Sosyoloji

Richard J. Bernstein – Radikal Kötülük

Richard
J. Bernstein – Radikal
Kötülük

Bir
Felsefi Sorgulama

En derin felsefi karışıklıkların köklerinin
gündelik deneyimlerimize uzandığına ve bu deneyimleri aydınlatmaya yardımcı
olmaları gerektiğine inandım hep.

Bir şeyi kötü olmakla suçlarken hissettiğimiz
yoğun ahlaki öfke ile kötüyle ne kastettiğimizin kavramsal bir tanımını verme
yeteneğimiz arasında bir dengesizlik vardır.

Bir şeyi kötü diye yaftaladığımızda tam
olarak ne kastettiğimize dair bir anlayış, kavramsal bir görüş kazanmaya
ihtiyacımız var. (s. 13)

Kant teodisenin bilimin işi değil, bir
inanç meselesi olduğunu ilan eder. Teodise bir bilim ya da teorik bilgi
sağlayabilecek bir disiplin gibi düşünüldüğü takdirde olanaksız olacaktır.

Deneyimin sınırlarını aşan şey hakkında
teorik bilgiye sahip olamayız.

Bu nedenle inanca yer açmak için bilgiyi
yadsımak gerek…

İlk bölüm: Kant, Hegel ve Schelling’i
inceliyor.

İkinci bölüm: Nietzsche ve Freud’un
düşünceleriyle ilgili,

Son bölüm: (Auschwitz takıntılı, anti Heideggerci üçlü; Levinas, Jonas ve Arendt
hakkında
).

Kant insanın doğuştan gelen kötülük eğilimi
olarak algıladığı şeyi adlandırmak için “radikal kötülük” deyimini yaratmıştır.

Hegel’in felsefesinde kötülük insan
gelişiminde ve Ruh’un gelişmesinde gerekli bir aşamadır.

(Nietzsche) onun bakış açısından kötülük,
analiz ettiği hınç ile yakından ilişkilidir.

I.
Bölüm: Kötülük, İstenç ve Özgürlük

Kant bize iyilik ve kötülük, “sadece
istencin (willkür) istenç özgürlüğünün kullanılması için yarattığı bir kuralda,
yani bir ilkede yatıyor olmalıdır,” der.  

“Doğal eğilimler kendi başlarına ele
alındığında iyidir.” Kant

Kant için temel mesele her zaman, farklı ve
bazen çatışan dürtülere nasıl tepki vermeyi seçtiğimizdir.

İnsan kendisini bizzat, ahlaki bir anlamda,
ister iyi ister kötü, olduğu ya da olacağı şeye dönüştürmelidir ya da
dönüştürmüştür. Her iki durum da özgür seçimin (willkür) bir sonucudur, çünkü
aksi takdirde ondan sorumlu tutulamaz ve ahlaken iyi ya da kötü olamaz. (s. 26)

Bir kişiye kötü eylemlerde bulunduğu için
değil, “bu eylemlerin doğası, onlara bakarak o kişide kötü ilkelerin varlığını
gösterebileceğimiz türden olduğu için” kötü dediğimizi söyler. (s. 29)

Kişinin eylem modeli onun karakteri
hakkında yargıda bulunmasının temeli olsa da, özgül seçimlerine şekil verenin bu
karakter olduğunu kabul ederiz.

İyi bir karaktere sahip kişi bazen
karakterinin dışında davranabilir.

Radikal kötülük sadece istenç bozukluğuyla
ilgilidir (bozuk olmayan istenç nedir ki). (s. 40)

İnsan kötüdür

İnsan ahlak yasasının bilincindedir fakat
yine de ilkesinde ondan (arada bir) sapmayı benimsemiştir.

Kötülüğün yeri istençtir.

Kant insanı “şeytani bir varlık” olarak
düşünme olasılığını kategorik olarak reddeder. (s. 53)

Willkür olmadan wille olmaz. Wille olmadan
da (insani) willkür olmaz.

Normu sağlayan wille’dir ve bu norm
ışığında seçim yapan da willkür’dür. (s. 55)

Kant, genellikle ilkelerin benimsenmesinde
devreye giren dürtüleri iki türle sınırlar: ahlak yasasına uymaya yönelik
ahlaki dürtü, bir de doğal eğilimlerimizden, arzularımızdan doğan ahlaki
olmayan dürtüler. (s. 59)

(Hegel) 1827 tarihli derslerine şöyle
başlar: “(din) insanları meşgul edebilecek en yüksek amaçtır; mutlak amaçtır.”

İnsanların değer verdikleri ve saygı
duydukları her şey (…) nihai odak noktasını dinde, düşüncede ve Tanrı
bilincinde, Tanrı duygusunda bulur.

Din insan bilincinin Tanrı’yla olan
bağıdır. (s. 64-65)

Harold Bloom’a göre güçlü şair ve
düşünürler her zaman kendilerinden önce gelen devlerle savaşırlar.
Yaratıcılıklarını ve özgünlüklerini bu şekilde ortaya koyarlar.

Bu yarışmacı bağlılık Hegel’in Kant’la
ilişkisinin kendine has özelliğidir.

(Kant) Tanrı, pratik aklın varsayımlarından
biridir. (s. 67)

Ben sonuluyum, sonsuz ötede yatıyor.

Sonsuz sadece silinip giden bir şeydir,
kendi içinde ve kendi adına varlığa sahip bir şey değil, yalnızca benim
tarafımdan öne sürülen bir düşüncedir. (s. 71)

Sonsuzu sonlunun ötesindeki ve dışındaki
olarak düşünmek, onu fena ya da sahte sonsuz olarak algılamaktır yani onu sonlu
kavramlara bağımlı (asalak) olacak şekilde düşünmektir.

Sonluluk momenti olmadığında, hiçbir yaşam,
hiçbir öznellik, hiçbir yaşayan Tanrı da olamaz.

Kant gibi Hegel de kötülüğün sadece istemek
ile doğduğunu onaylar. (s. 82)

Âdem’in Düşüşü

Âdem’in (…) iyi ve kötü bilgisi ağacının
meyvesini yemesi yasaklanmıştır.

(iyi ve kötü) Bunlar, ruhun mutlak, asli
karakteristikleridir.

Bu bilgi ruhun doğasını oluşturan şeydir,
aksi takdirde insan bir hayvan olurdu. (s. 84)

Sonluluk, anlayışın en inatçı
kategorisidir.

Kötülük, sonlu ile sahte sonsuz arasındaki
soyut ayrımın inatçı, kasti somutlaştırılmasından doğar. Benmerkezci bireylerin
evrensel olan her şeye, anlık bencil çıkarlarını aşan her şeye karşı
kendilerini hazırlama yöntemlerine odaklanarak, kötülüğün ne anlama geldiğinin
bazı somut ayrıntılarını tamamlayabiliriz. (s. 92)

Schelling bize, özgürlük ve kötülüğe dair
yeterli bir değerlendirmenin gerçek bir doğa felsefesinin temel prensiplerine
dayandırılması gerektiğini söyler.

Zemin ve Varoluş

Zemin ve varoluş, Varlık’taki birincil ve
asli ayrımlardır.

Tanrı’nın önünde ya da dışında hiçbir şey
olmadığından, Tanrı varoluşunun zeminini kendi içinde taşıyor olmalıdır. (s.
108)

İnsanlarda, Tanrı’da bulunan birlik çöker
(…) karanlık (…) ışık prensibini bastırır.

Kötülük (…) karanlık prensibinin ışık
prensibinin üzerine bilinçli yükselişidir. Heidegger’in söylediği gibi,
“kötülük asli gerçekliğine ancak Ruh’ta, kendilik olarak kendisini Tanrı’dan en
uzağa ve Tanrı’nın karşısına koyabilen ve varlığın tamamını kendisi için talep
edebilen yaratığın Ruh’unda kavuşur.”

Bunun sonucunda, Tanrı’da aslen kötü
olmayan, insanlarda kötülüğün kaynağı haline gelir. (s. 115)

İyi ile kötü arasındaki savaş sadece
insanlarda yaşanır.

Schelling son tahlilde, bir insanın iyiyi
ya da kötüyü neden seçtiği sorusunu yanıtlayamayacağımız hususunda Kant’la
hemfikirdir. (s. 122)

Kötülük sapkın bir istence, özgürce
seçtiğimiz tepkilere ve kararlara atfen açıklanmalıdır. (s. 125)

II.
Bölüm: Kötülüğün Ahlak Psikolojisi

Kötünün sadece aristokrat soyluların iyi
olarak algıladıkları her şeyi adlandırmak ve kınamak için ruhban sınıfı
tarafından icat edilmiş bir ifade olduğunu düşünebiliriz.

Nietzsche’nin (…) kötü ile kastettiği şey:
HINÇ

“Kendini dışarı boşaltamayan bütün
içgüdüler içeri döner

İnsan sonradan ruhu olduğu söylenen şeyi
ilk kez böyle geliştirmiştir.” Nietzsche

Tabular, dini ve ahlaki yasaklardan daha
ilkel olgulardır, çünkü (…) bilinmeyen bir kökenden gelirler.

Psikanaliz, totem hayvanın aslında babanın
bir ikamesi olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Kötülük ahlaki yasakların ihlali, ahlaki
vicdanın emirlerinin bir ihlali olarak betimlendiği takdirde, kötülüğün
cazibesinin kökü kazınamaz demektir. (s. 176)

Tabu vicdanı, vicdanın en ilkel biçimidir
ve daha gelişmiş dinsel ve ahlaki vicdan biçimlerinin temelidir. Vicdan,
içimizde etkin olan belli bir isteğin reddedilişinin içsel algılanmasıdır.

Tabu vicdanın izlerini uygar ahlaki
vicdanda buluruz. (s. 189)

Freud vicdanı süperego ya da daha doğrusu,
ego ile süperego arasında doğan gerilim ile özdeşleştirir.

III.
Bölüm: Auschwitz’den Sonra

“Auschwitz (…) Bu olmamalıydı (…) Sadece
kurban sayısı değil kastettiğim. Yöntemi, cesetlerin üretilişini vb.
kastediyorum. (…) bu olmamalıydı.” Arendt

Auschwitz’den sonra ahlaka halen inanıp
inanamayacağımızı sormak retorik bir soru değildir. Bu, ortaya atılacak en
ciddi sorudur.

Levinas teodise meselesini açıkça ele alır
ve artık teodisenin bitiminden sonraki bir zamanda yaşadığımızı burada ilan
eder. (s. 212)

Levinas’ın başlangıç noktası Heidegger’in
temel ontoloji anlayışıdır. Fakat Levinas, Heidegger’in nihai ufuk olarak
Varlık anlayışına itiraz ederken, Bütünlük ve Sonsuzluk’ta ontolojinin de ilk
felsefe olarak etiğe bağımlı olduğunu ve onu gerektirdiğini iddia ederken
kötülükle yüzleşememesi ve kötülüğe verilen etik tepkide ayırt edici olanı fark
edememesi nedeniyle Heidegger’i eleştirmektedir. (s. 222)

Jonas, Heideggerci kararlılık ve otantiklik
kavramlarının soyutluğunun, Heidegger’in Nazileri şevkle desteklemesine olanak
veren şey olduğu sonucuna varır. (s. 232)

Kant, kötülüğün kaynağının özsevgi
(bencillik) olduğunu açıkça belirtir. Bu tam da Arendt’in bizzat radikal
kötülük dediği şeyle ilgili olarak yadsıdığı görüştür.

Levinas, Auschwitz’in kötülüğünün bizi
ahlak tarafından kandırılıp kandırılmadığımızı sormaya zorlayacak denli aşırı
olduğunu iddia eder.

Bu yeni kötülük biçiminin de yeni bir
sorumluluk etiği gerektirdiğini düşünür.

Kötülük, onu gerekçelendirme çabalarına
direnir.

İyi ve kötü arasındaki seçimin nihai zemini
anlaşılmazdır.

(Batı,
-bu kitapta olduğu gibi- kötülük dendiğinde sözü temel olarak Auschwitz
etrafında dolandırdığı sürece, bu konuda sahtekârlık yapmaya devam edeceğini
peşinen bildirmiş olacak. Çünkü meselenin temeli Kabil’dir
)

Türkçeleştiren: Nil Erdoğan & Filiz
Deniztekin

Varlık Yayınları

2010