PROLETERYA
PROLETERYA
Marksist terminoloji
ve ideolojinin en önemli kavramı sayılan Proletcrya’nın, birbirine yakın
anlamlar taşıyan değişik tanımları yapılmaktadır. “İşçi sınıfı”
olarak Türkçeleştirilcn kavram, “sınıf kavgasında”, toplum
kesimlerinin yerini belirten bîr etiket rolü oynamaktadır.
Bir tanıma göre
proleterya; yalnızca emeğini satarak yaşama şansına sahip olan sanayi işçisine
verilen addır. Benzer bir tanımda da; proleterya, üretim araçlarının sahibi
olan burjuvazinin karşısında yeralan ve hiçbir üretim aracına sahip olmadığı
için emek güçlerini satarak yaşayan modern emekçi sınıf, olarak tarif
edilmektedir. Eski Roma’dakİ kullanımından hareket edildiği zaman, topraksız
olan ve hayatını emeğiyle kazanan kişiler proleteryayı oluşturmaktadır. Kari
Marks ise proleteryayı; “dünyanın ve tarihin kaynağı olarak kendi
bilincine varan evrensel emek gücü” şeklinde tarif etmiştir.
Yaygın kullanımı ile proleterya;
üretim araçlarının sahibi olmayan emekçiler” anlamında belirli bir
toplumsal sınıfı kastetmek üzere kullanılmaktadır.
Proleterya, ilk defa,
Eski Roma’da, en alt sınıfla bulunan toprağı olmayan, çok sayıda haktan mahrum
tutulan, ancak çocuk yapma konusunda faydalı olarak kabul edilen fakir
kimselere verilen ad olarak kullanılmıştır. 15 ve 16. yüzyıllarda Avrupa
ülkelerinde ortaya çıkan “çiftlik kapatma” olayları, kavramın tekrar
yaygın şekilde kullanılmasına yolaçmıştır. Sismondi, Proudhon, Louis Blanc ve
Lorenz Von Stein gibi düşünürler, Proleterya kavramını sık sık kullanmışlardır.
Bunlardan Sismondi, 1838 yılında bu sınıfın mensubu olan proleteri, zenginlikle
ilişkisi olmayan, bugünkü durumu ve geleceği konusunda herhangi bir garantiye
sahip olmayan kişi olarak tarif etmiştir. Ancak kavramın yaygın anlamı ile
kullanımı, Friedrich Engels ve özellikle de Kari Marks tarafından
gerçekleştirilmiştir.
Kavramın siyasi ve
felsefi literatüre geçmesini sağlayan Kari Marks, proleteryayı, belirli
kimseler için kullanılan bir kavram olmaktan çıkararak, bir “sınıf kavramı
haline sokmuştur. Burjuvaziye dahil olmayan herkes proleterya olarak kabul
edilmiş, insanlık tarihi de burjuvazi ve proleterya mücadelesi şeklinde
yorumlanmıştır.
1917 Rus ihtilali ve
önderi Lenİn, 20. yüzyılda kavramın çok sık olarak kullanılmasına yol açmış,
Sovyet Komünist Partisi, bîr anlamda proletcryanın partisi olarak adlandırılmıştır.
İkinci Dünya
savaşından sonra, Avrupa ülkelerinde iktidara gelen bütün partiler, ister
muhafazakar, islerse sosyal demokrat olsun, sosyal politika ağırlıklı bir
program takip etlikleri için, işçiler hem maddi bakımdan daha iyi bir duruma
geçmişler, hem de kol gücü ile çalışan klasik sanayi işçisi olmaktan
çıkmışlardır. Bu gelişmeler, pro-leteryayı günümüzde yaygın olarak kullanılan
bir kavram olmaktan uzaklaştırmış, yalnızca Marksist literatüre has bir kavram
olma özelliği ağırlık kazanmıştır.
Marksist Felsefe,
insanlık tarihini bir sınıf savaşları tarihi olarak yorumlamaktadır.
Bu kavga, dönem ne
olursa olsun, gizli veya açık, kesintisiz şekilde ezen ve ezilen sınıflar
arasında devam etmiştir. Feodal toplumun yıkıntıları üzerine kurulan
kapitalist toplumda da bu mücadele vardır ve burjuvazi ile proleterya arasında
geçmektedir. Marks’ın ifadesi ile zincirlerinden başka kaybedecek hiç bir şeyi
olmayan proleterya, yarattığı değerden çok düşük bir pay alabilmekte, bu payla
da asgari bir geçim garantisi sağlayabilmektedir. Sanayileşme proleteryayı sayı
olarak artıracaktır. Ancak bu artış yalnızca sayısal olarak kalmayacak, büyük
yığınlar halinde yoğunlaşan işçi sınıfı, yoğunlaşma ile birlikte sınıf
bilincinin artarak farkına varacaktır. Bu bilincin belli bir düzeye geldiği
noktada, proleterya, siyasi iktidarı ele geçirmek için, burjuva mülkiyetini
kaldırıp bütün üretim araçlarını devletin elinde toplamak amacı ile bir siyasi
parti şeklinde teşkilatlanacak ve burjuvazi ile mücadele edecektir. Proleterya
hakim sınıf haline gelince de kapitalist ekonomik düzenin üretim ilişkilerini
ortadan kaldırarak, sonuçta sınıfsız bir toplum oluşmasını sağlayacaktır.
Marks, proleterya
kavramını, tamamen şehirlerde yaşayan ve sanayi işçisi olan kesimi dikkate
alarak tanımlamıştır. Marks’ın düşünce sistemi içinde köylüler proleterya
içinde yer almaktadır.
Marks a göre, genel
olarak proleterya ve özel olarak da her proleter, bir beceriler bütününü
geliştirmek için bütün üretim araçlarına sahip olmak zorundadır.
Proleterya-nın iktidarı, sermayenin iktidarının simetrik olarak tamamen
tersidir ve proleterya sermayeyi kollektif olarak sahiplenecektir.
Marks’a göre,
proleterya, sınıf bilincini si yasal-felsefi yapı ile birleştirecek ve sürekli
bir devrimci yapıya kavuşacaktır. Bu değerlendirme, yani proleteryamn devrimci
olup-olmama Özelliği, bu alanda en çok tartışılan hususlardan birini oluşturmuştur.
Marksist felsefeye
göre kusursuz bir proleter, tümüyle toplum için çalışır. Emek sağlayan kişi
olarak ticari mela ve hizmetlerin de tüketicisi durumundadır. Proleterya,
ücretli olmayan her işin ortadan kaldırılması ilkesine de sahiptir.
19. yüzyıl
Avrupasındaki ekonomik ve sosyal şartlardan harekede, kol gücüne bağlı olarak,
kann doyuracak bir ücretle çalışan kesimleri nitelendirmek üzere kullanılan
proleterya kavramı, bugün artık azınlık bir toplum kesiminin durumunu
açıklamaktadır. Tarihi gelişme, Marks’ın beklediği çatışma ve yeni toplum
biçimini ortaya çıkarmamıştır. Marksist hareketler proleterya-nın yoğun olarak
bulunduğu ülkelerde değil, daha az gelişmiş tanm karakteri ağır basan
ülkelerde ortaya çıkmıştır.
Marks’m tarif ettiği
proleteryayı bugün için bir azınlık haline getiren ve onun “geleneksel”
olarak tarif edilmesine yol açan iki önemli gelişme olmuştur. Bunlardan ilki,
sanayileşmiş ülkelerdeki sosyal olayların, takip edilen sosyal politika tedbirleri
ile kapitalizmin çöküşüne yol açacak bir noktaya gelmeden önce
durdurulmasıdır. Eğilimi ne olursa olsun, bütün siyasi iktidarlar belirli
sosyal politikaları, en azından asgari seviyelerde sürekli olarak uygulamak
durumunda kalmışlardır. Bugün gelişmiş ülkelerdeki işçi, gelişmenin
nimetlerinden faydalanan, refah içinde bulunan kişidir. Herhangi bir düzen
değişikliğinde kaybedecek çok şeyi vardır ve bunun için köklü düzen
değişiklikleri getirecek olan Marksizm gibi
felsefelere yatkın
değildir. Bugün bütün dünya, ekonomi ve sosyal politika gibi iki önemli
gerçekle yaşamaktadır ve bunlar da Marksist felsefenin temel ilkelerini doğrulamayan
gerçeklerle vardır.
İkinci önemli gelişme,
teknolojik gelişmeye bağlı olarak prolcteryanın niteliğindeki değişme
konusunda ortaya çıkmıştır. Bugün kol gücü ile çalışanların sayısı, ücretliler
içinde çok küçük oranlarda kalmıştır. Teknolojik gelişme ve hizmet sektörünün
gelişerek üretimde en önemli paya sahip olan sektör ha/ine gelmesi, beden gücünden
çok fikri gücü daha ağırlıklı olarak çalışanların sayısını artırmıştır. Bu
gelişme ve sosyal hayattaki değişmeler, Marksist te-orisyenleri, yeni durumu
açıklayacak yeni kavramlar bulmaya itmiştir. Yeni proleterya kavramı da bu
çerçevede şu anda çok değişken özelliklerle çalışan lan nitelendirmek üzere
kullanılan kavramlardan biri olarak atılmıştır. Ancak, tarif etmeye çalıştığı
kitlenin özeliklerinden dolayı büyük belirsizlikler taşımaktadır.
Yusuf ALPER