33Sosyoloji Sözlüğü

REALİZM

 

REALİZM

 

19. yüzyılın ikinci
yansı içinde Roman-tizm’e karşı Fransa’da doğan, edebiyatta gerçeğe uygunluğu
savunan bir edebî akım.

Fransızca
“gerçek” anlamına gelen “rea­lite” kelimesinden türemiş bir
kavram olan Realizm, “varlıkları ve hayatı gerçekte na­sılsa öyle
anlatmak” çabasını güder. Edebî ekol olarak ise, “edebî eserde
tabiatı, insanı, sosyal ve ferdî hayatı olduğu gibi, değiştir­meden, gerçekte
var olduklarından farklı bir şekle bürümeden tasvir etmek, işlemek gayesi güden
bir anlayış” olarak tanımlana­bilir.

Realizm, bütün Avrupa
edebiyatlarına yayılmış olan Romantizm’e bir tepki olarak kendisini gösterir.
Bu görünüşte dönemin Fransa’sının içinde bulunduğu siyasî çal­kantıların,
sosyal buhranın ve sanayileşme­nin toplumda doğurduğu bir takım yeni
problemlerin yanısıra gelişen teknolojinin ekonomik ve sosyal yapıda yeni
ihtiyaçları ve dolayısıyla maddî değerleri önplana çı­karışının payı büyüktür.
Öte yandan 19. yüzyıl, müsbet bilimler sahasında da yeni keşiflerin, hızlı
gelişmelerin vukua geldiği, sosyal ilimlerde yeni anlayış ve atılımların gün
yüzüne çıktığı bir devirdir. İlim ve tek­nolojideki bu gelişmeler edebiyatta da
gerçeğin objektif bir biçimde incelenmesi zev­ki ve anlayışını doğurmuştur. Bu
gelişme­de, Parnas ekolünde olduğu gibi, Auguste Comte’un Pozitivist
felsefesinin tesiri de ağır basar.

Realizm’in bir estetik
görüş ve edebî ekol olarak ortaya çıkışı Romantizm’üı za­yıflamaya yüz tuttuğu
1850’li yıllarda ol­muştur. Akım etkisini daha çok roman türü üzerinde
göstermiştir. Daha Romantikler döneminde, romanlarında Realist anlayışın ilk
nüvelerini veren Stendhal, Honore de Balzae ve Prosper Merimde, Realist roman
anlayışına öncülük etmiş sanatçılar olarak görülebilirler.

Stendhal, bilhassa
gözleme verdiği de­ğer ve bu konuda gösterdiği objektiflik kay-gusu ile Realist
romanın çok önemli bir un­surunun ilk kullanılış örneklerini vermiştir. O,
romanında canlandırdığı kahramanları, hep daha önce gözlediği, rastladığı,
özellik­leri hakkında notlar aldığı ve fişler tuttuğu karakterlere dayandırır.
Romanlarının kah­ramanları için “onlar herşeyden evvel kutu­sundan çıkmış
bu fişlerden biridir.” diyen Stendhal “Roman büyük yol üzerinde gez­dirilen
bir aynadır.” sözüyle de adeta Rea­list romanı tek cümlede özetlemiştir.
Kır­mızı ve Siyah (1830, Le Rouge et le Noir) ve Parma Manastırı (1839,
Chartreuse de Parme) romanları bu anlayışın güzel birer örneğidirler.

Aynı gözlem titizliği
ve içinde yaşanılan çevrenin, kişinin karakterinin biçimlenme­sinde tesirli
olduğu kanaati, romanlarını İn­sanlık Komedisi (La Comedie Humaine) adı altında
toplayan H. de Balzac’da da bizi karşılar. Bu yüzden onun romanlarında ger­çeğe
uygun çevre tasvirleri geniş yer tutar. Balzac bu maksatla, romanına konu
edindiği yerlere seyahatler yapmış o yerlere (şe­hir, mahalle, ev, köy v.s.)
dair bilgiler edin­miş, gözlemlerde bulunmuştur. Onun bu anlayış ve
davranışının Realist romancılar üzerinde büyük tesirlerini görürüz.

Daha çok bir hikâye
yazarı olarak bili­nen MerimĞe’de ise eserleri için bilgi topla­ma,
dokümantasyona önem verme onu Re­alizm’e yaklaştırır.

Realizm’in Romantizm
karşısında ken­disini bir edebî ekol olarak kabul ettirişinde iki ismin,
Champfleury (1821-1889) ile Duranty (1833-1880) nin büyük gayretleri olmuştur.
Champfleury, 1856’da çıkardığı Gazette de Champfleury ‘de, Duranty de
1856-57’de neşrettiği Le Realisme adlı der­gide Realist anlayışı savunmuş, bu
vadide örnekler vermiş ve Hugo, Lamartine, Mus-set, Vigny gibi Romantik
yazarları tenkit etmişlerdir.

Realist romanın en
büyük ismi Gustave Flaubert’dir. Onun 1857’de yayınladığı Madame Bovary adlı
eseri, Realist romanın bir şahikası kabul edilir. Flaubert’e göre “büyük
sanat, ilme uygun ve yakın olandır, şahsî olan değil.” Yazar, eserinin
kahrama-nıyla duygu ve düşünce bakımından bütün­leşmelidir. Kahramanı kendinden
yana çek­mek yanlıştır,

Flaubert, “Sanat
yararlı olmalıdır.” di­yen Champfleury ve Duranty gibi Realist
yazarlardan, “Sanatın gayesi herşeyden ev­vel güzelliktir” teziyle
ayrılır. Sanatta ahlâ­kî ve sosyal gaye, güzellikten daha geri plandadır.
Madame Bovary’nin ahlakça dü­şüklüğü de bu noktadan açıklık kazanır.

Realist romanda
Flaubert kadar önemli bir başka isim de Goncourt kardeşlerdir. Bu iki kardeşe,
Edmond (1822-1896) ve Jules de Goncourt (l830-1870)a göre “Sanat gerçek
olan şeydir. Bütün açıklığı ve kabalığı ile gerçek olan şey.” Goncourtlar
zengin ve asil insanlar kadar, halktan, sıradan insanla­rın da romanlarının
kahramanı olabileceği­ni, edebi eserlerin halk tarafından da anla­şılması
gerektiğini savunmuşlardır. Ro­mancı, tarihçi gibi belgelere dayanmalıdır.
“Tarihçiler geçmişi anlatmaya meraklıdır­lar, romancılar hâlihazır!”
diyen Goncourt­lar romanlarına hastalıklı, deli, anormal tip­leri de almaktan
çekinmemişlerdir.

Edebiyatta savunduğu
ilkeler açısından bakarsak, Realizm’in ana özelliği, Roman­tiklerin lirizmine,
idealizmine ve edebiyatta ferdî duygulara karşı oluşudur.

Realizm’e göre
“sanat, sanat için” değil­dir. “Sanatkârın pratik, faydalı,
eğlendirici olmayan bir felsefî gayesi vardır.”

Edebî eserlerde gözlem
Önemlidir. Çün­kü gerçek, edebiyatta ancak gözleyerek, tabîaü, çevreyi ve
insanı olduğu gibi anlat­makla ifâde edebilebilir. Bunun için de, gözlemin
yanısıra, anketler, intibalar, kü­çük notlar, vesikalar faydalı birer araçtır­lar.

Roman yahut tiyatro
eserinde olağanüs­tü ve istisnaî konu ve durumlar, gerçeklik duygusunu zedeler.
Günlük hayatta rastlan­ması muhtemel kişi ve olaylar ele alınmalı­dır, hatla
romanda vak’a asgarî seviyede tu­tulmalıdır.

İnsanın karakterini
tabiî ve sosyal çevre­si şekillendirir. Bundan dolayı edebî eserde,
kahramanların içinde yaşadığı çevre de, ya-zann dikkatini topladığı odak
noktalan ara­sında olmalıdır. Romanda bu çevreler, kah­ramanın şahsiyetini daha
belirginleştirerek vermek açısından gözlemin de yardımıyla geniş bir şekilde
tasvîr edilmeli, bu tasvi­rlerde çevreye kahramanın seviyesinden ve onun
gözüyle bakılmalıdır.

Yazar, kendi
şahsiyetini eserin akışına müdahale edecek şekilde aksettirmemen, olaylar ve
kahramanlar karşısında tarafsız kalmalıdır. Onları yazarın kendisi değil,
kahramanın içinde bulunduğu şartlar ve çevresi yönlendirmelidir. Bu
yönlendiriştc ve olayların örgüsünde, pozitif bilimlerdeki gibi sebep-sonuç
ilişkisi korunmalıdır.

Dilin ve üslûbun en
güzel, olaya ve ola­yın kahramanının kişiliğine en uygun olan bir surette
kullanılması gerekir.

Roman başla olmak
üzere, hikâye, tiyat­ro ve tenkit türlerinde de eser veren bu edebî akımın
Fransa’daki önemli temsilcileri Gustave Flaubert, Goncourt kardeşler,
Ale-xander Dumas Fils, Duranty, Champfleury, Henry Murger, tiyatroda E. Augier,
tenkitte daha önce Romantik olan Saint-Beu-ve’dür.

İngiltere’de Charles
Dickens, G. Moore, Bernard Shaw; İtalya’da Giovanni Verga, Luigi Capuana,
Rusya’da Gogol, Turgeni-ev, Tolstoy ve Gonçarov, ülkelerinde Rea­lizm’in büyük
temsilcileri olmuşlardır.

Realist akım, 1875
sonrasında yerini, kendisinin bir bakıma bir adım ileride deva­mı olan
Naturalizm’e bırakmıştır.

Realizm’in bizim
edebiyatımızda tesiri­ni hissettirmeye başlayışı, daha çok, Tanzi­mat sonrası
edebiyat ile Servet-i Fünûn ede­biyatı arasında yer alan edebî nesil üzerinde
olur. Bu nesil edebiyatçıları içinde Mene-menlizâde Mehmed Tahir, Selânikli
Abdi Tevfik, Fazlı Necib, Mustafa Reşid gibi Ro­mantik akımın tesirindeki
edebiyatçılara karşı Beşir Fuad, Receb Vahyî ve Nâbîzâde Nâzım Realizm’i
müdâfaa ederler. Bu iki grup arasında bir Romantizm-Realizm münâkaşası başlar.
Münakaşanın başlamasına sebep, Beşir Fuad’ın, yazdığı Victor Hugo adlı
kitabında, Hugo’yu ve Romantik edebiyat anlayışını tenkid etmesi, buna kar­şılık
Realizm ve Naturalizm’i övmesidir. Hemen belirtmek gerekir ki, devrin edebi­yatçıları
bu tartışmalarında Realizm ve Na-turaüzm diye bir ayırıma gitmeden, her iki
akımı da aynı imişçesine, bir kefeye koya­rak tartarlar.

Realizm, bizde
önceleri “ûrisa-i burhâni-yc” kavramıyla karşılanırken, bu tartışma
sırasında, Beşîr Fuad’ın isimlendirmesi yle “mcslek-i hakîkiyyûn”
şeklinde anılmaya başlanır. Dolayısıyla bu münakaşa da “HayâÜyyûn-hakîkiyyûn
münakaşası” olur.

Beşir Fuad, yukarıda
bahsedilen eserin­de Hugo’yu tcnkît eder, Zola’yı ve onun edebiyatta tuttuğu
yolu över. Menemenli-zade Mehmed Tahîr, onun bu tavrını 19 Şu­bat 1886 tarihli
Gayret mecmuasında (nr, 3-6) tenkid eden bîr yazı yazınca, Beşir Fu­ad, bu
tenkide Saadet gazetesinde cevap verir (nr. 470-478, 4 Ağ. 1886). Bu ceva­bında
hayâlı edebiyatın gcrçekdışılığı, yan­lışlığı, edebiyatın gerçeğe uygun ve
faydalı olmasının lüzumu gibi konular üzerinde durur. İlmin edebiyata mesned
olması ge­rektiğini söyler. Yazışmalar karşılıklı ola­rak sürerken, bu arada
Gayreı’ic (M.C.) im­zalı Bir Mütefenninle Bir Şair başlıklı hiciv yollu bir
şiir yayınlanır. Şiirde, mütefennin, Beşir Fuad’dır. B. Fuad bu şiire
sinirlenerek aynı tarzda bir hiciv yazar ve şiirin M. Tahir tarafından
yazıldığını sandığını söyler. Araya Ahmed Midhal Efendi gibi başka im­zalar da
girer ve münakaşa çığırından çıkar, seviye düşer. Sonuçta, herhangi bir netice­ye
ulaşılmadan bu karşılıklı yazışmalar so­na erer.

Beşir Fuad, edebiyatta
ilmî esasların gö-zönüne alınması gerektiği, edebiyatın ger­çeğe dayanmasının
eserlerin kıymetini art­tıracağı yolunda başka makaleler de yaz­mıştır.

Bu dönemde Hüseyin
Rahmî’nin Mü-rebbiye romanını, (1899) Ahmed Rasim’in istanbul hayatını gözleme
dayalı ve çok canlı suretle anlattığı eserlerini ve Ahmed Midhat Efendi’nin
Müşâhedât’ım (1890) Realizm’in, hatta Naturalizm’in tesirlerini taşıyan eserler
arasında sayabiliriz. Ayrıca bu yıllarda Batılı Realist yazarlardan pek çok
tercümeler de yapılmıştır.

Realizm’in tesiri
Servet-i Fünûn toplulu­ğu edebiyatçılarında daha çok görülür. Fa­kat Scrvet-i
Fünuncular, bir yönleriyle de her zaman Romantizm’c açık olmuşlardır. (Bk.
Romantizm). Kendileri her fırsatta Re-alizm’i tercih etliklerini söyleseler de,
eser­lerinde hemen her zaman bir hissîlik, lirizm göze çarpar. Bu yönleri biraz
kendi karak­terlerinden, biraz da onlara üstadlık etmiş olan Rccâîzade Mahmud
Ekrem’den gelir. Onlar da bu yönlerinin farkındadırlar ve pekçok defa bu
tulumlarını tenkid etmişler­dir.

Bu arada, Recâîzadc
Ekrem’in, diğer eserlerinde kuvvetli bir Romantik temayülü her zaman korumuş
olmasına karşılık, Ara­ba Sevdası romanında (kahramanı Bİhruz Bey’in olanca
Romantikliklerine rağmen) Realist bir yaklaşımı yakalayabildiğinİ de
belirtelim.

Scrvct-i Fünun
romancıları içinde Ro­mantik tesir (bilhassa Goncourtlar’m tesiri) en fazla
Halid Ziya üzerinde kendisini gös­terir. Ona göre “en çirkin hakikat, en
güzel hayâle tercih edilir.” Halid Ziya, daha genç­liğinde Goncourllar, A.
Daudet, A. Dumas

Fils gibi Realist
yazarları okuyarak yetişti­ğini Kırk Yıl adlı eserinde kendisi söyler.

Aynı kadrodan Mehmed
Rauf ta ve Hü­seyin Cahid’de (özellikle onun Hayâl için­de ve Hayât-ı Hakîkiye
Sahneleri adlı eser­lerinde) de Realist anlayış kendisini göste­rir.

Servet-i Fünûn
sonrasında, Realist gö­rüşteki yazarlar, değişen ve gelişen sosyal ve siyâsî
ortamın da tesiri ile daha çok, memleketin ve toplumun problemlerine karşı
ilgilerini yoğunlaştırmışlardır. Cum­huriyet sonrası Türk edebiyatında Yakub
Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban romanı (1932) bu tür romanların zikredilmeden ge­çilemeyecek
örneklerindendir. Yine Refik Halid Karay, Anadolu’ya ve Anadolu insa­nına
yöneliş tarzıyla edebiyatımızda Rea­list görüşün güzel örneklerini vermiştir.

M. Fatih ANDI

Bk. Gerçekçilik,
Parnas Ekolü.