken kader haline gelir.

Sokrates’in sürgün seçeneğini reddetmesi, bir yurttaş olarak
ölmenin bile sürgünden daha şerefli bir şey olduğunun kanıtı gibi görülebilir.
(s. 71)

Yabancıların sözü yoktur.

Oidipus Kolonos’ta

Sophokles, Oidipus’u kökünden edilmenin soylulaştırdığı bir
kişi olarak tasvir ederek tam da iltica eylemine ahlaki bir boyut katar.

Yabancı olmak kişinin köklerinden kopması demektir.

Eski Ahit’in Yahudileri kadar ilk Hıristiyanlar da oradan
oraya dolaşmayı ve bu yüzden her şeye maruz kalmayı imanın zorunlu neticesi
olarak görüyorlardı. (s. 73)

Kabil bir şehir inşa ederken, Habil’in sanki sadece
yeryüzüne gelmiş bir hacıymış gibi hiçbir şehir kurmadığı kaydediliyor. Çünkü
azizlerin asıl şehri cennettedir ama bu şehrin burada yeryüzünde (…) dolaşan yurttaşları
vardır.

Köksüzlüğe yüklenen bu değerin nedeni gündelik hayatın
antropolojisine karşı derinden hissedilen bir güvensizliktir; nomos hakikat
değildir. (s. 74)

Yahudi-Hıristiyan düşüncesinde, koşullardan kopmuş olanlar,
köksüz hayatlar sürenler tutarlı insanlar olabilirler. Dünyayı dolaşırken,
kendilerini dönüştürmüşlerdir. (s. 75)

Herzen (…) bir yabancının kendi milliyeti ile nasıl başa
çıkması gerektiğini anlamaya çalışmıştır. Bir yabancı haline gelmiş biri için
millet iki tehlike getiriyordu: Biri unutma tehlikesi, diğeri hatırlama
tehlikesi. (s. 77)

“Rus olmadan önce bir insandım”. Herzen

(Kimlik) …kişisel özgürlüğü kültürel pratikle sınırlama
tehdidini beraberinde getirir.

İhtiyaçlarımız ancak (ait olduğumuz topluluğun
pratikleriyle) özdeşleştirilebilirse meşrudur. (s. 80)

Yabancının yaşadığı ülkelerde nasıl davranması gerektiğiyle
ilgili,

“katıl ama özdeşleşme”

Memleket fiziksel bir mekân değil seyyar bir ihtiyaçtır;
insan neredeyse memleket daima başka bir yerde bulunacaktır.

Herzen, Manet gibi, yerinden-edilmeyi bir şeylerin yanlış
gitmesi olarak değil, kendi formu ve imkânları olan bir süreç olarak anlamaya
çalışmıştı. (s. 86)

(1848 devrimleri)

Bir milli varlık ideali, yerinden-edilmiş olanlara (…) cazip
gelmişti.

Yabancı, bir evrensel yurttaş olamayacağı, milliyetçilik
mantosunu bir kenara fırlatamayacağı içindir ki o ağır kültür bagajıyla baş
edebilmesinin tek yolu onu ağır yükünü hafifleten türden çeşitli
yerinden-etmelere maruz bırakmaktır. Ve bu kültür ve folklor imgelerini
yerinden-etme gayreti bakımından yabancı, son yüzyılda enerjisini nesneleri
temsil etmekten çok yerinden-etmeye hasretmiş olan modern sanatçının yaptığına
benzer bir iş yapmaktadır. (s. 88)

Marcel Duchamp, Büyük Cam

Duchamp “insanın bir nesneyi olağan bir biçimde algılamasını
sağlayan bildik duyusal verilere” meydan okumak istiyordu. (s. 91)

The Foreigner, Two Essays on Exile

Türkçeleştiren: Tuncay Birkan

Metis Yayınları

Kasım 2014

İlgili Makaleler