PSİKOLOJİ
Etimolojik olarak
psyehe (ruh) ve logos (bilgi) kelimelerinden oluşan psikoloji terimi, ruh
bilgisi anlamına geliyorsa da, bu anlamın tarihsel olmak dışında bir önemi yoktur.
Modem bilimin bir dalı olarak psikoloji, canlıların duygu, düşünce ve
davranışlarım modern bilimin determinizm objektiflik (nesnellik) ve
evrensellik ilkeleri gereğince inceleyen, birçok alt-dala ayrılmış olmasına
rağmen gelişimini henüz tamamlamamış bir bilim şeklinde tanımlanabilir. Ancak
bu tanımda herkesin kesinlikle anlaştığı söylenemez, örneğin duygu ve
düşüncenin modem bilimin ilkelerine göre incelenemeyeceğini, bu nedenle
psikolojinin konusunun canlıların gözlemlenebilen ve ölçülebilen eylemleri (ki
bunlara ‘davranış’ adı verilir) olması gerektiğini savunan psikologlar da
vardır. Psikolojideki yönelim, davranışçılığın artan etkisine tepki olarak bu
yöne doğru kaymakladır.
Modem yaklaşımlar,
psikoloji tarihini kabaca üç ayrı dönemde ele alırlar. İlk dönem “Klasik
Psikoloji” adıyla anılır. Klasik dönem, eski Yunanla başlar, I. Dünya
Sa-vaşı’na kadar sürer. Eski Yunan öncesinin ve bütün Doğu coğrafyasının hesaba
bile katılmadığı bu dönemin, yüzlerce yılı içine almasına rağmen, psikoloji
tarihindeki önemi yalnızca modern psikoloji için hazırlayıcı bir kuluçka
dönemi olmasından ibarettir. Zihin (mind) ile ilgili sorunları felsefenin
merkezine yerleştirdiği için Descartes’a gerekli felsefi zemini hazırladıkları
için İngiliz deneyci filozoflarına ve diğer dallardaki bilimsel keşifleri
yapmış Kopemik, Kepler, Newton, Harvey gibi mucitlere özellikle şükran
belirtilir.
“Sistematik
Psikoloji” adı verilen psikolojinin ikinci dönemi I. Dünya ve II. Dünya
Savaşları arasındaki sürede yer alır. Bu dönem modern psikolojiin kuruluş
evresidir. Psikoloji, felsefeden kopmaya başlamış, modern bilimin ilkeleri,
psikolojiye uyarlanmaya çalışılmış, birçok psikoloji ekolü
ortaya çıkmıştır. 1879
yılında, Leipzig’te ilk psikoloji laboratuvannı kuran Alman fizyolog Wilhelm
Wundt (1832-1923), modern psikolojinin babası sayılmaktadır. Wundt’un psişik
olayları, fiziksel olaylar gibi ele alan yaklaşımı büyük yankılar uyandırmış,
kısa sürede Avrupa ve Amerika’da birçok yeni psikoloji laboratuvannın
kurulmasına yol açmıştır. Bu ilk atılım ve canlanma dönemi, bir süre sonra
psikolojinin konusu, yöntemi, amacı hakkında farklı görüşler ve ekoller
doğurmuştur. Bunlar arasında şu ekoller kayda değer:
Yapısalcılar: Kurucusu
W. Wundt’tur. Bilincin yapı olarak incelenmesinden yana-dırlar. Fiziksel
olaylar gibi, psikolojik olaylar da daha basit olgulardan meydana gelmiştir.
Psikolojik araştırmada amaç, bu basit olguların neler okluklarını ve
birbirleri arasındaki ilişkileri anlamaya çalışmaktır. Konusu bilinç olan
psikolojinin yöntemi ise içebakış ve deney olmalıdır.
İşlevselciler: J.
Dewey ve J.R. Agnel gibi düşünürlerin etkisiyle XX. yüzyılın başında Chicago
Üniversitesi’nde bir grup psikolog tarafından kurulan akımın taraftarlarıdırlar.
Psikolojinin yalnızca bilinci değil, bütün zihinsel olayları, ihtiyaçları,
insanın uyum çabalarını konu edinmesi gerektiğini; davranışın psikolojik basit
birimlerden değil, uyum süreçlerinden oluştuğunu savunmuşlardır.
Psikanalistler:
Amerika’da işlevselcili-ğin ortaya çıktığı sırada Viyanalı nörolog S. Freud
tarafından ileri sürülen ve psikanaliz adı verilen görüş ve uygulamaları
savunanlardır. Uzun yıllar psikolojiyi ve psikiyatriyi çok derinden etkilemiş
ve etkilemekte olan bu akımdan birçok kopmalar olmuş ve yeni ekoller
kurulmuştur. Psikanalisüer, bilinçin tek başına bir psikolojik yapı olmayıp
derindeki temeli oluşturan bilinçdışınm bir görünümü olduğunu ve bu derin
yapıların serbest çağrışımla açığa çıkarılabileceğini söylediler. Bu görüşlerle
bütün insanlık tarihini açıklamanın mümkün olduğu kanaatini yaydılar.
Davranışçılar: Yine XX.
yüzyılın başında bilinç, bilinçdışı gibi kavramların pozitif bir bilimin
konusu olamayacağını, psikolojinin bilim haline gelebilmesi için herkes
tarafından gözlemlenebilir ve Ölçülebilir olguların ele alınması gerektiğini
düşünen, temelleri J. B. Watson tarafından atılan görüşleri savunan
psikologlardır. Dış çevrenin uyaranları ve organizmanın bu uyaranlara verdiği
tepkileri asıl inceleme noktası yaptıklarından, bunlara uyaran-tepki (U-T)
psikologları da denir.
Gestaltçılar: Almanca
bir kavram olan geştalt, ‘bütün’ anlamına gelir, alman psikolog M. Wertheimer
tarafından, yapısalcıların atomcu görüşlerine karşıt olarak İleri sürülen
bütüncü psikolojik görüşleri savunanlara da ‘geştalt psikologları’ denir. Bu
akımın temel düşüncesini “bütün, parçaların toplamından farklıdır”
sözü açıklar. Davranışın içinde oluştuğu fiziksel ve sosyal mekanlardan ayrı
ve parçalara bölünmüş olarak incelenmesini şiddeüe eleştirmişlerdir.
Psikoloji tarihindeki
üçüncü ve son dönem “Çağdaş Psikoloji” denilen, II. Dünya
Savaşı’ndan günümüze kadar uzanan dönemdir. Bu dönemde psikoloji modem bilimin
bir dalı olarak kendini kabul ettirmiş ve yerini sağlamlaştırmıştır.
Üniversitelerde ve eğitim, tıp, ordu, iş ve idare hayatı gibi birçok alanda
uygulama alanı bulmuş, birçok al t-dala ayrılmıştır. Genelde akademik
ve uygulamalı
psikoloji diye ikiye ayrılabilen başlıca psikoloji dalları şunlardır: Akademik
psikoloji genel başlığı altında; Genci Psikoloji, Karşılaştırmalı Psikoloji,
Fizyolojik Psikoloji, Hayvan Psikolojisi, Anormallik Psikolojisi, Sosyal
Psikoloji, Deneysel Psikoloji, Genetik Psikoloji, Çocukluk Psikolojisi,
Yetişkinlik Psikolojisi; Uygulamalı Psikoloji genel başlığı altında da Klinik
Psikoloji, Eğitim Psikolojisi, Endüstri Psikolojisi, Askerlik Psikolojisi,
Ticaret Psikolojisi vb.
Çağdaş Psikoloji
döneminde psikolojinin yöneldiği alanlarda büyük bir bilgi patlaması olmasına
rağmen henüz en temel konularda bile (Örneğin psikolojinin tanımında) tam bir
fikir birliği sağlanamamıştır. Sistematik psikoloji döneminde ortaya çıkmış
bir takım psikoloji ekolleri tarihe karışırken, klasik psikanaliz ve klasik
davranışçılık alanında birçok gelişme ve değişmeler olmuştur. Çok sayıda yeni
araştırma yöntemleri, teknikleri, araçları ortaya çıkmış, canlı davranışının
öğrenilmesinde çok ileri adımlar atılmıştır. Halta edinilen bu bilgilerin
suistimaliyle insan davranışının belli alanlara kanalize edilebilme fırsatları
bazı bilim adamlarını düşündürmeye başlamıştır. Hİç şüphesiz “Çağdaş
Psikoloji” döneminin en dikkate değer olgularından birisi de, psikolojiyi
bilimselleştirme çabalarının yol açlığı insana uygun ve insani olmayan
tutumlara tepki olarak, Varoluşçu Felsefe ve Geştalt Psikolojisinin etkisiyle
gelişen, psikanaliz ve davranışçılıktan sonra Psikolojide üçüncü güç’ denilen
insancı (huma-nistik) psikolojinin ortaya çıkmasıdır.
Humanislik psikologlar
(Cari Rogers, Abraham Maslow, Ludvvig Binswagncr, Viktor Frankl vb.) kendi içlerinde
birçok farklılıklar gösterirler. Bu farklılıklar, dine verdikleri önem, insana
ilişkin iyimser veya kötümser olma gibi düşünce noktasında olduğu gibi, tedavi
yaklaşımlarında da belirgin biçimde hissedilir. Bunun yanısıra hepsinin
ortaklaşa savunduktan ve bir manifesto halinde yayınladıkları noktalar da
vardır. Bunlar şöyle özetlenebilir:
a) İnsanı inceleyen bilimler, fizik bilimlerinin
deneyciliğine (ampirizmine) değil, fenomenolojiye dayanmalıdır; b)
Her insanın psikolojik yapısının ayn olduğu bilinmeli, insan araç değil amaç
olarak görülmelidir;
c) Psikoloji
insanı yalnızca daha karmaşık bir hayvan olarak değil, özgürlüğünü korumak,
kendi iç yaşantılarına göre davranmak ve potansiyellerini geliştirmek isteyen
özellikleriyle diğer canlılardan ayn olarak ele alınmalıdır; d) însan, eylemlerinden, hayat
tarzından sorumlu olan, seçen bir varlıktır;
e) Geçmiş veya gelecek değil, ‘burada’ ve ‘şimdi1
önemlidir.
Erol GÖKA