REALİZM
REALİZM
19. yüzyılın ikinci
yansı içinde Roman-tizm’e karşı Fransa’da doğan, edebiyatta gerçeğe uygunluğu
savunan bir edebî akım.
Fransızca
“gerçek” anlamına gelen “realite” kelimesinden türemiş bir
kavram olan Realizm, “varlıkları ve hayatı gerçekte nasılsa öyle
anlatmak” çabasını güder. Edebî ekol olarak ise, “edebî eserde
tabiatı, insanı, sosyal ve ferdî hayatı olduğu gibi, değiştirmeden, gerçekte
var olduklarından farklı bir şekle bürümeden tasvir etmek, işlemek gayesi güden
bir anlayış” olarak tanımlanabilir.
Realizm, bütün Avrupa
edebiyatlarına yayılmış olan Romantizm’e bir tepki olarak kendisini gösterir.
Bu görünüşte dönemin Fransa’sının içinde bulunduğu siyasî çalkantıların,
sosyal buhranın ve sanayileşmenin toplumda doğurduğu bir takım yeni
problemlerin yanısıra gelişen teknolojinin ekonomik ve sosyal yapıda yeni
ihtiyaçları ve dolayısıyla maddî değerleri önplana çıkarışının payı büyüktür.
Öte yandan 19. yüzyıl, müsbet bilimler sahasında da yeni keşiflerin, hızlı
gelişmelerin vukua geldiği, sosyal ilimlerde yeni anlayış ve atılımların gün
yüzüne çıktığı bir devirdir. İlim ve teknolojideki bu gelişmeler edebiyatta da
gerçeğin objektif bir biçimde incelenmesi zevki ve anlayışını doğurmuştur. Bu
gelişmede, Parnas ekolünde olduğu gibi, Auguste Comte’un Pozitivist
felsefesinin tesiri de ağır basar.
Realizm’in bir estetik
görüş ve edebî ekol olarak ortaya çıkışı Romantizm’üı zayıflamaya yüz tuttuğu
1850’li yıllarda olmuştur. Akım etkisini daha çok roman türü üzerinde
göstermiştir. Daha Romantikler döneminde, romanlarında Realist anlayışın ilk
nüvelerini veren Stendhal, Honore de Balzae ve Prosper Merimde, Realist roman
anlayışına öncülük etmiş sanatçılar olarak görülebilirler.
Stendhal, bilhassa
gözleme verdiği değer ve bu konuda gösterdiği objektiflik kay-gusu ile Realist
romanın çok önemli bir unsurunun ilk kullanılış örneklerini vermiştir. O,
romanında canlandırdığı kahramanları, hep daha önce gözlediği, rastladığı,
özellikleri hakkında notlar aldığı ve fişler tuttuğu karakterlere dayandırır.
Romanlarının kahramanları için “onlar herşeyden evvel kutusundan çıkmış
bu fişlerden biridir.” diyen Stendhal “Roman büyük yol üzerinde gezdirilen
bir aynadır.” sözüyle de adeta Realist romanı tek cümlede özetlemiştir.
Kırmızı ve Siyah (1830, Le Rouge et le Noir) ve Parma Manastırı (1839,
Chartreuse de Parme) romanları bu anlayışın güzel birer örneğidirler.
Aynı gözlem titizliği
ve içinde yaşanılan çevrenin, kişinin karakterinin biçimlenmesinde tesirli
olduğu kanaati, romanlarını İnsanlık Komedisi (La Comedie Humaine) adı altında
toplayan H. de Balzac’da da bizi karşılar. Bu yüzden onun romanlarında gerçeğe
uygun çevre tasvirleri geniş yer tutar. Balzac bu maksatla, romanına konu
edindiği yerlere seyahatler yapmış o yerlere (şehir, mahalle, ev, köy v.s.)
dair bilgiler edinmiş, gözlemlerde bulunmuştur. Onun bu anlayış ve
davranışının Realist romancılar üzerinde büyük tesirlerini görürüz.
Daha çok bir hikâye
yazarı olarak bilinen MerimĞe’de ise eserleri için bilgi toplama,
dokümantasyona önem verme onu Realizm’e yaklaştırır.
Realizm’in Romantizm
karşısında kendisini bir edebî ekol olarak kabul ettirişinde iki ismin,
Champfleury (1821-1889) ile Duranty (1833-1880) nin büyük gayretleri olmuştur.
Champfleury, 1856’da çıkardığı Gazette de Champfleury ‘de, Duranty de
1856-57’de neşrettiği Le Realisme adlı dergide Realist anlayışı savunmuş, bu
vadide örnekler vermiş ve Hugo, Lamartine, Mus-set, Vigny gibi Romantik
yazarları tenkit etmişlerdir.
Realist romanın en
büyük ismi Gustave Flaubert’dir. Onun 1857’de yayınladığı Madame Bovary adlı
eseri, Realist romanın bir şahikası kabul edilir. Flaubert’e göre “büyük
sanat, ilme uygun ve yakın olandır, şahsî olan değil.” Yazar, eserinin
kahrama-nıyla duygu ve düşünce bakımından bütünleşmelidir. Kahramanı kendinden
yana çekmek yanlıştır,
Flaubert, “Sanat
yararlı olmalıdır.” diyen Champfleury ve Duranty gibi Realist
yazarlardan, “Sanatın gayesi herşeyden evvel güzelliktir” teziyle
ayrılır. Sanatta ahlâkî ve sosyal gaye, güzellikten daha geri plandadır.
Madame Bovary’nin ahlakça düşüklüğü de bu noktadan açıklık kazanır.
Realist romanda
Flaubert kadar önemli bir başka isim de Goncourt kardeşlerdir. Bu iki kardeşe,
Edmond (1822-1896) ve Jules de Goncourt (l830-1870)a göre “Sanat gerçek
olan şeydir. Bütün açıklığı ve kabalığı ile gerçek olan şey.” Goncourtlar
zengin ve asil insanlar kadar, halktan, sıradan insanların da romanlarının
kahramanı olabileceğini, edebi eserlerin halk tarafından da anlaşılması
gerektiğini savunmuşlardır. Romancı, tarihçi gibi belgelere dayanmalıdır.
“Tarihçiler geçmişi anlatmaya meraklıdırlar, romancılar hâlihazır!”
diyen Goncourtlar romanlarına hastalıklı, deli, anormal tipleri de almaktan
çekinmemişlerdir.
Edebiyatta savunduğu
ilkeler açısından bakarsak, Realizm’in ana özelliği, Romantiklerin lirizmine,
idealizmine ve edebiyatta ferdî duygulara karşı oluşudur.
Realizm’e göre
“sanat, sanat için” değildir. “Sanatkârın pratik, faydalı,
eğlendirici olmayan bir felsefî gayesi vardır.”
Edebî eserlerde gözlem
Önemlidir. Çünkü gerçek, edebiyatta ancak gözleyerek, tabîaü, çevreyi ve
insanı olduğu gibi anlatmakla ifâde edebilebilir. Bunun için de, gözlemin
yanısıra, anketler, intibalar, küçük notlar, vesikalar faydalı birer araçtırlar.
Roman yahut tiyatro
eserinde olağanüstü ve istisnaî konu ve durumlar, gerçeklik duygusunu zedeler.
Günlük hayatta rastlanması muhtemel kişi ve olaylar ele alınmalıdır, hatla
romanda vak’a asgarî seviyede tutulmalıdır.
İnsanın karakterini
tabiî ve sosyal çevresi şekillendirir. Bundan dolayı edebî eserde,
kahramanların içinde yaşadığı çevre de, ya-zann dikkatini topladığı odak
noktalan arasında olmalıdır. Romanda bu çevreler, kahramanın şahsiyetini daha
belirginleştirerek vermek açısından gözlemin de yardımıyla geniş bir şekilde
tasvîr edilmeli, bu tasvirlerde çevreye kahramanın seviyesinden ve onun
gözüyle bakılmalıdır.
Yazar, kendi
şahsiyetini eserin akışına müdahale edecek şekilde aksettirmemen, olaylar ve
kahramanlar karşısında tarafsız kalmalıdır. Onları yazarın kendisi değil,
kahramanın içinde bulunduğu şartlar ve çevresi yönlendirmelidir. Bu
yönlendiriştc ve olayların örgüsünde, pozitif bilimlerdeki gibi sebep-sonuç
ilişkisi korunmalıdır.
Dilin ve üslûbun en
güzel, olaya ve olayın kahramanının kişiliğine en uygun olan bir surette
kullanılması gerekir.
Roman başla olmak
üzere, hikâye, tiyatro ve tenkit türlerinde de eser veren bu edebî akımın
Fransa’daki önemli temsilcileri Gustave Flaubert, Goncourt kardeşler,
Ale-xander Dumas Fils, Duranty, Champfleury, Henry Murger, tiyatroda E. Augier,
tenkitte daha önce Romantik olan Saint-Beu-ve’dür.
İngiltere’de Charles
Dickens, G. Moore, Bernard Shaw; İtalya’da Giovanni Verga, Luigi Capuana,
Rusya’da Gogol, Turgeni-ev, Tolstoy ve Gonçarov, ülkelerinde Realizm’in büyük
temsilcileri olmuşlardır.
Realist akım, 1875
sonrasında yerini, kendisinin bir bakıma bir adım ileride devamı olan
Naturalizm’e bırakmıştır.
Realizm’in bizim
edebiyatımızda tesirini hissettirmeye başlayışı, daha çok, Tanzimat sonrası
edebiyat ile Servet-i Fünûn edebiyatı arasında yer alan edebî nesil üzerinde
olur. Bu nesil edebiyatçıları içinde Mene-menlizâde Mehmed Tahir, Selânikli
Abdi Tevfik, Fazlı Necib, Mustafa Reşid gibi Romantik akımın tesirindeki
edebiyatçılara karşı Beşir Fuad, Receb Vahyî ve Nâbîzâde Nâzım Realizm’i
müdâfaa ederler. Bu iki grup arasında bir Romantizm-Realizm münâkaşası başlar.
Münakaşanın başlamasına sebep, Beşir Fuad’ın, yazdığı Victor Hugo adlı
kitabında, Hugo’yu ve Romantik edebiyat anlayışını tenkid etmesi, buna karşılık
Realizm ve Naturalizm’i övmesidir. Hemen belirtmek gerekir ki, devrin edebiyatçıları
bu tartışmalarında Realizm ve Na-turaüzm diye bir ayırıma gitmeden, her iki
akımı da aynı imişçesine, bir kefeye koyarak tartarlar.
Realizm, bizde
önceleri “ûrisa-i burhâni-yc” kavramıyla karşılanırken, bu tartışma
sırasında, Beşîr Fuad’ın isimlendirmesi yle “mcslek-i hakîkiyyûn”
şeklinde anılmaya başlanır. Dolayısıyla bu münakaşa da “HayâÜyyûn-hakîkiyyûn
münakaşası” olur.
Beşir Fuad, yukarıda
bahsedilen eserinde Hugo’yu tcnkît eder, Zola’yı ve onun edebiyatta tuttuğu
yolu över. Menemenli-zade Mehmed Tahîr, onun bu tavrını 19 Şubat 1886 tarihli
Gayret mecmuasında (nr, 3-6) tenkid eden bîr yazı yazınca, Beşir Fuad, bu
tenkide Saadet gazetesinde cevap verir (nr. 470-478, 4 Ağ. 1886). Bu cevabında
hayâlı edebiyatın gcrçekdışılığı, yanlışlığı, edebiyatın gerçeğe uygun ve
faydalı olmasının lüzumu gibi konular üzerinde durur. İlmin edebiyata mesned
olması gerektiğini söyler. Yazışmalar karşılıklı olarak sürerken, bu arada
Gayreı’ic (M.C.) imzalı Bir Mütefenninle Bir Şair başlıklı hiciv yollu bir
şiir yayınlanır. Şiirde, mütefennin, Beşir Fuad’dır. B. Fuad bu şiire
sinirlenerek aynı tarzda bir hiciv yazar ve şiirin M. Tahir tarafından
yazıldığını sandığını söyler. Araya Ahmed Midhal Efendi gibi başka imzalar da
girer ve münakaşa çığırından çıkar, seviye düşer. Sonuçta, herhangi bir neticeye
ulaşılmadan bu karşılıklı yazışmalar sona erer.
Beşir Fuad, edebiyatta
ilmî esasların gö-zönüne alınması gerektiği, edebiyatın gerçeğe dayanmasının
eserlerin kıymetini arttıracağı yolunda başka makaleler de yazmıştır.
Bu dönemde Hüseyin
Rahmî’nin Mü-rebbiye romanını, (1899) Ahmed Rasim’in istanbul hayatını gözleme
dayalı ve çok canlı suretle anlattığı eserlerini ve Ahmed Midhat Efendi’nin
Müşâhedât’ım (1890) Realizm’in, hatta Naturalizm’in tesirlerini taşıyan eserler
arasında sayabiliriz. Ayrıca bu yıllarda Batılı Realist yazarlardan pek çok
tercümeler de yapılmıştır.
Realizm’in tesiri
Servet-i Fünûn topluluğu edebiyatçılarında daha çok görülür. Fakat Scrvet-i
Fünuncular, bir yönleriyle de her zaman Romantizm’c açık olmuşlardır. (Bk.
Romantizm). Kendileri her fırsatta Re-alizm’i tercih etliklerini söyleseler de,
eserlerinde hemen her zaman bir hissîlik, lirizm göze çarpar. Bu yönleri biraz
kendi karakterlerinden, biraz da onlara üstadlık etmiş olan Rccâîzade Mahmud
Ekrem’den gelir. Onlar da bu yönlerinin farkındadırlar ve pekçok defa bu
tulumlarını tenkid etmişlerdir.
Bu arada, Recâîzadc
Ekrem’in, diğer eserlerinde kuvvetli bir Romantik temayülü her zaman korumuş
olmasına karşılık, Araba Sevdası romanında (kahramanı Bİhruz Bey’in olanca
Romantikliklerine rağmen) Realist bir yaklaşımı yakalayabildiğinİ de
belirtelim.
Scrvct-i Fünun
romancıları içinde Romantik tesir (bilhassa Goncourtlar’m tesiri) en fazla
Halid Ziya üzerinde kendisini gösterir. Ona göre “en çirkin hakikat, en
güzel hayâle tercih edilir.” Halid Ziya, daha gençliğinde Goncourllar, A.
Daudet, A. Dumas
Fils gibi Realist
yazarları okuyarak yetiştiğini Kırk Yıl adlı eserinde kendisi söyler.
Aynı kadrodan Mehmed
Rauf ta ve Hüseyin Cahid’de (özellikle onun Hayâl içinde ve Hayât-ı Hakîkiye
Sahneleri adlı eserlerinde) de Realist anlayış kendisini gösterir.
Servet-i Fünûn
sonrasında, Realist görüşteki yazarlar, değişen ve gelişen sosyal ve siyâsî
ortamın da tesiri ile daha çok, memleketin ve toplumun problemlerine karşı
ilgilerini yoğunlaştırmışlardır. Cumhuriyet sonrası Türk edebiyatında Yakub
Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban romanı (1932) bu tür romanların zikredilmeden geçilemeyecek
örneklerindendir. Yine Refik Halid Karay, Anadolu’ya ve Anadolu insanına
yöneliş tarzıyla edebiyatımızda Realist görüşün güzel örneklerini vermiştir.
M. Fatih ANDI
Bk. Gerçekçilik,
Parnas Ekolü.