Sosyoloji

René Girard – Romantik Yalan ve Romansal Hakikat

René Girard –
Romantik Yalan ve Romansal Hakikat

Edebi Yapıda Ben ve Öteki

(Ressentiment) Modern duygulara gittikçe daha sık
rastlanmasının nedeni de “hasetli doğaların” ve “kıskanç mizaçların” üzücü ve
esrarlı bir biçimde artmış olması değil, insanlar arasındaki farklılıkların
giderek silindiği bir evrende içsel dolayımın egemen olmasıdır. (s. 33)

Arzu gerçekten belirdiği anda tutkulu kişilerde
dolayımlayıcıyı buluyoruz. (s. 37)

[a, b’yi
seviyor/istiyor, b, c’nin etkisi altında olduğu için a, c’ye karşı hınç
besliyor, bununla birlikte c’yi taklit etmekten geri kalamıyor.]

İmgelem gücünü Ben’den ve de yalnızca Ben’den almaktadır.
Görkemli saraylarını Ben için inşa eder. Ve Ben bu saraylarda, sınırsız bir
mutluluk içinde eğlenir –ta ki gerçeklik denen o hain büyücü, düşün kırılgan
yapılarına hafifçe dokunup da onları yerle bir edene kadar.

Bunların hepsini “romantik” olarak niteledik çünkü bize göre
bir öznellik yanılsamasını sürdürmektedirler. (s. 42)

(Nefret) Aşk gibi o da mantığa filan aldırmaz ve gözlerini
fethedilemez bir umuda dikerek yaşar.

Dostoyevski’de kıskançlık olmadan aşk, haset olmadan
dostluk, iticilik olmadan çekicilik yoktur. (s. 51)

Ebedi Koca …içsel dolayımın özünü açığa vurur. (s. 55)

…dolayımcının kişiliğini sahiplenmek…

Kendi kendisi olmayı bırakmadan Öteki olmak ister. (s. 61)

İnsan tutsaklaştıkça tutsaklığı daha büyük bir çabayla
savunur. Gurur ancak yalan sayesinde hayatta kalabilir ve yalanı ayakta tutan
da üçgen arzudur. (s. 63)

…kişinin özsevgisinin üstünde olan ve onu yöneten, kendine
duyduğu küçümseme ve nefrettir. (s. 67)

Başkalarına benzememe duygusumdan kaçmak için insanlar
Öteki’ne göre arzularlar; ikame tanrılar seçerler, çünkü sonsuzluktan
vazgeçemiyorlardır. (s. 68)

Tüm tutkulu kişiler …dindardır.

Stendhal dindar olmayan tutkulu bir kahraman hiçbir zaman
yaratamamıştır.

Tutkulu kişi, geçmişe ait bir kişidir.

Kibirli kişi, şimdiki zamana aittir.

Üçgen arzunun insanlarının artık inançları yoktur, ama
aşkınlıktan da vazgeçemezler. (s. 69)

Kibirli kişi, İncil’in sözünü ettiği boşluğu hissettiği için
uçarı davranışlara ve taklide sığınır. Kendi hiçliğinin yüzüne bakmaya cesaret
edemediği için, görünüşte lanetten etkilenmemiş olan Öteki’ne doğru koşar. (s.
70)

Kişilerin özgür ve yasa önünde eşit olduğu bir toplumda
züppelerin olmaması gerekir. (s. 72)

Taklitçi arzu her zaman Öteki olma arzusudur.

Bir kutsal eşyanın değeri onun azizden ayıran mesafenin
kısalığına bağlıdır. Metafizik arzudaki nesne için de durum aynıdır. (s. 82)

…arzuladığı nesneyi sonunda elde ettiğinde Proust’un ya da
Stendhal’in kahramanını hayal kırıklığına uğratan da fiziksel zevk eksikliği
değildir. Hayal kırıklığı tümüyle metafiziktir. Özne, nesneyi elde etmesinin
kendi kişiliğini değiştirmediğini saptar; o kadar beklenen dönüşüm gerçekleşmemiştir.
Nesnenin görünüşteki “erdemi” ne kadar büyükse hayal kırıklığı da o kadar
korkunç olur. Bu yüzden, dolayımlayıcı kahramana yaklaştıkça hayal kırıklığı da
artar. (s. 85)

Arzunun bir gelecek vaadiyle ondan kısmen saklayabildiği o
zelil ve aşağılanmış Ben’inden hiç kimse onu ayıramayacaktır şimdi. Arzudan
yoksun kahraman, kuyuya inerken ipi kopan bir işçi gibi şimdiki zaman uçurumuna
düşme tehlikesi içindedir.

Kahramanın hayatı, kaygan taşların üstünden atlayarak
geçilen bir akarsu gibi, arzudan arzuya atlamakla geçecektir. (s. 86)

Konuştuğu her kişi için başka bir isan oluyordur. (s. 88)

Cinsel arzu tüm öteki arzular gibi bulaşıcıdır. Bulaşıcılık
demek, ilk arzuyla aynı nesneyi hedefleyen ikinci bir arzu aracılığıyla kişinin
kendi kendini arzulaması demektir. Çifte dolayımın bu özel durumuna cilve
[koketlik] denir. (s. 97)

Aşıklar hiçbir zaman uyum içinde değillerse eğer, mantığın
ve duygusal romanların belirttikleri gibi farklı oldukları için, birbirine çok
benzedikleri birbirlerinin kopyası oldukları içindir bu. (s. 98)

Stendhal’in kişileri her zaman yalan sayesinde istediklerini
elde ederler. (s. 99)

Zafer, yalanını en iyi savunan aşığa aittir. Bir hatadır
arzuyu açığa vurmak: karşı taraf bir kez kendi arzusunu açığa vurduğunda o
hatayı yinelemek artık insanın içinden gelmeyeceği için daha da bağışlanamaz
olan bir hata.  (s. 100)

Roman 19. Yüzyılda varoluşsal ve toplumsal hakikatin en
büyük mekanıysa bunun nedeni manevi enerjinin sığındığı yaşam bölgelerine
yalnızca romanın dikkat etmesidir. (s. 101)

Neden insanlar çağdaş dünyada mutlu değiller?

Mutlu değiliz der Stendhal, çünkü kibirliyiz. (s. 105)

Aristokratlar ne masumdurlar ne de baskı altında; yalnızca
kibirlidirler. Ayrıcalığı, basit birer sonradan görme oldukları için
istemektedirler. Ne pahasına olursa olsun sakınılması gereken hakikat budur.
Alçaktırlar çünkü soyluluğa değer verirler. (s. 114)

Flaubert kişileri hep diğer insanları çeken şeyler
tarafından cezbedilirler. Yalnızca ötekilerin
arzularını arzu edebilirler.
Rekabetin arzudan önce gelmesi  otomatik olarak kibirden doğan acıların
çoğalmasına neden olur. (s. 120)

Stendhal ve Flaubert üçgen arzunun yayılma imkanlarını
azımsadılar.

20. yüzyılın aynı anda hem yıkımsal hem de önemsiz
çatışmalarını öngöremediler. (s. 121)

Çifte dolayım yavaş yavaş düşünceleri, inançları ve
değerleri yiyip yutar ama dış kabuğa saygı gösterir… (s. 122)

Tutkulu kişi istisna, kibirli kişi olağan durumdur. (s. 123)

Romantik, tıpkı modern ressam gibi, iki boyutta resim yapar.
Öteki’ne ulaşamadığı için romansal derinliği da yakalayamaz. (s. 127)

Flaubert’de nesneler kendi anlamlarına ters düşen bir anlama
sahip değillerdir; belki de hiç anlamları kalmamıştır. (s. 128)

Kendini gösteren her arzu bir rakibin arzusunu uyandırabilir
ya da artırabilir. Dolayısıyla nesneyi ele geçirmek için arzuyu gizlemek
gerekmektedir. Stendhal’in ikiyüzlülük olarak adlandırdığı da bu gizlemedir.
İkiyüzlü kişi arzusundaki görülebilecek her şeyi, başka bir deyişle nesneye
doğru bir atılım olan her şeyi frenler. (s. 132)

Arzu uğruna çilecilik, rakiplerde taklit ihtiyacını azaltır,
dolayısıyla nesneye giden yolu da ancak çilecilik açabilir.

İnsan Tanrı’dan uzaklaştıkça önce akıl adına sonra da kendi
adına saçmalığa saplanır. (Dostoyevski) (s. 134)

…arzunun katı yasalarından kaçabilen kişi arzunun
kendisinden de kaçmış demektir.

Sosyetik insanlar aranmaya o kadar alışkınlardır ki
kendilerinden kaçan biri onlara Anka Kuşu gibi görünür. (Proust) (s. 143)

Çifte dolayım kendi üstüne kapanmış bir şekildir; arzu
içerde devinir ve kendi özünden beslenir. (s. 146)

Özne, arzusunun dönüştürdüğü bir dolayımlayıcıya mıhlanıp
kalır. Bu kişiyi arzulayarak bireyselliğini elde ettiğini sanır, ama aslında
onu yitiriyordur çünkü herkes aynı yanılsamanın kurbanıdır. (s. 147)

Adam bir taşın altında saklı olduğunu sandığı hazineyi
aramaya çıkar. Birbiri ardına bir sürü taşı kaldırır ama hiçbir şey bulamaz. Bu
boş girişimlerden bıkmıştır ama hazineden de vazgeçmek istemez çünkü o çok
değerlidir. Böylece kaldırılamayacak kadar ağır olan taşı aramaya başlar. Tüm
umudunu bu taşa bağlar ve geri kalan gücünü bu taşı kaldırma çabalarına harcar.

Mazoşist

…sürekli bir hayal kırıklığı tarafından kendi
başarısızlığını arzu etmeye itilen bir adamdır. (s. 149)

Arzunun nihai sonucu hep köleliktir.

Böylece tüm metafizik arzular mazoşizme yönelir. (s. 151)

…yalnızca ölümcül süreci hızlandırma olanağı sağlar kurbana.
Her metafizik arzu kendi hakikatine ve arzulayan öznenin bu hakikatin bilincine
varmasına doğru ilerler; öznenin kendisi de bu hakikatin emrine giriyor ve
başarısı için işbirliği yapıyorsa mazoşizm sözkonusudur. (s. 152)

Köleleşme her zaman mazoşizmi de içerir, çünkü bir rakibin
arzusunun bize çıkardığı engele dayalıdır, çünkü köle bir midyenin kayaya
yapışık olduğu gibi bağlıdır o engele. (s. 153)

Eziyet etmeyi arzulamamız için, bize eziyet eden kişinin
böylece bizimkinden çok daha üstün bir varoluş alanına yükseldiğine inanmamız
gerekir. Büyülü bahçenin anahtarının bir celladın elinde olduğunu sanmadan
sadist olamayız. (s. 155)

Cinsel mazoşizm ve sadizm ikinci derecede taklitlerdir:
zaten kendisi bir taklit olan öznenin metafizik arzudaki varoluşunun taklitleridir.
(s. 156)

İyi, Kötü’den daha çok nefret etmek için sevilir. Ezilenler,
ezenleri daha iyi cezalandırmak için savunulur. (s. 158)

En alçak olan bize en gerçek görünür. Çağımızın boş inancı
budur. Gerçekçi olmak aslında terazisini en kötüye doğru eğmektir. Ama gerçekçi
idealistten bile daha büyük bir hata yapıyordur. Kristal saraylar sehennem
görüntüsüne dönüştükçe ilerleyen gerçek değil yalandır. (s. 160)

Gerçek, rahatsızlık verici bir sinek gibi sürekli gelip
büyük halanın burnuna konuyor ama elin tersiyle yapılan bir hareket onu kovmaya
yetiyordur.

Proust, inançlarımızın hüküm sürdüğü dünyaya gerçeklerin
nüfuz etmediğini söyler bize. İnançlarımızı bu gerçekler yaratmamıştır, yok
eden de onlar olamaz. (s. 163)

İnsan yalnızca “çıkarına” yarayan şeyi ya da içgüdüsel
dikkatinin seçtiği şeyi görmek istediği anda “organik yalan” da işlemeye
başlamış demektir. Kendini böyle aldatan kişinin yalan söylemeye ihtiyacı
yoktur. (s. 164)

Yurtseverlik kişinin kendini sevmesidir.

Coşkusu başka yurtlarla olan bir rekabete dayalı değildir.
Oysa şovenizm böyle bir ilişkinin ürünüdür. Nefrete, başka bir deyişle Öteki’ne
gizli hayranlığa dayalı olumsuz bir duygudur. (s. 169)

Metafizik arzu tanım olarak elde edebileceği bir şeye
yönelmez. (s. 172)

Toplumsal seçkinleri betimleyenler, metafizik arzuyu
yalnızca yansıttıkları zaman en yüzeysel, açığa çıkardıkları zamansa tersine en
derine inen yazarlardır. (s. 186)

Şimdiki zaman, yol işaretleri olmayan geniş bir çöldür. (s.
191)

Bilinçliliğin ödülü, her zamanki gibi, kişinin kendi
gölgesinin büyümesidir. (s. 195)

Cehenneme inişin bittiği yerde her zaman bir başkası başlar.
(s. 204)

Metafizik arzu, gerçek ayrılıkla içten birliğe tam eşit
uzaklıkta duran o muğlak, çok anlamlı büyülenme boktasına sürükler
kurbanlarını. Franz Kafka’nın incelediği de işte bu garip bölgedir yalnızlıkla
birleşme arasındaki sınır. Her ikisine de aynı uzaklıkta, her ikisini de
dışlayan. (s. 214)

Romantik okurlar kendilerini en büyük arzunun kahramanıyla
özdeşleştirilerdi; günümüzün romantik okurlarıysa en küçük arzunun kahramanıyla
özdeşleşirler.

Don Kişot’un arkadaşlarına benziyoruz, zavallıyı
çılgınlığından kurtarmaya uğraşan çünkü aslında kendileri aynı hastalığın daha
ağır biçiminden mustarip olan arkadaşlarına.

Arzu eden özne kendi arzusunda taklidin oynadığı rolü
algıladığı anda ya arzusundan vazgeçmelidir ya da gururundan. (s. 218)

Ama arzulayan özne mutlak vazgeçiş düşüncesi karşısında
dehşete kapılır ve geriler.

Varoluşun tamamını insanın içinde taşıdığı hiçliğin üstüne
kurmak demek, güçsüzlüğü güce çevirmek, içsel Robinson’un ıssız adasını sonsuza
dek genişletmek demektir. (s. 219)

Kişinin kendi hiçliğini arzulaması demek, kendini
insanlığının en zayıf noktasında arzulaması, kendisini ölümlü olarak, ölü
olarak arzu etmesi demektir.

…ölümden korktuğu için intihar ediyordu. Sonsuzluktan
vazgeçmek için değil, arzunun başarısızlığından dolayı kendini mahkum sandığı
sonluluk korkusu yüzünden öldürüyordu kendini. Kirilov, yalnızca ölmeyi ve
ölümde kendi kendisi olmayı arzu ettiği için intihar edecektir. (Ecinniler’de
intihar eden Kirilov) (s. 221)

Tanrı olmak için intihar edilebilir ama intihardan
vazgeçmeden Tanrı olunamaz. Arzulanan iktidar, ölümün karşısında en keskin
iktidarsızlıkla bir oluyordur. (s. 222)

İnsanlar haçın gölgesinde yaşamaya ve ölmeye devam
edecekelerdir. (s. 223)

Dolayımlayıcı arzulayan özneye yaklaştıkça ontolojik
hastalık şiddetlenir.

İçsel dolayımın doğurduğu çelişkiler sonunda kişiyi yok
eder.

[ruhsal öz-kıyım] (s. 224)

Herkes gerçeği yalnızca kendisinin bildiğini sanır ve herkes
komşularına bakarak üzülür. Herkes kendi yasasına göre mahkum eder ve bağışlar.

Metafizik arzunun hakikati ölümdür. (s. 225)

Yaklaşımlarımıza karşılık verecek kadar ruh derinliği
olmayan bir kişi, herkesle ilişkisinde, metafizik arzunun kurbanına tanrısal
gelen bir özerkliğe sahiptir. Bu kişinin önemsizliği bile –hatta asıl bu
önemsizlik- mazoşistin dolayımlayıcısından beklediği tek erdemi sağlamaktadır
ona. (s. 226)

Aşığın istediği ruhtur, bu yüzden koket bir kadının
aptallığı hile gibi gözükür. (s. 227)

Şu halde arzulanan engele duyulan bu eğilim ölüme doğru bir
ilerlemedir. (Denis de Rougemont, Aşk ve Batı) (s. 228)

Kahraman artık canlı değildir ama henüz ölmemiştir de.
Ayrıca kahraman arayışının sonunun ölüm olduğunu bilir ama bunu bilmek onu
metafizik arzudan vazgeçirmez. En
keskin berraklık aynı zamanda en mutlak körlüktür.

“Ölümü arıyorlardı ama ölüm onlardan kaçacak,” der Kıyamet
Günü Meleği.

Hayata tapınmamıza yol açan aynı devinim sonunda onu
yadsımaya götürür bizi.

Olumsuzun yüceltilişi, içsel dolayımın son evrelerini
niteleyen o kör berraklıktan kaynaklanıyordur. (s. 229)

Arzunun metafizik yapısını algılamak, yıkımsal sonunu
öngörmek demektir. Kıyamet, gelişme demektir. Dostoyevski’nin kıyametiyse,
geliştirdiği şeylerin yok oluşuyla sonuçlanan bir gelişmedir. Metafizik yapı,
ister bir bütün olarak alınsın, ister tek bir bölüm olarak, her zaman bir
kıyamet olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla daha önceki tüm romanlar da birer
kıyamettir. Bu yapıtların sonunda yer alan sınırlı felaketler Dostoyevski’nin
dehşetinin öncüsüdürler. (s. 230)

Stepan ölüme yaklaştıkça yalandan uzaklaşır: “Hayatım
boyunca yalan söyledim, doğruyu söylerken bile. Hiçbir zaman hakikat için değil
her zaman yalnızca kendim için konuştum.” Ecinniler (s. 232)

Romantik eleştirmenlerin düşmanlığını anlamak kolaydır.
Bütün kahramanlar sonuç bölümünde eski düşünceleriyle açıkça çelişen düşünceler
dile getiriler, oysa bu eski düşünceler her zaman romantik eleştirmenlerin
düşünceleridir.

Kahraman her defasında gururunun esinlediği serabı yadsır.
Romantik yorumun yücelttiği hep bu seraptır. Eleştirmenler yanılmış olduklarını
kabul etmek istemezler; dolayısıyla sonucun taçlandırdığı yapıta layık olmadığı
fikrini savunmaları gerekir. (s. 234)

Romancının estetik zaferi arzudan vazgeçmiş kahramanın
neşesiyle birdir. (s. 237)

Geçmiş arzularım canlandırılmasını sağlayan şimdi arzu
duyulmuyor olmasıdır.

Proustvari benmerkezcilik taklide yol açar ve bizim kendi
dışımızda yaşamamıza neden olur. Bu benmerkezcilik… aynı zamanda
öteki-merkezliliktir. Tek yanlı bir bencillik değildir; iki zıt yöne doğru
giden ve sonunda her zaman kişiyi parçalayan bir atılımdır. Benmerkezciliği
yenmek, kişinin kendinden uzaklaşması ve ötekilere yaklaşması demektir ama
başka bir anlamda da kendine yaklaşarak ötekilerden uzaklaşması demektir.


Büyük romansal sanata gücünü veren, vazgeçişten doğmasıdır.
(s. 238)

Büyük romansal yaratılar, aşılmış bir büyülenmenin ürünüdür
hep.

En sevgili yanılsamalarımızı yıkmamız gerekiyordur. (s.
239/240)

Geçmişin korkunç görüntüsü hakikatin görüntüsüdür. (s. 240)


Mensonge romantique et vérité romanesque
Çeviren: Arzu Etensel İldem

Metis Yayınları, Nisan 2001