Protestanlık ve Ulus Devlet
Protestanlık ve Ulus Devlet
Protestanlığın gelişimini anlamak için Orta Çağ boyunca papalarla imparatorlar arasında süren çatışmayı anlamak gerekir. Orta Çağ’da imparatorların üzerine çıkan Papa, zaman zaman kendisine bağlı olan krallarla çatışma içine girmiş, bu çatışmaların bir kısmı kralların aforozuyla son bulmuştur. On beş ve on altıncı yüzyıllara doğru gelindikçe papalarla krallar arasındaki çatışmaların dozu giderek artmış ve gün yüzüne çıkmıştır. Roma Katolik Kilisesi’nin geniş mülklere ve servete sahip olması ve lüks içinde yaşaması zamanla kendisine bağlı bazı toplumlarda tepkilere yol açmıştır. Başta Almanya olmak üzere İngiltere, Fransa, İsviçre, Norveç ve Danimarka gibi ülkelerde Roma’ya vergi transferi sorgulanır hâle gelmiştir. Katolik Kilisesine karşı başlatılan tepkide başı çekenler dinde reform düşüncesini başlatan Protestanlar olmuştur. Bunların başında 1517 yılında Almanya’da protest bir hareket başlatan Martin Luther gelmektedir.
Luther, İncil’e referans vererek Hristiyanlar arasında pratikte oluşmuş olan ruhban sınıfıyla sıradan insan arasındaki ayrıma sert eleştiriler yöneltmiştir. Luther’e göre Kutsal Kitap, tüm insanların eşitliği ve kardeşliği inancını getirmiştir. Bununla birlikte Luther, Katolik Kilisesi’nin geliştirmiş olduğu lüks yaşam tarzını sert biçimde eleştirerek Alman halkının bu kadar varlık içinde yüzen bir kuruma değil, kendi kiliselerine vergi vermelerini savunmuştur. Luther, Roma Katolik Kilisesi’ne karşı mücadelesini sürdürebilmek için Alman yönetimine sığınmış ve yönetime itaati dinsel bir görev olarak tanımlamıştır. Luther’e göre “krallar ve prensler zorunluluktan dolayı birer piskoposturlar.” Bu bakımdan yöneticilere karşı “pasif itaat”i ısrarla savunur. Aziz Pavlus gibi Luther de yöneticilerin kendilerine değil, makamlarına saygı ve itaati önermiştir. İtaat, makama yönelince doğal olarak yöneticinin kişisel özelliklerinin önemi kalmamaktadır. Adil olmasa dahi, yönetim gücünü elinde bulundurduğu için yönetici, itaat edilmeyi hak eder. Buradan hareketle Lut- her, yönetime itaatsizliği cinayet, iffetsizlik, onursuzluk ve hırsızlıktan daha şiddetli bir günah olarak kabul etmiştir. Luther’e göre inanan biri için başmdakine itaatten daha üstün bir değer yoktur (Brecht, 1990).
Protestanlığın Avrupa’ya en önemli katkısı ulus devletin gelişmesini kolaylaştırması olmuştur. Protestanlar, her ulusun Roma Katolik Kilisesiyle bağını kopararak kendi ulusal kilisesini inşa etmesini savunan görüşleriyle değişik ulusların Vatikan karşısında hükmü şahsiyet kazanmasına katkıda bulundular. Bununla birlikte, yöneticileri yücelterek ulusların nihai otoritesi haline gelmelerini sağladılar. Yine İncil’in değişik dillere çevrilmesini sağlayarak dinin ulusal bir karakter kazanmasına hizmet ettiler. Protestanlık, bu tür açılımlarla ulus devletin gelişiminde çok önemli rol oynamıştır (Çaha, 2008).Protestanlık hareketinin diğer bir öncü ismi olan Jean Calvin de Luther gibi devlet otoritesini önemsemiş ve itaat edilmesi gereğini belirtmiştir. Calvin’in deyişiyle devlet, “kurtuluşun harici bir aracıdır.” Devlet, Calvin’e göre barışı, güvenliği,
adaleti, birlik ve beraberliği sağlamakla ve insanları bir arada tutmakla kurtuluş için bir zemin oluşturmaktadır. Bu yönüyle seküler devlet, kurtuluşa hizmet etmektedir. Bu bakımdan Luther gibi o da yöneticilere karşı “pasif itaat”i önermektedir. Yöneticiler, kurtuluşu sağlama konusunda Tanrı’nın yeryüzündeki vezirleri gibidirler. Onlara itaatsizlik, Tanrı’ya karşı itaatsizlik anlamına gelir. Calvin’e göre yönetici gücünü halktan almaz, doğrudan doğruya Tanrı’dan alır. Calvin’in getirdiği en önemli yenilik, devletle kiliseyi birbirinden ayırarak seküler bir sistemin gelişmesine hizmet etmiş olmasıdır.
Protestanların krallarla birlikte hareketi sonucunda Avrupa’da Protestanlığın etkisi altına giren birçok ülkede ulusal kiliseler ortaya çıkmıştır. Bu konuda ilk adım İngiltere’de atılmıştır. İngiliz Kralı VIII Henry Protestanların desteğini yanına alarak Katolik Kilisesi’ne karşı mücadele etmiş ve bu mücadelenin sonucunda 1558 yılında Katolik Kilisesi’nden bağımsız İngiliz Anglikan Kilisesi’nin kuruluşunu sağlamıştır. İngiltere bu tarihten itibaren Protestanlığı resmî din olarak kabul etmiş ve kral Anglikan Kilisesi’nin başı sıfatını kazanmıştır. Benzer bir durum Almanya, İsveç ve Danimarka gibi Protestanlığın etkisi altına giren diğer ülkeler için de geçerli olmuştur. Buralarda da ulusal kiliseler kurularak Katolik Kilisesi ile olan bağlar koparılmıştır.