33Sosyoloji Sözlüğü

RASYONALİZM

 

RASYONALİZM

 

Doğruluğun ve
gerçekliğin ölçüsünü aklîlikte bulan görüşlerin genel adıdır. Düşünce Tarihinde
çeşitli anlamlarda kullanı­lan Rasyonalizm, özellikle insan bilgisinin
kaynağını akılda (zihinde) bulan, bilginin akıldan, düşünceden doğduğunu ve
ancak bu bilgilerin zorunlu, mutlak, değişmez, ge-nel-geçer olduğunu iddia eden
görüştür.

Rasyonalizm bilginin
kaynağı mesele­sinde Sansualizm (Duyumculuk) ve Ampi-rizm(Tecrübecilik)’in
zıddı, bilginin değeri meselesinde ise Rasyonalist-Doğmatizm ile eş anlamlıdır.
İlahiyatta (Teoloji) Ras­yonalizm, dinin akla uygunluğunu ifade eder… Salt
olarak Rasyonalizm ise, din ve idealizm hakimiyetine karşı, insan aklının
(zihninin) sonsuz ve sınırsız imkânlarına aşın güveni dile getirir.

Rasyonalist düşünce,
düşünce tarihinde çok eskilere, ta Antikçağ Yunan düşüncesi­ne dayanır.
Rasyonalizm’in ilk olarak Par-menides ile başladığı söylenebilir; ancak Elea
Okulunun ilk mensubu Ksenofancs de akılcı bir filozoftur. Rasyonalizmi aynı
okulun mensuplarından Melissos ve Par-menides’in öğrencisi Zenon
geliştirmiştir. Elea Okuluna göre doğruya, gerçeğe ancak akılla, düşünceyle
ulaşabiliriz; duyularımı­zın algıladığı nesneler dünyası bir görüntü­den
ibarettir. Gerçek olanı, değişmeyeni an­cak akıl kavrar. Elealılann bu mutlak
Ras­yonalizminden sonra ise Rasyonalizm, Sokrates’den Descartes’ta kadar
dogmatik akılcılıkla karışık bir vaziyette bulunur. Dogmatikler de akılcıdır;
çünkü onlar bilgi­lerin zihinde veya ruhumuzda doğuştan mevcut bulunduğunu ileri
sürerler. Meselâ Sokrates tam bir dogmatiktir; Eflatun ve Aristoteles de öyle.
İlk sistemli Doğma-tizm’i bu üç filozofda bulmak mümkündür. Çünkü rasyonalizm
bunlarda Dogmatizm ile birleşmiştir. Bu sistemli Doğmatik-Rasyonalizm oradan
Ortaçağa, Skolosa-tik’e ve islâm dünyasında da Meşşâî Okulu­na geçer. Oradan
ise Descartes, Spinoza, Leibniz, Wolf gibi 17 ve 18. yüzyıl rasyo­nalist
filozoflarına ulaşır. Bütün bu filozof­ların ortak yanlan, onların insan
bilgisine, akla karşı duydukları aşırı güvendir. Onlara göre, ezelî ve ebedî
hakikatlar mevcuttur ve aklımızla bu hakikatlan kavrayabiliriz. Bu hakikatlar
da Tanrı fikri, Malematik’in sayı­lan, Akıl Prensipleri, ahlâk ilkeleri vb. şey­ler
doğuştandır. Akıl, bu ve benzeri daha bir çok genel-geçer, kesin ve zorunlu
bilgilere ulaşabilir. Kant dogmatizminde ise doğuş­tan fikirler ve kavramlar,
yerini bilgi kalıp­ları ve zihin formlarına bırakır. Doğma-tizm’den
kurtulduğunu söyleyen Kant, zi­hin kategorileriyle dogmatizmi değişik bir
anlayışa kaydırmıştır. Asıl salt Rasyonaliz­mi ancak zirveye Alman filozofu
Hegel ulaştırın ıştır. Çağımızda ise akılcılığı tecrü-becilikle birleştirerek
ele alan görüşler yo­ğunluk kazanmıştır.

Rasyonalizmin idealine
göre bilgi, zo­runlu, kesin ve genel geçer olmalıdır. Aca­ba bize böyle bir
bilgiyi hangi yetimiz sağ­layabilir? Duyulanmız bize böyle bir bilgi
sağlayabilir mi? Bu soruya rasyonalistler hayır diye cevap vermek zorundadır;
çünkü duyular bize kesin olmayan, zorunlu olma­yan bir bilgi sağlayabilir.
Duyuların bilgile­rine de güvenilemez. Buna göre gerçek ve zorunlu bir bilgiyi
(Matematik ve Mantık bilgisi gibi) ancak akıl ve düşünce sağlaya­bilir. Bu
sebeple, Rasyonalizm’in bilgi mo­deli olarak kabul ettiği bilim, Matematik ve
Manuk’tır. Onlara göre, Matematik’in sayı-lannı, aksiyomlannı, Mantık’ın ana
ilkeleri olan Özdeşlik, Çelişmezlik ve Üçüncü Ha­lin İmkânsızlığı gibi ilkeler
deneyin değil,

akıl ve düşüncenin
ürünleridir. Rasyonalist düşünce metod olarak da Deduction (Tüm-dengelim)’u
kullanır.

Rasyonalizmin
kendisine konu edindiği sahalara göre çeşitlere ayrıldığı görülmek­tedir.
Bunlardan birisi Mutlak Rasyonalizm veya diğer bir ifadeyle A Priorizm’dir ki,
bunlara göre zihin, her çeşit tecrübeden ön­ce bir takım bilgilere, ilkelere,
kalıplara sa­hiptir. Bu nedenle, bunlar, varlık sebebi bu­lunmayan ve makbul
olmayan hiç bir şeyin bulunmadığına inanmaktadır. Meselâ Efla-tun’un İde’leri,
Aristoteles’in kategorileri, Descartes’in, Leibniz’in doğuştan fikirleri,
Kant’ın a priori zaman, mekân ve zihin ka­tegorileri insanın doğarken dünyaya
boş gelmediğini gösteren hususlardır; burada akıl bilginin şartıdır; kavramlann
ve bilgi ilkelerinin kaynağını teşkil eder.

İzafî Rasyonalizm ise,
tecrübenin tek başına bilgiyi elde etmede yeterli olmadığı­nı, bununla beraber
aklın aracılık ettiği baş­ka bilgilere, kuvvet ve melekelere de ihti­yaç
olduğunu ileri süren görüştür. Burada akıl, bilgilerin kazanılmasının zarurî
şartı­dır; ancak bilginin elde edilmesinde tek ba­şına yeterli değildir. Deney
aracılığı ile elde edilen bazı verileri ve bilgileri düzene ko­yacak küllî ve
zarurî ilkelere sahip olmayan bir zihin için tecrübe mümkün değildir. Di­ğer
bir ifadeyle, tecrübenin başlı başına bir anlamı yoktur. Bunlara göre, akılda
bilgi yoktur. Bilgi, duyulann obje veya, nesne­den elde ettiği algıların akıl
tarafından oluş­turulmasıdır. Akıl, bilgi taşıyıcısı değil, bizzat bilgiyi
yapandır, bilgiyi yapmak için de malzemeyi (objeyi) dış dünyadan alır. Bu
rasyonalizm bir takım zihnî işlemler ve düzenlerden de akla, kesin bilgiye, ilk
ilke­lere ve tabiî bilginin yol göstericiliğine inanmayı gerektirir ki, bu
anlayışın zıddı Mistisizm (mükâşefe), Traditionalisme (gclcneksellik),
Occultisme (gizemcilik, batıniyye), Sansualizm (Duyumculuk) gibi akla
dayanmayan (İrrationaliste) ekoller­dir.

Bilginin değeri
açısından Rasyonalizm, aklın ilkelerini, aynı zamanda nesnelerin de ilkeleri
yapmak suretiyle insan aklının eş­yanın hakikatini kavrayabileceğini ileri sü­rer.
Aristoteles’e göre “zihnin kanunları, ay­nı zamanda, varlığın da
kanunlarıdır”. Kant’a göre ise “zihin, olaylara kendi ka­nunlarını
dikte eder”, yani insan, olayları, fenomenleri zihnin a priori,
kategorilerine göre bilir. Hakikî, gerçek bilgiyi doğrudan aklın var kılmasına
bırakan Aristoteles, ilk şuurlu rasyonalist sayılabilir. Rasyona-Üzm’i bu manada
“aklî olan gerçek olandır ve gerçek olan da aklîdir” sözleriyle
mut-laklaştıran ise Hegel’dir.

Zihnî faaliyetin
hakimiyetini ifade açı­sından rasyonalist anlayışlar “Öğretici Ras­yonalizm”,
“Araştırıcı Rasyonalizm”, “Tam Rasyonalizm”, “Yerel
Rasyona­lizm”, “Dinî Rasyonalizm” vb. gibi çeşitle­re
ayrılmaktadır.

Dinî sahada
Rasyonalizm, dinin akla uy­gunluğunu dile getirmektedir. Çünkü din de, akıl da
Allah vergisidir ve bunlar hiç bir zaman çatışmazlar. Bu görüşe göre, ancak
akla güvenilebilir; dinî inançlarda ancak mantığa uygun ve tabiî bilgilerin
aydınlattı­ğı ve tasdik ettiği şeylere inanılabilir. Bun­lara Theologique
Rationalisme (Lâhutî, Dinî Rasyonalizm) denir. Bu rasyonalistler gerek kutsal
kitapları, gerekse metafizik inançları sırf aklî te’villerle izaha çalışırlar.
Bunlar aklın anlama ve kavrama imkân ve gücünü aşan her türlü doğmayı
reddederler;

yani akıl, dinî
bilginin zarurî ve yeterli şartı­dır. 18. yüzyıl Aydınlanma felsefesi boyu­tunda
Yaradancılık (Deismc), Doğal Din öğretileri böyledir.

Rasyonalistler
bilginin konusunun haki­kat olduğuna, hakikatin da değişmez ve küllî olduğuna
inanırlar. Bunlara göre doğ­ru bilginin ölçüsü de açık ve seçikliktir. Böyle
bir bilgi, bilimsel bir bilgidir; bilim­sel bilgi de gerçeğin bilgisidir.
Hakikatlar ise akıl ile kavranabilir; aklın kavrayama-yacağı hiçbir şey yoktur.
Burada matematik bilgiler, mantık doğruları ve ilkeleri aklî bilginin temel
Örnekleridir.

Rasyonalizm, bir
hakikat araştırması, bir bilgi elde etme yolu olduğu için İslâm dün­yasında da oldukça
rağbet bulmuş ve teşvik edilmiştir. Akılcı bir okul olan Meşşaî Oku­lu
asırlarca islâm düşüncesinde etkisini sür­dürmüştür. Zira İslâm Dini de akla
oldukça büyük değer vermiş, onu bilginin, bilmenin şartı saymış, insanı onunla
sorumlu tutmuş, onunla cezalandırıp mükafatlandırmıştır; ama aklı hiçbir zaman
mullaklaştırmamış­tır.

insanın doğuştan
zihinde var olarak ka­bul ettiği fikir ve yetilerden hareket eden Rasyonalizm’e
göre doğuştan fikir ve yeti-leriyle zihin bir çeşit bütün insanlar için de­ğişmez
ve ortak bir kavramlar sistemi hali­ne getirilmiştir. Bu görüş ise zihni,
oluşan, değişen bir şey olarak değil de, daima kendi kendisiyle aynı kalan,
değişmeyen bir şey olarak düşünür. Böylece Rasyonalizm zih­nin gelişmesini ve
evrimini durdurmuş olur. Oysa günümüz Psikolojisi, Rasyona­lizmin insan zihnini
ve düşünceyi evrim dı­şı görmesi doğru bir şey değildir.

Gerek İlkçağ ve
gerekse Yeniçağ rasyo­nalistleri bilgi modeli olarak Matematik’i

kabul ederken, aynı
zamanda onun bilgisini açık-seçik, kesin ve zorunlu bilgiler olarak delil
gösterirler. Buna karşılık, duyu bilgi­sine değişmesinden dolayı şüphe ile
bakar­lar. Fakat Rönesans ile doğan pozitif labiat ilimleri, hem olaylara,
tabiat bilgisine da­yanmakta, hem de belli bir anlamda bir ke­sinlik ve zorunluluğu
göstermektedir. Bu anlamda tabiat bilimlerinin kesinlik ve zo­runluluk
özellikleriyle ortaya çıkışı, rasyo­nalist bilgi teorisinin temel dayanakların­dan
birisini ortadan kaldırmış olur.

Rasyonalistlerin,
doğuştan kabul ettik­leri bir takım ilkeler yanında “Akıl İlkeleri”
ni sadece doğuştandır diyerek açıklamaları da tatmin edici bir açıklama
değildir. Bu il­kellerin meydana gelmesinde sosyal etken­leri de dikkate almak
gerekir; Eüıoloji bunu destekler mahiyettedir. Meselâ Özdeşlik ve Çelişmezlik ilkelerinin
ilkelerde bulunma­dığını; İlkel bir insanın kendisini, hem ken­disi, hem de
başkası sandığını gösterir. Bu da bize, Mantık ilkelerinin toplumların
ev-rimleşmesiyle meydana geldiğini gösterir.

Rasyonalistlerin aklın
anlama imkânla­rını aşan her türlü hakikati, doğmayı kabul etmemesi, gerek
kuLsal kitapları, gerekse metafizik inançları sırf aklı te’villerle izaha
çalışmaları, aklın söz sahibi olmadığı bir sahada bazı spekülasyonlara
girişmesidir. Bu ise aklın sahası dışına çıkması ve kendi imkânlarını
zorlamasıdır. Akıl dinî bilgi­nin, vahy’in anlaşılmasının zarurî sebebi­dir,
fakat vahyin kaynağı, sezginin kaynağı değildir. Nass, akıl kavrasa da,
kavrayama-sa da ilahiliğinden bir şey kaybetmez. O halde, akıl, mutlak
çözümleyici değil, sınır­lı ve belirli bir çözümleyicidir. Deney ve duyular
gibi o da bir bilgi imkânıdır; onun bilgilerine de sınırlı ölçüler içerisinde
güvenilir; duyu ve tecrübenin bilgilerine de gü­venilir; fakat aklın
bilgilerini rasyonalistle­rin iddia ettiği gibi mutlak, genel-geçer ka­bul
etmek ve aklın her şeyi çözümleyeceği­ni iddia etmek, tek yanlı bir
değerlendirme olur.

Hüsameddin ERDEM

 

İlgili Makaleler